Yargıtay Kararı 21. Ceza Dairesi 2015/1413 E. 2015/3951 K. 15.10.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 21. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2015/1413
KARAR NO : 2015/3951
KARAR TARİHİ : 15.10.2015

Tebliğname No : 11 – 2011/227011
MAHKEMESİ : Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 14/04/2011
NUMARASI : 2011/350 (E) ve 2011/337 (K)
SUÇ : Resmi belgede sahtecilik

Mahkemece hüküm fıkrasında sanık hakkında CMK’nun 231. maddesinin uygulanmama gerekçesi olarak “Sanığın kişiliği ve suçun işlenmesindeki özellikler gözönüne alınarak” şeklindeki; hükmün gerekçe bölümünde de “sanık B.. İ..’in tüm sanıklara sürücü belgelerini temin eden şahıs olması, suçun işlenmesindeki özellikler ve kişiliği dikkate alınarak şeklindeki gerekçelerle CMK’nun 231. maddesi uyarınca hakkında verilen hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına,” karar verilmiş; TCK’nun 51. maddesinin uygulanmamasına ise “Sanığın geçmiş hali, kişilik özellikleri ve gelecekte bir daha suç işlemeyeceğine dair mahkememize kanaat gelmediğinden TCK’nun 51. maddesi uyarınca hakkında verilen cezanın ertelenmesine yer olmadığına,” şeklindeki gerekçeler ile karar verilmiş olması ve bu gerekçeler arasında çelişki bulunmaması karşısında, tebliğnamedeki 2 numaralı bozma isteyen düşüncelere iştirak edilmemiştir.
1-Sanık hakkında sahte sürücü belgesi yapmak suçundan açılan kamu davasında, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 22.04.2014 gün, 2013/11-397 Esas, 2014/202 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, 765 sayılı TCK ile 5237 sayılı TCK’nun “Kamu güvenine karşı suçlar” bölümünde düzenlenen ve belgenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi ile kamu güveninin sarsıldığı kabul edilerek suç sayılıp yaptırıma bağlanan “resmi belgede sahtecilik” suçlarının hukuki konusunun kamu güveni olduğu, suçun işlenmesi ile kamu güveninin sarsılması dışında, bir veya birden fazla kişi de haksızlığa uğrayıp, suçtan zarar görmesi halinde dahi, suçun mağdurunun toplumu oluşturan bireylerin tamamının, diğer bir ifadeyle kamunun olduğuna dair kabulünün etkilenmeyeceği, eylemin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi halinde bu kişinin mağdur değil, suçtan zarar gören olacağının kabulü gerekeceği ve tüm dosya kapsamından sanığın eylemleri arasında geçen kısa zaman aralıkları da gözetilerek, açıklanan ilkeler doğrultusunda sanığın fiillerinin bir suç işleme kararının yerine getirilmesi amacıyla kanunun aynı hükmünü, kısa zaman aralıkları içerisinde, birkaç kez ihlal etmek suretiyle zincirleme tek suçu oluşturacağı gözetilmeden yazılı şekilde her bir sürücü belgesi yönünden ayrı suç oluştuğunun ancak TCK’nun 61. maddesi gereği temel cezadan ayrılarak hüküm kurulması gerektiğinin kabulü ile sanığın sahte sürücü belgesi sayısınca ayrı ayrı cezalandırılmasına hükmedilmesi,
2-Hükmün gerekçesinde sanığın 7 kez cezalandırılmasına karar verildiği belirtildiği halde, hüküm fıkrasında 6 kez cezalandırılmasına hükmedilerek çelişkiye neden olunması,
3-Suça konu sahte belgelerin akıbetleri hakkında bir karar verilmemesi,
Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, 15.10.2015 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.02.2012 gün, 2012/1445-2013/54 ve 24.09.2013 gün, 2012/1506-2013/391 sayılı ve benzer kararlarında açıklandığı üzere;
“Resmi belgede sahtecilik” suçunun temel şekli TCK’nun 204/1. maddesinde; “Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” biçiminde düzenlenmiştir.
Suçun konusu “resmi belge”dir. Suçla korunan hukuki yarar ise “kamu güveni” olup, suçun mağduru da toplumu oluşturan tüm bireylerdir. Bununla birlikte suçun işlenmesiyle haksızlığa uğrayan gerçek ve tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün olduğundan, gerçek ve tüzel kişiler de yargılamaya katılabileceklerdir.
Resmi belgede sahtecilik suçu seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmıştır. Birinci seçimlik hareket, resmi belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Bu seçimlik hareketle, resmi belge esasında mevcut olmadığı halde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir. İkinci seçimlik hareket, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmektir. Bu seçimlik hareketle, esasında mevcut olan resmi belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmaktadır. Birinci ve ikinci seçimlik hareketle bağlantılı olarak belirtilmek gerekir ki; sahteciliğin, belge üzerindeki bilgilerin bir kısmına veya tamamına ilişkin olmasının, suçun oluşması açısından bir önemi bulunmamaktadır. Üçüncü seçimlik hareket ise, sahte resmi belgeyi bilerek kullanmaktır. Kullanılan sahte belgenin kişinin kendisi veya başkası tarafından düzenlenmiş olmasının bir önemi yoktur. Kullanma mütemadi suç şeklinde de gerçekleşebilir.
Suçun oluşabilmesi için düzenlenen veya değiştirilen ya da kullanılan belgenin, gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi yanıltıcı nitelikte olması gerekir. Aldatıcılık özelliği bu suçun temel unsuru olup, özel bir incelemeye tabi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte (nesnel) olup olmadığı ve beş duyuyla ilk bakışta anlaşılabilir olup olmadığı, şüpheye yer vermeyecek şekilde belirlenmelidir.
5237 sayılı TCK’na hakim olan ilke “gerçek içtima”dır. Bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimai bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK’nun “suçların içtimai” bölümünde, 42. (bileşik suç), 43. (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
Zincirleme suç, 765 sayılı TCK’nun 80. maddesinde; “Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır” şeklinde düzenlenmişken, 5237 sayılı TCK’nun 43/1. maddesinde; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır” biçiminde düzenlenmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 43/1. maddesinde düzenlenen zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a – Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b – İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c – Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
765 sayılı TCK’nda yer alan “muhtelif zamanlarda vaki olsa bile” ifadesi karşısında, aynı suç işleme kararı altında birden fazla suçun aynı zamanda işlenmesi durumunda diğer şartların da varlığı halinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi mümkündür. Nitekim 765 sayılı TCK’nun yürürlüğü zamanında bu husus yargısal kararlarla kabul edilmiş ve uygulama bu doğrultuda yerleşmiştir.
5237 sayılı TCK’nun 43/1. maddesinde bulunan “değişik zamanlarda” ifadesinin açıklığı karşısında, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda öğreti ve uygulamada tam bir görüş birliği bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nun 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde gözönünde bulundurulacaktır.
Ayrıca, kanunda “aynı zaman” ve “değişik zaman” kavramları konusunda bir açıklık olmadığından ve önceden kesin belirlemelerin yapılması da mümkün bulunmadığından, bu husus her somut olayın özelliği gözönüne alınarak değerlendirilmeli ve eylemlerin “değişik zamanlarda” işlenip işlenmediği belirlenmelidir.
Zincirleme suçu oluşturan suçların “bir suç işleme kararının icrası kapsamında” işlenmesi gerekir. Muhtelif suçları birbirine bağlayan, birleştiren ve müteselsil suçu yapısal olarak cezaların içtimaından ayıran da bu şarttır. Bu sübjektif şart, “aynı suç kastı” olarak anlaşılmamalıdır. Her biri bağımsız olan ve ayrı ayrı kastlarla işlenen bu suçların, aynı kastın ürünü olduklarını söylemek, mümkün değildir. Bir suç işleme kararından kanunun aynı hükmünü birkaç defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyet anlaşılmalıdır. Fail, önceden belirlediği böyle bir plan veya niyet kapsamında, bunu bir defada gerçekleştirmek yerine, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plana göre hareket etmiş olduğundan, birden fazla olan kısımlar, yani ayrı suçlar, tek bir müteselsil suç meydana getirirler.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 18.11.1985 tarih ve 220-585 sayılı kararında da vurgulandığı üzere; suç işleme kararında birlik bulunması halinde suçtan zarar görenin birden fazla olmasının; eylemlerdeki bağlantıyı ve teselsülü etkilemeyeceği, müteselsil suçu ancak suç işleme konusunda yenilenen kastın ortadan kaldıracağı belirtilmiştir,
Aslında zincirleme suçta zincirin halkasını oluşturan her bir suç ayrı bir kastla işlenmekte olup bunları birleştiren husus “bir suç işleme kararı”dır. “Bir suç işleme kararı”ndan maksat ise, belirli bir hedefe ulaşmak için aynı mahiyette olan bir kısım suç fiillerini işlemek konusundaki genel bir karardır.¹ Suç işleme kararı ile kast birbirinden farklı terimler olup; kast; suçun objektif unsurlarının bilinmesi olduğu halde, karar, kastı da içine alan ve ondan önce gelen iradi bir durumdur. Failin sonraki fiilleri öncekinin devamı niteliğini taşıyor ve failin tüm hareketleri arasında tek bir sübjektif bağlantı varsa “bir suç işleme kararı”nın varlığı kabul edilebilir. Ancak, failin çıkacak her fırsattan yararlanmak hususunda genel ve soyut bir kararının varlığı, aynı suç işleme kararının kabulünü gerektirmez. ²

__________________________

¹ ANTOLISEI: Manuale di diritto penale, Par. gen., Milano,1997, s.522(Toroslu, Nevzat, Ceza Hukuku Genel Kısım, Savaş Yayınevi, Ankara, 2014, s.340’den naklen)
² İçel, Kayıhan, Suçların İçtimaı, İstanbul, 1972, s.136-137(Koca, Mahmut-Üzülmez, İlhan, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 7. Baskı, Ankara, Eylül, 2014, s.489’den naklen)

Keza; Yargıtay Ceza Genel Kurulu da 14.01.2014 gün ve 384-2, 03.12.2013 gün ve 1475-577, 30.05.2006 gün ve 173-145 ile 08.07.2003 gün ve 189-207 sayılı kararlarında açıkladığı üzere, aynı suç işleme kararı altında suç işlenmesi her biri ayrı ayrı suç teşkil eden fiilleri birbirine bağlayan ve olaya zincirleme suç özelliğini veren sübjektif bir bağ olduğunu ve sanığın çıkan fırsatlardan yararlanmak suretiyle suç işlediği ya da suç işleme kararının yenilendiği durumlarda “aynı suç işleme kararı”ndan söz edilemeyeceğinden, zincirleme suç hükümleri uygulanmayacağını kabul etmektedir.
Bu genel açıklamalardan sonra somut olayımıza gelince: sanık B.. İ.. hakkında 17 adet sahte sürücü belgesini temin ettiğinden dolayı hakkında 17 kez TCK.nun 204/1. maddesinden cezalandırılması talebiyle kamu davası açıldığı, mahkemece yapılan yargılama neticesinde hüküm gerekçesinde 7 kez denilmesine rağmen hüküm fıkrasında 6 kez cezalandırılmasına karar verilmiştir. Sanık müdafinin temyizi üzerine Dairemizce yapılan incelemede kararın üç ayrı gerekçe ile bozulmasına oy çokluğu ile karar verilmiştir. Sayın çoğunluğun 1 nolu bozma düşüncesine katılmamakta olup ayrıca dördüncü bir bozma nedeninin ilave edilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Şöyle ki;
1 – Öncelikle mahkemece verilen mahkumiyet kararı gerekçesiz olup, sanığın kimlere sahte sürücü belgesi temin etmek suçlarından dolayı mahkum edildiği net olarak belirtilmemiş olup gerekçede 7 kez, hüküm fıkrasında ise 6 kez denilmek suretiyle toptancı bir karar verilmiş ise de; ayrıntıları Ceza Genel Kurulu’nun 15.2.2005 gün ve 6-16/14 sayılı kararında açıklandığı üzere; denetim olanağının sağlanması ve infazda kuşkulara yol açmaması açısından, her bir mağdura karşı işlediği suçlar nedeniyle ayrı ayrı uygulanan maddelerle, verilen temel ceza miktarları, artırma ve indirme oranları belirtilerek hüküm tesisi gerekirken, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin infazı hakkında Kanun’un 99. maddesine de aykırı olarak denetime imkan vermeyecek tarzda yazılı şekilde topluca uygulama yapılması yönünden ayrıca bozulmalı idi.
2- Sayın çoğunluğun 1 nolu bozmasında; mahkemece sanığın 2007-2009 yılları arasında sahte olarak temin ettiği sürücü belgelerinin her biri ayrı suç olarak kabulünün yanlış olduğu vurgulanarak, bu eylemlerin bir suç işleme kararı ile yaptığı bu nedenle 6(gerekçeye göre 7) kez cezalandırılmasının doğru olmayıp eyleminin zincirleme olarak işlenen tek suçu oluşturduğu kabul edilerek karar bozulmuştur. Kanaatimizce birinci bentteki sayın çoğunluğun bozma kararı isabetli olmamıştır. Çünkü;
a. Mahkemenin gerekçesi eksik ve yetersiz olup sanığın hangi 6 (gerekçeye göre 7) eyleminden mahkum edildiği, bu eylemler arasında nasıl bir sübjektif bağ olduğu kararda belirtilmediği gibi dairemizin 1 nolu bozma gerekçesinde de sanığın kabul edilen eylemlerinin hangileri olduğu, bu eylemlerin işlendiği tarihler ve aralarındaki zaman aralıkları somut olarak gösterilip fiiller arasında bu sübjektif bağ açıklanıp belirtilmeyerek, soyut olarak “…kısa zaman aralıkları içerisinde” denilmek suretiyle eylemlerin bir suç işleme kararı altında işlendiği gerekçesiz olarak kabul edilerek, bozma yapılması usul ve yasaya aykırıdır.
b. Dosya içerisindeki sanık Bülent ve diğer sanıkların aşamalardaki savunmalarından birbirlerini tanımadıkları, Bülent dışındaki sanıkların aracılar vasıtasıyla sanık Bülent’ten suça konu sürücü belgelerini temin ettikleri anlaşılmakta olup hatta sanıklar H.. S.. ve Y.. E..’in sorgudaki savunmalarında; sanık Bülent’in etrafındakilere İstanbul emniyetinden ve trafikten tanıdıkları olduğunu, sağlam ve kolay sürücü belgesi temin edebileceğini, bu konuda ihtiyacı olanlar olursa kendisine yönlendirmelerini istediğine dair beyanları sanık Bülent’in baştan itibaren bir suç işleme planı içerisinde değil de çıkacak her fırsattan yararlanmak hususunda genel ve soyut bir kararının varlığı ortaya koymakta olup aynı suç işleme kararının kabulünü gerektirecek bir irade olduğunu göstermemektedir. Ancak bu durumun daha net çözümlenebilmesi için öncelikle mahkemece sanık Bülent’in hangi kişilere temin ettiği sürücü belgelerinden mahkumiyet kararı verildiği hususu tereddüte yer vermeyecek şekilde belirlenerek, bu fiillerin tarihleri arasındaki süreler, fiilleri birbirine bağlayan sübjektif bağın olup olmadığı ortaya konularak failde aynı suç işleme kararı olup olmadığı denetime olanak verecek şekilde gerekçeli karar yerinde tartışılması gerekmektedir.
Bu nedenlerle; bozma ilamının 1 nolu bendindeki sanığın eyleminin kesin bir şekilde zincirleme biçimde işlenen tek resmi belgede sahtecilik olacağına dair bozmanın öncelikle gerekçesizlik nedeniyle usul yönünden yapılması devamında ise sanığın aynı suç işleme iradesinin ne şekilde gerçekleştiği hususunun araştırılması yönünde eksik inceleme ve araştırmadan dolayı bozulması gerektiği ve ilaveten 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin infazı hakkında Kanun’un 99. maddesine de aykırı olarak denetime imkan vermeyecek tarzda yazılı şekilde toplu uygulama yapılması yönünden bozulması düşünceleri ile çoğunluğun görüşüne katılmamaktayım.
Mahkemece hüküm fıkrasında sanık hakkında CMK’nun 231. maddesinin uygulanmama gerekçesi olarak “Sanığın kişiliği ve suçun işlenmesindeki özellikler gözönüne alınarak” şeklindeki; hükmün gerekçe bölümünde de “sanık Bülent İpek’in tüm sanıklara sürücü belgelerini temin eden şahıs olması, suçun işlenmesindeki özellikler ve kişiliği dikkate alınarak şeklindeki gerekçelerle CMK’nun 231. maddesi uyarınca hakkında verilen hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına,” karar verilmiş; TCK’nun 51. maddesinin uygulanmamasına ise “Sanığın geçmiş hali, kişilik özellikleri ve gelecekte bir daha suç işlemeyeceğine dair mahkememize kanaat gelmediğinden TCK’nun 51. maddesi uyarınca hakkında verilen cezanın ertelenmesine yer olmadığına,” şeklindeki gerekçeler ile karar verilmiş olması ve bu gerekçeler arasında çelişki bulunmaması karşısında, tebliğnamedeki 2 numaralı bozma isteyen düşüncelere iştirak edilmemiştir.
1-Sanık hakkında sahte sürücü belgesi yapmak suçundan açılan kamu davasında, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 22.04.2014 gün, 2013/11-397 Esas, 2014/202 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, 765 sayılı TCK ile 5237 sayılı TCK’nun “Kamu güvenine karşı suçlar” bölümünde düzenlenen ve belgenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi ile kamu güveninin sarsıldığı kabul edilerek suç sayılıp yaptırıma bağlanan “resmi belgede sahtecilik” suçlarının hukuki konusunun kamu güveni olduğu, suçun işlenmesi ile kamu güveninin sarsılması dışında, bir veya birden fazla kişi de haksızlığa uğrayıp, suçtan zarar görmesi halinde dahi, suçun mağdurunun toplumu oluşturan bireylerin tamamının, diğer bir ifadeyle kamunun olduğuna dair kabulünün etkilenmeyeceği, eylemin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi halinde bu kişinin mağdur değil, suçtan zarar gören olacağının kabulü gerekeceği ve tüm dosya kapsamından sanığın eylemleri arasında geçen kısa zaman aralıkları da gözetilerek, açıklanan ilkeler doğrultusunda sanığın fiillerinin bir suç işleme kararının yerine getirilmesi amacıyla kanunun aynı hükmünü, kısa zaman aralıkları içerisinde, birkaç kez ihlal etmek suretiyle zincirleme tek suçu oluşturacağı gözetilmeden yazılı şekilde her bir sürücü belgesi yönünden ayrı suç oluştuğunun ancak TCK’nun 61. maddesi gereği temel cezadan ayrılarak hüküm kurulması gerektiğinin kabulü ile sanığın sahte sürücü belgesi sayısınca ayrı ayrı cezalandırılmasına hükmedilmesi,
2-Hükmün gerekçesinde sanığın 7 kez cezalandırılmasına karar verildiği belirtildiği halde, hüküm fıkrasında 6 kez cezalandırılmasına hükmedilerek çelişkiye neden olunması,
3-Suça konu sahte belgelerin akıbetleri hakkında bir karar verilmemesi,
Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, 15.10.2015 gününde oyçokluğuyla karar verildi.