YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2017/8304
KARAR NO : 2019/1043
KARAR TARİHİ : 18.02.2019
MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava dilekçesinde; “… Cad. A1-59 BLok 16” nolu dairenin çatı akmasından ve doğalgaz sıcak su borularının patlamasından dolayı akan suların daire tavanlarına vermiş olduğu hasar ve zararların giderilmesi ve kiracının daireden çıkmış olduğu 10.05.2012 tarihinden bu yana yönetimin sebebiyet verdiği mağduriyetlerin giderilmesi amacı ile fazlaya ilişkin talep ve hakları saklı kalmak kaydıyla 10.631,99 TL’lik alacağın davalıdan tahsiline aidat ödeme tarihinden itibaren en yüksek yasal faiz oranından hesap edilerek davalıdan alınarak taraflarına verilmesi istenilmiştir.
… 2. Sulh Hukuk Mahkemesi 2013/49 E. – 2014/1028 K. sayılı kararıyla davalı … A1-59 blok yönetimi yönünden pasif husumet ehliyeti bulunmaması nedeniyle, diğer dahili davalılar yönünden ise HMK’nın 124. maddesi uyarınca taraf değişikliğine, açık rıza olmadığından davanın reddine karar verilmiş, hükmün davacılar tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 2015/9969 E. – 2016/6897 K. sayılı kararıyla “Somut olayda davacı anataşınmaza ait ortak yerlerden kaynaklanan zarar nedeniyle malik de olan yöneticiye karşı tazminat davası açmış yargılama devam ederken Kat Mülkiyeti Kanunu gereğince bu zarardan sorumlu olan maliklere karşı …03.2013 tarihli, mahkemenin ara kararı gereğince malikler davaya dahil edilmiş, davacının da buna karşı herhangi bir itirazı olmamıştır. Mahkemece, oluşan zararların ortak alanlardan kaynaklanıp kaynaklanmadığı tespit edilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile davanın husumetten reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.” denilerek bozulmasına hükmetmiştir.
Mahkemece; davacı …’un açmış olduğu davanın 2. kez müracata bırakıldığından açılmamış sayılmasına, davacı …’un açmış olduğu davanın kısmen kabulü ile fazlaya ilişkin taleplerin reddine karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, alacağın tahsili istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. madde …. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. 2. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez. 3. fıkrasına göre; bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.
Dosya içerisindeki belgelerin incelenmesinde; … 2. Sulh Hukuk Mahkemesi, 14/03/2017 gün ve 2016/703 E. – 2017/215 K. sayılı kararı her ne kadar tebliğden itibaren 2 hafta içerisinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere verildiği anlaşılmışsa da aynı mahkemece daha önce …11.2014 tarihinde verilen 2013/49 E. – 2014/1028 K. sayılı kararın Yargıtay 18. Hukuk Dairesince incelenerek 28/04/2016 tarihli 2015/9969 E. – 2016/6897 K. sayılı kararıyla bozulmasına karar verildiği görülmekle; 6100 sayılı HMK’nın geçici 3/2. maddesi uyarınca bölge adliye mahkemelerinin görevli olmadığı ve 1086 sayılı HUMK’nın uygulanması gerektiğinden ilgili kararın istinaf yoluna değil temyiz yoluna tabi olduğu tespit edilmiştir.
… 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/703 E. – 2017/215 K. sayılı kararı, davacı …’a 17.05.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak yasal 8 günlük süreden sonra 26.05.2017 tarihinde karar temyiz edilmiştir. Diğer davacı …’a ise karar 12.05.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak yasal 8 günlük süreden sonra 26.05.2017 tarihinde temyiz edilmiştir. Bu durumda HUMK’nın 437. maddesi hükmünde öngörülen 8 günlük temyiz süresi geçmiş bulunduğundan, 01.06.1990 gün ve 1989/3 E. – 1990/… K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca temyiz isteminin süreden REDDİNE, temyiz harcının istek halinde iadesine 18/02/2019 günü oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Temyiz incelemesinde 1086 sayılı HUMK’nın uygulanması gerektiği, sulh mahkemesi kararlarının temyiz süresinin tebliğden itibaren 8 gün olduğu açıktır.
Ne varki; Sulh Hukuk Mahkemesi, kısa ve gerekçeli kararında, karara karşı temyiz yolu açık olmak üzere ve temyiz süresi “8 gün” olmasına rağmen istinaf kanun yolu açık olmak üzere “iki hafta” olarak belirlemiş, bu hüküm kararı temyiz eden davacı …’a 17.05.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, mahkemenin belirlediği iki haftalık sürede ancak yasal 8 günlük süreden sonra 26.05.2017 tarihinde karar temyiz edilmiştir. Diğer davacı …’a ise gerekçeli karar 12.05.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, mahkemenin belirlediği iki haftalık sürede ancak yasal 8 günlük süreden sonra 26.05.2017 tarihinde karar temyiz edilmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, kanun yolu başvurusunda, mahkemece hatalı belirlenen sürenin mi, kanunda belirlenen sürenin mi uygulanması gerektiği, mahkeme kararında belirtilen sürenin kabul edilmemesi halinde adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediğinin incelenmesi gerekir.
Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, yine taraf olduğumuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde de, herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme önüne getirme hakkı güvence altına alınmış olup, bu madde kapsamında, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, adil yargılanma hakkı kapsamındadır.
Yasal düzenlemeler ve belirtilen olgular ışığında değerlendirildiğinde; davacılar, mahkemenin kısa ve gerekçeli kararında belirtilen süreye uyarak, bu süre içinde temyiz başvurusunda bulunmuştur. Hakim, uyuşmazlıkta uygulanacak kanun hükmünü tespit edip uygulamakla yükümlüdür. (1086 sayılı HUMK’nın m.76, 6100 sayılı HMK 33. maddesi). Mahkemenin, kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü gözönüne alındığında, mahkeme tarafından kanun yolunun ve süresinin hatalı gösterilmesi sonucu davanın taraflarının kanun yolu başvuru talebinin süreden reddedilmesi, hatanın tüm sonuçlarının davanın taraflarına yüklenmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında adalete erişim hakkının sınırlandırılmasıdır.
Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrası ve 6100 sayılı Kanunun 297. maddesinin (ç) bendi uyarınca, hükümde, kanun yolları ve süresinin gösterilmesi bir zorunluluk olduğu gibi HMK’nın 297/2. fıkrasında “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” vurgusu yapılmıştır. Yargı kararlarına karşı başvurulacak kanun yolu ile süresinin hükümde açıkça ve doğru olarak gösterilmemiş olması bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını doğrudan engelleyecek ve hak arama hürriyetinin ihlal edilmesine sebep olacaktır.
Her ne kadar kanun yolu ve süresi, ilgili kanun maddelerinde açıkça belirtilmiş ise de yargı organlarının yanlış yönlendirmesi sonucunda ilgililerin hak kaybına uğramayacağının kabul edilmesi gereklidir.
Karardaki yanlış yönlendirmenin hak kaybına yol açacağı açıktır, temyiz yoluna başvurma süresinin yanlış gösterilmesi bozma sebebi olmalıdır. Hâkimin lehe verdiği karar hak sahibinin hak kaybına yol açacak şekilde yorumlanamaz. Kararın hüküm kısmı bir bütün olarak temyize tabidir.
Bu gibi hallerde, usul kurallarının mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak şekilde katı uygulanmaması, mahkemenin kanun yolu ve süresini hatalı belirlemesi halinde, kararda belirtilen süreye uyularak yapılan kanun yolu başvurusunun, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında süresinde yapıldığının kabul edilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, temyiz başvurusu süresinde kabul edilerek, temyiz incelemesinin yapılması gerektiğini düşündüğümden, sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum.
KARŞI OY YAZISI
Mahkemece verilen kararda, dosyanın daha önce Yargıtay incelemesinden geçip bozulmuş olması nedeniyle 8 gün içinde temyize tabi olmasına rağmen, kısa ve gerekçeli kararda yasa yolu olarak “istinaf yasa yolu açık olmak üzere iki hafta” olarak belirtilmiştir. Bu karar, istinafa başvuran davacı …’a 17.05.2017 tarihinde ve diğer davacı …’a 12.05.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, davacılar bu kararı 8 gün geçtikten sonra ancak mahkemenin kararında belirttiği süre olan iki hafta dolmadan istinaf etmişlerdir.
Buradaki ihtilaf; esasen temyize tabi bir kararın, mahkemece yanlış değerlendirme yapılarak istinafa tabi olduğunun kararda bildirilmesi ve davacıların da mahkeme kararında belirtilen kanun yoluna belirtilen süre içinde istinaf başvurusu yapmış olması nedeniyle bu başvurunun süresinde ve usulüne uygun olup olmadığından kaynaklanmaktadır.
Anayasanın 40.maddesinde “(Ek fıkra: 3/10/2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” Hükmü yer almaktadır.
Yine, 6100 sayılı HMK’nın “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesinin (ç) bendinde; “Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresinin” kararda yer alması gerektiği, belirtilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kararlarında, kanun yollarına başvuruyu adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirmektedir.
Yukarıda da belirtildiği üzere bir kararın istinafa veya temyize tabi olup olmadığını belirleme görevi hâkime verilmiştir. Hâkim, hükmünün hangi kanun yoluna tabi olduğunu ve süresini kararında doğru olarak belirtmek zorundadır.
Bir hükmün hangi kanun yoluna tâbi olduğunu belirlemek hukukî bir muhakemeyi gerektirmektedir. Nitekim bu konuda zaman zaman Yargıtay ile bölge adliye mahkemeleri ya da ilk derece mahkemeleri arasında da görüş ayrılıkları olmaktadır.
Olayımızda verilen hüküm esasında istinafa tabi bir hükümdür. Ancak, daha önce dosya Yargıtaya gelip bozulduğu için yerel mahkemece verilen karar doğrudan Yargıtaya gönderilmesi gerekmektedir. Mahkemece bu husus yanlış muhakeme edilerek istinafa tabi olduğu kararına varılmıştır. Mahkemenin dahi yanlış bir değerlendirme yaptığı bir konuda hukuk eğitimi almamış kişilerin kararda yazanın aksine doğru bir değerlendirme yapmasını beklemek hakkaniyete uygun düşmeyeceği gibi, mahkemenin kararında bildirdiği kanun yoluna başvuran tarafın başvurusunu hak kaybına yol açacak şekilde aleyhine değerlendirip kanun yoluna müracaatını engelleyecek biçimde yorumlamak adil yargılanma hakkının da ihlali niteliğindedir.
Kanun yolu süresinin yanlış bildirilmesinden farklı olarak kanun yolunun yanlış yazılmış olması, bu hususun tespitinin bir hukukî muhakemeyi gerektirmesi nedeniyle kanun yoluna başvuran kişinin aleyhine değerlendirilemeyeceği ve adil yargılama ilkesine aykırılık teşkil edeceği, bu nedenlerle yapılan kanun yolu başvurusunun süresinde olduğu kanaatinde olduğumdan temyiz süresinin geçirildiğine dair çoğunluk görüşüne katılmayarak temyiz incelemesinin yapılması gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.