Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2018/1012 E. 2019/3707 K. 28.05.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2018/1012
KARAR NO : 2019/3707
KARAR TARİHİ : 28.05.2019

…….

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı 26/06/2009 tarihli dava dilekçesi ile; maliki olduğu …… sıra numaralı ve 5000 m2 yüzölçümlü taşınmazın 1980 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında makilik niteliği ile Hazine adına tespit edildiği, tapu kaydı kapsamında kalan taşınmazın 229 parsel sayısı ile tespitine karşı kadastro mahkemesinin…… sayılı dosyası ile Hazine aleyhine tespite itiraz davası açtıklarını, kadastro mahkemesinin……. sayılı ilamı ile verilen kararın temyiz ve karar düzeltme incelemesinden geçerek kesinleştiğini, davacının iyiniyetli olup tapu siciline güvenerek taşınmazı satın aldığını kendisine resmi tapu verilmesine rağmen aradan 30 yıl geçtikten sonra kadastro tespiti sırasında taşınmazın Hazine adına tespit edildiğini, Hazinenin mahkeme kararı ve ihale yolu ile satarak şahıslar adına oluşturduğu tapuları yok saydığını, davacının da bu şekilde zarara uğratıldığını, ayrıca davacının taşınmazına iyiniyetli olarak muhdesatlar yaptığını bu muhdesatlardan dolayı da zarara uğradığını, davacı taşınmazı satın alırken tapuda orman yada 2/B olduğuna ilişkin bir şerh olmadığını belirterek şimdilik taşınmaz bedeli olarak 500.000 TL muhdesat bedeli olarak 20.000 TL tazminat olmak üzere 520.000 TL tazminatın kararın kesinleştiği tarihten işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece davacının satın aldığı tapunun….. parsele ait olduğu iddiasının kesinleşen kadastro mahkemesinin 2004/1 E.-2005/5 K. sayılı ilamına göre kabulünün mümkün olmadığı, dayanılan tapu kayıtlarının tapulama sırasında 229 nolu parsel dışında çok sayıda parsele revizyon gördüğü ve tapu miktarından 2093.926 m2’lik fazladan yer verildiği, iddia edilen hususların tapu kaydının yanlış veya gereği gibi tutulmamasından kaynaklanmadığı, davacının dayandığı tapu kaydı hangi parsele ait ise o parsel malikine karşı talepte bulunabileceği gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiş, hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5 Hukuk Dairesinin 17/06/2013 tarih 2013/8759 E.-12642 K. sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin onama ilamında özetle; “…davacının 1980 yılında yapıaln kadastro çalışması sırasında adına kayıt oluşturmaması nedeni ile 10 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra eldeki davayı açtığı ve zamanaşımını keser nitelikteki antalya kadastro mahkemesinin 2004/1esas sayılı dosyasında da taraf olmadığı gözetilerek davanın zamanaşımı ile reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle reddine karar verilmesi sonucu itibari ile doğru olduğundan hükmün onanmasına…” denilmiştir.
……….
Davacı tarafın karar düzeltme talebi Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 06/03/2014 tarih, 2013/25328 E-2014/6160 K. sayılı ilamı ile reddedilmiş ve hüküm 06/03/2014 tarihinde kesinleşmiştir.
Bu sefer davacı tarafından Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulması üzerine Anayasa Mahkemesi 25/07/2017 tarih, 2014/6673 başvuru numaralı kararında özet olarak; “…Başvurucu tarafından 26/6/2009 tarihinde açılan dava 4721 sayılı Kanu’un 1007. maddesi uyarınca Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğu ilkesine dayandırılmıştır. Yargıtayın 18/11 /2009 tarihinden önceki içtihadı, devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı yolunda olmuştur. Bununla birlikte Yargıtay HGK’nın 18/11/2009 tarihli kararından sonra Yargıtay içtihadı değişmiştir. Anılan kararda 4721 sayılı Kanunun 1007. maddesinde öngörülen sorumluluğun kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da kapsadığı belirtilmiştir. Yargıtay Hukuk Daireleri de bu tarihten sonra Yargıtay HGK’nın bu içtihadı doğrultusunda karar vermiştir. Nitekim …… bu içtihadından sonra yeni bir iç hukuk yolu oluştuğunu kabul ederek kabul edilemezlik kararları vermiştir (bkz. §§ 45, 46). Anayasa Mahkemesi de daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır …….sayılı Kanunun 1007. maddesi uyarınca açılacak tazminat davalarının 818 sayılı mülga Kanunun 125. maddesi gereğince on yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olduğunu kabul etmektedir (bkz. § 39). Buna göre kadastro tespiti nedeniyle mülkiyet kaybının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl içinde tazminat davasının açılması gerekmektedir. Somut olayda Daire, başvurucunun 1980 yılında Hazine adına yapılan tespite karşı dava açmadığını ve dolayısıyla kadastro tespitinin davacı yönünden kesinleştiğini belirterek 26/6/2009 tarihinde açılan davada zamanaşımı süresinin geçtiğine ve bu nedenle davanın reddi gerektiğine hükmetmiştir. Başvurucunun 1980 tarihli kadastro tespitine karşı dava açmadığı hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Dolayısıyla Daire kararı gözetildiğinde başvurucunun en son 1990 yılında dava açmış olması gerekmektedir. Ancak anılan tarihteki Yargıtay içtihadı 4721 sayılı Kanunun 1007. maddesinin tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı biçimindedir. Diğer bir ifadeyle o tarihteki içtihat itibarıyla 4721 sayılı Kanunun 1007. maddesinde düzenlenen sorumluluk davası, başvurucunun tazminat iddiasını incelemeye ve gerekirse başvurucu lehine tazminata hükmedilmesine elverişli bir yol değildir. Bu dava, Yargıtay HGK’nın 18/11 /2009 tarihli içtihadından sonra başvurucunun tazminat talebinin incelenmesi bakımından etkili ve elverişli hale gelmiştir. Dairenin 18/11 /2009 tarihinde oluşan bu hukuki yol için zamanaşımı süresinin 1980 yılından itibaren işlemeye başladığı yolundaki kabulü, 4721 sayılı Kanunun 1007. maddesinde öngörülen dava yolunu başvurucu açısından anlamsız hale getirmiştir. 18/11/2009 tarihinden önce başvurucunun talebi yönünden etkisiz olduğu açık olan bir yolun başvurucu tarafından 1990 yılından önce tüketilmesinin beklenmesi başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmesi sonucunu doğurmuştur. Zira bu yol, başvurucunun talebi yönünden 18/11/2009 tarihinden sonra etkili hale gelmiştir. Dairenin bu yorumu, aşırı şekilci ve katı olup 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş başvurularda başvurucular yönünden 4721 sayılı Kanunun 1007. maddesi kapsamındaki tazminat yolunu etkisizleştirmektedir. Sonradan oluşan bir hukuk yoluna ilişkin zamanaşımı süresinin kişinin bu yola başvurmasını kesin olarak imkansız hale getirecek bir tarihte başlayacağının kabulü, sınırlamanın istisna olduğu ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Bununla birlikte 818 sayılı ….. on yıllık zamanaşımı süresinin hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması amacına matuf olduğu gözetildiğinde bu sürenin tamamen gözardı edilmemesi…..
gerektiği de açıktır. Başvurucunun dava açma hakkını kullanabilmesindeki bireysel yarar ile hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin sağlanmasındaki kamu yararı arasında dava açmanın süreye bağlanmış olmasını anlamsız kılmayacak şekilde bir denge kurulmalıdır. Bu denge kurma çabasının, on yıllık zamanaşımı süresinin bu hukuki yolun oluştuğu 18/11/2009 tarihinden itibaren yeniden işleyeme başlayacağının kabulünü zorunlu kılmadığının altı çizilmelidir. Aksi takdirde zamanaşımı süresinin öngörülmesi anlamsız hale gelecek ve kamu yararı ile bireysel yarar arasında gözetilmesi gereken denge kamu yararı aleyhine bozulmuş olacaktır. Önemli olan husus, 18/11 /2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunanlar yönünden 4721 sayılı Kanunun 1007. maddesi kapsamında dava açılabilmesine imkan tanınmış olmasıdır. Bu durumda 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolan başvurucuların dava açabilmelerini mümkün kılacak makul bir süre öngörülmesi, kamu yararı ile bireylerin mülkiyet hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulabilmesi bakımından yeterli olup bu sürenin ne kadar olacağının takdirinin derece mahkemelerine ve özellikle içtihat mahkemesi konumunda olan Yargıtaya ait olduğu kuşkusuzdur. Sonuç olarak başvurucunun talebi yönünden 18/11/2009 tarihinde etkili hale gelen hukuk yolunun bu tarihten önce tüketilmesi gerektiği gerekçesiyle reddedilmesi suretiyle başvurucuya yüklenen külfet, kamu yaran ile bireyin mahkemeye erişim hakkı arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozmuş ve mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kılmıştır. Açıklanan nedenlerle Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir…” denilmiş ve hak ihlalinin ortadan kaldırılması için dosya Yargıtay 5. Hukuk Dairesine gönderilmişse de Yargıtay işbölümüne göre davanın konusunun Dairemizin görevine girmesi nedeni ile dosya Dairemize gönderilmiştir.
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(]) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi halinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir .
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir.
Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 79/1-a maddesine göre de; “…Bölüm, ihlalin bir mahkeme kararından kaynaklandıgını tespit ederse ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyayı ilgili mahkemeye gönderir. İlgili mahkeme, bölümün ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde yeniden yargılama yapar ve mümkünse dosya üzerinden ivedilikle karar verir…” demektedir,
Anayasa mahkemesi kanunda ve içtüzüğünde yer alan hak ihlali kararının giderilmesine ilişkin bu düzenleme karşısında dosya yeniden ele alınarak yapılan inceleme sonucunda; Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin; 17/06/2013 tarih 2013/8759 Esas-12642 Karar sayılı; “…davacının 1980 yılında yapıaln kadastro çalışması sırasında adına kayıt oluşturmaması nedeni ile 10 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra eldeki davayı açtığı ve zamanaşımını keser nitelikteki Antalya Kadastro Mahkemesinin 2004/1 Esas sayılı dosyasında da taraf olmadığı gözetilerek davanın zamanaşımı ile reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle reddine karar verilmesi sonucu itibari ile doğru olduğundan hükmün onanmasına…” şeklindeki kararının kaldırılmasına, yerel mahkemenin davanın reddine ilişkin kararı bakımından ise;
…….

Dosya içeriği ve daha önce Dairemizce incelenen ……. sayılı dava dosyasındaki belgelerden;……. 1964 yılında yapılan genel arazi kadastrosu sırasında daha sonra 229 parsel sayısı alacak olan taşınmazın 1946 yılında yapılıp kesinleşen orman tahdit sınırları içinde bulunduğundan kadastro dışı bırakıldığı, 1975 yılında yapılıp 20.10.1975 tarihinde ilan edilen, itirazlı yerlerde ise 23.05.1980 tarihinde ilanı yapılan 6831 sayılı Kanunun 1744 sayılı Kanunla değişik 2. madde uygulamasıyla orman sınırları dışına çıkarıldığı, 1980 yılında yapılan genel arazi kadastrosu sırasında makilik niteliği ile Hazine adına tespit edildiği, itirazları kadastro komisyonunca reddedilen bir kısım davacıların kazandırıcı zamanaşımı zillyetliğine, bir kısmının 2000 dönüm (1.838.000m2) yüzölçümlü Mayıs ……nolu sicilden gelen tapu kayıtlarına tutunarak dava açtıkları, bozma kararları sonrasınd…….. sayılı ilamla dayanak tapu kayıtlarının Mayıs 1325 tarih …..sıra nolu sicilden geldikleri, kök tapuların 2000 dönüm (1.838.000 m2) olan miktarının Hazineninde taraf olduğu ortaklığın giderilmesi davasıyla 22.201.202 m2 olarak belirlenmiş ise de anılan dava yüzölçüm artırılması davası olmadığından Hazineyi bağlamayacağı, tapu kayıtlarının ilk tesisindeki miktara (2.000 dönüm) itibar edilmesi gerektiği, miktarından fazlasıyla Koyunlu köyünde bulunan 3.931.926 m2 yüzölçümlü dava dışı parsellere revizyon gördüğü gerekçesiyle davacıların davalarının reddine, 229 parselin 4.126.352 m2 yüzölçümlü olarak makilik niteliği ile Hazine adına tapuya tesciline karar verildiği, temyiz ve karar düzeltme isteklerinin Yargıtay 7. Hukuk Dairesince reddedilerek 01.07.2008 tarihinde kesinleştiği, anılan davada 229 parsel yönünden dayanılan tapu kayıtlarının kökü olan Mayıs 1325 tarih 71 ila 80 ve 136 ila 141 sıra nolu tapu kayıtlarının miktarının 2.000 dönüm (1.838.000 m2) yüzöçümlü olduğu, maliklerinin gerçek kişiler ile Hazine olduğu, bir kısım tapu malikleri tarafından diğer tapu malikleri gerçek kişiler ile Hazine taraf gösterilerek açılan ortaklığın giderilmesi davası üzerine…… 11.01.1940 tarih 15/1 sayılı kararı ile Mayıs 1325 tarih 71 ila 80 ve 136 ila 141 sıra nolu tapu kayıtlarının kapsadığı alanın 23.079.766 m2 olduğuna, 878.564 m2’sinin tarım arazi niteliğinde olduğundan taksimine, geriye kalan 22.201.202m2 yüzölçümlü bölümünün tarıma elverişli olmadığından satılarak ortaklığın giderilmesine karar verildiği, 878.564 m2 yüzöçümlü tarıma elverişli taşınmazın taksimle 28 parçaya ayrıldığı, Hazinenin payına karşılık olarak ayrılan 353.815 m2 yüzöçümlü taşınmazın iskanen…… bulunan göçmenlere dağıtıldığı, tarıma elverişsiz 22.201.202 m2 yüzöçümlü taşınmazın ihale ile satılarak alıcıları ……adlarına 13.04.1944 tarih 118 sıra nolu tapu kaydının oluştuğu, anılan tapunun ifraz edildiği, 17.578.632 m2 yüzölçümlü kesiminin 29.04.1958 tarih 30 sıra numarasıyla …… adlarına paylı mülkiyet üzere kayıtlı iken yine ifraz edildiği, 3.913.685 m2 yüzölçümlü kesiminin …….köyünde yapılan genel arazi kadastrosu sırasında revizyon gördüğü, ….. 4.1.10.4/451 sayılı emirleri uyarınca 307.500 m2 yüzölçümlü kesiminin orman olarak ayrıldığı ve 30.07.1968 tarih 6 sıra nolu tapunun Hazine adına oluştuğu, anılan tapunun……yapılan genel arazi kadastrosu sırasında 230 sayılı orman parseline revizyon gördüğü, 13.357.447 m2 yüzöçümlü bölümünün……adlarına paylı mülkiyet üzere kayıtlı iken tapu maliklerinin rızai taksim yaptıkları, bir kesimini yola terk ettikleri, gerisini 113 parçaya ayırdıkları, 30.07.1968 tarih 8 ila 120 sıra nolu ifraz tapularının oluştuğu, ifraz haritasında …… ve 115 numaralı yerlerin…..köyünde bulunan parsellere revizyon gördüğü, ifraz haritasındaki….. 114 nolu yerlerin ise ………
…….

parsel içinde kaldığı, davacının dayandığı
01/04/1971 tarih 11 sıra numaralı tapu kaydının 30.07.1968 tarih 7 sıra nolu tapunun ifrazından ve satışlarından geldiği, 30.07.1968 tarih 7 nolu tapununda, kök Mayıs 1325 tarih 71 ila 80 ve 136 ila 141 sıra nolu tapulardan ifrazlar ve satın alma yoluyla oluştuğu anlaşıldığına, Yargıtay 7. Hukuk Dairesince onanarak kesinleşen ….. Kadastro Mahkemesinin 2004/1 E. – 2005/5 K. sayılı ilamıyla davacıya ait tapu kaydının kökü olan Mayıs 1325 tarih 71 ila 80 ve 136 ila 141 sıra nolu tapu kayıtlarının ilk tesisindeki miktarına (1.838.000 m2) itibar edilip, miktarından fazlasıyla da dava dışı parsellere revizyon gördüğünün belirlendiğine, bu durumda davacının 229 parsel sayılı taşınmaza ilişkin TMK’nın 1007. maddesi uyarınca tazminat davası açma hakları bulunmadığına göre, tazminat isteklerinin reddine dair usul ve kanuna uygun mahkeme kararının onanmasına oybirliği ile karar verilmiştir.
SONUÇ: Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 06/03/2014 gün 2013/25328 E. -2014/61608 K. sayılı onama ilamının ortadan kaldırılmak suretiyle Anayasa Mahkemesi kararı uyarıca davacının hak ihlali durumunun ortadan kaldırılmasına, davanın reddine dair ilk derece mahkemesinin 08/05/2012 gün ve 2009/252-2012/106 E.-K. sayılı kararının yukarıda yazılı gerekçelerle ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine 28/05/2019 günü oy birliği ile karar verildi.