Yargıtay Kararı 21. Hukuk Dairesi 2014/10685 E. 2014/25208 K. 25.11.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 21. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/10685
KARAR NO : 2014/25208
KARAR TARİHİ : 25.11.2014

MAHKEMESİ : Bakırköy 8. İş Mahkemesi
TARİHİ : 27/12/2013
NUMARASI : 2010/616-2013/702

Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

K A R A R

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava, iş kazası sonucu % 13,00 oranında meslekte kazanma gücünü kaybeden sigortalının, uğramış olduğu zararın giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece maddi tazminat isteminin ıslah yoluyla artırımına ilişkin isteme bir davada birden çok ıslah yapılamayacağından değer verilmeyerek, manevi tazminatın ıslah yoluyla artırımı ile dava dilekçesindeki maddi tazminat talebi dikkate alınarak maddi tazminat isteminin kabulüne, manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulüne karar verilmiş ve bu karar süresinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık manevi tazminatın ıslah suretiyle artırılıp artırılamayacağı, maddi tazminatın ıslahına ilişkin talebin ikinci ıslah niteliğinde bulunup bulunmadığı ile görülmekte olan kısmi davanın, ıslah yoluyla yargılama sırasında yürürlüğe giren HMK’nun 107 maddesine göre belirsiz alacak davasına dönüşmesinin mümkün bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Davacı 13.02.2013 tarihli ıslah dilekçesinde HMK’nun 107 maddesine dayandığını beyan etmiş ise de anılan yasal düzenlemenin görülmekte olan davada uygulama olanağı yoktur. Zira usul hukuku alanında geçerli temel ilke; yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise, usul kanunu hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olması, yeni hükümlerin daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır.
Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında, derhal uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken diğer bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde, ilgili “usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığıdır.
Dava; dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden, çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bir davayı bütün olarak değerlendirip, bu konuda yeni kanunun etkili olup olmayacağı söylenemez. Yargılama sırasında yapılan bir usul işlemi ve kesiti tamamlanmış ise, artık yeni kanun o usul işlemi hakkında etkili olmayacak, dolayısıyla da uygulanmayacaktır.
Eğer bir usul işlemi, yargılama sırasında yapılmaya başlanıp, tamamlandıktan sonra, yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse, söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir deyişle, tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın, bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise, yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü usule ilişkin kanunlar -aksine bir kural benimsenmediği takdirde- genel olarak hemen etkili olup, uygulanırlar (Y.İ.B.K.’nun 8.7.1942 gün ve E:13, K:19; Hukuk Genel Kurulu’nun 23.09.1964 gün ve E:7/1139, K:575; 09.3.1988 gün ve E:860, K:232; 23.11.1988 gün ve E:1988/1-825, K:1988/964; 22.02.2012 gün ve E:2011/2-723, K:2012/87 sayılı ilamları).
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun “Zaman Bakımından Uygulanma” başlığını taşıyan 448/1.maddesi de yapılan açıklama ve ilkelere uygun olarak; “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır” hükmünü içermektedir.
Bu madde hükmüne göre, kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde, yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliğini koruyacaktır. Buna karşın, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır. Aynı hususlar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 22.02.2011 gün ve 2011/19-735 E. 2012/93 K. ile 22.02.2012 gün ve 2011/2-733 E 2012/87 K sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda uyuşmazlığın çözümünde, somut olay yönünden; dava dilekçesinin mahkemeye verilmesi ve gerekli harçların yatırılması ile tamamlanan dava açılması işleminde, diğer bir ifade ile davanın açıldığı 23.08.2010 tarihinde yürürlükte bulunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
Buna göre, 6100 sayılı HMK ile hukukumuza giren belirsiz alacak davasına ilişkin hükümlerin, somut uyuşmazlıkta uygulanma imkânı bulunmamaktadır. (Yargıtay HGK 2013/10-436E-2013/1743K)
Yukarıdaki açıklamaların ışığında ıslah suretiyle kısmi davanın belirsiz alacak davasına dönüşmeyeceği ortadadır. Manevi tazminatın ıslah suretiyle artırımına değer verilip verilmeyeceği ve maddi tazminatın ıslahının ikinci ıslah niteliğinde bulunup bulunmadığına gelince: Davacının 23.08.2010 günlü dava dilekçesinde fazlaya ait haklarını saklı tutmak suretiyle 3.000,00-TL maddi ve 3.000,00-TL manevi tazminat isteminde bulunduğu, 13.02.2013 tarihinde davasını belirsiz alacak davası olarak niteleyerek manevi tazminat istemini, 05.11.2013 tarihinde ise ıslah suretiyle maddi tazminat istemini artırdığı görülmektedir.
Davacı dava açarken manevi zararı olduğunu ve bunun maddi karşılığını belirtmiştir. Hukuka aykırı bir eylem yüzünden çekilen elem ve üzüntüler, o tarihte duyulan ve duyulması gereken bir haldir. Başka bir anlatımla üzüntü ve acıyı zamana yaymak suretiyle, manevi tazminatın bölünmesi, bir kısmının dava konusu yapılması kalanın saklı tutulması olanağı yoktur. Niteliği itibariyle manevi tazminat bölünemez. Bir defada istenilmesi gerekir. Hal böyle olunca manevi tazminatın bölünmezliği nazara alınmadan, manevi tazminatın ıslahına değer verilerek yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olmuştur.
Maddi tazminat gelince, davacının manevi tazminatın artırımı ve kısmi davasının belirsiz alacak davası haline dönüştürüldüğüne ilişkin 13.02.2013 tarihli ıslahı yukarıda açıklanan nedenlerle yok hükmündedir. Geçerli bir ıslah olarak kabulü mümkün değildir. Bu durumda da 05.11.2013 tarihli ıslah ikinci ıslah değil ilk ıslah niteliğindedir. Öte yandan maddi tazminat isteminin ıslah suretiyle artırımı mümkün olup, 05.11.2013 tarihli ıslah talebi dikkate alınarak maddi tazminatın belirlenmesi gerekirken, ikinci ıslah olduğundan bahisle değer verilmemesi isabetsiz olmuştur.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, tarafların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde taraflara iadesine, 25.11.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.