Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2019/1834 E. 2019/3788 K. 29.05.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2019/1834
KARAR NO : 2019/3788
KARAR TARİHİ : 29.05.2019

…….

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı dava dilekçesinde özetle; 2004-2007 yılları arasında davalı site yönetiminde başkanlık görevi yaptığını, denetleme kurulu raporunda, yönetim kurulu ve genel kurul kararlarında da kendisinin yönetimden alacaklı olduğunun belirtildiğini,……… sayılı takip dosyasına davalı tarafından yapılan itiraz üzerine takibin durduğunu beyan ederek; davalının takip dosyasına yapmış olduğu itirazının iptaline ve takibin devamına, kötü niyetle itiraz edildiğinden davalının % 40 icra inkar tazminatı ödemesine, yargılama giderlerinin davalı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece; davacının davasının kabulüne, davalı tarafından ……. sayılı takip dosyasına yapılan itirazın iptali ile, 8.241,00-TL asıl alacak, taleple bağlı kalınarak 3.303,00 TL faiz olmak üzere, takibin toplam 13.344,00 TL üzerinden devamına, asıl alacak (8.241,00 TL) bedeli üzerinden % 20 icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava; önceki dönemde yönetici olan davacının görevi sırasında yaptığı masrafların tahsili amacıyla başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptali davasıdır.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin 1. fıkrası; “Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemeleri’nin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca resmî gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” 2. fıkrası; “Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun, 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki, 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez.” 3. fıkrası ise; “Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.” düzenlemelerini içermektedir.
Dosya içerisindeki belgelerin incelenmesinde; …….. verilen 02/11/2018 gün ve 2016/305 E. – 2018/800 K. sayılı kararın her ne kadar tebliğden itibaren 2 hafta içinde istinaf yasa yolu açık tutulmak üzere verildiği anlaşılmışsa da; aynı uyuşmazlıkla ilgili olarak daha önce ……verilen 29/08/2012 tarihinde verilen 2012/322 E. – 2014/337 K. sayılı kararın Yargıtay 18. Hukuk Dairesince incelenerek 14.03.2016 gün ve 2016/809 E.- 2016/4301 K. sayılı ilam ile görev yönünden bozulmasına karar verildiği görülmekle; inceleme konusu olan davada kanun yolu incelemesi görevinin 6100 sayılı HMK’nın geçici 3/2. maddesi uyarınca bölge adliye
…..
mahkemelerinde olmadığı ve 1086 sayılı HUMK’nın uygulanması gerektiği; bu nedenle ilgili kararın istinaf yoluna değil, temyiz yoluna tâbi olduğu tespit edilmiştir.
……verilen 02/11/2018 gün ve 2016/305 E. – 2018/800 K. sayılı karar, davalı vekili Av. …’e elektronik olarak 21.01.2019 tarihinde (muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen 5. gün) tebliğ edilmiş, ancak yasal 8 günlük süreden sonra 30.01.2019 tarihinde karar temyiz edilmiş ve dosya temyizen incelenmek üzere Dairemize gelmiştir.
Bu durumda HUMK’nın 437. maddesi hükmünde öngörülen 8 günlük temyiz süresi geçmiş olduğundan, 01.06.1990 gün ve 1989/3 E. – 1990/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca temyiz isteminin süreden REDDİNE, temyiz harcının istek halinde iadesine 29/05/2019 günü oy çokluğu ile karar verildi.
……
KARŞI OY YAZISI

Temyiz incelemesinde 1086 sayılı HUMK’nın uygulanması gerektiği, sulh mahkemesi kararlarının temyiz süresinin tebliğden itibaren 8 gün olduğu açıktır.
Ne var ki; sulh hukuk mahkemesi, kısa ve gerekçeli kararında, karara karşı temyiz yolu açık olmak üzere ve temyiz süresi “8 gün” olmasına rağmen, süreyi istinaf yasa yolu açık olmak üzere “iki hafta” olarak belirlemiş, bu hüküm kararı temyiz eden davalı vekiline elektronik olarak 21.01.2019 tarihinde (muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen 5. gün) tebliğ edilmiş, mahkemenin belirlediği iki haftalık sürede, ancak yasal 8 günlük süreden sonra 30.01.2019 tarihinde karar temyiz edilmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, kanun yolu başvurusunda, mahkemece hatalı belirlenen sürenin mi, kanunda belirlenen sürenin mi uygulanması gerektiği, mahkeme kararında belirtilen sürenin kabul edilmemesi halinde adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediğinin incelenmesi gerekir.
Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, yine taraf olduğumuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde de, herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme önüne getirme hakkı güvence altına alınmış olup, bu madde kapsamında, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, adil yargılanma hakkı kapsamındadır.
Yasal düzenlemeler ve belirtilen olgular ışığında değerlendirildiğinde; davalı vekili, mahkemenin kısa ve gerekçeli kararında belirtilen süreye uyarak, bu süre içinde temyiz başvurusunda bulunmuştur. Hâkim, uyuşmazlıkta uygulanacak kanun hükmünü tespit edip uygulamakla yükümlüdür (1086 sayılı HUMK’nın 76 ve 6100 sayılı HMK’nın 33. maddeleri). Mahkemenin, kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü gözönüne alındığında, mahkeme tarafından kanun yolunun ve süresinin hatalı gösterilmesi sonucu davanın taraflarının kanun yolu başvuru talebinin süreden reddedilmesi, hatanın tüm sonuçlarının davanın taraflarına yüklenmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında adalete erişim hakkının sınırlandırılmasıdır.
……..
Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrası ve 6100 sayılı Kanunun 297. maddesinin (ç) bendi uyarınca, hükümde, kanun yolları ve süresinin gösterilmesi bir zorunluluk olduğu gibi HMK’nın 297/2. fıkrasında “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” vurgusu yapılmıştır. Yargı kararlarına karşı başvurulacak kanun yolu ile süresinin hükümde açıkça ve doğru olarak gösterilmemiş olması bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını doğrudan engelleyecek ve hak arama hürriyetinin ihlal edilmesine sebep olacaktır.
Her ne kadar, kanun yolu ve süresi, ilgili kanun maddelerinde açıkça belirtilmiş ise de, yargı organlarının yanlış yönlendirmesi sonucunda ilgililerin hak kaybına uğramayacağının kabul edilmesi gereklidir.
Karardaki yanlış yönlendirmenin hak kaybına yol açacağı açıktır, kanun yolunun ve kanun yoluna başvurma süresinin yanlış gösterilmesi bozma sebebi olmalıdır. Hakimin lehe verdiği karar hak sahibinin hak kaybına yol açacak şekilde yorumlanamaz. Kararın hüküm kısmı bir bütün olarak temyize tâbidir.
Bu gibi hallerde, usul kurallarının mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak şekilde katı uygulanmaması, mahkemenin kanun yolu ve süresini hatalı belirlemesi halinde, kararda belirtilen süreye uyularak yapılan kanun yolu başvurusunun, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında süresinde yapıldığının kabul edilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, temyiz başvurusunun süresinde kabul edilerek, temyiz incelemesinin yapılması gerektiğini düşündüğümden, sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum. ….

KARŞI OY YAZISI

Mahkemece verilen kararda, dosyanın daha önce Yargıtay incelemesinden geçip bozulmuş olması nedeniyle 8 gün içinde temyize tabi olmasına rağmen, kısa ve gerekçeli kararda yasa yolu olarak “istinaf yasa yolu açık olmak üzere iki hafta” olarak belirtilmiştir. Bu karar, davalı vekiline elektronik olarak 21.01.2019 tarihinde (muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen 5. gün tebliğ edilmiş, davalı vekili bu kararı 8 gün geçtikten sonra ancak mahkemenin kararında belirttiği süre olan iki hafta dolmadan istinaf değil, temyiz etmiştir.
Buradaki ihtilaf; esasen temyize tabi bir kararın, mahkemece yanlış değerlendirme yapılarak istinafa tabi olduğunun kararda bildirilmesi ve davalı vekilinin de mahkeme kararında belirtilen kanun yoluna belirtilen süre içinde TEMYİZ başvurusu yapmış olması nedeniyle bu başvurunun süresinde ve usulüne uygun olup olmadığından kaynaklanmaktadır.
Anayasanın 40. maddesinde “(Ek fıkra: 3/10/2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü yer almaktadır.
Yine, 6100 sayılı HMK’nın “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesinin (ç) bendinde; “Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresinin” kararda yer alması gerektiği belirtilmiştir.
….. de kararlarında, kanun yollarına başvuruyu adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirmektedir.
…..

Yukarıda da belirtildiği üzere bir kararın istinafa veya temyize tâbi olup olmadığını belirleme görevi hâkime verilmiştir. Hâkim, hükmünün hangi kanun yoluna tâbi olduğunu ve süresini kararında doğru olarak belirtmek zorundadır.
Bir hükmün hangi kanun yoluna tâbi olduğunu belirlemek hukuki bir muhakemeyi gerektirmektedir. Nitekim, bu konuda zaman zaman Yargıtay ile Bölge Adliye Mahkemeleri ya da ilk derece mahkemeleri arasında da görüş ayrılıkları olmaktadır.
Olayımızda verilen hüküm esasında istinafa tabi bir hükümdür. Ancak, daha önce dosya Yargıtaya gelip bozulduğu için yerel mahkemece verilen kararın doğrudan Yargıtaya gönderilmesi gerekmektedir. Mahkemece bu husus yanlış muhakeme edilerek istinafa tabi olduğu kararına varılmıştır. Mahkemenin dahi yanlış bir değerlendirme yaptığı bir konuda (hukuk eğitimi almamış kişilerin) kararda yazanın aksine taraflardan doğru bir değerlendirme yapmasını beklemek hakkaniyete uygun düşmeyeceği gibi, mahkemenin kararında bildirdiği kanun yoluna başvuran tarafın başvurusunu hak kaybına yol açacak şekilde aleyhine değerlendirip kanun yoluna müracaatını engelleyecek biçimde yorumlamak adil yargılanma hakkının da ihlali niteliğindedir.
Kanun yolu süresinin yanlış bildirilmesinden farklı olarak kanun yolunun yanlış yazılmış olması, bu hususun tespitinin bir hukuki muhakemeyi gerektirmesi nedeniyle kanun yoluna başvuran kişinin aleyhine değerlendirilemeyeceği ve adil yargılama ilkesine aykırılık teşkil edeceği, bu nedenlerle yapılan kanun yolu başvurusunun süresinde olduğu kanaatinde olduğumdan temyiz süresinin geçirildiğine dair çoğunluk görüşüne katılmayarak temyiz incelemesinin yapılması gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum. ……