YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/4306
KARAR NO : 2014/7082
KARAR TARİHİ : 08.09.2014
MAHKEMESİ : Bafra 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 12/11/2013
NUMARASI : 2012/311 – 2013/227
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı Orman Yönetimi vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı Orman Yönetimi 15.05.2012 tarihli dava dilekçesi ile, dava konusu Bafra İlçesi, P.. Köyü 908 parsel sayılı taşınmazın, 26/10/2007 tarihinde ilân edilerek kesinleşen orman tahdit sınırlarının kısmen içinde kaldığını ileri sürerek, tahdit içinde kalan kısmının tapu kaydının iptali ve orman niteliğiyle Hazine adına tescili ve davalının elatmasının önlenmesi istemiyle dava açmıştır.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın daha önce taraflar arasında görülüp sonuçlanan Tapulama Mahkemesinin 1978/96 – 1984/198 sayılı kesin hükmü ile orman sayılmayan yer olduğunun belirlendiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı Orman Yönetimi vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, kesinleşen orman kadastro sınırları içinde kalan taşınmazın, tapu kaydının iptal ve tesciline ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde 26.10.2007 – 26.04.2008 tarihleri arasında ilânı yapılarak kesinleşen orman kadastrosu bulunmaktadır.Yörede 27.01.1978 tarihinde kesinleşen genel arazi kadastro çalışması bulunmaktadır.
Mahkemece, çekişmeli taşınmazın daha önce taraflar arasında görülüp sonuçlanan Tapulama Mahkemesinin 1978/96 – 1984/198 sayılı kesin hükmü ile orman sayılmayan yer olduğunun belirlendiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmişse de, delillerin takdirinde yanılgıya düşülmüştür. Şöyle ki; davacı Orman Yönetimince, kesinleşmiş tahdide dayalı olarak dava açıldığına göre sorunun kesinleşmiş tahdit harita ve tutanaklarının uygulanmasıyla çözümlenmesi gerekirken, mahkemece bu husus gözardı edilerek ve davalı taraf tarafından tahdidin iptali için açılmış bir dava bulunmaması dikkate alınmadan, kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kesin hüküm, ancak davalılar tarafından 6831 sayılı Kanunun 11. maddesi gereğince 10 yıllık hak düşürücü süre içinde açılacak orman kadastrosuna itiraz davasında gözönünde bulundurulabilir. Bu nedenle, mahkemenin bu yöndeki kabulü doğru değildir. Ayrıca, 6831 sayılı Kanunun 11. maddesinde, davalı kişiye tanınan 10 yıllık süre içinde tapuya dayanılarak orman sınırlandırmasının iptalini isteme hakkı bulunduğu; ancak, mevcut dava sonucu çekişmeli taşınmazın kesinleşmiş tahdit sınırları içinde olduğunun belirlenmesi halinde, kişi tapusunun iptal edileceği, bu nedenle hukuken geçerli bir tapusu kalmadığından bu hakka dayanarak tahdidin iptalini dava yolu ile isteme hakkını kaybedeceği, bu yönde yapılacak bir uygulamanın ise gerek T.C. Anayasasının 35. maddesi hükmüne, gerekse A.İ.H.S.’nın Ek 1 nolu protokolu ile güvence altına alınan ve A.İ.H.M.’nin değişik kararlarında istikrarlı şekilde vurgulanan mülkiyet hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlali sonucunu doğuracağı gibi bu hakkın kutsallığı ve korunması zorunluluğunu da ortadan kaldıracağı kuşkusuzdur.
Dava hakkı, Anayasanın 36. maddesi ile güvence altına alınmıştır. Buna göre, herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir. Anılan madde ile amaçlanan dava hakkının
kullanılması sonucu yapılacak yargılama ile gerçeğin ortaya çıkarılarak adaletin sağlanması olduğuna göre, ilgili kanun tarafından tapu sahiplerine tanınan dava hakkı, hak düşürücü süre tamamlanmadan ve bu hakkın kullanılması imkanı sağlanmadan, Hazine veya Orman Yönetimince 10 yıllık süre dolmadan açılacak dava sonucu elinden alınmasının hakların yarışması olanağını ortadan kaldıracağı gibi, gerçeğin ortaya çıkmasını engelleyeceğinden bu durumun sonuçları tüm açıklığı ile davalıya anlatılmadan hüküm kurulması hak arama özgürlüğünün önünü kapatacağı gibi adalete ulaşmayı da engelleyecektir.
Hukuk davalarında, olayları açıklamak taraflara; hukukî tavsif ise, mahkemeye ait olduğu gibi, mahkemelerin bir davaya bakabilmesi için de iki taraftan birinin dava açmak suretiyle bir isteğini mahkeme önüne usûlünce getirmiş olması zorunludur.
Mahkeme, iki taraf arasındaki uyuşmazlığa (davaya) ancak davacının dava açması üzerine elkoyar ve önüne getirilen bu uyuşmazlığı vereceği hüküm ile çözümler. Taraflardan birisinin usulüne uygun açılmış bir davası bulunmadan mahkemenin re’sen bir davaya bakması olanaksızdır (HMK 24/1).
Yargılamayı yapan hâkim, önüne gelen davada tarafların kendisine bildirdikleri vakıalarla bağlı olmakla birlikte, somut uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kurallarını bulup uygulamakla görevlidir. Yani, hâkim, tarafların bildirdikleri hukuk kuralları ile asla bağlı değildir. Çünkü hâkim, Türk Hukukunu re’sen uygulamakla yükümlüdür (HMK md. 33). Başka bir anlatımla; Anayasanın 90. maddesi, AİHS Ek 1 nolu protokol ve AİHM kararları ile bu kararlarda açıklanan prensip ve ilkelere uygun davranmak görevini yargılamayı yürüten hâkime yüklemiştir.
Bu nedenle; AİHM’nin kararlarında vurgulanan ilkeler ışığında gerçeğin ortaya çıkarılması ve adalete ulaşılmasını teminen davanın taraflarına kanun tarafından verilen dava hakkının kullanılmaması durumunda, mevcut davanın taleple bağlı kalınarak çözümleneceği ve davanın kabul edilmesi halinde ise, davalının tapusu iptal edileceğinden, 6831 sayılı Orman Kanununun 11. maddesi hükmü tapu ile sahiplerine tanınan dava hakkının, hak dürücü süre tamamlanmadığı halde ortadan kalkacağı hususunun yargılama ile ilgili bilgi sahibi olma hakkı çerçevesinde davalıya hatırlatılması gerekir.
O halde, mahkemece davalılar tarafından, 2008 yılında ilân edilen ve kesinleşen orman kadastrosunun iptali amacıyla dava açılıp açılmadığı araştırılmadan ve davacı Orman Yönetiminin davasının kesinleşmiş tahdit haritasının uygulanması ile çözülmesi gerektiği düşünülmeden, davalı tarafından karşılık bir dava olmadığı ve tahdit iptal edilmediği halde, çekişmeli taşınmazın kesin hüküm kapsamında kaldığı gerekçesi ile Orman Yönetiminin davasının reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu nedenle; mahkemece, davalılar tarafından daha önce orman kadastrosuna itiraz davası açılıp açılmadığı belirlenmeli, açılmamış ise, yürürlükteki yasal mevzuat, AİHS hükümleri çerçevesinde sonuçları davalıya tüm açıklığıyla anlatılmalı, açılmış bir dava var ise; bu davanın sonucu beklenmeli ve o davanın sonucuna göre bir karar verilmeli, açılan bir dava yoksa sorunun kesinleşmiş tahdide göre çözümlenmesi gerektiği düşünülmelidir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacı Orman Yönetimi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 08/09/2014 günü oy çokluğu ile karar verildi.
Dava konusu Samsun İli, Bafra İlçesi, P. Köyü 908 parsel numaralı taşınmaz arazi kadastrosu sırasında davalıların murisi Ş. Y. adına tespit görmüş, davacı Orman
İdaresi tarafından tapulama komisyonuna yapılan itiraz neticesi orman sayılan yer olduğundan bahisle tespit tutanağı iptal edilerek tespit dışı bırakılmış, Ş. Y. tarafından açılan komisyon kararına itiraz davası sonucu ormancı bilirkişi eşliğinde yapılan inceleme neticesi dava konusu yerin orman olmadığı ve davacının dayandığı vergi kaydı kapsamında kalan tarım arazisi olduğu belirlenmiş ve Bafra Tapulama Mahkemesinin 1978/96 Esas – 1984/198 Karar sayılı kararı ile Orman İdaresinin davasını reddine dair verilen karar Yargıtay 7. HD tarafından onanarak 28.02.1989 tarihinde kesinleşmiş ve tapu siciline işlenmiştir.
2007 yılında yapılıp 2008 yılında kesinleştirildiği anlaşılan orman kadastrosu esnasında yukarıda belirtilen kesin hüküm dikkate alınmaksızın orman kadastrosu yapılmış, 15.05.2012 tarihinde de orman kadastrosu içinde kaldığı ve orman niteliğinde olduğundan bahisle kişilerin kesin hükümle hak sahibi oldukları taşınmazın tapusunun iptali için Orman İdaresi tarafından iş bu dava açılmıştır. Mahkemece davanın kesin hüküm nedeniyle reddine ilişkin verilen karar davacı Orman İdaresi tarafından temyiz edilmiştir.
2003/21-30 2003/57 sayılı HGK kararında da belirtildiği üzere “Davacı yanın aynı işlemlerle ilgili olarak daha önce açtığı davada verilen redde ilişkin mahkeme hükmünün bu dosyadaki talep yönünden kesin hüküm teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; yargılama hukuku açısından “dava şartı” ile “kesin hüküm” kurum ve kavramlarının temel hukukî esasları üzerinde durulmasında yarar vardır.
Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; Dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan Kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.
Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkeme davanın mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddetmesi gerekir. Bu bağlamda, olayla sıkı bağlantısı nedeni ile hemen vurgulayalım ki, dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile (H.U.M.K. md. 237, H.M.K. md.114/i) çözümlenmiş olması da dava şartıdır. Bu, olumsuz dava şartı adıyla adlandırılır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin(vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddî anlamda kesin hüküm oluşturur (H.U.M.K. md. 237, H.M.K. md. 303). Kesin hüküm, hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukukî güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Yine HGK’nın 2002/3-1088 – 2002/1088 sayılı kararında “kesin hükmün amacı, kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir şekilde çözümlenmesidir. Kesin hüküm, hem kişiler hem de Devlet için hukuksal durumda istikrar sağlar. Maddi anlamda kesinlik yargısal kararlara tanınan yasal gerçeklik niteliğidir. (Burhan Gündoğan Medeni Usûl Hukukunda Kesin Hüküm İtirazı Ankara 1960) Yargısal kararlara tanınan bu yasal gerçeklik niteliğinden dolayı, aynı konuda yeni bir dava açılamaz. Açılırsa da bu dava dinlenmez, dava koşulu yokluğundan reddedilir. Bir kesin hükümden söz edebilmek için a) dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenen sonucun aynı olması, b) dava nedeninin yani davanın dayandığı olayların aynı olması c) davanın yanlarının aynı olması gerekir.
Uyuşmazlık konusu olayda dava konusu ile davanın yanlarının aynı olduğu konusunda bir uyuşmazlık söz konusu değildir. Davacı, dava nedenini yani dayandığı olayları bildirmekle yetinir. Bu olaylara uygulanacak hukuk kurallarını bulmak ve uygulamak, başka bir söyleyişle bu olayların hukuksal niteliğini ve nedenini tayin etmek Türk yasalarını kendiliğinden (re’sen) uygulamakla yükümlü olan (HUMK. 76, H.M.K. md. 33)) hâkime aittir. Kesin hüküm bakımından davanın gerçek nedeni dayanılan olaylardır. Aynı olaylara dayanılarak(aynı yanlar ve ayrı konuda) ikinci bir dava açılırsa, iki davanın nedeni aynı olacağından, ikinci dava kesin hüküm nedeni ile reddedilir.
Hukuk Genel Kurulu’nun 20. Hukuk Dairesinin kesin hüküm yoktur şeklindeki bozma ilamına direnen yerel mahkeme kararı üzerine 14.11.2012 gün ve 2012/20-583 E. – 2012/789 K sayılı kararında kesin hüküm konusu ayrıntılı olarak değerlendirilmiştir. Adı geçen kararda uyuşmazlığın çözümü için kesin hüküm ve gerekçe ile hüküm fıkrası arasındaki bağın üzerinde durulmasında yarar vardır:
Kesin hüküm, hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenirlik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Hemen belirtilmelidir ki, kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, arasındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez.
Dava konusu uyuşmazlık hakkında bir kesin hüküm bulunuyorsa, aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.
Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de; (Yargıtay’ın da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay’da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir. Bu bakımdan usulü kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle, kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez (Hukuk Genel Kurulu’nun 05.06.1991 gün ve 1991/5-215-342 E., K. sayılı ilamı; Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usûlü, 6. Baskı, yıl: 2001, C. V, s. 4980 vd.). Diğer taraftan hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olan gerekçe de kesin hüküm teşkil eder. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu, her olayın özelliğine göre belirlenir. Kesin hüküm, kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe, hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukukî ve mantıki tahlil ve istidlâllerden (deliller) ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkânsız bir bağlılık içinde bulunuyor ise, istisnaen bu kısmın da kesin hükme dâhil olduğunu kabul etmek gerekir.
Somut olayda; dava konusu 908 parsel numaralı taşınmaz arazi kadastrosu sırasında davalıların murisleri adına tespit olunmuş, Orman İdaresi tarafından tapulama komisyonuna itiraz edilmesi üzerine tespit iptal edilmiş, davalıların murisinin komisyon kararının iptaline yönelik davası üzerine dönemin Tarım ve Orman Bakanlığınca bu davadaki iddiaların aynısı olan taşınmazın bir kısmının orman olduğu ileri sürülmüş, yapılan keşif ve bilirkişi incelemesinde Bafra Tapulama Mahkemesinin 1978/96, 1984/198 esas ve karar sayılı kararı ile usulüne uygun şekilde tüm iddialar incelenip tartışılarak, nizalı taşınmazın İbrahim oğlu Şâkir Yalçın adına tesciline karar verilmiştir.
Mahkemece verilen karar, 16.12.1988 tarihinde Yargıtay 7. Hukuk Dairesince onanmış ve tashihi karar yoluna gidilmediğinden 28.02.1989 tarihinde kesinleşmiştir.
Dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde 2007 yılında 6831 sayılı Kanun uyarınca orman kadastrosu ve 2/B çalışması yapılırken kesin hükme itibar edilmeyerek dava konusu taşınmazın bir kısmı orman içine alınmıştır. Süresi içinde itiraz yapılmadığından, orman olgusunun kesinleştiği iddiasıyla Orman İdaresi tarafından da bu dava açılmış yerel mahkemece isabetli olarak kesin hüküm nedeniyle reddolunmuştur.
Sayın çoğunlukca, davalıların orman tahdidine yönelik 10 yıllık sürede dava açmamaları nedeniyle, kesin hükmün varlığının, tahdidi geçersiz kılmayacağı gerekçesiyle kesin hüküm nedeniyle ret kararının bozulması gerektiği sonucuna varılmışsa da kanaatimizce kesin hüküm her iki taraf açısından bağlayıcı olduğundan, sadece davalıların açacağı davada değil davacı Orman İdaresinin açtığı davada da re’sen gözönünde tutulmalıdır. Kaldı ki orman kadastrosu ve
2/B çalışmaları 2007 yılında yapılıp 2008 yılında kesinleştiği belirlenmiş olup 6831 sayılı Kanunun 26/2/2014 tarih ve 6527 sayılı Kanun ile değişik 11. maddesi uyarınca tutanak ve haritaların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl süre ile dava açılabilir.
Usulüne uygun yapılan yargılama sunucu elinde kesinleşmiş mahkeme ilamı bulunan kişileri, kesin hükme itibar etmeksizin keyfi olarak yapılan idari bir tasarruf neticesi, taşınmazın bir kısmının orman tahdidi içine alındığı gerekçesi ile yeniden dava açmaya zorlamak ve kesin hükmün, ancak, tahdidin iptaline ilişkin açılacak davada gözönünde bulunduracağını düşünmek kanaatimizce hukuk devletinin en önemli ilkeleri arasında bulunan hukuk güvenliği ilkesi ile çelişmektedir. Somut olayda davalıların murisinin dava konusu yerin orman olmadığına ilişkin 11 yıl süren ve bütün aşamalardan geçerek kesinleşen ve mirasçılarının da halefiyet ilkesi gereği yararlanacağı davasını yok sayıp ve elde ettikleri kesin hükme itibar etmemek hukuk devletiyle bağdaştırılamaz.
Ayrıca, sayın çoğunluğun, davalıya orman kadastrosunun iptali davası açma hakkının hatırlatılmasına dair gerekçesine de katılamıyoruz. Zira hukuk usûlümüz de yargılamaya hâkim olan ilkelerden biri de taraflarca getirilme ilkesi olup, HMK 25. maddesi uyarınca kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. Bunun dışında HMK 36/a bendi uyarınca hâkimin davada, iki taraftan birine öğüt vermiş ya da yol göstermiş olması hâkimin reddi sebebi olup hâkimin tarafsızlığından şüpheyi gerektiren önemli sebeplerden kabul edilmektedir. Bu yüzden yasal dayanaktan yoksun ve hâkimin tarafsızlığına gölge düşürebilecek şekilde davanın hâkimine davalı tarafa dava açma hakkı bulunduğunu hatırlatma yükümlülüğü yüklemek yerine, mülkiyet hakkını güvence altına alan Anayasanın 35. maddesi ve Anayasanın 90/son hükmünün referansı ile uygulanması zorunlu olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesi ve adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesi uyarınca kesin hükmün, re’sen dikkate alınması kanaatimizce çok daha isabetli olacaktır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle; Bafra 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin, dava konusu yerin Bafra Tapulama Mahkemesinin 1978/96, 1984/198 sayılı kararı ile orman sayılmayan yer olması nedeniyle davanın reddine ilişkin temyize konu kararının onanması gerektiği kanaatinde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyoruz.