Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2019/4665 E. 2020/1863 K. 16.06.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2019/4665
KARAR NO : 2020/1863
KARAR TARİHİ : 16.06.2020

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kurulan hükmün Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi katılma yolu temyiz eden davacı … tarafından istenilmekle, tayin olunan 03/03/2020 günü için yapılan tebligat üzerine, temyiz eden gelmedi, davalı Hazine vekili Av. … geldi, başka gelen olmadı, açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Daha sonra dosya içindeki tüm belgeler incelenip, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacılar vekili 04/03/2015 havale tarihli dilekçesinde özetle; … ili, … ilçesi, …mevkii, 4978 parsel sayılı 3450 m² yüzölçümlü tarla vasıflı taşınmazın müvekkiline babasından miras yolu ile intikal ettiğini, daha sonra Orman Yönetimi tarafından açılan dava sonucu … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/130 Esas sayılı dosyasında verilen karar ile tapusunun iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tesciline karar verildiğini ve kararın kesinleştiğini belirterek dava konusu taşınmazın rayiç bedelinin fazlaya dair haklarının saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL’sinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalıya yüklenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı vekili 29/12/2015 tarihli ıslah dilekçesi ile talep ettikleri tazminat miktarını fazlaya dair haklarını saklı tutmak kaydı ile 408.141,50 TL’ye artırmış, alacağın tamamına tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği tarihten itibaren faiz işletilmesini istemiş, ıslah harcını da yatırmıştır.
Mahkemece; davanın kabulüne, 408.141,50 TL’nin 23/06/2009 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı Hazinenin temyizi üzerine Dairenin 17/5/2018 gün ve 2016/9995 E. – 2018/3922 K. sayılı kararıyla bozulmuştur.
Hükmüne uyulan bozma kararında özetle; “Mahkemece kurulan hüküm usul ve kanuna aykırıdır. Dosya kapsamından; tazminat istemine dayanak yapılan … ilçesi, …mevkiinde bulunan 4978 parsel sayılı taşınmaz 3450 m² yüzölçümü ve tarla vasfıyla 1990 yılında davacı adına taksim ve hükmen ifraz nedenine dayalı olarak tescil edilmiş, Orman Yönetimi tarafından açılan dava sonucu … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/130 E. – 2008/372 K. sayılı kararıyla taşınmazın tamamının tapusunun iptaline ve orman vasfıyla tesciline karar verildiği, hükmün 23/06/2009 tarihinde kesinleştiği, 04/03/2015 tarihinde ise eldeki dava açıldığı anlaşılmıştır.
4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi gereğince, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle zarara uğrayan kişinin bütün zararlarından Devlet sorumludur. Tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır…
Bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında; ormanlar özel mülkiyete konu olamayacak ise de, genel arazi kadastrosu sırasında taşınmaz hakkında kadastro tespit tutanağı düzenlenerek tapu kütüğünün gerçek kişi adına oluşturulduğu, bu şekilde tapu sicili hatalı olarak tutulduğundan, TMK’nın 1007. maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu ve davacının gerçek zararının tazmininin gerektiği açıktır. Tapusu iptal edilen taşınmazın arazi niteliğinde kabul edilerek hüküm kurulmasına tarafların bir itirazı bulunmamaktadır.
Ancak, dava konusu taşınmaza tapu iptal kararının kesinleştiği tarih olan 23/06/2009 tarihi verileri esas alınmak suretiyle değer biçilmesi gerekirken, bu husus gözetilmeden, 2014 yılı resmi verilerine göre tespit edilen metrakare birim fiyatına endeks uygulanmak suretiyle değer biçen bilirkişi kurulu raporu doğrultusunda hüküm kurulması doğru olmadığı gibi dava konusu taşınmazın konumu ve bilirkişi kurulu raporunda belirtilen özellikleri nedeni ile %450 oranında objektif değer artışı uygulanmasına rağmen şehir haritası üzerinde taşınmazın konumunu gösteren bilirkişi raporu alınmak sureti ile taşınmazın imar parsellerine yakın olup olmadığı, bu değer artışı oranının taşınmaz için yüksek olup olmadığı, denetlenmeden hüküm kurulmuş olması da doğru değildir.
O halde mahkemece, yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulu marifetiyle yukarıda açıklanan esaslar doğrultusunda, net gelir yöntemine göre ve tapu iptaline ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği tarih itibarıyla taşınmazda meydana gelen gerçek zarar miktarı belirlenmeli, değerlendirme tarihi olan tapu iptal kararının kesinleştiği 2009 yılına ait ürün maliyet ve verim cetvelleri de ilçe tarım müdürlüğünden getirtilerek ve bilirkişilerden uygulanacak objektif değer artışını gerekçelendirdikleri, taşınmazın konumunu ve çevresindeki yakın imar parsellerini de gösterecekleri kroki hazırlamaları istenerek raporu denetleme imkanı sağlanmalı ve oluşacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır” hususlarına değinilmiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonucu; 1) Davanın kısmen kabul kısmen reddi ile 386.929,65 TL’nin tapu iptal davasının kesinleşme tarihi olan 23/06/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiş, hüküm davalı Hazine tarafından temyiz edilmiş, davacı vekilince de katılma yoluyla temyiz edilmiştir.
Dava, TMK’nın 1007. maddesine dayalı olarak açılan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece bozma kararına uyulmuşsa da bozma gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir. Şöyle ki; bozma sonrası alınan ilk ek bilirkişi raporunda taşınmazın yerleşim yerine yakınlığı deniz manzaralı oluşu alt yapı hizmetlerinde yararlanması, imar parsellerine yakınlığı vs gibi özelliklerin objektif değerini arttırdığı ancak 2942 sayılı Kanunun 11. maddesi gereğince objektif değer artışının tespit edilen bedelin % 50 ile sınırlı olacağı belirtilerek % 50 oranında değer artışı öngörülmüş, daha sonra alınan ve mahkemece de hükme esas alınan ek raporda ise taşınmazın belirlenen özelliklei sebebiyle değerinin artacağı, taşınmazın gerçek değerine ulaşılabilmesi için ise objektif değer artışının % 450 olması gerektiği belirtilmiştir. Bilirkişlerce taşınmazın belirlenen ve değerini olumlu etkileyen özelliklerinin, herbirinin ayrı ayrı ve hangi oranda taşınmaza değer kattığı belirlenmeksizin piyasa koşullarına göre belirlenen değerine ulaşabilmesi için objektif değer artışının %450 olarak kabulü doğru bir yöntem değildir. Ayrıca tapunun iptaline karar verildiği ve iptal kararının kesinleştiği tarihte tazminata konu taşınmaz 3450 m² olarak kayıtlı olduğu halde, daha sonra yenileme kadastrosu ile azalan yüzölçümüne değer verilerek hesaplama yapılması da hatalıdır.
O halde dava konusu taşınmazın konumu, bilirkişi kurulu raporunda belirtilen özellikleri ve aynı yerden Dairemize intikal eden komşu parsellere ilişkin dava dosyaları da dikkate alınarak, taşınmazların gelir metoduna göre tespit edilen metrekare birim fiyatına ilave edilecek objektif değer artırıcı unsurun, 7139 sayılı Kanunun 27. maddesi ile değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 11/1 md (ı) bendinin “Bu fıkrada belirtilen unsurlara göre tespit edilen arazi bedelinin yarısını geçmemek ve her bir ölçünün etkisi açıklanmak kaydıyla bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri” hükmünün Anayasa Mahkemesi’nin 10/4/2019 tarih ve 2018/156 E. numaralı kararı ile iptal edildiği de nazara alınarak, mahkemece yeniden tespiti ile tapu kaydının iptaline ilişkin kararın kesinleştiği tarihteki yüzölçümü dikkate alınarak oluşacak sonuca göre tapu sahibinin gerçek zararı saptanmalıdır. Eksik araştırma ve hatalı bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm kurulamaz
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacı ve davalı Hazine vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA,temyiz isteminin duruşmalı yapılması nedeni ile Yargıtaydaki duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre 2.540,00.-TL’nin davalıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davacıya verilmesine, temyiz harcının istek halinde iadesine 16/06/2020 günü oy çokluğu ile karar verildi.

(Muhalif)

MUHALEFET ŞERHİ

Dava, kesinleşmiş orman kadastrosuna göre orman sınırları içerisinde kalan davacılara ait taşınmazın tapusunun iptal edilmesi nedeniyle tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan tazminat (TMK md.1007) istemine ilişkindir.
Türk Medenî Kanunun 1007. maddesinde; “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.” hükmü yer almaktadır.
Davacı vekili dava dilekçesinde müvekkillerinin murisinden intikal eden … ili, … ilçesi, …mevkii 4978 parsel sayılı taşınmazın orman olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edildiğini ve bu şekilde müvekkillerinin mülkiyet haklarının bedelsiz olarak ihlal edildiğini ileri sürerek tazminat talebinde bulunmuştur.
Taşınmazın bulunduğu yerde 1944 yılında yapılan orman kadastrosunda dava konusu yer orman sınırları içerisinde yer almış, yapılan bu kadastro çalışması ilan edilerek kesinleşmiştir. Daha sonra aynı bölgede 1958 yılında yapılan tapulama çalışması sırasında orman tahdit sınırları içerisinde bulunan davaya konu bu taşınmaz, davacıların murisi adına tespit edilmiş, itiraz edilmediği için de kesinleşerek tespit gibi tapu kaydı oluşmuştur.
Bir yerde tapulama çalışması (arazi kadastrosu) yapılırken, daha önceden yapılmış olan ve kesinleşen orman kadastrosu var ise bu sınırlara riayet edilerek tapulama çalışmasının yapılması gerekir. Tazminata konu olan taşınmaz 1944 yılında yapılan orman kadastrosu sırasında orman olarak ilan edilip kesinleşen orman tahdit sınırları içerisinde kalan bir yer olduğu sabittir. Ancak buna rağmen aynı yerle ilgili ikinci bir kadastro işlemi yapılmıştır.
Anayasamızın 169. maddesinde; “…Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz…” hükmü yer almaktadır. Bu hükümde de açıkça yer aldığı üzere ormanların özel mülkiyete konu olması mümkün değildir.
Davaya konu olan taşınmaz, daha önceden ilan edilip ve kesinleşen orman kadastrosuna göre orman niteliğinde olduğundan, özel mülkiyete konu olamayacağı Anayasamızın hükmü gereğidir. Hem Anayasamızın hükmü ve hem de yapılan arazi kadastrosunun ikinci kadastro niteliğinde olması nedeniyle davacı adına yapılan tespit ve tescil, yolsuz tescil niteliğindedir. Hukuk Genel Kurulu Kararlarında ve Dairemizin yerleşik uygulamasında bu tür tesciller yok hükmünde kabul edilmektedir.
Her ne kadar şeklen bir tapu kaydı oluşmuş ise de, bu tapu kaydı mülkiyeti kazandıran bir belge niteliğinde değildir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, tapu kaydını tereddütsüz bir mülkiyet belgesi olarak kabul etmekte ise de, Türk Hukukundaki uygulama farklı yöndedir.
AİHM, mülkiyet hakkını ve kapsamına belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek bir sonuca varmaktadır. Buna göre; “orman veya mera gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile kazanılamayacağına dair Türk Hukukundaki düzenlemeler nedeniyle, başvurucuların bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentilerinin doğmasının mümkün bulunmadığını…” kabul etmektedir. (Sarısoy ve Diğerleri/Türkiye, B.No: 21303/07, 14.10.2014; Usta/Türkiye, B.No: 32212/11, 27.11.2012)
Hukuk Genel Kurulunun 19.02.2003 gün 2003/20-102 E. – 2013/90 K. sayılı ilamında; “Türk Medeni Kanunun kabul ettiği sisteme göre tapuya tescilin geçerli olabilmesi ve mülkiyet hakkının doğması için geçerli bir hukuksal nedene dayanması zorunludur. Geçerli bir hukuksal nedene dayanmayan tesciller, yolsuz tescil niteliğinde olup sahibine mülkiyet hakkı kazandırmaz… Yolsuz tescille, kamu malı niteliğinde olan taşınmazların özel mülkiyete dönüştürülerek hukuksal niteliklerinin değiştirilmesi hukuken mümkün değildir…” yönünde karar verilmiştir. Aksinin kabulü, Anayasamızın 169. maddesi hükmünün yok sayılması ve dolanılması anlamına gelecektir. Dava konusu taşınmaz yolsuz tescil olduğundan tapu kaydının mülkiyet hakkını temsil etmediği, başka bir deyişle, mülkiyet kazanılmadığı için davacı adına oluşan tapu kaydının iptal edilmesi ile de mülkiyet hakkının ihlal edilmesi söz konusu olmayacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, tapunun orman olduğu gerekçesi ile iptal edilmesi durumunda hiçbir bedel ödenmemesini hak ihlali kabul etmiş, makul bir tazminat ödenmesi gereğine değinmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, makul tazminat miktarını, taşınmazın rayiç bedeli olarak kabul eden kararları bulunmaktadır. (29.09.2010 tarih 2010/14-386 Esas ve 2010/427 Kararı). Bu kararlarda önce arazi kadastrosu yapılıp kişi adına tapu kaydı oluştuktan sonraki bir tarihte Orman Kadastrosu yapılarak kişi taşınmazları orman sınırları içerisine alınmıştır. Bu durumdan farklı olarak kanaatimce; öncelikle orman kadastrosunun yapılıp kesinleştiği yerlerde sonradan tesis(arazi) kadastrosu yapılması ve hukuken orman olduğu kesinleşen bir yerin ikinci kadastro olarak yapılan arazi kadastrosu ile mülkiyeti kazanılamayacağı için makul tazminat miktarı taşınmazın rayiç bedeli değil, bu kayda güvenerek tapu sahibinin imar ve ihya çalışmaları nedeniyle taşınmaza yapmış olduğu masraflar ve katmış olduğu müspet değer miktarında olmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında, davacının tapusunun iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkından yoksun bırakıldığı iddiası, mülkiyet hakkının hiç doğmaması nedeniyle hukuki gerçeği yansıtmadığı, AİHM’nin içtihadı göz önüne alınarak bir an için Hazine nin sorumlu tutulması gerektiği kabul edilse dahi, hükmedilmesi gereken tazminat miktarının (AİHM kararında geçen makul tazminat) taşınmazın rayiç bedeli değil, tapu malikinin bu kayda güvenerek, imar ve ihya çalışmaları nedeniyle taşınmaza yapmış olduğu masraflar ve katmış olduğu müspet değer miktarında olması gerektiği kanaatinde olduğumdan, taşınmazın rayiç bedeli miktarında tazminata hükmedilmesine ve buna ilişkin araştırmanın yerinde olmadığı yönündeki sayın çoğunluğun gerekçesine katılmıyorum.