Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2016/12913 E. 2017/3325 K. 18.04.2017 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/12913
KARAR NO : 2017/3325
KARAR TARİHİ : 18.04.2017

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kurulan hükmün Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi davalı … vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 18/04/2017 günü için yapılan tebligat üzerine, temyiz eden davalı … vekili Av. … ve … Yönetimi vekili Av. … geldiler, başka gelen olmadı, açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Dosya içindeki, tüm belgeler incelenip, gereği düşünüldü:

K A R A R

Mahkemece, davalı … Yönetimi aleyhine açılan davanın husumet nedeniyle reddine, … aleyhine açılan davanın kısmen kabulüne, 3.120.000.-TL’nın dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile, Hazineden alınıp, davacıya ödenmesine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından vekalet ücretine; davalı … vekili tarafından ise esasa yönelik temyiz edilmekle bozulmuştur.
Hükmüne uyulan Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 12/05/2015 gün ve 2015/2566 E. – 4090 K. sayılı bozma kararı özetle; “Dosya kapsamına göre, dava konusu … köyü 1685 parsel sayılı 31200 m² yüzölçümlü taşınmazın, … sayılan yerlerden olduğundan … Asliye 2. Hukuk Mahkemesinin 06.07.1999 gün ve 1998/232 E. – 390 K. sayılı kararı ile … adına tesciline ilişkin verilen kararın, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 17/02/2000 gün ve 2000/918 – 1459 sayılı kararı ile “… niteliği ile … adına tapuya kayıt ve tesciline” cümlesi yazılmak suretiyle düzeltilerek onandığı ve karar düzeltme yoluna başvurulmadan 11/04/2000 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/11/2009 gün ve 2009/4-383 E. – 2009/517 K.; 16.06.2010 gün ve 2010/4-349 E. – 2010/318 K sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi; tapu işlemleri kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasında kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK’nın 1007. maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Anılan Kanun maddesinde düzenlenen sorumluluk, objektif (kusursuz) sorumluluk olup, 6098 sayılı Borçlar Kanununun 41. ve devamı maddesinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu ile ilgisi bulunmadığından, aynı Kanunun 72. maddesindeki (818 sayılı Kanunun 66. maddesi) zamanaşımı kurallarının uygulanma imkanı olmadığı gibi, TMK’nın 1007. maddesine dayanılarak açılan davalar için de, ayrıca zamanaşımı süresi belirlenmemiştir. Bu itibarla, 6098 sayılı Borçlar Kanununun 146. maddesindeki (818 sayılı Kanunun 125. maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanması esas olup, bu süre Asliye 2. Hukuk Mahkemesinin 06.07.1999 gün ve 1998/232 – 390 sayılı kararının kesinleştiği, 11.04.2000 tarihinden itibaren işlemeye başlayacaktır.
Her ne kadar davalı vekili tarafından zamanaşımı süresinin yargılanmanın yenilenmesi istemiyle açılan ve reddedilen, aynı mahkemenin 23.12.2013 gün ve 2003/18-1101 sayılı kararının kesinleştiği 17.03.2005 tarihinden itibaren işlemesi gerektiği iddia edilmiş ve bu husus
mahkemece de kabul edilmiş ise de, yargılanmanın yenilenmesi olağanüstü bir kanun yolu olup, 6100 sayılı HMK’nın 375. maddesinde (1086 sayılı HUMK madde 445) tahdidi olarak düzenlenen sebeplere dayanılarak başvurulabilir, kabul edilmesi ve yargılanmanın yenilenmesine karar verilmesi halinde zamanaşımı süresi yeniden başlayabilir. Aksi halde; yani istemin reddi halinde ise, hiçbir hukukî sonuç doğurmayacak, davacı tarafından başvurulan yargılamanın yenilenmesi istemi, mahkemece reddedilmiş ve derecattan geçerek kesinleşmiş olduğuna göre, zamanaşımı süresini kesmeyecektir.
Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir. Yani bir hakkın ileri sürülebilmesine engel nitelikte ve davalının, borcu özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına olanak veren bir hak niteliğindedir. Bu nedenle, zamanaşamı hukukî niteliği itibariyle, maddî hukuktan kaynaklanan bir def’i olup; usûl hukuku anlamında ise, hakkın yerine getirilmesine engel bir savunma aracıdır.
Gerek 6100 sayılı HMK’na; gerekse 1086 sayılı HUMK’na göre, eldeki dava yazılı yargılama usûlüne tâbi bir dava olup, davalı taraf, itiraz ve defilerini cevap süresi içerisinde ileri sürmek zorundadır. Cevap dilekçesinin davacıya tebliğinden sonra, savunma sebepleri genişletilemez ve değiştirilemez; bir başka değişle, cevap dilekçesinde bildirilmeyen def’iler ileri sürülemez; ayrıca, cevap dilekçesindeki savunmanın dayandırıldığı olgular da genişletilemez ve değiştirilemez. HMK’nın 319. maddesinde (HUMK 202.) savunmanın genişletilmesi yasağı veya savunmayı genişletme yasağı olarak adlandırılan bu yasağın istisnaları ise davacının muvafakati, ıslah ve müddeabbihin temlikidir. Zamanaşımı, defi niteliğinde bulunduğundan, davalı tarafından cevap dilekçesiyle veya yargılamanın devamı sırasında ıslah suretiyle ileri sürülmedikçe veya davacı tarafın muvafakatı olmadıkça hâkim tarafından re’sen nazara alınamaz.
Yukarıda açıklanan tüm olgular ışığında somut olaya bakıldığında, Dairenin ilk bozma kararından sonra, Hazineye husumet yöneltilmekle taraf teşkilinin sağlandığı, davalı … vekili tarafından sunulan cevap dilekçesinde ve yargılama aşamasında zamanaşımı definde bulunulduğu ve zamanaşımı süresinin dava tarihinden önce 11/04/2010 tarihinde dolduğu anlaşıldığından, davanın esasa girilmeden reddine karar verilmesi gerekirken, BK’nın 146. maddesinde düzenlenen 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin dolduğu gözetilmeden, kısmen kabulüne karar verilmesi usûl ve kanuna aykırıdır.
Kabule göre de; eldeki dava, tapu sicilinin tutulması nedeniyle Devletin kusursuz sorumluluğuna dayalı tazminat davası olup, nisbi vekalet ücretine tâbi iken, hüküm yerinde davacı yararına maktu vekalet ücretine hükmedilmesi de doğru değildir. ” şeklindedir.
Mahkemece, bozma kararına uyulduktan sonra, davanın zamanaşımından reddine karar verilmiş, hüküm davalı … ve … Yönetimi vekilleri tarafından yargılama giderlerine yönelik olarak temyiz edilmiştir.
Dava, davacının satın alma yolu ile malik olduğu taşınmazın … vasfıyla … adına tescil edilmesi nedeniyle uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK’nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
1) … Yönetimi vekilinin lehlerine vekalet ücreti verilmemesine yönelik temyiz itirazları bakımından; hükmüne uyulan bozma kararı öncesi ilk kararda, mahkemece … Yönetimi aleyhine açılan davanın husumetten reddine karar verildiği ve davalı yönetim lehine vekalet ücreti takdir edilmediği, … Yönetimi tarafından hükmün temyiz edilmediği, davacı taraf yararına oluşan usûlü kazanılmış hak gözetilerek yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabetsizlik bulunmadığına göre … Yönetiminin temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2) Davalı … harca yönelik temyiz itirazlarına gelince; 492 sayılı Harçlar Kanunu’nda nispi harca tâbi davalarda dava açılırken, başvurma harcı ile birlikte müddeabih değeri üzerinden hesaplanacak 1/4 oranındaki karar ve ilam harcının da peşin olarak ödenmesi, dava sonucunda hesaplanıp hükmedilecek karar ve ilam harcının, peşin ödenen bu harca göre, eksik veya fazla olmasına göre tamamlanması veya mahsubunun yapılması öngörülmüştür.
Somut olayda, davacı vekili 06/05/2013 tarihli dilekçesinde dava değerini 20.000.-TL olarak göstermiş ve bu değer üzerinden 341.00.- TL peşin harç yatırmış, daha sonra 21/04/2014 tarihli ıslah dilekçesi ile dava değerini 3.120.000.-TL’ye yükselterek 52.940.-TL ıslah tamamlama harcını da ödemiş, yargılama sonucunda mahkemece bozma kararına uyularak, davanın zamanaşımından reddine karar verilmiştir. Davanın konusu para olduğuna ve dava zamanaşımı nedeniyle reddedildiğine göre dava değeri üzerinden nispi karar ve ilam harcına hükmedilmesi, dava değerinin binde 68 i üzerinden hesaplanacak harçtan peşin yatırılan harç ve ıslah harcı olmak üzere toplam 53.252,35.-TL harcın mahsubu ile eksik kalan harcın davacıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde maktu harç alınacağından bahisle, peşin harcın davacıya iadesine karar verilmiş olması doğru değildir.
SONUÇ: 1) Yukarıda birinci bentde açıklanan nedenlerle; … Yönetiminin temyiz itirazlarının REDDİNE, istek halinde harcın temyiz edene geri verilmesine,
2. İkinci bentde açıklanan nedenlerle: … temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, Yargıtaydaki duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre takdir edilen 1480,00.-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekil ile temsil ettiren davalı … verilmesine 18/04/2017 günü oy birliği ile karar verildi.