YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/3499
KARAR NO : 2014/6830
KARAR TARİHİ : 24.06.2014
MAHKEMESİ : Sinop 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 12/07/2011
NUMARASI : 2011/116-2011/483
Taraflar arasındaki orman tahdidine itiraz, tapu iptal, tescil ve tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kurulan 12/07/2011 günlü hükmün Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi davacı A.. S.. vekili Av. Zehra Yılmaz tarafından istenilmekle, tayin olunan 24.06.2014 günü için yapılan tebligat üzerine, temyiz eden davacı A.. S.. vekili Av. Z.. H.. ile diğer taraftan davalılar Hazine vekili Av. F. T. ve Orman Yönetimi vekili Av. I. H. S. geldiler, başka gelen olmadı, açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Daha sonra dosya içindeki tüm belgeler incelenip, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı, 28.02.2011 tarihli dilekçesi ile; K. Köyü’nde 6831 sayılı Kanuna göre 12.05.2005 ilâ 29.08.2005 tarihleri arasında yapılıp 11.08.2006 ilâ 11.02.2007 tarihleri arasında ilân edilerek dava tarihinden önce kesinleşen orman kadastrosu ve 3302 sayılı Kanunla değişik 2/B çalışmasında, adına kayıtlı 791 parsel sayılı taşınmazın orman sınırı içine alındığı, ancak davalı taşınmazın tarla niteliğinde bulunup hiçbir zaman orman sayılan yerlerden olmadığı, yapılan orman kadastrosunun ikinci kadastro niteliğinde bulunduğu, mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan orman kadastrosunun iptali ve taşınmazın adına tescilini, aksi takdire fazlaya dair talepleri saklı kalmak üzere 8.000 TL tazminata karar verilmesini istemiştir.
Davalı Orman Yönetimi vekili, dava konusu taşınmazın kesinleşmiş orman kadastro sınırları içinde kaldığı, fiili ve hukuki durumu itibariyle orman vasfında olduğu, Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/589 Esas sayılı kararı ile bir kısmının orman olarak tesciline karar verildiği savunmasıyla davanın reddini talep etmiştir.
Davalı Hazine vekili, dava konusu taşınmazın orman sayılan yerlerden olduğu savunmasıyla davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22.01.2009 gün 2007/589-23 sayılı kararı ile taşınmazın bir kısmının orman olarak tesciline karar verildiği, kararın kesinleştiğinden orman tahdidine itiraz ve tescil taleplerinin hukuki dayanağının bulunmadığı, evveliyatı orman olan bir yerin mülk edinilmesinin mümkün olmadığı, arazi kadastrosu yapılırken oluşan tapu kaydının hukuki değerinin bulunmadığından tazminat talep edilmesinin de mümkün olmadığı gerekçesiyle orman kadastrosuna itiraz ve tazminat istemlerine yönelik davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı A.. S.. vekili tarafından duruşma istemli temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 6831 sayılı Kanunun 11. maddesi gereğince 10 yıl içinde açılan orman tahdidine itiraza, tapu iptali ve tescil ile Medenî Kanunun 1007. maddesi gereğince açılan tazminat istemlerine ilişkindir.
Genel arazi kadastrosu 1970 yılında kesinleşmiş, dava konusu 791 parsel sayılı taşınmaz 15.05.1963 tarih ve 54 sıra, 129 cilt, 17 sayfa ve 11.08.1949 tarih ve 32 sıra 81 cilt 65 sayfa sayılı tapu kayıtları ve 523 tahrir nolu vergi kaydı dayanak alınarak İbrahim Soytaş adına tesbit ve tescil edilmiş, 1978 yılında ölünceye kadar bakma akdi nedeniyle davacı adına tapu siciline kaydedilmiştir.
Mahkemece, dava konusu taşınmaza ilişkin kesin hüküm bulunduğu ve evveliyatının orman olduğu kabul edilerek orman tahdidine itiraz ve tescil davasının reddine, arazi kadastrosu yapılırken oluşan tapu kaydının hukuki değeri bulunmadığı gerekçesiyle de tazminat isteminin reddine karar verilmiş ise de, yapılan araştırma ve inceleme hüküm kurmaya yeterli ve elverişli değildir.
Şöyle ki; hukuk düzeninde istikrar sağlama amacı taşıyan kesin hüküm, hükme karşı yasa yollarının tükenmesi (şekli anlamda kesin hüküm) ve taraflar arasındaki hukukî ilişkinin bir daha dava konusu yapılmaması (maddi anlamda kesin hüküm) şeklinde hukuk yargılama sistemimizde yer almaktadır.
Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Şekli anlamda kesin hükmün amacı, davanın sona erdirilmesine hizmet etmektir. Bir son karar, şekli anlamda kesinleşince, yanların o davada izledikleri amaç gerçekleşmiş olur.
Maddi anlamda kesin hüküm ise, yargısal kararlara tanınan hukuksal gerçeklik niteliğidir. Maddi anlamda kesin hüküm sayesinde, mahkeme kararlarına güven duyulması ve bu kararların uygulanması, yanlar arasındaki uyuşmazlığın bütün bir gelecek için son bulması, çelişik kararlar verilmesine engel olunması, toplumsal yaşam için zorunlu olan hukuksal istikrarın sağlanması amaçlanır.
Şekli anlamda kesinleşmeyi zorunlu kılan, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin yeniden dava konusu yapılamaması amacını güden maddi anlamda kesin hüküm 6100 sayılı HMK’nun 303. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre kesin hükmün oluşabilmesi için; dava konusunun, diğer bir anlatımla dava ile elde edilmek istenen sonucun aynı olması, dava sebebinin yani davanın dayanağı olan vakıaların aynı olması, davanın taraflarının aynı olması gereklidir.
Somut olayda, mahkemece kesin hüküm olduğu kabul edilen Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22.01.2009 gün 2007/589-23 sayılı kararının konusu, kesinleşmiş orman kadastrosuna dayalı olarak açılan tapu iptal ve tescil davası olduğu,davanın kesinleşen orman kadastrosu iddiasına dayalı olarak açıldığı ve sonuçlandırıldığı, eldeki davanın dayanağı olan vakıanın ise, çekişmeli taşınmazın bir bölümünün orman kadastrosu içine alınması işlemine karşı 6831 sayılı Kanunun 11. maddesi uyarınca 10 yıllık süre içinde açılan itiraz niteliğinde olduğu, bir başka deyişle çekişmeli taşınmazın orman kadastrosu içine alınan bölümünün, orman sayılmayan yerlerden olduğu iddiasıyla orman sınırı dışına çıkarılması niteliğinde olduğu, bu nedenle adı geçen kesinleşen hüküm ile eldeki davanın dayandığı vakıaların farklı olduğundan Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22.01.2009 gün 2007/589-23 sayılı kararının eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturmadığı anlaşılmakla, mahkemenin kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar vermesi doğru değildir.
Eldeki davanın yukarıda saptanan hukuki niteliğine göre, orman sınırlandırılmasının ilk olarak yapıldığından, çekişmeli taşınmazın orman niteliğinin ve hukukî durumunun 3116, 4785, 5658, 6831 sayılı kanun hükümlerine göre çözümlenmesi gerekir. 3116 sayılı Kanun, sadece hangi nitelikteki taşınmazların Devlet Ormanı sayılacağını göstermiş ve Devlet Ormanlarının kadastrosunun yapılmasını öngörmüştür. 13.07.1945 tarihinde yürürlüğe giren 4785 sayılı Kanunun 1. maddesi gereğince, aynı Kanunun 2. maddesinde sayılan istisnalar dışında bütün ormanlar devletleştirilmiş, devletleştirilen ormanlardan bazıları sonradan yürürlüğe giren 5658 sayılı Kanun ile iadeye tâbi tutulmuş ve iadenin koşulları aynı Kanunda gösterilmiştir.
Mahkemece, çekişmeli taşınmazın tesbitine dayanak alınan tapu kayıtları ve tüm tedavülleri, komşu parsellerin kadastro tesbit tutanakları varsa dayanağı belgeler, eski tarihli memleket haritası, hava fotoğrafları ve varsa amenajman planı ilgili yerlerden getirtilip, önceki bilirkişiler dışında halen Çevre ve Orman Bakanlığı ve bağlı birimlerinde görev yapmayan bu konuda uzman orman yüksek mühendisleri arasından seçilecek bir orman mühendisi ve bir fen elemanı marifetiyle yeniden yapılacak inceleme ve keşifte, çekişmeli taşınmaz ile birlikte çevre araziye de uygulanmak suretiyle taşınmazın öncesinin bu belgelerde ne şekilde nitelendirildiği belirlenmeli; 3116, 4785 ve 5658 sayılı kanunlar karşısındaki durumu saptanmalı; tapu ve zilyedlikle ormandan toprak kazanma olanağı sağlayan 3402 sayılı Kanunun 45. maddesinin ilgili fıkraları, Anayasa Mahkemesinin 01.06.1988 gün ve 31/13 E.K.; 14.03.1989 gün ve 35/13 E.K. ve 13.06.1989 gün ve 7/25 E.K. sayılı kararları ile iptal edilmiş ve kalan fıkraları da 03.03.2005 gününde yürürlüğe giren 5304 sayılı Kanunun 14. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olduğundan, bu yollarla ormandan yer kazanılamayacağı, öncesi orman olan bir yerin üzerindeki orman bitki örtüsü yok edilmiş olsa dahi, salt orman toprağının orman sayılan yer olduğu düşünülmeli; toprak yapısı, bitki örtüsü ve çevresi incelenmeli; keşifte, hâkim gözetiminde, taşınmazın dört yönden renkli fotoğrafları çektirilip, onaylanarak dosyaya eklenmeli; kesinleşmiş orman kadastrosu bulunmadığından, yukarıda değinilen diğer belgeler fen ve uzman orman bilirkişiler eliyle yerine uygulattırılıp; orijinal-renkli (renkli fotokopi) memleket haritasının ölçeği kadastro paftası ölçeğine, yine kadastro paftası ölçeği de memleket haritası ölçeğine çevrildikten sonra, her iki harita komşu ve yakın komşu parselleri de içine alacak şekilde birbiri üzerine aplike edilmek suretiyle, çekişmeli taşınmazın konumunu çevre parsellerle birlikte haritalar üzerinde gösterecekleri yalnız büro incelemesine değil, uygulamaya ve araştırmaya dayalı, bilirkişilerin onayını taşıyan, krokili, bilimsel verileri bulunan yeterli rapor alınmalı ve oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmelidir.
Yukarıda anlatılan şekilde yapılacak araştırma ve inceleme sonucunda, dava konusu taşınmazın orman kadastrosu içinde kalan ve Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22.01.2009 gün ve 2007/589-23 sayılı kararı ile iptaline karar verilen bölümünün öncesinin orman olduğu belirlendiği takdirde ise, davacı tarafından H.M.K.’nun 111/1 maddesi uyarınca terditli dava açıldığına göre, tazminat isteminin değerlendirilmesi gerekir.
Tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından Medenî Kanunun 1007. maddesi ile tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olacağı ilkesi benimsenmiştir. Bu sorumluluk asıl ve nesnel (objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan, zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir. Sicil tutma işleminden ya da bir işlemin yerine getirilmemiş olmasından kaynaklanan uyuşmazlıklarda Borçlar Kanununun haksız eylemden doğan sorumluluğa ilişkin kurallarının uygulanacağı da kuşkusuzdur.
Tapu işlemleri, kadastro tesbiti işlemlerinden başlayarak birbirini izleyen işlemler olup tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda oluşan hatalardan da Devlet, Medenî Kanunun 1007. maddesi gereğince kusursuz olarak sorumludur. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve mal varlığına ilişkin (aynî) hakların, yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi, bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen Devlet, sicillerdeki yanlış kayıtlardan doğan zararları ödemeyi de üstlenmektedir. Dayanaksız ya da hukukî duruma uymayan kayıtlar düzenlemek, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmüştür. Devletin kadastro işlemlerinden sorumluluğunun kapsamında, Medenî Kanunun 1007. maddesi gereğince açılan tazminat davalarında, davalı sıfatı, Hazinenin olup; Orman Yönetiminin davalı sıfatı yoktur. Bu nedenle, tazminat istemine ilişkin davada Orman Yönetimi aleyhine açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddi gerekmektedir.
Açılan tazminat davasında, husumet Hazineye de yöneltilmiş olması nedeniyle, önceki bilirkişiler dışında mühendisler odasından seçilecek serbest ziraat ve inşaat mühendisi ile bir hukuk bir de mülk bilirkişiden oluşacak bilirkişiler kurulu ve fen bilirkişi eliyle yeniden yapılacak keşifte; dava konusu taşınmazın, gerçek değerinin doğru tespit edilebilmesi için arsa ya da arazi vasfında olup olmadığının 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununun 17.07.1972 tarihli ve 1610 sayılı Kanun ile değişik 12. maddesinin yedinci fıkrasına göre Bakanlar Kurulunun 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı ve 11.03.1983 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren kararına göre arsa sayılacak parsellenmemiş plansız alanda kalan araziler hakkında getirdiği kriterlerin birlikte ve birarada olması gerektiği, imar planında yer almayan bir taşınmazın arsa sayılabilmesi için, belediye veya mücavir alan sınırları içinde olmakla beraber, belediye hizmetlerinden (belediyece meskûn olduğu için veya meskûn hale getirileceği için sunulan yol, su, elektrik, ulaşım, çöp toplama, kanalizasyon, aydınlatma vd.) yararlanması ve meskûn yerler arasında bulunması gerektiği, Kamulaştırma Kanununun 11. maddesi uyarınca; bedel tesbit davalarında öncelikle, kamulaştırılan taşınmazın değerlendirme tarihindeki vasfı (arsa veya arazi) belirlenerek, arsa vasfında ise, değerlendirme tarihinden önce özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış bedeli, arazi vasfında ise, değerlendirme tarihindeki mevkii ve şartlara göre, olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net geliri esas alınmak suretiyle değerinin belirlenmesi gerektiğinden, Bakanlar Kurulu Kararının l. maddesinin (a), (b), (c) ve (d), bentlerinde ve diğer madde ve fıkralarında değinilen kriterler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılarak çekişmeli taşınmazın vasfının öncelikle belirlenmesi, bu araştırma sonucunda taşınmazın arsa niteliğinde olduğunun kabulü halinde, değerinin en yakın emsal arsa satış bedeli dikkate alınarak mukayeseli değer metoduna göre, taşınmazın arazi niteliğinde olduğunun kabulü halinde ise, ziraî gelir-rant metoduna göre gerçek değerinin saptanması ve bilirkişilerden müşterek rapor alınması ve toplanan delillere göre bir karar verilmesi gerekir.
Kabule göre de, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin (A.A.Ü.T.) 3/2. maddesine göre ret sebebi ortak olan davalılar yararına tek vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekirken, ayrı ayrı vekâlet ücretine hükmedilmesi de doğru değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması nedeniyle duruşma tarihi itibariyle A.A.ÜT.’ne göre belirlenen 1.100.-TL vekâlet ücretinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine, temyiz harcının istek halinde iadesine 24/06/2014 günü oy birliği ile karar verildi.