Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2019/3157 E. 2019/6064 K. 21.10.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2019/3157
KARAR NO : 2019/6064
KARAR TARİHİ : 21.10.2019

MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava dilekçesinde, ….. apartmanının zemin katında …… adlı işyerini işleten davalının apartmanın sığınağı mahiyetindeki bağımsız bölümü depo olarak uzun yıllardır kullandığını, apartman yönetimince haksız biçimde kullanılan sığınağın boşaltılması talebinin sözlü olarak davalıya bildirilmesine rağmen, davalı tarafından boşaltılmadığını, davalının kiracı olduğu zemin kattaki eşyalarının konulması amacıyla depo olarak kullanılan bölümün gerçekte sığınak olduğunu ve KMK’nın 4/2 hükmü gereğince ortak yer mahiyetinde bulunduğunu ve boşaltılması gerektiğini belirterek, fazlaya ilişkin her türlü dava ve talep haklarının saklı kalmak kaydıyla, davalının haksız müdahalesinin önlenmesi ile haksız müdahale sonucu elde ettiği haksız kazancın ecri misil olarak apartman yönetimine verilmesi istenilmiştir.
Mahkemece 18/05/2016 tarih ve 2015/652 E. – 2016/358 K. sayılı kararı ile, “Dava konusu yerin Kat Mülkiyeti Kanununun 4. maddesinde belirtilen yer olduğunun anlaşıldığı ve bu yer üzerinde kimlerin nasıl tasarrufta bulunacağının yine Kat Mülkiyeti Kanununda açıkça belirtildiği,… dava konusu yerin ortak kullanım alanlarından olması sebebiyle kat maliklerinin biri tarafınca kiraya verilmesinin mümkün olmadığı dolayısıyla davalının dava konusu yere müdahale etmiş olduğu anlaşılmakla, davacının davasının kabulüne ve davalının müdahalesinin men’ine” şeklinde karar verilmiş, hükmün temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 02/07/2018 tarih 2017/3577 E. 2018/5159 K. sayılı ilamı ile bozulmuştur.
Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava müdahalenin önlenmesi istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. madde 1. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. 2. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez. 3. fıkrasına göre; bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.
Dosya içerisindeki belgelerin incelenmesinde; ….. sayılı kararın her ne kadar tebliğden itibaren iki hafta içinde Yargıtay yasa yolu açık olmak üzere verildiği anlaşılmışsa da aynı mahkemece daha önce 18/05/2016 tarihinde verilen 2015/652E. – 2016/358 K. sayılı kararın Yargıtay 20. Hukuk Dairesince incelenerek 2017/3577 E. – 2018/5159 K. sayılı kararıyla bozulmasına karar verildiği görülmekle; 6100 sayılı HMK’nın geçici 3/2. maddesi uyarınca bölge adliye mahkemelerinin görevli olmadığı ve 1086 sayılı HUMK’nın uygulanması gerektiğinden ilgili kararın istinaf yoluna değil temyiz yoluna tabi olduğu tespit edilmiştir.
……. sayılı kararı, davalı … vekiline 19.05.2019 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak yasal 8 günlük süreden sonra 31.05.2019 tarihinde karar temyiz edilmiştir. Bu durumda HUMK’nın 437. maddesi hükmünde öngörülen 8 günlük temyiz süresi geçmiş bulunduğundan, 1.6.1990 gün ve 1989/3 E. – 1990/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca temyiz isteminin süreden REDDİNE, temyiz harcının istek halinde iadesine 21/10/2019 günü oy çokluğu ile karar verildi.
Temyiz incelemesinde 1086 sayılı HUMK’nın uygulanması gerektiği, sulh mahkemesi kararlarının temyiz süresinin tebliğden itibaren 8 gün olduğu açıktır.
Ne var ki; sulh hukuk mahkemesi, kısa ve gerekçeli kararında, karara karşı temyiz yolu açık olmak üzere ve temyiz süresi “8 gün” olmasına rağmen Yargıtay yasa yolu açık olmak üzere “iki hafta” olarak belirlemiş, bu hüküm kararı temyiz eden davalıya 19/05/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, mahkemenin belirlediği iki haftalık sürede ancak yasal 8 günlük süreden sonra 31.05.2019 tarihinde karar temyiz edilmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, kanun yolu başvurusunda, mahkemece hatalı belirlenen sürenin mi, kanunda belirlenen sürenin mi uygulanması gerektiği, mahkeme kararında belirtilen sürenin kabul edilmemesi halinde adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediğinin incelenmesi gerekir.
Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, yine taraf olduğumuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde de, herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme önüne getirme hakkı güvence altına alınmış olup, bu madde kapsamında, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, adil yargılanma hakkı kapsamındadır.
Yasal düzenlemeler ve belirtilen olgular ışığında değerlendirildiğinde; davalılar, mahkemenin kısa ve gerekçeli kararında belirtilen süreye uyarak, bu süre içinde temyiz başvurusunda bulunmuştur. Hâkim, uyuşmazlıkta uygulanacak kanun hükmünü tespit edip uygulamakla yükümlüdür (1086 sayılı HUMK.m.76, 6100 sayılı HMK 33. maddesi). Mahkemenin, kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü gözönüne alındığında, mahkeme tarafından kanun yolunun ve süresinin hatalı gösterilmesi sonucu davanın taraflarının kanun yolu başvuru talebinin süreden reddedilmesi, hatanın tüm sonuçlarının davanın taraflarına yüklenmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında adalete erişim hakkının sınırlandırılmasıdır.
Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrası ve 6100 sayılı Kanunun 297. maddesinin (ç) bendi uyarınca, hükümde, kanun yolları ve süresinin gösterilmesi bir zorunluluk olduğu gibi HMK’nın 297/2. fıkrasında “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” vurgusu yapılmıştır. Yargı kararlarına karşı başvurulacak kanun yolu ile süresinin hükümde açıkça ve doğru olarak gösterilmemiş olması bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını doğrudan engelleyecek ve hak arama hürriyetinin ihlal edilmesine sebep olacaktır.
Her ne kadar kanun yolu ve süresi, ilgili kanun maddelerinde açıkça belirtilmiş ise de, yargı organlarının yanlış yönlendirmesi sonucunda ilgililerin hak kaybına uğramayacağının kabul edilmesi gereklidir.
Karardaki yanlış yönlendirmenin hak kaybına yol açacağı açıktır, kanun yolunun ve kanun yoluna başvurma süresinin yanlış gösterilmesi bozma sebebi olmalıdır. Hakimin lehe verdiği karar hak sahibinin hak kaybına yol açacak şekilde yorumlanamaz. Kararın hüküm kısmı bir bütün olarak temyize tâbidir.
Bu gibi hallerde, usul kurallarının mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak şekilde katı uygulanmaması, mahkemenin kanun yolu ve süresini hatalı belirlemesi halinde, kararda belirtilen süreye uyularak yapılan kanun yolu başvurusunun, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında süresinde yapıldığının kabul edilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, temyiz başvurusu süresinde kabul edilerek, temyiz incelemesinin yapılması gerektiğini düşündüğümden, sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum.