Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2017/5310 E. 2019/343 K. 22.01.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2017/5310
KARAR NO : 2019/343
KARAR TARİHİ : 22.01.2019

MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı … . ve davacı tarafından istenilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkillerinden …’un A Blok 79 ve 80 nolu dairelerin maliki olduğunu, 23.01.2010 tarihinde yapılan olağan genel kurul toplantısı ve 12.05.2010 tarihli işletme projesinde pasaj bölümündeki dükkanların kışın yakıt giderlerine, yazın ise klima elektrik giderlerine katılmamaları, aidatların brüt alan prensibine göre dağıtımına kat maliklerince karar alındığını; yapılan bu düzenlemenin ise 14.09.2002 tarihli kat malikleri kurulu toplantısında giderlere katılma konusunda tüm bağımsız bölümlerin kıymetlerinin belirlenerek aidat ödemesi yapılmasına ilişkin değişikliğe aykırı olduğunu beyanla; 21.01.2010 tarihli kat malikleri genel kurul kararlarının ve 2010 yılı işletme projesinin iptali, geçmiş dönemlerle ilgili kesin hesabın çıkarılması, aidat nedeniyle borçlu olmadıklarının tespiti, fazlaya dair haklarının saklı kalması kaydıyla ….000,00-TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece davanın reddine ilişkin verilen kararın temyizi üzerine 18. HD 2012/8590- 12120 Ek sayılı ilamı ile “Davacılardan … yönünden yapılan temyiz incelemesi sonucunda; davacı …’un anataşınmazın 79 ve 80 numaralı bağımsız bölümlerin maliki bulunduğunu, davacının ödemesi gereken ortak gider miktarının saptanması bakımından, konusunda uzman yeni bir bilirkişi kurulu oluşturulup, davaya konu ortak giderin istenildiği döneme ilişkin anataşınmaza ait karar ve işletme defterleri, işletme projeleri, fatura, banka hesapları incelenerek, yukarıda değinilen yasa ve yönetim planının ilgili hükümleri dikkate alınarak dava konusu edilen dönemde yapılan toplam ortak gider masrafları tespit ettirildikten sonra varsa davacı tarafından yapılan ödemelerin de mahsup edilmesi ile oluşacak sonuç doğrultusunda bir karar verilmesi gerekirken, eksik araştırmaya dayalı bilirkişi incelemesine göre davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.” gerekçesiyle bozulmuştur
Bozma ilamına uyulması sonrasında yapılan yargılamada mahkemece asıl dosyasında davacının davasının kabulü ile, 23/01/2010 tarihli kat malikleri kurulu kararının iptaline, 1000,00 TL alacağın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, birleşen … …. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/1592 Esas sayılı dosyasında davacının davasının kabulü ile, 6175,92 TL alacağın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline, karar verilmiş hüküm davalı … . ve davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu uyuşmazlık kat malikleri kurul kararının iptali istemine ilişkindir.
SONUÇ: 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. madde …. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. 2. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454’üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez. 3. fıkrasına göre; bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.
Dosya içerisindeki belgelerin incelenmesinde; … 6. Sulh Hukuk Mahkemesince 28/09/2016 tarihli 2016/1141 E.- 2016/1748 K. sayılı kararı her ne kadar tebliğden itibaren 15 gün içinde BAM nezdinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere verildiği anlaşılmışsa da aynı mahkemece daha önce 09.11.2015 tarihinde verilen 2013/208 E.- 2015/1889 K. sayılı kararın Yargıtay 18. Hukuk Dairesince incelenerek 15/02/2016 tarihli 2015/22235 E.- 2016/2418 K. sayılı ilamıyla bozulmasına karar verildiği görülmekle; 6100 sayılı HMK’nın geçici 3/2. maddesi uyarınca bölge adliye mahkemelerinin görevli olmadığı ve 1086 sayılı HUMK’nın uygulanması gerektiğinden ilgili kararın istinaf yoluna değil temyiz yoluna tabi olduğu tespit edilmiştir.
… 6. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/1141 E.- 2016/1748 K. sayılı kararı, davalı …‘a 13.10.2016 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak yasal 8 günlük süreden sonra 26.10.2016 tarihinde karar temyiz edilmiştir. Davacıya ise davalının sunduğu istinaf başvuru dilekçesi 03.11.2016 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak yasal 8 günlük süreden sonra 14.11.2016 tarihinde karar temyiz edilmiştir. Bu durumda HUMK’nın 437. maddesi hükmünde öngörülen 8 günlük temyiz süresi geçmiş bulunduğundan, ….6.1990 gün ve 1989/3 E.- 1990/… K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca temyiz isteminin süreden REDDİNE, temyiz harcının istek halinde iadesine 22/01/2019 günü oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Temyiz incelemesinde 1086 sayılı HUMK’nın uygulanması gerektiği, sulh mahkemesi kararlarının temyiz süresinin tebliğden itibaren 8 gün olduğu açıktır.
Ne varki; Sulh Hukuk Mahkemesi, kısa ve gerekçeli kararında, karara karşı temyiz yolu açık olmak üzere ve temyiz süresi ” 8 gün ” olmasına rağmen istinaf yasa yolu açık olmak üzere “15 gün” olarak belirlemiş, bu hüküm kararı temyiz eden davalı …‘a 13.10.2016 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak yasal 8 günlük süreden sonra 26.10.2016 tarihinde karar temyiz edilmiştir. Davacıya ise davalının sunduğu istinaf başvuru dilekçesi 03.11.2016 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak yasal 8 günlük süreden sonra 14.11.2016 tarihinde karar temyiz edilmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, kanun yolu başvurusunda, mahkemece hatalı belirlenen sürenin mi, kanunda belirlenen sürenin mi uygulanması gerektiği, mahkeme kararında belirtilen sürenin kabul edilmemesi halinde adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediğinin incelenmesi gerekir.
Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, yine taraf olduğumuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde de, herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme önüne getirme hakkı güvence altına alınmış olup, bu madde kapsamında, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, adil yargılanma hakkı kapsamındadır.
Yasal düzenlemeler ve belirtilen olgular ışığında değerlendirildiğinde; davalılar, mahkemenin kısa ve gerekçeli kararında belirtilen süreye uyarak, bu süre içinde temyiz başvurusunda bulunmuştur. Hakim, uyuşmazlıkta uygulanacak kanun hükmünü tespit edip uygulamakla yükümlüdür (1086 sayılı HUMK. m. 76, 6100 sayılı HMK 33. maddesi). Mahkemenin, kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü gözönüne alındığında, mahkeme tarafından kanun yolunun ve süresinin hatalı gösterilmesi sonucu davanın taraflarının kanun yolu başvuru talebinin süreden reddedilmesi, hatanın tüm sonuçlarının davanın taraflarına yüklenmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında adalete erişim hakkının sınırlandırılmasıdır.
Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrası ve 6100 sayılı Kanunun 297. maddesinin “ç” bendi uyarınca, hükümde, kanun yolları ve süresinin gösterilmesi bir zorunluluk olduğu gibi HMK 297/2. fıkrasında “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” vurgusu yapılmıştır. Yargı kararlarına karşı başvurulacak kanun yolu ile süresinin hükümde açıkça ve doğru olarak gösterilmemiş olması bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını doğrudan engelleyecek ve hak arama hürriyetinin ihlal edilmesine sebep olacaktır.
Her ne kadar kanun yolu ve süresi, ilgili kanun maddelerinde açıkça belirtilmiş ise de, yargı organlarının yanlış yönlendirmesi sonucunda ilgililerin hak kaybına uğramayacağının kabul edilmesi gereklidir.
Karardaki yanlış yönlendirmenin hak kaybına yol açacağı açıktır, kanun yolunun ve kanun yoluna başvurma süresinin yanlış gösterilmesi bozma sebebi olmalıdır. Hakimin lehe verdiği karar hak sahibinin hak kaybına yol açacak şekilde yorumlanamaz. Kararın hüküm kısmı bir bütün olarak temyize tabidir.
Bu gibi hallerde, usul kurallarının mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak şekilde katı uygulanmaması, mahkemenin kanun yolu ve süresini hatalı belirlemesi halinde, kararda belirtilen süreye uyularak yapılan kanun yolu başvurusunun, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında süresinde yapıldığının kabul edilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, temyiz başvurusu süresinde kabul edilerek, temyiz incelemesinin yapılması gerektiğini düşündüğümden, sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum.

KARŞI OY YAZISI

Mahkemece verilen kararda, dosyanın daha önce Yargıtay incelemesinden geçip bozulmuş olması nedeniyle 8 gün içinde temyize tabi olmasına rağmen, kısa ve gerekçeli kararda yasa yolu olarak “istinaf yasa yolu açık olmak üzere 15 gün” olarak belirtilmiştir. Bu karar, istinafa başvuran davalı … .’a 13/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, davacıya ise davalının istinaf başvuru dilekçesi 03/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Taraflar bu kararı 8 gün geçtikten sonra ancak mahkemenin kararında belirttiği süre olan 15 gün dolmadan istinaf etmişlerdir.
Buradaki ihtilaf; esasen temyize tabi bir kararın, mahkemece yanlış değerlendirme yapılarak istinafa tabi olduğunun kararda bildirilmesi ve davalıların da mahkeme kararında belirtilen kanun yoluna belirtilen süre içinde istinaf başvurusu yapmış olması nedeniyle bu başvurunun süresinde ve usulüne uygun olup olmadığından kaynaklanmaktadır.
Anayasanın 40. maddesinde “(Ek fıkra: 3/10/2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü yer almaktadır.
Yine, 6100 sayılı HMK’nın “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesinin “ç” bendinde; “Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresinin” kararda yer alması gerektiği belirtilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kararlarında, kanun yollarına başvuruyu adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirmektedir.
Yukarıda da belirtildiği üzere bir kararın istinafa veya temyize tabi olup olmadığını belirleme görevi hâkime verilmiştir. Hâkim, hükmünün hangi kanun yoluna tabi olduğunu ve süresini kararında doğru olarak belirtmek zorundadır.
Bir hükmün hangi kanun yoluna tabi olduğunu belirlemek hukuki bir muhakemeyi gerektirmektedir. Nitekim bu konuda zaman zaman Yargıtay ile Bölge Adliye Mahkemeleri ya da ilk derece mahkemeleri arasında da görüş ayrılıkları olmaktadır.
Olayımızda verilen hüküm esasında istinafa tabi bir hükümdür. Ancak daha önce dosya Yargıtay’a gelip bozulduğu için yerel mahkemece verilen karar doğrudan Yargıtay’a gönderilmesi gerekmektedir. Mahkemece bu husus yanlış muhakeme edilerek istinafa tabi olduğu kararına varılmıştır. Mahkemenin dahi yanlış bir değerlendirme yaptığı bir konuda hukuk eğitimi almamış kişilerin kararda yazanın aksine doğru bir değerlendirme yapmasını beklemek hakkaniyete uygun düşmeyeceği gibi, mahkemenin kararında bildirdiği kanun yoluna başvuran tarafın başvurusunu hak kaybına yol açacak şekilde aleyhine değerlendirip kanun yoluna müracaatını engelleyecek biçimde yorumlamak adil yargılanma hakkının da ihlali niteliğindedir.
Kanun yolu süresinin yanlış bildirilmesinden farklı olarak kanun yolunun yanlış yazılmış olması, bu hususun tespitinin bir hukuki muhakemeyi gerektirmesi nedeniyle kanun yoluna başvuran kişinin aleyhine değerlendirilemeyeceği ve adil yargılama ilkesine aykırılık teşkil edeceği, bu nedenlerle yapılan kanun yolu başvurusunun süresinde olduğu kanaatinde olduğumdan temyiz süresinin geçirildiğine dair çoğunluk görüşüne katılmayarak temyiz incelemesinin yapılması gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.