Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2020/2787 E. 2020/3027 K. 17.09.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/2787
KARAR NO : 2020/3027
KARAR TARİHİ : 17.09.2020

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki davadan dolayı yerel mahkemece verilen yukarıda gün ve sayısı yazılı hükmün; Dairemizin 02.06.2020 gün ve 2017/9299 E. – 2020/1461 K. sayılı ilâmıyla onanmasına karar verilmiş, süresi içinde davalı Hazine vekilince kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya içindeki tüm belgeler incelenip gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; murisleri …’ın … ili, … ilçesi, …, 163 ada 7, 8 ve 9 parsel sayılı taşınmazları 05.02.1962 tarihinde satın aldığını, taşınmazların kök tapu kaydının iskan tapusuna dayandığını, 27.08.1998 tarihinde askıya çıkartılan genel arazi kadastrosunda taşınmazların Hazine adına tesbit edildiklerini, açılan dava sonucunda ise orman niteliğiyle Hazine adına tescil edildiklerini, müvekkillleri tarafından … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde 2005/848 E. sayı ile açılan tapu iptali ve tescil davasının 29.12.2006 tarihinde reddedildiğini, müvekkillerinin murisi olan kişinin tapuya güven ilkesi gereği taşınmazları satın aldığını ve Hazinenin oluşan zarardan sorumlu olduğunu, mülkiyet haklarının ihlali nedeniyle oluşan zararlarının tazmini gerektiğini beyan ederek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 6.500,00-TL’nin ödenmesini talep etmiş, bilirkişi raporları sonucunda da sunduğu ıslah dilekçesiyle talebini 211.978,10-TL’ye yükseltmiştir.
… ili, … ilçesi, … 163 ada 7 ve 8 parsel sayılı sırasıyla 3018,31 m2 ve 24073 m2 yüzölçümlü bağ nitelikli parsellerden 7 sayılı parsel; … ve …, 8 sayılı parsel ise … zilyetliğindeyse de, her iki parselin de, 6831 sayılı Kanunun 2/B maddesi uygulamasıyla Hazine adına orman sınrıları dışına çıkarılan yerde kaldığı hususu beyanlar hanesine yazılarak, Hazine adına tesbit edilmiş, 27.08.1998 -28.09.1998 tarihleri arasında yapılan askı ilânı süresi içinde Orman Yönetimince parsellerin orman sayılan yerlerden oldukları iddiasıyla orman niteliğiyle Hazine adına tescilleri istemiyle dava açılmıştır. Çekişmeli parseller 1947 yılında yapılıp kesinleşen orman kadastrosu sınırları içindeyken, yine kesinleşmiş 2/B uygulamasıyla 163 ada 7 sayılı parselin tamamen, 8 sayılı parselin de kısmen Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılmış, ancak, Orman Yönetiminin açtığı dava sonunda Danıştay 8. Dairesinin 19.02.1985 gün ve 1981/606-165 E.-K. sayılı kararıyla 2/B uygulması iptal edilmiştir. Anılan Danıştay kararının 1985 tarihli olup bu nedenle taşınmazların 1981 yılından önce niteliklerini yitirdiklerinin kabul edilemeyeceği gerekçesiyle parsellerin Hazine adına yapılan tesbitlerinin iptali ve orman niteliğiyle Hazine adına tescili yönündeki, kadastro mahkemesinin 02.11.2000 gün ve 1998/99 – 203 E.-K. sayılı 163 ada 7 sayılı parsele ilişkin kararı 24.04.2001 tarihinde, kadastro mahkemesinin 02.11.2000 gün ve 1998/88-201 E.-K. sayılı kararı ise, 14.04.2002 tarihinde kesinleşmiştir.
Zeynep ve … tarafından 15.12.2004 tarihli dilekçeyle davalı olarak Hazine ve Orman Yönetimi gösterilmek suretiyle, …’de bulunan 163 ada 7 ve 8 sayılı parsellerin, devlet tarafından iskânen verildikleri, murisleri … adına kayıtlı Şubat 1962 tarih 5
sıra numaralı tapu kaydı kapsamında kaldıkları halde, bu taşınmazların davalı yönetimlerce orman niteliğiyle Hazine adına tescili istemiyle açılan davanın reddine ilişkin … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.12.2006 gün ve 2005/484 – 655 E.-K. sayılı kararı da dava tarihinden önce kesinleşmiştir.
Davacıların tutunduğu Şubat 1962 tarih 5 sıra numaralı tapu kaydı …, … mevkiine ait bir kayıt olup, doğu, kuzey ve güneyi cebel, batısı ise Ramazan ve … olarak okumaktadır. Tapu kaydı, ilk olarak Ekim 1942 tarih 29 sıra numarasıyla, 2510 sayılı Kanun hükümlerine göre Şam mültecilerinden olan Musa oğlu Faris Sümeyye ve karısı Kebehan ve diğer karısı Hanmelek ile çocukları …, …, … ve … adına 20.000,00 m2 tarla niteliğiyle kayıt edilmiş; Mart 1945 tarih 100 no.da bu kişiler burayı terk ettiklerinden tekrar Hazine adına kaydedilmiş, Aralık 1961 tarih ve 35 noda; Batı Trakya mültecilerinden … oğlu … ve ailesine 2510 sayılı Kanunun 30. madesine ve 5098 sayılı Kanunun 7. maddesi göre, 10 yıl süreyle takyitli olarak temlik edilmiştir. Beyanlarda 10 yıl boyunca satılamaycağı yazılmış, sonradan yapılan satışlarla Şubat 1962 tarih 5 sıra numaralı sicilde eldeki davada davacıların murisleri … adına kayıt edilmiştir.
Davacılar tarafından 15.12.2004 tarihinde Asliye 2. Hukuk Mahkemesinde, 05.02.1962 tarih 5 sıra sayılı tapu kaydına dayanılarak 163 ada 7 ve 8 sıra sayılı taşınmazlara yönelik açılan tapu iptal ve tescil davası, 29.12.2006 gün ve 2005/484 – 655 E.-K.sayılı karar ile reddedilmiş, hüküm temyiz edilmeksizin 11.06.2007 tarihinde kesinleşmiştir.
Mahkemece; ilk bozma öncesindeki 02/11/2009 tarihli 2008/43 E. ve 2009/347 K. sayılı gerekçeli kararda davanın kısmen kabulüne, 77.099,75-TL. zararın dava tarihinden işleyecek yasal faiziyle davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 163 ada 9 sayılı parselle ilgili davanın vazgeçme nedeniyle reddine karar verilmiş; hükmün Hazine vekili ve davacı gerçek kişiler vekilince temyiz edilmesi üzerine, Dairemizin 28.11.2012 tarih, 2012/10124 E.-2012/13482 K. nolu ilamı ile; “…Anayasanın mülkiyet hakkı kenar başlıklı 35. maddesinin “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” hükmünü amir olduğu, tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek -1 No.lu Protokolün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesi de “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.” hükmünü içerdiği, ancak, Anayasanın “Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi” kenar başlıklı 169. maddesi gereğince, “…Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet Ormanları Kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.” şeklinde düzenlendiği, Anayasanın 90. maddesinin 22 Mayıs 2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 07.05. 2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanunla değişik beşinci fıkrasının “Usûlüne göre yürürlüğe konulmuş milletler arası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usûlüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletler arası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletler arası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü emrettiği, öte yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), Turgut Ve Dİğerleri – Türkiye davası (Başvuru No: 1411/03, Strazburg, 08.07.2008) kararında, “Başvuranların tapuları iptal edilinceye ve Hazine adına tescil edilinceye kadar, taşınmazların hukuken maliki olduklarını ve mülkiyet haklarının tartışmasız delilini teşkil eden sicile güven ilkesinden yararlandıklarını, mülkiyet hakkından, kamu yararı bulunması nedeniyle mahkeme kararıyla mahrum kaldıklarını, ancak, Devlet tarafından tazminat ödenmeksizin taşınmazın geri alınmasının orantısız bir müdahale olduğunu ve söz konusu davada tazminat ödememeyi gerektirecek istisnai şartların bulunmadığını kaydederek, kamu yararı ile bireysel haklar arasındaki adil dengenin kurulamadığı gerekçesiyle AİHS’ye Ek 1 No.’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğine” karar verdiği, benzer konudaki 2 Haziran 2009 tarihli ve 343/04
başvuru nolu … kararında da yine aynı sonuca ulaşıldığı, AİHM, adli tatmine ilişkin 27.07.2008 gün ve 2003/35785 sayılı Köktepe-Türkiye davasıyla ilgili kararını 13.10.2009 tarihinde açıklamış olup, söz konusu kararda; başvuranların, mülklerinden bir yargı kararıyla yoksun bırakıldıkları tesbitine yer verildiği, AİHM’nin, başvuranlara uygulanan mülkiyetten yoksun bırakma işlemine gerekçe olarak, gösterilen tabiatın ve ormanların korunması amacının 1 Nolu Ek Protokol’ün 1. maddesi anlamında kamu yararı kapsamına girdiğine dikkat çekmekle birlikte, mülkiyetten yoksun bırakma halinde, ihtilaf konusu tedbirin arzu edilen dengeye riayet edip etmediğinin ve bilhassa da başvuranlara orantısız bir yük yükleyip yüklemediğinin belirlenmesi için, iç hukukta öngörülen telafi yöntemlerinin dikkate alınması gerektiğini hatırlattığı, bu çerçevede AİHM’nin, mülkün değerine karşılık gelen makul bir meblağın ödenmeden, (… ilgilisine) mülkten mahrum bırakmanın aşırı bir müdahale teşkil edeceğini ifade ettiği, 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi, tapu sicilinin aleniliği ve tapu siciline güven ilkelerinin yansımasının sonucu olarak, mülkiyet hakkı ya da başkaca bir aynî hak edinen kişinin, bu sicilin tutulması nedeniyle uğradığı zararın tazminine ilişkin olup, buna göre tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumlu olduğu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 gün ve 2009/4-383 E., -2009/517 K.; 16.06.2010 gün ve 2010/4-349 E.- 2010/318 K. sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi; tapu işlemleri kadastro tesbit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğününün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK’nın m. 1007. anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerektiği, burada Devletin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olup bu işlemler nedeniyle zarar görenlerin, Medenî Kanunun 1007. maddesi gereğince, zararlarının tazmini için, Borçlar Kanununun 146. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresinde Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilecekleri, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20.04.2011 gün ve 2011/13-37 E.,- 2011/198 K. sayılı kararında değinildiği gibi; kusur sorumluluğunda, bir zararı başkasına tazmin ettirmenin, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkün olduğu, sanayileşme ile birlikte doğan tehlikelerin, bir kimsenin kusuru olmasa dahi zarar nedeniyle tazmin sorumluluğunu getirdiği, öğretide kusursuz sorumluluk hallerinin “olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu” şeklinde ikili ayırıma tâbi tutulduğu gibi, hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu şeklinde üçlü ayırım yapanlar da olduğu, bir diğer ayrımda “objektif sorumluluk” üst başlığı altında kusursuz sorumluluk hallerinin düzenlendiği, Bunlardan “tehlike sorumluluğu”nun terminolojide “ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu” ya da “ağırlaştırılmış objektif sorumluluk” olarak yer aldığı, bu tür sorumluluk halinde, diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak kurtuluş beyyinesi (kanıtı) getirme olanağı olmadığı, bu halde nedensellik bağının kesilmesi halinde sorumluluktan söz edilemeyeceği, Devletin “tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunda” kusursuz sorumluluk, ağırlaştırılmış sebep, ağırlaştırılmış objektif sorumluluk ve tehlike sorumluluğuna ilişkin kuralların uyguladığı, bu sorumluluk türünün; haksız fiil sorumluluğu, adam çalıştıranın sorumluluğu ve diğer objektif sorumluluk halleri, sebepsiz mal iktisap edenlerin sorumluluğu ile karıştırılmaması gerektiği, bu nedenle, Devletin tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan sorumluluğuna dayanılarak açılan davalarda uygulanan zamanaşımında, munzam zarar ve hakkaniyet indirimi ya da makul indirim kurallarının uygulama imkanı yoksa da, TMK’nın 1007. maddesine dayanılarak açılan davalar için ayrıca zamanaşımı öngörülmediğinden, 6098 sayılı Borçlar Kanununun 146. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125.) maddesindeki 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanmasının söz konusu olacağı, diğer taraftan; 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 1007. maddesindeki (743 sayılı TKM m. 917) yer alan “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.” hükmü gereğince, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle zarara uğrayan kişinin bütün zararlarından devlet sorumludur. Tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar; tapu kaydının iptali
nedeniyle, tapu
malikinin malvarlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin malvarlığı ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E., 2003/125 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E., 2010/427 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E., 2010/668 K. sayılı kararı), Yukarıdaki bilgilerin ışığında somut olaya bakıldığında; davacılar tarafından, TMK’nın 1007. maddesi uyarınca tapu sicilinin hatalı tutulması nedeniyle istenen tazminat, kadastro sırasında 6831 sayılı Kanunun 2/B maddesi uyarınca orman dışına çıkarıldığı belirtilerek tesbit edilen ve kadastro mahkemesinin kararı ile hükmen orman niteliğinde tescil edilen 163 ada 8 parsele revizyon gören 05.02.1962 tarih ve 5 sıra sayılı tapu kaydına dayalı olarak talep edilmekte olup, Asliye 2. Hukuk Mahkemesinin 2005/484 E. – 2006/655 K. sayılı dosyası arasında 03.10.2006 tarihinde yapılan keşif sonucu bilirkişiler orman mühendisi … Karaduman, ziraat yüksek mühendisi Nacla Uçar ve harita ve kadastro mühendisi A. Fuat Yılancıoğlu tarafından müşterek düzenlenen 15.11.2006 tarihli raporda, dayanılan tapu kaydının 163 ada 7 parsel sayılı taşınmaza yönleri ve maliki itibariyle uymadığı, 163 ada 8 parsele ise yönü ve malikleri tarafından uyduğu rapor edilmiş, taraflarca rapordaki bu saptamaya itiraz edilmediği, eldeki davada ise, mahallinde yapılan keşif sonucu düzenlenen uzman bilirkişi raporlarıyla, … adına yapılan tesbitleri iptal edilerek hükmen orman niteliğiyle Hazine adına tescil edilen 163 ada 7 ve 8 sayılı parsellerin gelir getiren bağ ve kirazlık olduklarından kıymetlerinin belirlenmesinde “tarımsal net geliren kapitizasyonu yöntemi” uygulanarak ve kapitilizasyon faizi % 6 alınarak, İl Tarım Müdürlüğünün 2007 yılı kiraz ve kuru üzüm maliyet cetvellerinden faydalanılarak, Devlet İstatistik Kurumu’nun ÜFE endeksleri yardımı ile dava tarihi ile Hazineye intikal ettikleri 2001 yılı itibariyle gerçek zararın hesaplanması yapılarak 163 ada 7 ve 8 parsellerin toplamı üzerinden 2001 yılına göre yapılan, hesaplama dayanak alınarak hüküm kurulmuş olmasının usûl ve kanuna aykırı olduğu, şöyle ki; davacıların dayandığı ve murisleri adına tapu kaydına tescilli 05.02.1962 tarih 5 sıra sayılı tapu kaydının iptaline ilişkin açılmış bir dava olmayıp, kadastro sırasında revizyon gördüğü ve Hazine adına 6831 sayılı Kanunun 2/B maddesi uyarınca orman sınırı dışına çıkarıldığı belirtilen 163 ada 8 parsel sayılı taşınmazın kadastro tesbitinin iptaline ilişkin bir dava bulunduğu, ayıca davacı tarafın dayandığı Şubat 1962 tarih 5 sıra sayılı tapu kaydının 3 hudut itibariyle cebel okuduğundan geniştilebilir sınırlar içerdiği nazara alınarak 3402 sayılı Kanunun 20/C maddesi uyarınca kapsamı belirlendikten ve bu yüzölçüm itibariyle oluşan zararın hesaplanması gerekirken, 163 ada 7 ve 8 parseli kapsar şekilde ve bu iki taşınmazın toplam 27091,57 m² yüzölçümü itibariyle değerini belirlenmesinin de hatalı olduğu gibi, dekar başına ortalama verim, toptan satış fiyatı ve üretim maliyeti resmî verileri ilçe tarım müdürlüğünden getirtilmeden soyut olarak üzerlerindeki kiraz ağaçları ve bağ bulunması nedeniyle sayı belirtilmeden soyut olarak oranlanmak suretiyle, bilirkişice dayanak gösterilmeden kabul edilen verime göre değer saptanmasının usûl ve kanuna aykırı olduğu, o halde; mahkemece, davacı tarafın tutunduğu Şubat 1962 tarih 5 sıra sayılı tapu kaydı ilk tesisinden itibaren, var ise krokisi ve evrakı müsbitesi ile birlikte getirtilmesi, davacıların murisi adına tesbit gören taşınmazlar varsa tesbit tutanakları, 163 ada 7 ve 8 sayılı parsellerin komşuları olan kadastro parsellerinin tesbit tutanakları ve var ise, dayanağı olan tapu ve vergi kayıtları ilgili yönetimlerden, dekar başına ortalama verim, toptan satış fiyatı ve üretim maliyeti resmî verileri ilçe tarım müdürlüğünden getirtilerek, taşınmazların arazi niteliğinde bulunduğu hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmadığından yeniden yapılacak keşifte yerel bilirkişi ve taraf tanıkları vasıtasıyla Asliye 2. Hukuk Mahkemesinin 2005/484 E. – 2006/655 K. sayılı dosya arasında yapılan keşif ve bilirkişi raporları da nazara alınarak tutunulan Şubat 1962 tarih 5 sıra numaralı tapu kaydının yöntemince zemine uygulanması, bilinmeyen sınırlar konusunda taraf tanıklarının dinlenmesi, yerel bilirkişi ve tanık sözlerinin komşu parsel kayıtları ile denetlenmesi, tapu kaydının uygulanabilir krokisi varsa, bu krokisinin uygulanması, yok ise kayıt değişebilir nitelikte cebel sınırı içerdiğinden, 3402 sayılı Kanunun 20/C maddesi gereğince kapsamının yüzölçümüne değer verilerek saptanacağı gözetilerek buna göre uygulama
yapılması, sabit şahıs sınırından uygulanarak tapu kaydının miktarı ile geçerli kapsamının
belirlenmesi, fen bilirkişiye tapu uygulamasını ve keşfi izlemeye olanak gösteren kroki düzenlettirilmesi, daha sonra değeri belirlenecek arazinin sulu olup olmadığının, yerleşim alanlarına uzaklığının, iklim şartlarının, arazinin toprak ve topoğrafik yapısının ve bölgesindeki konumunun gözetilerek oluşturulacak bilirkişi kurulu yardımıyla çevrede yetiştirilen ürünlerin münavebesinin (dekar başına ortalama verim, toptan satış fiyatı ve üretim maliyeti resmî verileri) ilçe tarım müdürlüğünden getirtilmek suretiyle ve bu verilere uygun biçimde değerlendirme yapılarak, taşınmazların mütemmim cüzleri, muhdesat ve sökülemeyen teferruatlarının, değerlerinin bayındırlık birim fiyatları ve yıpranma oranları gözetilerek hesaplattırılması, bu şekilde dayanılan tapu kaydının 163 ada 7 veya 8 parsellerin kısmen veya tamamen içinde kaldığı belirlendiği takdirde, zemin değeri, üzerindeki mütemmim cüz, muhdesat ve sökülemeyen teferruatları esas alınarak, değerlendirme tarihi olan Asliye 2. Hukuk Mahkemesinin 2005/484 E. 2006/655 K. sayılı hükmünün kesinleşme tarihi olan 11.06.2007 tarihine göre tapu sahiplerinin oluşan gerçek zararının saptanması gerekirken açıklanan hususlar gözetilmeksizin, eksik araştırma, inceleme ve bilirkişi raporlarına dayanılarak hüküm kurulmasının usûl ve kanuna aykırıdır.” olduğu gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
Bozma ilamı sonrasında mahkemece yapılan yargılama neticesinde;
1-Davacı vekilinin … ili, … ilçesi, … 163 ada 9 parsele ilişkin davasının feragat nedeniyle reddine,
2-Davacı vekilinin … ili, … ilçesi, … 163 ada 7 ve 8 parsele ilişkin davasının kısmen kabulüne, 203.000,00-TL. tazminat alacağının dava tarihinden işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine, fazlaya dair talebin reddine karar verilmiş, hüküm davalı Hazine vekilince temyiz edilmiştir. Dairemizin 02/06/2020 tarih, 2017/9299 E. – 2020/1461 K. nolu ilamı ile; “….arazi niteliğindeki taşınmazlara gelir metodu ile değer belirlenerek hüküm kurulduğuna göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün “onanmasına” karar verilmiş, hükme karşı davalı Hazine vekilince karar düzeltme talebinde bulunulmuştur.
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava; Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi gereğince tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan tazminata ilişkindir.
Davacıların tutunduğu Şubat 1962 tarih 5 sıra numaralı tapu kaydı … ili, … ilçesi, …, … mevkiine ait bir kayıt olup, doğu, kuzey ve güneyi cebel; batısı ise Ramazan ve … olarak okumaktadır. Tapu kaydı, ilk olarak Ekim 1942 tarih 29 sıra numarasıyla, 2510 sayılı yasa hükümlerine göre Şam mültecilerinden olan … oğlu … ve karısı … ve diğer karısı … ile çocukları …, …, … ve … adına 20.000,00 m2 tarla niteliğiyle kayıt edilmiş; Mart 1945 tarih 100 no.da bu kişiler burayı terk ettiklerinden tekrar Hazine adına kaydedilmiş, Aralık 1961 tarih ve 35 no.da; Batı Trakya mültecilerinden … oğlu … ve ailesine 2510 sayılı Yasının 30. madesine ve 5098 sayılı yasanın 7. maddesi göre, 10 yıl süreyle takyitli olarak temlik edilmiştir. Beyanlarda 10 yıl boyunca satılamaycağı yazılmış, sonradan yapılan satışlarla Şubat 1962 tarih 5 sıra numaralı sicilde eldeki davada davacıların murisleri … adına kaydedildiği ve dayanağının 2510 sayılı İskan Kanunu olduğu anlaşılmakla; bu kapsamda 2510 sayılı İskan Kanunu’nun 21. maddesi: “İskân edilen muhacir, mülteci, göçebe ve naklolunan çiftçilere ve sanatkârlara aşağıda yazılı topraklardan dağıtılır.
A: Menşei ve nevi ne olursa olsun bütün millî topraklardan;
B: Şehirlerin, kasabaların, köylerin sınırları içinde bulunan mer’a, baltalık ve fundalık gibi orta malı olup Hükümetçe ihtiyaçtan fazla görülen topraklardan;
C: Şehirlerin, kasabaların, köylerin sınırları dışında kalan ve orman olmıyan boş yerlerden;
Ç: Devletçe görülecek lüzum ve zaruret üzerine bazı ormanlarda, icra Vekilleri Heyeti kararile, muvafık görülen yerlerden;
D: Hükümetçe satın alınacak veya istimlâk olunacak çiftlikler ve topraklardan;”
hükmünü içermekle, anılan kanun hükmü uyarınca davacıların tutunduğu tapu kaydının hudutları itibariyle dava konusu taşınmaza uyduğu kabul edilse bile, 2510 sayılı Kanunun 21. maddesi hangi tür arazinin dağıtıma tabi tutulacağını açıklamış olup buna göre anılan 21. maddede ve diğer mevzuatta devlet ormanlarının toprak tevzi komisyonlarınca dağıtılabileceğine ilişkin bir hüküm (ormanlar dağıtım dışında bırakılmıştır) bulunmadığına göre orman nitelikli taşınmazlar hakkında oluşturulan tapu kaydı bu kanun anlamında yolsuz tescil niteliğindedir; öte yandan13.07.1945 tarihinde yürürlüğe giren 4785 sayılı Kanunun 1. maddesi gereğince, aynı Kanunun 2. maddesinde sayılan istisnalar dışında bütün ormanların devletleştirildiği, aynı Kanunun 5. maddesinde “Devletleştirilen ormanların sahiplerinin bu kanunun yürürlüğe girmesinden başlayarak 1 yıl içinde mülk edinme belgeleri ve vergi kayıtlarıyla birlikte ve iş ilgililer arasında ihtilaflı durumda ise mahkemede incelenmekte olduğuna dair alacakları belgeleriyle ormanların bağlı bulundukları devlet orman işletmesi müdürlüğüne veya o yerin mülki amirine başvurmak zorundadır. Bir yıl içinde bu ödevi yerine getirmeyenler devletleştirilen ormanın karşılığını alma hakkını kaybeder.” hükmünün emredildiği, buna göre davacıların dayandıkları eski tapu kaydının kadastro uygulaması sonucu oluşan bir tapu olmayıp, 4785 sayılı yasa uyarınca tapu kaydının ihtiva ettiği yer devletleştirilmiş olmakla bu tapunun hukuki kıymetini yitirdiği ve davacıların tazminat haklarının olmadığı anlaşılmıştır. Yine bu cümleden olmak üzere, orman sınırları içinde kalan ve orman rejimi dışına çıkartılan yerlerde tapu ve iskan kayıtlarına değer verileceğini öngören 3402 sayılı Kanunun 45. maddesi hükümleri Anayasa Mahkemesinin 01.06.1988 gün 1987/31-13 ve 14.03.1989 gün 1988/35-13, 13.06.1989 gün, 1989/7-25 sayılı kararlarıyla iptal edildiğinden, orman sınırları içinde iken oluşturulan iskan kayıtlarına ve iskanen oluşturulan tapu kayıtlarına 1744 sayılı Kanunun 2. madde uygulamasında değer verilemez. Tapu kayıtlarına; iskan kayıtları, iskan defterleri ve tefviz belgeleri yorum yoluyla ilave edilerek kapsamda genişletmeye gidilemez. Özetle Yasal değerinin bulunmaması nedeniyle ormanların yukarıda izah edildiği şekilde dağıtımlarının mümkün olmadığı, evveli orman olan yerin daha sonradan iskan amacıyla özel mülk olarak edinilemeyeceği, dava konusu yerin devlet ormanı olduğu anlaşılmış olmakla; bu itibarla, mahkemece verilen karar usul ve kanuna aykırı olup, kararın yukarıda belirtilen nedenlerle bozulması gerekirken, maddi yanılma sonucu yazılı şekilde onandığı anlaşıldığından, davalı vekilinin karar düzeltme itirazının kabulü ile Dairemizin önceki onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davalı vekilinin karar düzeltme itirazlarının kabulü ile Dairemizin 02/06/2020 gün 2017/9299E. – 2020/1461 K. sayılı onama kararının KALDIRILMASINA ve yerel mahkeme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 17/09/2020 günü oy birliği ile karar verildi.