Yargıtay Kararı 21. Hukuk Dairesi 2013/1901 E. 2014/3171 K. 25.02.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 21. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/1901
KARAR NO : 2014/3171
KARAR TARİHİ : 25.02.2014

MAHKEMESİ : Mersin 2. İş Mahkemesi
TARİHİ : 18/09/2012
NUMARASI : 2008/322-2012/1235

Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde geçen çalışmalarının tespitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davalılar vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

K A R A R

Dava, davacının davalı işyerinde 2004/5.ay ile 15.02.2008 tarihleri arasında geçen ve Kurum’a bildirilmeyen çalışmalarının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece davacının 11/08/2005 – 15/02/2008 döneminde 1046951.33 sicil numaralı davalı işyerinde asgari ücretle çalıştığının tespitine, fazla istemin reddine karar verilmiştir.
Öncelikle belirtilmelidir ki, 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun Geçici 7. maddesinde yer alan “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun geçici 20’nci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir.” hükmü uyarınca, davanın yasal dayanağı mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 3, 79 ve 108. maddeleridir.
506 sayılı Kanun’un 2’nci maddesine göre sigortalılık niteliği, hizmet akdinin kurulması ve 6’ncı madde gereğince çalışmaya başlanması ile edinilir. Aynı Kanun’un “Sigortalı Sayılmayanlar” başlıklı 3/II-B maddesinde; “Özel kanunda tarifi ve nitelikleri belirtilen çıraklar hakkında, çıraklık devresi sayılan süre içinde analık, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları ile bu Kanunun 35’inci maddesi hükümleri uygulanmaz.” hükmü öngörülmüştür.
Atıf yapılan ve dava konusu dönemde yürürlükte bulunan özel kanun olan 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu’nun 3. maddesi, çırağı; “çıraklık sözleşmesi esaslarına göre bir meslek alanında mesleğin gerektirdiği bilgi, beceri ve iş alışkanlıklarını iş içerisinde geliştirilen kişi” olarak tanımlanmıştır.
Anılan Kanun’un “Çıraklık Şartları” başlıklı 10’uncu maddesine göre çırak olabilmek için,
a)14 yaşını doldurmuş, 19 yaşından gün almamış olmak. (Bu bentte yer alan “onüç yaşını” ibaresi, 16/8/1997 tarih ve 4306 sayılı Kanunun 6 ncı maddesiyle “ondört yaşını” olarak değiştirilmiştir.)
b)En az ilköğretim okulu mezunu olmak.
c)Bünyesi ve sağlık durumu gireceği mesleğin gerektirdiği işleri yapmaya uygun olmak gerekmektedir.
Ancak, 19 yaşından gün almış olanlardan daha önce çıraklık eğitiminden geçmemiş olanlar, yaşlarına ve eğitim seviyelerine uygun olarak düzenlenecek mesleki eğitim programlarına göre çıraklık eğitimine alınabilir. Kanun’un 13’ncü maddesi hükmüne göre ise; “Bu Kanunun uygulandığı yer ve meslek dallarında 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun çıraklık sözleşmesine dair hükümleri ile 18 yaşını doldurduktan sonra sözleşmesi devam eden çıraklar hakkında 1475 sayılı İş Kanunu’nun, İşçi Sağlığı ve Güvenliği başlıklı beşinci bölümünde yer alan hükümleri dışındaki hükümler uygulanmaz.”
Bu hükümler çerçevesinde taraflar arasındaki ilişkinin niteliği belirlenirken, başka bir ifade ile, davacının uyuşmazlığa konu dönemde çırak olup olmadığına karar verilirken, çalışma ilişkisine bakılmalıdır.
Gerçekten de çıraklık sözleşmesinde, akdi ilişkinin üstün niteliği çalışma olgusu değil, sigortalıya bir meslek ve sanatın öğretilmesidir. Ancak çırak, işyerinde üretimle ilgili çalışmalara bilfiil katılıyor, meslek ve sanat eğitimi arka planda tutuluyorsa, bu durumda çıraklık ilişkisinden söz edilemeyecektir.
Sözü edilen öğrencilerin sigortalı sayılmamaları, “tatbiki mahiyetteki yapım ve üretim işleri” nin gördükleri öğrenimin doğal bir gereği olmasından ötürüdür. Bir başka anlatımla, bu işler -SSK anlamında sigortalı işçilerin gördükleri iş görünümünde bulunsalar bile- belirgin olarak öğrenim çevresine girmektedir. Bu bakımdan, bu gibi durumlarda, esasen bir hizmet akdinin varlığından söz edilemeyeceği için sigortalılık niteliği edinme hali de söz konusu değildir (Mustafa Çenberci, Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi; Ankara, 1977 Baskı, s;130).
Dosyadaki kayıt ve belgelerden,davalının 1046951.33 sicilli klima tamir işyeri olduğu, 15.02.1987 doğumlu davacının lise öğreniminin 04.09.2002-12.04.2005(terk) tarihleri arasında geçtiği, davacı, babası ve davalı tarafça 11.08.2005 tarihinde imzalanmış çıraklık sözleşmesinin bulunduğu, Mersin Mesleki Eğitim Müdürlüğü’nün 24.09.2008 tarihli yazısından elektrikli ev aletleri teknik servisciliği öğrenim süresinin 3 yıl olup, davacının çıraklık sözleşmesinin(devamsızlık nedenine göre) fesih edildiğinden ilişiğinin 01.03.2008 tarihinde kesildiği, bitirme tarihinin 15.03.2008 göründüğü, Mesleki Eğitim Merkezi tarafından 15.03.2008 tarihinde 1 günlük çıraklık sigortası priminin ödendiği, bordro ve komşu işyeri tanıklarının beyanlarından; davacının yardımcı eleman olarak çalıştığı, haftada 1 gün eğitime gittiği, 2008 yılında ücretinin 250TL olduğu anlaşılmaktadır.
Dava konusu somut olayda, 15.02.1987 doğumlu davacı için 11.08.2005 tarihinde imzalanmış çıraklık sözleşmesinin bulunması, Mersin Mesleki Eğitim Müdürlüğü’nün 24.09.2008 tarihli yazısından davacının çıraklık sözleşmesinin(devamsızlık nedenine göre) fesih edildiğinden ilişiğinin 01.03.2008 tarihinde kesildiğinin anlaşılması, 15.03.2008 tarihinde 1 günlük çırak yönünden kısa vadeli sigorta kollarına ait primin ödenmesi ve tanıkların beyanlarından davacının çırak olduğunun anlaşılması karşısında, davacının hizmet akdiyle değil, çıraklık sözleşmesi ile çalıştığı açıktır.
Öte yandan yukarıdaki açıklamalar ışığı altında mahkemece, davacının sözleşme tarihinde reşit olması nedeniyle 3008 sayılı yasanının uygulanamayacağı yönündeki gerekçesi de hatalıdır.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önüne alınmadan davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davalılardan V.U. C. iadesine
25.02.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.