Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2012/13327 E. 2013/2287 K. 05.03.2013 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2012/13327
KARAR NO : 2013/2287
KARAR TARİHİ : 05.03.2013

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı gerçek kişiler tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacılar…. ve …, 27.01.2011 günlü dilekçelerinde sınırlarını bildirdikleri ….Köyünde bulunup ekli krokide yeri işaretlenen 25-30 dönüm yüzölçümündeki taşınmazın kendilerinin zilyetliğinde olduğu, yararlarına zamanaşımı zilyetliği yoluyla taşınmaz edinme koşullarının oluştuğu, buna rağmen yörede 3402 sayılı Kanunun 4/3 maddesine göre yapılan orman kadastrosunda orman olarak sınırlandırılıp, orman niteliği ile Hazine adına tesbit edilen 101 ada 1 sayılı parsel içerisinde bırakıldığı iddiasıyla bu taşınmaz bölümünün tapu kaydının iptali ve adlarına tescili istemiyle dava açmışlardır. Mahkemece davacıların zilyetliğe dayandıkları, kadastro tesbitinin askı suretiyle ilânından sonra hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın REDDİNE karar verilmiş, hüküm davacı gerçek kişiler tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, 3402 sayılı Kanunun 5304 sayılı Kanun ile değişik 4/3 madde gereği orman olarak sınırlandırılıp, bu şekilde tesbit tutanağı düzenlenen taşınmazın tapu kaydının iptali ve tescili istemine ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde 6831 sayılı Kanun hükümlerine göre orman kadastrosu yapılmamıştır.
…. Köyünde yapılan kadastroda 101 ada 1 parsel sayılı 669 hektar 4467,85 m2 yüzölçümündeki taşınmaz, 3402 sayılı Kanunun 5304 sayılı Kanun ile değişik 4/3 maddesine göre orman olarak sınırlandırılıp, devlet omanı niteliğiyle Hazine adına tesbiti, 13.5.2010 ilâ 14.6.2010 tarihleri arasında yapılan askı ilânı sonunda kesinleşerek tapuya kayıt edilmiştir.
İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye ve 3402 sayılı Kanunun 4/3 ve 11/1 maddeleri gereğince çekişmeli 101 ada 1 sayılı parsel içinde orman olarak tesbit edilerek askı ilânı yapıldığı ve 30 günlük askı süresinde itiraz edilmediğinden orman niteliğinin kesinleştiği, bu tesbite karşı itiraz davasının askı ilân süresi içinde açılması gerektiği, açılmaması halinde ise 6831 sayılı Kanunun 11. maddesi hükmüne göre 10 yıllık süre içinde açılacak iptal ve tescil davasının tapuya dayalı olarak açılabileceği belirlenerek yazılı şekilde hüküm kurulduğuna göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün 6100 sayılı Kanunun geçici 3. maddesi atfıyla 1086 sayılı H.U.M.K.’nun 438. maddesi gereğince ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenlere yükletilmesine 05/03/2013 günü oy çokluğu ile karar verildi.

( Karşı Oy)
KARŞI OY YAZISI

Dava konusu Şirvan Suludere Köyü, 101 ada 1 parsel sayılı taşınmaz, 3402 sayılı Kanunun 18. maddesi uyarınca orman niteliği ile Maliye Hazinesi adına 08.05.2010 tarihinde tesbit edilmiştir.

Davacı dava dilekçesinde, dava konusu taşınmazın komşu köy olan Suludere Köyünde yapılan kadastro çalışmaları esnasında sehven orman sınırları içinde bırakıldığını, bu yerin yıllardır kullandıkları kendilerine ait bir taşınmazın olduğunu ifade etmiştir.
Kadastro tutanağının edinme sebebi sütununda; “…tapu ve vergi kaydına rastlanmayan bu parselin Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan orman vasıflı taşınmazlardan olduğu, teknisyenliğimizce yapılan inceleme, muhtar ve bilirkişilerin müşterek beyanlarından anlaşılmakla, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 18. maddesine göre Maliye Hazinesi adına tesbiti yapıldı.” beyanına yer verilmiştir. Tutanak 13.05.2010 – 14.06.2010 tarihleri arasında 3402 sayılı kanunun 11. maddesi uyarınca askıya çıkarılmış; bu süre içerisinde itiraz edilmediğinden 15.06.2010 tarihinde kesinleşmiştir. İş bu dava ise Asliye Hukuk Mahkemesine 27.01.2011 tarihinde açılmıştır.
Dosya kapsamından, niza konusu parselin tesbitinin 5304 sayılı Kanunla değişik 3402 sayılı Kanunun 4. maddesine göre yapıldığı tartışmasızdır. Davacı, tesbitten önceki sebebe dayanarak iptal ve tescil talebinde bulunmuştur. Tutanağın kesinleştiği tarihten itibaren; davanın açıldığı 25.04.2011 tarihine kadar 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesindeki 10 yıllık sukutu hak süresi geçmemiştir. Yani dava, hak düşürücü süre geçmeden açılmıştır.
Tesbit 3402 sayılı Kanun hükümlerine göre yapıldığına ve bu Kanun hükümleri uygulandığına göre, iptal ve tescil yönünden açılan davaya da bu Kanun hükümlerinin uygulanması gerektiğinde şüphe yoktur. Yani iptal için açılan davada, 3373 sayılı Kanun ile değişik 6831 sayılı Kanunun 11. maddesi hükümlerini uygulama olanağı bulunmamaktadır. O halde; sadece tapulu taşınmazlarda 10 yıllık hak düşürücü sürenin nazara alınması ve süresi içerisinde açılmışsa esasa girilmesi gerektiğinin açıklanması, tapusuz taşınmazlarda zilyetliğe dayanılarak açılan iptal davalarında nazara alınmaması ve dava açılamayacağının belirtilmesini kabul 3402 sayılı Kanunun 12/3. maddesini yok farz etmek olur ki, bunu düşünmek dahi mümkün değildir.
Somut olaya; Özel Kanun olan 6831 sayılı Kanunun değişik 11.maddesinin uygulanması gerektiği de düşünülemez. Zira yukarda açıklandığı gibi, tesbit 3402 sayılı Kanuna göre yapılmıştır. Kesinleşen tutanaklara karşı 10 yıl içerisinde ister tapuya dayanılarak, isterse zilyetliğe dayanılarak iptal davası açılabilir. Kanunda bu yönde boşluk yoktur. Eğer tesbit 6831 sayılı Kanuna göre yapılmış olsa idi, o zaman 3373 sayılı Kanunla değişik 6831 sayılı Orman Kanununun 11. maddesinin uygulanması gerekirdi.
Çoğunluğun görüşüne göre; kişinin kadimden beri kendisine ait olup, daha önceden kadastro geçmediği için tapusuz olan taşınmazının orman içinde bırakılmasında sadece 30 günlük kısmî ilân süresi içinde dava hakkı tanınması halinde, ilgililerin dava hakkı neredeyse ortadan kaldırılmış olmaktadır. Zira kişiler kendi taşınmazlarının orman içinde kaldığını kısmî ilândan anlayamamakta ilgili kişilere herhangi bir tebligat da yapılmamaktadır.
Orman idaresine ve Hazineye süresiz dava hakkı tanınırken davalının tapusunun bulunmaması gerekçe göstererek sadece 1 aylık askı ilân süresini hak düşürücü süre olarak kabul edip, genel mahkemelerde dava açma hakkı tanımamak, davanın süjelerine karşı farklı muamele edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Orman Kadastrosunun yapılması 3402 sayılı Kanun kapsamına alındığına göre, dava hakları da bu Kanuna göre belirlenmelidir.
Nitekim, sayın çoğunluğun dayandığı Genel Kurul kararlarından daha sonra Hukuk Genel Kurulunun 18.10.2006 gün ve 2006/20 – 619 – 665 sayılı Kararıyla; ” 3402 sayılı Yasanın 4. maddesine göre yapılacak kadastro tesbitlerinde zilyetliğe ve vergi kaydına dayalı olarak açılan davaların 30 günlük askı ilân süresi ile sınırlı olduğuna ve 10 yıllık hak düşürücü süre içinde dava açılmasının olanaklı olamadığına ilişkin açık bir hüküm bulunmadığı, sınırlayıcı bir hüküm bulunmadan kişinin anayasal mülkiyet hakkının özüne dokunur şekilde dava açma süresinin kadastro tutanaklarının askı suretiyle ilâna çıkarılmasından itibaren 30 günlük süre ile sınırlandırılması ve bir yerin orman olmadığı, bilimsel olarak saptansa dahi hakkın etkin bir şekilde kullanılmasına imkan vermeyecek 30 günlük hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu gerekçesi ile mülkiyet hakkının elinden alınmasının doğru olmadığı; adil yargılanma hakkının, gerek milli Anayasa ve gerek usûl hukukunun önemli bir parçası olduğu gibi Avrupa ortak anayasal düzeninin temel bir değeri olarak kabul edildiği, bu özgürlükler sağlanana kadar bu hakların etkin bir şekilde korunmasını isteme hakkının güvence altına alınmasının önemli olduğu, başvurunun etkin olabilmesi için başvuru için konulan süreninde makul olması gerektiği, 30 günlük dava süresinin

dava hazırlığı için yeterli olmadığı 3402 sayılı Kanunun 4. maddesine göre yapılan kadastro işlemiyle bir yerin niteliğinin orman ya da kültür arazisi olarak belirlenmesi durumunda, sonuçlarının ilânı ve hak düşürücü süreler ve bu sürelerde yapılacak itirazlar yönünden bir fark olmadığı, taşınmazların kadastro tesbitinde belirlenen niteliğinin, uyulması gereken usûl kurallarını, ilân süresi ve hak düşürücü süreler yönünden fark yaratmayacağı, her ne kadar, 4. madde de orman sınırlaması ve orman sınırları dışına çıkarma işlemlerinin orman kadastro komisyonlarınca tesbit ve haritasına işaretlenerek tutanakları ile birlikte kadastro ekiplerine teslim edileceği öngörmüşse de, kanun metninden 6831 sayılı Kanunun 11. maddesinde yer alan hak düşürücü sürenin uygulanması gerekeceğinin değil, sadece orman olan yerlerde orman sınırlarının belirlenmesinde zorunlu olarak Orman Kanunun sınır belirlemesi ile ilgili özel hükümlerinin uygulanması gerektiği şeklinde anlaşılacağı; hak düşürücü süreler yönünden 3402 sayılı Kanun tarafından Orman Kanununa bir atıf da yapılmadığı, somut olayda orman kadastro komisyonu 3402 sayılı Kanunun 4. maddesine göre sınırlandırma yaptığına göre hak düşürücü sürenin de 3402 sayılı Kanunun 12/3. maddesinde düzenlendiği şekilde olacağı,..” yönünde karar verilmiştir.
Kanaatimce 5831 sayılı Kanun ile 6831 sayılı Orman Kanunun 7. maddesine eklenen değişiklikle de Kadastro Kanuna göre yapılan orman sınırlandırmalarının hak düşürücü sürelerine ilişkin herhangi bir değişiklik de getirilmemiştir.
Kaldı ki; dava konusu parsel, …. Köyü sınırında olup sınırın Çeltikkaya tarafında kişi parselleri bulunmaktadır. Davacı da …. Köyünde ikamet etmekte iken dava konusu parsel Suludere Köyünde yapılan kadastroda orman sınırları içine alınmıştır. Davacının ikamet ettiği …. Köyünde bir ilân da yapılmamış olduğundan bu yönden de davanın süresinde açıldığının kabulü zorunludur.
Dava süresinde açılmıştır. Davacının dayandığı vergi kayıtları ve beyannamelerinin dava konusu yere uyduğu yapılan keşif, dinlenen tanık ve bilirkişi beyan ve raporlarıyla denetlenmiş, eski tarihli hava fotoğraflarında dava konusu yerin tarım arazisi olduğu anlaşılmış, ormancı bilirkişi raporundan dava konusu yerin orman olmadığı ve davacı lehine zilyetlikle edinme şartları da gerçekleştiği halde hak düşürücü süreden davanın reddi yerinde olmamıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle; Şirvan Asliye Hukuk Mahkemesinin davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin temyize konu kararın BOZULMASI gerektiği kanaatinde olduğumdan, sayın çoğunluğun ONAMA kararına katılmıyorum.