Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2016/13247 E. 2018/8322 K. 18.12.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/13247
KARAR NO : 2018/8322
KARAR TARİHİ : 18.12.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili dava dilekçesi ile; …. köyü 171 parsel sayılı taşınmazın yapılan kıyı ve imar çalışması sonucunda bir kısmının kıyıya terk edildiği ve davacı olan malikin mülkiyet hakkının kısıtlandığı, kamulaştırma işleminin yapılmadığı, bedelinin de ödenmediğini beyanla fazlaya ilişkin hakları saklı tutularak 20000 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyen yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonucu; dava konusu …. köyü 171 parsel sayılı taşınmazın 29900 m² olarak davacı adına satış işleminden 1995 yılında tapuya tescil edildiği, taşınmaz üzerinde yapılan imar sonucu 8431 m²’nin DOP payı alınarak 18554 m² olarak 2356 ada 1 parsel olarak davacı adına 2011 yılında yeniden tescil edildiği, geri kalan 2915m²’sinin imara tabi tutulmayarak imar planında kıyı kenar çizgisinin altında kaldığının belirtildiği, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünden ve belediye başkanlığından getirtilen belgelerin incelenmesinde kıyı kenar çizgisinin 26/03/2013 tarihinde onanarak kesinleştiğinin bildirildiği, ancak davacının imara tabi tutulmayan taşınmaz kısmının 171 parsel olarak ayrıca tescilli bulunduğu, tapunun iptal edilmediği, davalının fiili bir müdahalesinin de olmadığı, bu nedenle Kamulaştırma Kanunu ve kamulaştırma mevzuatının uygulama yerinin olmadığı, bu hali ile bir idari işlemden söz edileceği ve idari işleme karşı açılacak iptal ve tam yargı davalarının idari yargı merciilerinde görülmesi gerektiği, mahkemenin dava konusu uyuşmazlığa ilişkin olarak yargılama görevinin bulunmadığı gerekçesi ile davacı tarafın davasının idari yargının görev alanına girmesi nedeniyle usulden reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya kapsamından dava konusu 171 parsel sayılı taşınmazın 29900 m² olarak davacı adına 1995 yılında satış sonucu tapuya tescil edildiği, taşınmaz üzerinde yapılan imar sonucu 8431 m²’nin DOP payı alınarak 18554 m² olarak 2356 ada 1 parsel olarak davacı adına 2011 yılında yeniden tescil edildiği, geri kalan 2915 m²’sinin kıyı kenar çizgisinin altında kaldığının tapu kaydına 2015 yılında şerh edildiği ve halen davacı adına tapuda kayıtlı olduğu anlaşılmıştır.
Dava tapu sicilinin tutulmasından dolayı uğranılan zararın, Devletin sorumluluğuna ilişkin Medeni Kanunun 1007. maddesi gereğince, ödetilmesi istemine ilişkindir. Davacının sahibi olduğu taşınmazın, kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını ileri sürerek, davalının maddi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemiştir.

Tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından Medeni Kanunun 1007. maddesi ile tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olacağı ilkesi benimsenmiştir. Bu sorumluluk asıl ve nesnel (objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan, zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir. Sicil tutma işleminden ya da bir işlemin yerine getirilmemiş olmasından kaynaklanan uyuşmazlıklarda Borçlar Kanununun haksız eylemden doğan sorumluluğa ilişkin kurallarının uygulanacağı da kuşkusuzdur.
Tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini izleyen işlemler olup tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda oluşan hatalardan da Devlet, Medeni Kanunun 1007. maddesi gereğince kusursuz olarak sorumludur. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve mal varlığına ilişkin (ayni) hakların, yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi, bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen Devlet, sicillerdeki yanlış kayıtlardan doğan zararları ödemeyi de üstlenmektedir. Dayanaksız ya da hukuki duruma uymayan kayıtlar düzenlemek, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmüştür. Devletin kadastro işlemlerinden sorumluluğunun kapsamı Medeni Kanunun 1007. maddesi kapsamında düşünüldüğünde, eldeki davaya adli yargıda bakılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 gün ve 2009/4-383-2009/517 E.K. sayılı kararı da bu biçimde açılan davaların adli yargı yerinde görülmesi gerektiği yolundadır.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek işin esası incelenip varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve kanuna uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 18/12/2018 günü oy birliği ile karar verildi.