YARGITAY KARARI
DAİRE : 21. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2015/10424
KARAR NO : 2017/1399
KARAR TARİHİ : 20.03.2017
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Resmi Belgede Sahtecilik, Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan
HÜKÜM : Mahkumiyet
1-Sanıklardan … hakkında “resmi belgede sahtecilik” suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma neticelerine uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre verilen hükümde başka bir isabetsizlik bulunmadığından sanığın yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddiyle;
T.C. Anayasa Mahkemesi’nin, TCK’nın 53. maddesine ilişkin olan, 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı iptal kararının 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış olmasından kaynaklanan zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş ise de, yeniden duruşma yapılmasını gerektirmeyen bu hususun 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasındaki TCK’nun 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin olan bölümün hükümden çıkartılması ile yerine “TCK’nun 53. maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı iptal kararı da gözetilmek suretiyle uygulanmasına’ ibaresi eklenmek suretiyle, sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
2-Sanıklardan … hakkında “resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan” suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde ise;
TCK’nun 206. maddesindeki “resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunmak” suçunun oluşabilmesi için, sanığın açıklamaları üzerine oluşturulan resmi belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması gereklidir. Beyanı alan memur bu beyanın doğruluğunu araştırıp tahkik etmek ve daha sonra edindiği kanaate göre resmi belgeyi düzenlemek durumunda ise, bir başka ifade ile resmi belge sadece sanığın beyanına göre değil de memur tarafından yapılacak inceleme sonucuna göre meydana getirilmekte ise maddede tanımlanan suç oluşmayacaktır.
Somut olayda; sanığın görevliler tarafından durdurulup kimliği sorulduğunda ilk önce kendisini Mehmet Hakkı Özekinci olarak tanıtırak, bu kişiye ait nüfus cüzdanı fotokopisi ibraz ettiği ancak şüphe üzerine sanığın gerçek kimliğinin ortaya çıkartılabilmesi için Polis Merkezi Amirliğine götürüldüğü, bu sırada sanığın beyanıyla gerçek kimliğinin belirlendiği olayda, tutanağın görevlilerce yapılan kontrol sonrasında ve gerçek kimlik bilgileri ile düzenlenmiş olması nedeniyle TCK’nun 206. maddesindeki suçun oluşmayacağı, eylemin 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 40/1. madde ve fıkrasında düzenlenen “kimliği hakkında gerçeğe aykırı beyanda bulunma” kabahatini oluşturduğunun gözetilmemesi,
Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak sanığın lehine bulunan ve eylemine uyan 5326 sayılı Yasanın 40/1. maddesinde öngörülen idari para cezasının miktarına göre 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 20/2-c maddesinde yazılı zamanaşımının, eylemin gerçekleştiği 17.06.2010 tarihinden temyiz inceleme tarihine kadar gerçekleştiği anlaşıldığından yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususta CMUK.nun 322 ve Kabahatler Kanununun 24. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak karar verilmesi mümkün bulunduğundan Kabahatler Kanununun 20/1. maddesi uyarınca sanık hakkında İDARİ PARA CEZASI VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 20.03.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Yerel mahkemece yapılan yargılama sonunda, sanık …’ın TCK’nun 204/1, 53. maddeleri gereğince iki yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCK 51 ve CMK 231 maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına ilişkin hükmün onanmasına ilişkin sayın çoğunluğun görüşüne aşağıdaki sebeplerle katılma olanağı olmamıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 15.03.2016 tarih ve 2014/4-698 Esas – 2016/135 Karar sayılı kararı ile birçok Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Daire kararlarında;
“Anayasanın 141 ve CMK 34. maddeleri gereğince mahkeme kararlarının gerekçeli olması zorunludur. Yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanmadan karar verilmesi, yasa koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi uygulamada keyfiliğe yol açar.” görüşü istikrarlı bir şekilde devam etmektedir.
Gerekçenin yazımında CMK 230. maddesinin gözetilmesi gerekir. Gereksiz kararlar CMK 289/9 maddesine göre hukuka aykırı olup bozma nedenidir.
“Hükmün Gerekçesinde Gösterilmesi Gereken Hususlar” başlıklı 230. maddesine göre mahkumiyet hükümlerinde, iddia ve savunmada ileri sürülen görüşler ile hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ile nitelendirilmesi ve TCK 61, 62 maddelerinde belirtilen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi gerekmektedir.
Ancak, mahkemece mahkumiyete ilişkin kararda “Sanık …’ın ibraz ettiği sahte kimliğin iğfal kabiliyetinin bulunduğu sahtecilik suçunun oluştuğu anlaşılmakla” şeklindeki gerekçe ile hüküm kurduğu görülmektedir.
Mahkeme gerekçesinde CMK 230. maddesine uygun hükme esas alınan deliller ve suç oluşturan fiil belirtilmemiş, bu itibarla gerekçenin Anayasa’nın 141/3 ve CMK 34/1 maddelerine uygun gerekçe olarak kabulü mümkün değildir.
Diğer yandan, sanık hakkında “Sanığın sabıka kaydı kişiliğine göre yeterli ve caydırıcı olmayacağı kanaatine varıldığından cezanın seçenek yaptırımlara çevrilmesine, ertelenmesine veya CMK 231 maddesinin uygulanmasına yer olmadığına” şeklindeki gerekçe ile sanık hakkında TCK 51 ve CMK 231/5 maddeleri uygulanmamıştır.
Yargıtay içtihatı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 07.06.1976 gün ve 4/3 sayılı kararı ile bu karara uyum gösteren Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş kararlarında belirtildiği üzere “erteleme” cezanın doğrudan doğruya sanığın kişiliğine uydurulmasını sağlayan yargısal bir kişiselleştirme kurumudur. Cezanın ertelenmesine veya ertelenmesine yer olmadığına karar verilirken mahkemece gerekçe gösterilmeli ve bu gerekçe sanığın kişiliği ile ilgili bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde yasal ve yeterli olmalıdır.
Gerekçenin bu niteliği keyfiliğini önlemek ve tarafları tatmin etmek özelliklerini de taşır.
Sanık hakkında kurulan mahkumiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması kurumuda bir cezanın kişiselleştirmesi kurumudur.
Ertelemenin koşulları TCK 51. maddesinde, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması koşulları ise CMK 231/5 maddesinde belirtilmiş ve bu hususlar birçok Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile Daire kararlarında açıkça ifade edilmiştir.
Sanığa ait dosyada mevcut adli sicil kaydına göre silinme koşulları oluşan; tekerrüre esas teşkil etmeyen, erteleme veya H.A.G.B. na engel nitelikte olmayan taksirle yaralama suçuna ilişkin adli para cezası ile H.A.G.B kararından ibarettir.
Her iki kaydında TCK 51 ve CMK 231/5 maddesinin uygulanmasına engel değildir.
Cezanın caydırıcılığı gibi bir ifadenin ise yasal bir yönü bulunmamaktadır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ve yasal düzenlemeler ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurul kararı gözününe alındığında;
Yerel mahkemenin, mahkumiyete ilişkin gerekçesi ile TCK 51 ve CMK 231/5 maddesinin uygulanmamasına ilişkin gerekçesinin Anayasanın 141/3, CMK’nun 34, 230, 232 ve 289 maddelerine uygun, yasal ve yeterli olmaması nedeniyle kesin hukuka aykırılık bulunduğundan hükmün bu nedenlerle bozulmasına karar verilmelidir.
Bu itibarla, yerel mahkeme kararının onanması yönündeki çoğunluk görüşüne katılma imkanı olmamıştır.