YARGITAY KARARI
DAİRE : 21. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2012/23471
KARAR NO : 2013/7288
KARAR TARİHİ : 11.04.2013
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, taraf vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
K A R A R
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici nedenlere göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava, iş kazası sonucu 30.12.2008 tarihinde sürekli işgöreremezliğe uğrayan davacının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece, 5.658,28.-TL maddi tazminatın, 13.500.00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden yürütülecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Davaya konu edilen iş kazası nedeniyle % 17,2 oranında sürekli iş göremezliğe uğrayan davacının, iş kazasında % 20 ve davalının %80 oranında kusurlu olduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu’nun 47. maddesi hükmüne göre hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Hakimin bu takdir hakkını kullanırken ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, sigortalının maluliyet oranı, tarafların kusur durumu, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince almamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda olması gerektiği açıkça ortadadır. ( HGK 23/06/2004, 13/291-370 )
Bu ilkeler ve özellikle davacının maluliyet oranı gözetildiğinde davacı yararına hükmedilen 13.500.00 TL manevi tazminat azdır.
3- Öte yandan Zararlandırıcı sigorta olayına maruz kalan sigortalının SGK’nca bağlanan gelirle karşılanmayan zararının hesaplanmasında, gerçek ücretin esas alınması koşuldur.
Davacının, davalıya ait mobilya imalatı işyerinde mobilya kesim işçisi olarak çalışırken sol elini daire testereli yatar makinaya kaptırarak % 17,2 oranında malul kaldığı, hesap raporunda ücret bordrolarındaki ücretin esas alındığı, davacı yanca, işyerinde toplu iş sözleşmesinin uygulandığı için daha yüksek ücret aldığının iddia edildiği dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
2822 sayılı Yasa’nın, 9/1. maddesinde, Toplu İş Sözleşmesinden, bu sözleşmenin imzalanması tarihinde, taraf sendikaya üye olan işçiler ile Toplu İş Sözleşmesinin tarafı İşçi Sendikasına sözleşmenin imzası tarihinde üye olmamakla birlikte ayrıca, imza tarihinden sonra işyerine girip de üye olmayanların ancak anılan sendikaya dayanışma aidatı ödemek suretiyle mer’i sözleşmeden yararlanabilecekleri; 2821 sayılı Kanunun 31/3 maddesinde de işverenin, işyerindeki işçiler arasında sendikaya üye olan ve olmayanlar arasında ücret, ikramiye, prim ve para gibi sosyal yardım konularına ilişkin hükümler dışında bir ayrım yapmaksızın toplu iş sözleşmesini uygulayacağı bildirilmiştir. 2822 sayılı Yasa’nın 11. maddesine göre ise üyelerinin sayısı, bağlı olduğu işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde onunu temsil eden işçi sendikalarından en çok üyeye sahip olan sendikanın yapmış olduğu bir Toplu İş Sözleşmesini Bakanlar Kurulu, o iş kolunda işçi veya işveren sendikaları veya ilgili işverenlerden birinin veya Çalışma Bakanının talebi üzerine, Yüksek Hakem Kurulunun görüşünü aldıktan sonra tamamen veya kısmen zorunlu değişiklikleri yaparak o işkolunun toplu iş sözleşmesi bulunmayan diğer işyerlerine veya bir kısmına teşmil edebileceği öngörülmüştür.
Yapılacak iş; davacının ve davalı işverenin iş kazası tarihinde toplu iş sözleşmesi tarafı olan sendikaların üyesi olup olmadıklarını araştırmak, bu araştırma sonucunda davacının Toplu İş Sözleşmesinden yararlanacağının anlaşılması halinde buna göre tazminat hesabı yapılarak tazminata hükmetmek, davacının Toplu İş Sözleşmesinden yararlanmayacağı sonucuna varılması halinde ise şimdiki gibi ücret bordrolarındaki ücret üzerinden hesap raporu almak suretiyle sonuca gitmektir.
4-Ayrıca Mahkemece, Dairemizin önceki uygulamalarına göre maddi zararın belirlenmesi sırasında, Kurumca bağlanan gelirlerin en son peşin değeri düşülerek sonuca gidildiği görülmektedir.
Ancak 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 55. maddesinde, “ Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez.”hükmüne yer verilmiştir. Adalet Komisyonu’nun 55. madde gerekçesine göre; “sosyal güvenlik ödemelerinin, denkleştirme (indirim) işlevi görebilmesi, onun sorumluluğu doğuran olaya sebebiyet verenlere rücu edilebilmesine bağlıdır. Bu kural gereği, rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri; teknik arıza, tam kaçınılmazlık hallerindeki ödemeler, bu tazminatlardan indirilemez. Bağlanan gelirlerin, işçinin kusuru ve kaçınılmazlık gibi nedenlerle rücu edilemeyen kısmı da indirilemez. Bir kısmı rücu edilemeyen miktar dahi denkleştirilemeyeceği gibi, zarar görenin kusuruna (müterafık kusura) yansıyan sosyal güvenlik ödemeleri, tahsis tarihinden sonra meydana gelen sosyal güvenlik ödemelerindeki artışlar, kısmi kaçınılmazlık ve teknik arıza halindeki ödemeler ve benzerleri rücu edilemediğinden bu miktarlar dahi denkleştirilemez.” Öte yandan, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun 01.07.2012 tarihinde
yürürlüğe girmiştir. Kanunun 2. maddesine göre “Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlaka ilişkin kuralları, gerçekleştirildikleri tarihe bakılmaksızın bütün fiil ve işlemlere uygulanır”.
Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın yerleşmiş görüşleri, Kurumca bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerinin ve geçici işgöremezlik ödeneklerinin hesaplanan zarardan indirilmesi, Kurumun rücu hakkının korunması ve mükerrer ödemeyi önleme ilkesine dayandığından, kamu düzenine ilişkin olarak kabul edilmiştir. Kaldı ki, 6098 sayılı Kanunun 55. maddesi de emredici bir hükme yer verdiğinden gerçekleştiği tarihe bakılmaksızın tüm fiil ve işlemlere uygulanmalıdır.
Anayasa Mahkemesinin 21.03.2007 gün ve 26649 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 23.11.2006 gün ve E: 2003/10, K: 2006/106 sayılı Kararı ile 26. maddedeki “sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere…” bölümünün Anayasaya aykırılık nedeniyle iptaline karar verilmiştir. 26. maddedeki anılan cümlenin iptali ile Kurumun rücu hakkının yasadan doğan kendine özgü ve sigortalı yada hak sahiplerinin hakkından bağımsız basit rücu hakkına dönüşmüş olması karşısında, rücu davasında, ilk peşin değerli gelirin tazmin sorumlularının kusuruna isabet eden miktarla sınırlı şekilde hüküm kurulması gerekir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gerekçesinde, açıkça gelirlerde meydana gelen artışların istenemeyeceği belirtilmiştir.
Bu nedenle, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra 26. maddeye dayanılarak açılan rücu davalarında artışlar istenemeyeceğine göre, böyle bir ibare bulunmayan 10. maddeye dayanan rücu davalarında da gelirlerdeki artışların istenemeyeceği açıktır. …19.03.2008 gün ve 2008/10-254E.-2008/266 K. sayılı Kararı da bu yöndedir.
Yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda, Kurumca bağlanan gelirlerin ilk peşin değerinin rücu edilebilecek kısmının bilirkişi raporunda belirlenen zarar tutarından indirilmesi gerekirken, yazılı şekilde fazla indirim yapılarak hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin eksik inceleme ve hatalı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz edenlerden davalıya yükletilmesine, 11/04/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.