Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2015/10203 E. 2015/11273 K. 16.11.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/10203
KARAR NO : 2015/11273
KARAR TARİHİ : 16.11.2015

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İzmir Kadastro Mahkemesi
TARİHİ : 20/11/1967
NUMARASI : 1965/140-1967/318
DAVACILAR : Hazine – Orman Yönetimi
DAVALI : T.. Ç..

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan 19/03/2014 tarihli Ek Kararın Yargıtayca incelenmesi istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

1960 yılında yapılan kadastro sırasında Y.. köyü 1817 parsel sayılı 31.600 m2 yüzölçümündeki taşınmaz; H.. oğlu T.. Ç.. adına tespit edilmiş, davacı Orman Yönetimi ve Hazine, taşınmazın orman olduğu iddiasıyla dava açmıştır.
Mahkemece, Tarım Bakanlığı yazısı gereğince taşınmazın orman olmadığı, ancak taşlık, kayalık olduğu gerekçesiyle tespitin iptaline, taşınmazın tespit harici bırakılmasına dair verilen karar, davalı mirasçıları tarafından temyiz edilmiş; mahkemece, 19/03/2014 tarihli ek kararla temyiz süresinin geçtiği, kararın kesinleştiği ve infaz edildiği gerekçesiyle temyiz talebinin reddine dair ek karar verilmiş, hüküm davalı mirasçıları vekili tarafından temyiz edilmiştir
Dava kadastro tespitine itiraza ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde tespit tarihinde orman kadastrosu yapılmamıştır.
Taraf ehliyeti, davada taraf olabilme yeteneğidir. Taraf ehliyeti, medenî (maddî) hukuktaki hak (medenî haklardan istifade) ehliyetinin medenî usul hukukunda büründüğü şekil olarak karşımıza çıkmaktadır. Medenî hukuktaki “hak ehliyeti“, haklara ve borçlara sahip olabilme iktidarını (yeteneğini) ifade etmektedir. Medenî Kanunun 8. maddesinde, her insanın hak ehliyeti olduğu, bütün insanların hukuk düzeninin sınırları içinde, hak edinmede ve borç altına girmede eşit durumda olduğu belirtilmiştir.
1086 sayılı HUMK’nın 38. maddesinde; “Davaya ehliyet, Kanunu Medenî ile tayin olunmuştur” denilmek suretiyle, kimlerin taraf ehliyetine sahip bulunduklarının Medenî Kanuna göre belirleneceği hükmü getirilmişti. Medenî Kanunun 8, 28 47 ve 48. maddelerinde de hak (medenî haklardan yararlanma) ehliyeti hususunda bazı hükümler sevkedilmişti. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 50. maddesinde “Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir” denilmek suretiyle, 1086 sayılı HUMK’dan farklı bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre, taraf ehliyeti, medenî hukuktaki hak ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekildir. Medenî hukuktaki haklara ve borçlara sahip olma ehliyeti hak ehliyetini oluşturmakta, gerçek ve tüzel kişiler bakımından geçerli olmaktadır. Bu maddede, gerçek ve tüzel kişi ayrımı yapılmaksızın, medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olanların davada taraf ehliyetine de sahip olacağı ifade edilmiştir. Buna göre, hak (medenî haklardan istifade) ehliyeti bulunan her gerçek (MK. m. 8) ve tüzel kişi (MK. m. 48), davada taraf ehliyetine de sahiptir.
Tarafların, davada taraf ehliyetlerinin bulunması dava şartıdır. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir.
Gerçek kişiler, yaşadıkları süre içerisinde taraf ehliyetine sahiptirler. Taraf ehliyeti, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar (MK. m. 8; 28/1) ve ölümle sona erer (MK m.28/1).
Taraf ehliyeti ölümle sona ereceğinden, dava tarihinden önce ölmüş olan kişi adına dava açılamaz; açılmışsa reddedilir.
04.05.1978 gün, 4/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere; davadan önce ölen kişiye karşı dava açıldıktan sonra; ölü kişinin mirasçılarına davayı yöneltmek suretiyle davanın yürütülmesi veya ıslah yolu ile dahi davaya devam edilmesi mümkün bulunmamaktadır.
Konuyla ilgili olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.09.2013 tarihli ve 2013/14-612 – 2013/1297 sayılı ilâmında da belirtildiği üzere; davacı kendisinden beklenen tüm çaba, özen ve önlemlere rağmen davalının sağ olup olmadığını tespit edememiş ise ya da tespit edememe durumu bir yanılgıya dayanıyor ve bu durum açıkça dürüstlük kuralına aykırılık arz etmiyorsa, daha sonra kendilerine karşı dava açılması muhtemel olan mirasçılara, yani gerçek taraflara karşı davaya devam edilmesi mümkün olmalıdır.
Somut olayda ise, adına tespit tutanağı düzenlenen T.. (M.. T..) Çamkök’ün Urla Sulh Hukuk Mahkemesinin 2005/517-490 sayılı veraset ilamına göre 1943 yılında öldüğü, 12/07/1960 gününde davalı adına tespit tutanağı düzenlenmesi nedeniyle, Orman Yönetimi ve Hazine tarafından 19/10/1960 gününde tutanağa itiraz edilmesi üzerine, tutanağın tapulama mahkemesine gönderildiği, mahkemece verilen 20/11/1967 günlü kararın da T.. Ç..’ün torunu F.. T.. imzasına 27/11/1967 tarihinde tebliğ edildiği, temyiz edilmediği gerekçesiyle hükmün kesinleştirildiği ve tapuda infaz edildiği, taşınmazın kütük sayfasının “tespit harici” olarak kapatıldığı anlaşılmaktadır. Oysa, davalının ölüm tarihi ile dava tarihi arasında 17 yıla yakın uzunca bir sürenin geçmiş olduğu gözönünde bulundurulduğunda, ölü kişi aleyhine dava açılması ve sonuçlandırılmasının “maddi bir hata”dan veya “kabul edilebilir bir yanılgı”dan kaynaklandığının düşünülemeyeceği gözetilerek, davanın, dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesi gerekirken, esasa girilerek yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı M.. T.. Ç.. mirasçıları vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkemenin 19/03/2014 günlü ek kararın kaldırılmasına ve 20/11/1967 günlü hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine 16/11/2015 gününde oy birliği ile karar verildi.