Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2017/7916 E. 2019/1071 K. 18.02.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2017/7916
KARAR NO : 2019/1071
KARAR TARİHİ : 18.02.2019

MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava dilekçesinde, dava konusu taşınmazdaki 21 adet dairenin … Genel Müdürlüğü tarafından davalıya satıldığını, önceki malikle kendi aralarında yaptıkları protokol ile davacıya ait olan ve asma kata denk gelen 22 nolu bağımsız bölümden 35 m²lik bir kısmın pasaj üstü kapatılarak 2 oda, tuvalet ve banyodan oluşan bir dairenin yapılmasının, buna ilişkin projenin tasdik ettirilip protokolünde yönetim kurulunun kararından sonra yürürlüğe girmesinin kararlaştırıldığını, dava dışı … tarafından taşınmazların davalı kuruma satılmasıyla protokolün bir hükmünün kalmadığını, bu protokolle …’a tanınan hakkın 3. kişiye sirayet edeceği konusunda hüküm bulunmadığını, buranın iadesi konusunda yapılan sözlü müracaatın sonuç doğurmaması üzerine yazılı olarak başvurduklarını, uzun süre oyaladıktan sonra davalının başvurularını reddederek işgal ettiği bu kısmı iade etmediğini, ayrıca davalı kurum tarafından müşterek ısıtma sistemine, ferdi sisteme geçilmesi hususunda yapılan protokolde ısıtma sistemine ilişkin yapılan projeye uygun olarak ortak yerlerden geçirilmesi gereken boruların dükkan-bağımsız bölümlerden geçirilerek tavan yüksekliğinin azaltıldığını, projeye aykırı bu sistemin sökülmesi gerektiğini, bu nedenlerle davalının haksız işgaline son verilerek bağımsız bölümün yıkılarak projeye uygun şekilde kendilerine teslimini, ısıtma sisteminin sökülerek projeye uygun olarak ortak alanlardan geçirilmesini ayrıca haksız olarak işgal ettiği yere ilişkin 15.000,00.-TL haksız işgal tazminatının davalılardan tahsili istenilmiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda 03/11/2011 tarihli 2009/2447 E. – 2011/2233 K. sayılı ilamı ile davanın reddine karar verilmiş, davacılar vekilinin hükmü temyiz etmesi üzerine Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 15.5.2012 gün 2012/3046-5633 E.K. sayılı ilamı ile “protokolün 2. maddesinde dava konusu edilen yerler ile ilgili münhasıran …’a kullanım hakkı verilmiş olup, …’a ait bağımsız bölümleri sonradan satın alan davalı için böyle bir hak verilmemiş bulunduğundan, davacıların iyiniyetli olmadığından söz edilemez. Buna göre mahkemece tüm deliller toplanıp mahallinde keşif yapılarak projeye aykırı hususlar belirlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçelerle davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.” gereğine değinilerek bozulmasına karar verilmiş, mahkemece Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 15.5.2012 gün 2012/3046-5633 E.K. sayılı ilamına uyulmayarak önceki kararında direnildiği, dienme üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10/12/2014 tarih 2013/18-1323 E. – 2014/1023 K. sayılı ilamı ile “özel Daire bozma kararına uyulması gerektiği nedeniyle mahkeme kararının bozulmasına “karar verildiği, bozma kararı üzerine dosyanın 2015/1715 Esasına kaydedildiği, yargılamaya devam olunduğu anlaşılmıştır.
Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucu mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava müdahalenin önlenmesi ve eski hale getirme istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. madde …. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. 2. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez. 3. fıkrasına göre; bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.
Dosya içerisindeki belgelerin incelenmesinde; … 5. Sulh Hukuk Mahkemesince 08/03/2017 tarihli 2015/1715 E. – 2017/382 K. sayılı kararı her ne kadar tebliğden itibaren 2 hafta içinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere verildiği anlaşılmışsa da aynı mahkemece daha önce 03.11.2011 tarihinde verilen 2009/2447 E. – 2011/2233 K. sayılı kararın Yargıtay 18. Hukuk Dairesince incelenerek 2012/3046 E. – 2012/5633 K. sayılı kararıyla bozulmasına karar verildiği görülmekle; 6100 sayılı HMK’nın geçici 3/2. maddesi uyarınca bölge adliye mahkemelerinin görevli olmadığı ve 1086 sayılı HUMK’nın uygulanması gerektiğinden ilgili kararın istinaf yoluna değil temyiz yoluna tabi olduğu tespit edilmiştir.
… 5. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2015/1715 E. – 2017/382 K. sayılı kararı, davalı vekili …’a 26.04.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak yasal 8 günlük süreden sonra 08.05.2017 tarihinde karar temyiz edilmiştir. Bu durumda HUMK’nın 437. maddesi hükmünde öngörülen 8 günlük temyiz süresi geçmiş bulunduğundan, ….6.1990 gün ve 1989/3 E. – 1990/… K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca temyiz isteminin süreden REDDİNE, temyiz harcının istek halinde iadesine 18/02/2019 günü oy çokluğu ile karar verildi.

Temyiz incelemesinde 1086 sayılı HUMK’nın uygulanması gerektiği, sulh mahkemesi kararlarının temyiz süresinin tebliğden itibaren 8 gün olduğu açıktır.
Ne var ki; Sulh Hukuk Mahkemesi, kısa ve gerekçeli kararında, karara karşı temyiz yolu açık olmak üzere ve temyiz süresi “8 gün” olmasına rağmen istinaf yasa yolu açık olmak üzere “iki hafta” olarak belirlemiş, bu hüküm kararı temyiz eden davalı vekili …’a 26.04.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, mahkemenin belirlediği iki haftalık sürede ancak yasal 8 günlük süreden sonra 08.05.2017 tarihinde karar temyiz edilmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, kanun yolu başvurusunda, mahkemece hatalı belirlenen sürenin mi, kanunda belirlenen sürenin mi uygulanması gerektiği, mahkeme kararında belirtilen sürenin kabul edilmemesi halinde adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediğinin incelenmesi gerekir.
Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, yine taraf olduğumuz, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 6. maddesinde de, herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme önüne getirme hakkı güvence altına alınmış olup, bu madde kapsamında, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, adil yargılanma hakkı kapsamındadır.
Yasal düzenlemeler ve belirtilen olgular ışığında değerlendirildiğinde; davalılar, mahkemenin kısa ve gerekçeli kararında belirtilen süreye uyarak, bu süre içinde temyiz başvurusunda bulunmuştur. Hâkim, uyuşmazlıkta uygulanacak kanun hükmünü tespit edip uygulamakla yükümlüdür (1086 sayılı HUMK.m.76, 6100 sayılı HMK 33. maddesi). Mahkemenin, kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü gözönüne alındığında, mahkeme tarafından kanun yolunun ve süresinin hatalı gösterilmesi sonucu davanın taraflarının kanun yolu başvuru talebinin süreden reddedilmesi, hatanın tüm sonuçlarının davanın taraflarına yüklenmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında adalete erişim hakkının sınırlandırılmasıdır.
Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrası ve 6100 sayılı Kanunun 297. maddesinin (ç) bendi uyarınca, hükümde, kanun yolları ve süresinin gösterilmesi bir zorunluluk olduğu gibi HMK’nın 297/2. fıkrasında “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” vurgusu yapılmıştır. Yargı kararlarına karşı başvurulacak kanun yolu ile süresinin hükümde açıkça ve doğru olarak gösterilmemiş olması bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını doğrudan engelleyecek ve hak arama hürriyetinin ihlal edilmesine sebep olacaktır.
Her ne kadar kanun yolu ve süresi, ilgili kanun maddelerinde açıkça belirtilmiş ise de, yargı organlarının yanlış yönlendirmesi sonucunda ilgililerin hak kaybına uğramayacağının kabul edilmesi gereklidir.
Karardaki yanlış yönlendirmenin hak kaybına yol açacağı açıktır, kanun yolunun ve kanun yoluna başvurma süresinin yanlış gösterilmesi bozma sebebi olmalıdır. Hakimin lehe verdiği karar hak sahibinin hak kaybına yol açacak şekilde yorumlanamaz. Kararın hüküm kısmı bir bütün olarak temyize tâbidir.
Bu gibi hallerde, usul kurallarının mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak şekilde katı uygulanmaması, mahkemenin kanun yolu ve süresini hatalı belirlemesi halinde, kararda belirtilen süreye uyularak yapılan kanun yolu başvurusunun, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında süresinde yapıldığının kabul edilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, temyiz başvurusu süresinde kabul edilerek, temyiz incelemesinin yapılması gerektiğini düşündüğümden, sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum.
KARŞI OY YAZISI

Mahkemece verilen kararda, dosyanın daha önce Yargıtay incelemesinden geçip bozulmuş olması nedeniyle 8 gün içinde temyize tabi olmasına rağmen, kısa ve gerekçeli kararda yasa yolu olarak “istinaf yasa yolu açık olmak üzere iki hafta” olarak belirtilmiştir. Bu karar, davalı vekili …’a 26.04.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, davacı vekili bu kararı 8 gün geçtikten sonra ancak mahkemenin kararında belirttiği süre olan iki hafta dolmadan temyiz etmiştir.
Buradaki ihtilaf; esasen temyize tabi bir kararın, mahkemece yanlış değerlendirme yapılarak istinafa tabi olduğunun kararda bildirilmesi ve davalıların da mahkeme kararında belirtilen kanun yoluna belirtilen süre içinde istinaf başvurusu yapmış olması nedeniyle bu başvurunun süresinde ve usulüne uygun olup olmadığından kaynaklanmaktadır.
Anayasanın 40. maddesinde “(Ek fıkra: 3/10/2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” Hükmü yer almaktadır.
Yine, 6100 sayılı HMK’nın “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesinin “ç” bendinde; “Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresinin” kararda yer alması gerektiği belirtilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemeside kararlarında, kanun yollarına başvuruyu adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirmektedir.
Yukarıda da belirtildiği üzere bir kararın istinafa veya temyize tabi olup olmadığını belirleme görevi hâkime verilmiştir. Hâkim, hükmünün hangi kanun yoluna tabi olduğunu ve süresini kararında doğru olarak belirtmek zorundadır.
Bir hükmün hangi kanun yoluna tabi olduğunu belirlemek hukuki bir muhakemeyi gerektirmektedir. Nitekim bu konuda zaman zaman Yargıtay ile Bölge Adliye Mahkemeleri ya da ilk derece mahkemeleri arasında da görüş ayrılıkları olmaktadır.
Olayımızda verilen hüküm esasında istinafa tabi bir hükümdür. Ancak daha önce dosya Yargıtay’a gelip bozulduğu için yerel mahkemece verilen karar doğrudan Yargıtay’a gönderilmesi gerekmektedir. Mahkemece bu husus yanlış muhakeme edilerek istinafa tabi olduğu kararına varılmıştır. Mahkemenin dahi yanlış bir değerlendirme yaptığı bir konuda hukuk eğitimi almamış kişilerin kararda yazanın aksine doğru bir değerlendirme yapmasını beklemek hakkaniyete uygun düşmeyeceği gibi, mahkemenin kararında bildirdiği kanun yoluna başvuran tarafın başvurusunu hak kaybına yol açacak şekilde aleyhine değerlendirip kanun yoluna müracaatını engelleyecek biçimde yorumlamak adil yargılanma hakkının da ihlali niteliğindedir.
Kanun yolu süresinin yanlış bildirilmesinden farklı olarak kanun yolunun yanlış yazılmış olması, bu hususun tespitinin bir hukuki muhakemeyi gerektirmesi nedeniyle kanun yoluna başvuran kişinin aleyhine değerlendirilemeyeceği ve adil yargılama ilkesine aykırılık teşkil edeceği, bu nedenlerle yapılan kanun yolu başvurusunun süresinde olduğu kanaatinde olduğumdan temyiz süresinin geçirildiğine dair çoğunluk görüşüne katılmayarak temyiz incelemesinin yapılması gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.