Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2020/1260 E. 2020/1487 K. 02.06.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/1260
KARAR NO : 2020/1487
KARAR TARİHİ : 02.06.2020

MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki arsa paylarının düzeltilmesi davasından dolayı yerel mahkemece verilen yukarıda gün ve sayısı yazılı hükmün; Dairenin 19/11/2019 gün ve 2019/3412 E- 2019/6740 K. sayılı kararıyla temyiz isteminin süreden reddine karar verilmiş, davacı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya içindeki tüm belgeler incelenip gereği düşünüldü
K A R A R
Davacı vekili, müvekkilinin 12/216 arsa paylı 13 nolu bağımsız bölümü 1995 yılında satın almak suretiyle maliki olduğu … apartmanında kat irtifakının tesis edildiği tarihte müvekkilinin arsa payı oranının, kullanım alanı, mevkii, manzara, teras, balkon sayısı ve büyüklükleri, bina içindeki konumu ve bulunduğu kat gibi pek çok objektif kritere göre aynı bina içinde yer alan diğer bazı dairelere oranla daha fazla olmasına rağmen tapuda daha az gösterildiğini, bu nedenle tüm objektif kriterler dikkate alınarak müvekkilinin bağımsız bölümünün arsa payının yükseltilmek suretiyle düzeltilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece, davanın kabulü ile “… ili, … ilçesi, … mah, 589 ada, 99 parsel” sayılı taşınmazda arsa paylarının iptali ile arsa paylarının belirlenen oranlarda düzeltilmesine karar verilmiştir.
Hükmün bir kısım davalılar vekili tarafından temyizi üzerine, Dairemizin 14/11/2017 gün ve 2017/858 E. – 2017/9430 K. sayılı ilamı ile, “Dava konusu uyuşmazlık arsa payının düzeltilmesi istemine ilişkindir. Kat Mülkiyeti Kanununun 3. maddesine göre, bağımsız bölümlere özgülenmiş arsa paylarının, kat irtifakının veya kat mülkiyetinin kurulduğu tarihteki değerleri ile oranlı olup olmadığının açıkça saptanması gerekir. Bu inceleme yapılırken bağımsız bölümlerden her birine özgülenen arsa payının o bölümlerin değerinde sonradan oluşan çoğalma veya azalmanın dikkate alınmaması, her bir bağımsız bölümün değerlerinin ve dolayısıyla özgülenmesi gereken arsa paylarının belirlenmesinde bağımsız bölümlerin nev’i, konumu (cephesi, katı v.s) ile büyüklüklerinin gözönünde tutulması, buna göre dava konusu edilen bağımsız bölümlerin tapuda yazılı arsa payları ile saptanan arsa payları arasında bir oransızlık bulunması halinde davanın kabulü gerekir. Dosya kapsamından; 14.11.1963 olan kat irtifakına geçiş tarihinde bağımsız bölümlerin değerinde ve dolayısıyla arsa paylarının tespitinde dikkate alınmayan bu nedenle arsa payları arasında orantısızlığa yol açan somut ve haklı nedenler ortaya konulmadığı gibi, kat irtifakının kurulduğu tarihten bu yana geçen uzun süre içerisinde arsa paylarına karşı bir itiraz da ileri sürülmemiştir. Açıklanan nedenlerle arsa payı düzeltimi davasının reddi yerine kabulü doğru görülmemiştir” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Davacı vekilinin, kararın düzeltilmesi isteminin ise reddine karar verilmiştir.
Mahkemece bozma ilamı üzerine yapılan yargılamada davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dairemizin 19/11/2019 gün ve 2019/3412 E.- 2019/6740 K. sayılı kararı ile, “Mahkeme kararı, davacı vekiline 15.04.2019 tarihinde tebliğ
edilmiş olup, temyiz harcı 29.04.2019 tarihinde yatırılmış ve temyiz dilekçesi verilmiştir. Bu durumda HUMK’nın 437. maddesinde öngörülen 8 günlük temyiz süresi geçmiş bulunduğundan, 01.06.1990 gün ve 1989/3 E. – 1990/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca temyiz isteminin reddine” karar verilmiş, davacı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden; ilk derece mahkemesince kısa ve gerekçeli kararda kanun yoluna başvuru süresinin 2 hafta olarak belirtildiği, davacı vekilinin belirtilen bu süreye göre kanun yoluna başvuru dilekçesini sunduğu anlaşılmıştır.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. madde 1. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. 2. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez. 3. fıkrasına göre; bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır. Aynı maddenin (2) fıkrası gereğince de; bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunacaktır ve 1086 sayılı HUMK’nın 437. maddesinde sulh hukuk mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi 8 gündür.
Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrasında Devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu ifade edilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesinin (ç) bendi uyarınca da hükümde, kanun yolları ve süresinin gösterilmesi bir zorunluluktur. Kanun koyucu, Devlet organlarının tesis ettiği işlemlere karşı kanun yolları ve hangi mercilere başvuracağı ve başvuru süresi bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını sağlayarak, dağınık mevzuat karşısında hangi yola müracaat edeceğini bilmeyen yahut tereddüt eden bireylerin hak arama özgürlüğünü etkin ve sağlıklı bir şekilde kullanmalarını amaçlamıştır.
Anayasa Mahkemesi de birçok kararında başvurucuların gerekçeli kararda belirtilen süreye güvenerek hareket etmesinin makul görülebileceğini, mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü dikkate alındığında, temyiz süresinin mahkeme kararında farklı belirtilmiş olması karşısında, kanunda belirtilen süre olduğunu kabul ederek dilekçenin reddine karar veren değerlendirmelerin mevzuat hükümleri çerçevesinde ve öngörülebilirlik sınırları içinde olduğunun kabul edilemeyeceğini, yapılan yorumun başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve aşırı şekilci bir yaklaşımla elde edildiğini ve bu açıdan kararın başvurucuların mahkemeye erişim hakkını zedelediği sonucuna ulaşarak, Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. (Anayasa Mahkemesinin 2014/819 başvuru numaralı ve 09.06.2016 tarihli (29757 sayılı ve 29.06.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan) kararı).
Somut olayda; ilk derece mahkemesince kısa ve gerekçeli kararda temyiz süresi kararın tebliğ tarihinden itibaren 2 hafta olarak açıklanmıştır. Gerekçeli karar davacı vekiline 15.04.2019 tarihinde tebliğ edilmiş, davacı vekili ise 29.04.2019 tarihinde, kısa ve gerekçeli kararda bildirilen 2 haftalık süre içinde karara karşı temyiz harcını yatırmış ve temyiz yoluna başvurmuştur. Belirtilen sebeple adil yargılanma hakkı, adalete erişim hakkının zedelenmemesi gözönünde bulundurularak davacı vekilinin kararın düzeltilmesi isteminin kabulü ile temyiz dilekçesinin süresinde olduğuna karar verilerek davacının temyiz sebeplerinin incelenmesinde:
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlar ile yasal gerektirici nedenlere göre; dava arsa paylarının yeniden düzenlenmesi istemine ilişkin olup, 14.11.1963 olan kat irtifakına geçiş
tarihinde bağımsız bölümlerin değerinde ve dolayısıyla arsa paylarının tespitinde dikkate alınmayan bu nedenle arsa payları arasında orantısızlığa yol açan somut ve haklı nedenler ortaya konulmadığı gibi, kat irtifakının kurulduğu tarihten bu yana geçen uzun süre içerisinde arsa paylarına karşı bir itiraz da ileri sürülmediği, sonradan ortaya çıkan gelişme ve değişmelerin ise değrlendirmeye alınamayacağı anlaşılmakla, davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin kararın düzeltilmesi isteminin kabulü ile Dairemizin 19/11/2019 gün ve 2019/3412 E.- 2019/6740 K. sayılı kararıyla temyiz isteminin süreden reddine ilişkin kararın KALDIRILMASINA, yapılan temyiz incelemesinde usul ve kanuna uygun … Anadolu 16. Sulh Hukuk Mahkemesinin 18/12/2018 tarih ve 2018/605 E-2018/987 K. sayılı kararının ONANMASINA 02/06/2020 günü oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI
Sulh hukuk mahkemesi kararları 8 gün içinde temyiz edilebilmesine rağmen yerel mahkemece kısa kararda temyiz süresinin “iki hafta” olarak belirtilmiş olması nedeniyle davalının kararın tebliğinden 13 gün sonra verdiği temyiz dilekçesinin süresinde kabul edilip edilmeyeceğinin yürürlükteki mevzuat hükümleri ve hukuki istikrar açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde, karara ulaşmak bakımından, mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile normatif bir değer kazanan bu zaman aralıklarına süre denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır.
Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla, kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır.
Şu halde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.
Sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler,
kanunda belirtilen süreler ve hâkim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır. Kanunda belirtilen süreler, kanun tarafından öngörülmüş sürelerdir. Cevap süresi, temyiz süresi gibi. Bu süreler kesindir ve bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen gözetilir. Hâkimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin değildir. (Kuru, Baki, Prof. Dr.; Arslan, Ramazan, Prof. Dr.; Yılmaz, Ejder, Prof. Dr.; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara 2011, s.749).
Hâkim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir. Hâkim, tayin ettiği sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m.94/2, HUMK m.163).
Yukarıda da belirtildiği üzere hakim tarafından da sürenin belirlenebildiği durumlar var olmakla birlikte kanunda belirlenen süreler üzerinde Hakimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. Eş söyleyişle kanunun öngördüğü bir süre hakim tarafından uzatılıp kısaltılamaz. Temyize ilişkin süreler de yasa tarafından düzenlenen kesin sürelerdir ve resen gözetilmesi gerekir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin (1). fıkra hükmü; “Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” şeklindedir.
1086 sayılı HUMK’nın 437. maddesini yeniden düzenleyen 5236 sayılı Kanunun 16. md. öncesindeki hali “Sulh mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi sekiz gündür. Bu süre ilamın usulen taraflardan herbirine tebliği ile işlemeye başlar….” şeklindedir.
Tüm bu nedenlerle Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hakim kanundaki süreleri arttıramaz veya eksiltemez. Halen yürürlükte bulunan yasa hükümlerine göre sulh hukuk mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi 8 gün olduğu halde hüküm sonucunda mahkeme hakimince hatalı şekilde kararın 2 hafta içinde temyiz edilebileceğinin belirtilmesi hükmü temyiz eden tarafa herhangi bir hak sağlamayacağından sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.