Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2019/4620 E. 2020/222 K. 20.01.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2019/4620
KARAR NO : 2020/222
KARAR TARİHİ : 20.01.2020

MAHKEMESİ:Sulh Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava dilekçesinde,; davalının erkek kardeş….. ile aynı apartmanda ikamet ettiklerini, …..kendi dairesinde sürekli gürültü çıkardığını, zaman zaman fiziki müdahalelerde bulunduğunu, apartman sakinlerinin bu durumdan rahatsızlık duyduğunu, 19/07/2014 tarihli apartman toplantısında…..ahliyesine karar verildiğini, ancak tahliyenin gerçekleşmediğini, bu nedenle davalının taşınmazdan tahliyesine karar verilmesi istenilmiştir.
Mahkememizce 01.07.2015 tarih 201/226-1241 E.-K. sayılı davanın kabulüne ve dava konusu taşınmazın tahliyesine dair verilen hüküm Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 22.01.2018 tarih 2017/1306 E.- 2018/348 K. sayılı ilamı ile “Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerin incelenmesi ile,
1) Mahkemece davalının 01.07.2015 tarihli celsede dava konusu taşınmazı tahliye ettiğini beyan etmesi karşısında bu hususun gerçekleşip gerçekleşmediği yönünde bir inceleme yapılmamış olması,
2) 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 18. maddesine göre kat malikleri gerek bağımsız bölümlerini, gerek eklentilerini ve ortak yerleri kullanırken doğruluk kaidelerine uymak, özellikle birbirlerini rahatsız etmemek ve yönetim planı hükümlerine uymakla karşılıklı olarak yükümlüdürler. Buna göre mahkemece konusunda uzman bilirkişi kurulu ile mahallinde inceleme yapılarak davalıların kullandığı bağımsız bölümleri yukarıda açıklanan esaslara uygun olarak kullanıp kullanmadığı ayrıntılı olarak saptanıp aykırı kullanıldığının tespiti halinde alınacak önlemlerin neler olduğunun belirlenerek bu hususta davalılara Kat Mülkiyeti Kanununun 33. maddesi uyarınca makul bir süre verilerek uyuşmazlığın çözümlenmesi gerektiğinin düşünülmeden doğrudan davalının tahliyesine karar verilmiş olması, doğru görülmediğinden” bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde davanın konusuz kaldığı anlaşılmakla karar verilmesine yer olmadığına, karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava hakimin müdahalesi istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. madde 1. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin, 26/09/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. 2. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/09/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez. 3. fıkrasına göre; bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır. Aynı maddenin (2) fıkrası gereğince; bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar
hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunacaktır ve 1086 sayılı HUMK’nın 437. maddesinde sulh hukuk mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi 8 gündür.
Dava dosyasının incelenmesinden; ilk derece mahkemesinin yargılamayı sonlandırdığı kısa kararda ve gerekçeli kararda kanun yoluna başvuru süresinin 2 hafta olarak belirtildiği, davalı vekilinin belirtilen bu süreye göre kanun yoluna başvuru dilekçesini sunduğu anlaşılmıştır.
Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrasında devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu ifade edilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesinin “ç” bendi uyarınca da hükümde, kanun yolları ve süresinin gösterilmesi bir zorunluluktur. Kanun koyucu, Devlet organlarının tesis ettiği işlemlere karşı kanun yolları ve hangi mercilere başvuracağı ve başvuru süresi bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını sağlayarak, dağınık mevzuat karşısında hangi yola müracaat edeceğini bilmeyen yahut tereddüt eden bireylerin hak arama özgürlüğünü etkin ve sağlıklı bir şekilde kullanmalarını amaçlamıştır.
Anayasa Mahkemesi de birçok kararında başvurucuların gerekçeli kararda belirtilen süreye güvenerek hareket etmesinin makul görülebileceğini, mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü dikkate alındığında, temyiz süresinin mahkeme kararında farklı belirtilmiş olması karşısında, kanunda belirtilen süre olduğunu kabul ederek dilekçenin reddine karar veren değerlendirmelerin mevzuat hükümleri çerçevesinde ve öngörülebilirlik sınırları içinde olduğunun kabul edilemeyeceğini, yapılan yorumun başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve aşırı şekilci bir yaklaşımla elde edildiğini ve bu açıdan kararın başvurucuların mahkemeye erişim hakkını zedelediği sonucuna ulaşarak, Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alman adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. (Anayasa Mahkemesinin 2014/819 başvuru numaralı ve 09.06.2016 tarihli (29757 sayılı ve 29.06.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan) kararı).
Somut olayda; ilk derece mahkemesince kısa kararda ve gerekçeli kararda temyiz süresi kararın tebliğ tarihinden itibaren 2 hafta olarak açıklanmıştır. Gerekçeli karar davalıya 29/04/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, davalı ise 09.05.2019 tarihinde, kısa kararda ve gerekçeli kararda bildirilen 2 haftalık süre içinde harç ve giderlerini yatırarak karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Belirtilen sebeple adil yargılanma hakkı, adalete erişim hakkının zedelenmemesi gözönünde bulundurularak temyiz isteminin süresinde olduğunun kabulü ile işin esasına girilerek davalı tarafın temyiz sebepleri incelenmesine karar verilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlar ile yasal gerektirici nedenlere göre, davalı tarafın anataşınmazdaki bağımsız bölümü tahliye ettiği anlaşılarak davanın konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usule ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine 20/01/2020 günü oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Sulh Hukuk Mahkemesi kararlarının 8 gün içinde temyiz edilebilmesine rağmen yerel mahkemece kısa kararda temyiz süresinin “iki hafta” olarak belirtilmiş olması nedeniyle davalı vekilinin kararın tebliğinden 10 gün sonra verdiği temyiz dilekçesinin süresinde kabul edilip edilmeyeceğinin yürürlükteki mevzuat hükümleri ve hukuki istikrar açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde, karara ulaşmak bakımından, mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile normatif bir değer kazanan bu zaman aralıklarına süre denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır.
Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla, kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır.
Şu halde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.
Sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler, kanunda belirtilen süreler ve hâkim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır. Kanunda belirtilen süreler, kanun tarafından öngörülmüş sürelerdir. Cevap süresi, temyiz süresi gibi. Bu süreler kesindir ve bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen gözetilir. Hâkimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin değildir……
Hâkim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir. Hâkim, tayin ettiği sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m.94/2, HUMK m.163).
Yukarıda da belirtildiği üzere hakim tarafından da sürenin belirlenebildiği durumlar var olmakla birlikte kanunda belirlenen süreler üzerinde hakimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. Eş söyleyişle kanun öngördüğü bir süre hakim tarafından uzatılıp kısaltılamaz. Temyize ilişkin süreler de yasa tarafından düzenlenen kesin sürelerdir ve resen gözetilmesi gerekir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin (1). fıkra hükmü; “bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” şeklindedir.
1086 sayılı HUMK’nın 437. maddesini yeniden düzenleyen 5236 sayılı Kanunun 16. maddesi öncesindeki hali “Sulh mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi sekiz gündür. Bu süre ilamın usulen taraflardan herbirine tebliği ile işlemeye başlar….” şeklindedir.
Tüm bu nedenlerle Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hakim kanundaki süreleri arttıramaz veya eksiltemez. Halen yürürlükte bulunan yasa hükümlerine göre sulh hukuk mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi 8 gün olduğu halde hüküm sonucunda mahkeme hakimince hatalı şekilde kararın 2 hafta içinde temyiz edilebileceğinin belirtilmesi hükmü temyiz eden tarafa herhangi bir hak sağlamayacağından sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyoruz.