Yargıtay Kararı 21. Hukuk Dairesi 2014/5233 E. 2014/11411 K. 27.05.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 21. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/5233
KARAR NO : 2014/11411
KARAR TARİHİ : 27.05.2014

MAHKEMESİ : Zonguldak 3. İş Mahkemesi
TARİHİ : 26/12/2013
NUMARASI : 2010/772-2013/704

Davacılar, murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davacılar ile davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
K A R A R
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle ölenin olayda kusurunun bulunmadığının belli bulunmasına, davalılar arasındaki kusur dağılımının kendi aralarında görülmesi muhtemel rücu davasında yeniden değerlendirilmesinin mümkün bulunmasına göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava tarihinde 17.05.2010 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece davacıların maddi ve manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne karar verilmiş ve karar davacı ve davalı taraf vekillerince süresinde temyiz edilmiştir.
Yerel Mahkemenin maddi tazminatın belirlenmesine ve manevi tazminatın takdirine ilişkin kararı isabetli değildir.
Öncelikle Mahkemece manevi tazminatın takdirinde yanılgıya düşüldüğü ve manevi tazminatların az takdir edildiği anlaşılmaktadır.
Davacılar murisinin ölümüyle sonuçlanan iş kazasında sigortalının kusurunun bulunmadığı kusurun tamamının üst ve alt işveren olan davalılara ait bulunduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.
Gerek mülga B.K’nun 47 ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı T.B.K’nun 56. maddesi hükmüne göre Hakim: ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verebilir. Hakimin manevi zarar adı ile ölenin yakınlarına verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 26.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hakimin takdirine bırakılmış ise de hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir.
Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince alınmamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. ( HGK 23.6.2004, 13/291-370)
Bu ilkeler gözetildiğinde davacı anne ve babadan her biri yararına hüküm altına alınan 15.000,00’er TL manevi tazminatın az olduğu açıkça belli olmaktadır.
Maddi tazminat gelince; Dava nitelikçe SGK tarafından karşılanmayan zararın giderilmesi istemine ilişkindir. Bu nedenle, haksız zenginleşmeyi ve mükerrer ödemeyi önlemek için kurum tarafından hak sahiplerine bağlanan gelirin Peşin Sermaye değerinin belirlenen tazminattan düşürülmesi gerektiği Yargıtay’ın oturmuş yerleşmiş, görüşlerindendir. Bu bakımdan, davanın niteliği göz önünde tutularak öncelikle hak sahiplerine Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından iş kazası nedeniyle gelir bağlanıp bağlanmadığının araştırılması, gelir bağlanmış ise, bildirilen miktarın, tazminattan düşülmesi, gelir bağlanmamış ise bu yön, hak sahibinin tazminat hakkını doğrudan etkileyeceğinden, hak sahibine; gelir bağlanması için Sosyal Güvenlik Kurumuna başvuruda bulunması, gerektiğinde dava açması için önel verilmesinde yasal zorunluluk olduğu açıktır. Başka bir anlatımla, hak sahibi tarafından Kurum aleyhine açılan davada, 506 Sayılı Yasanın 24. Ve 5510 sayılı Yasanın 34. maddesinin öngördüğü koşulların oluşmadığının saptanması durumunda; hak sahibine, gelir bağlanmayacağı giderek, hak sahibinin, destekten yoksun kalma tazminat isteme hakkına sahip olmayacağı açık-seçiktir.
Somut olayda, hak sahibi olarak dava açan anneye Kurum tarafından gelir bağlandığı buna karşılık baba S.. A..’e ise kendi çalışmasından dolayı yaşlılık aylığı aldığından bahisle gelir bağlanmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan davacı babanın ölenin desteğinde olduğunu kabule elverişli bilgi ve belge de dosya içerisinde mevcut değildir. Hal böyle olunca ölenin desteğinde bulunmadığı belli olduğu halde davacı S.. A..’ün meddi tazminat isteminin reddi yerine yazılı şekilde kısmen kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.
Davacı M.. A.. yararına hükmolunan maddi tazminata gelince; Anılan davacının 10.01.2013 tarihinde öldüğü ve yargılamanın mirasçılarının katılımı ile sürdürüldüğü uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık davacı M.. A..’ün destek altında bulunacağı sürenin ve hesaplanan zarardan indirimi gerekli peşin sermaye değerinin belirlenmesinden kaynaklanmaktadır. Davacının yaşadığı süreyle destek altında bulunacağı, ölümle birlikte desteğin de sona ereceği açıktır. Oysa hükme esas alınan hesap bilirkişi raporunda 10.01.2013 ölüm tarihini geçer biçimde 17.06.2017 tarihine kadar hesap yapılarak ölümden sonra da desteğin sürdüğünün kabul edildiği görülmektedir. Hal böyle olunca ölümden sonra destek zararı yapan hesap raporunun hükme esas alınmasının isabetsiz olduğu ortadadır.
Öte yandan davacı M.. A..’ün karşılanmayan zararının bulunması sırasında SGK tarafından bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin indirilmesi kural olarak doğru ise de, davacıya SGK tarafından bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin, gelir bağlanma tarihindeki bakiye yaşam süresi dikkate alınarak belirlendiği, ölüm olayının ise muhtemel yaşam süresinden önce gerçekleştiği ortadadır. Bu durumda muhtemel yaşam süresine göre hesaplanan ilk peşin sermaye değerinin gerçeği yansıtmadığı ortadadır.
Yapılacak davacı M.. A..’ün olay tarihi ile ölüm tarihi arasında destek altında bulunmasına göre, olay tarihi ile ölüm tarihi arasındaki destek kaybını hesaplatmak ve bulunan miktardan olay tarihi ile 10.01.2013 ölüm tarihi arasındaki fiili ödemenin ilk peşin sermaye değerinin rücu edilebilir bölümünü indirmek ve sonucuna göre bir karar verilmekten ibarettir.
Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuksal olgular dikkate alınmadan, yazılı şekilde hüküm kurması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, tarafların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul olunmalı ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde taraflara iadesine 27/05/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.