Yargıtay Kararı 20. Hukuk Dairesi 2010/3096 E. 2010/5879 K. 05.05.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2010/3096
KARAR NO : 2010/5879
KARAR TARİHİ : 05.05.2010

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasının yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı Hazine tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili, … Köyü 132 ada 1 (eski 738) sayılı parselin (3591 m2) 2007 yılında yapılan ve 22.04.2008 tarihinde ilan edilerek kesinleşen orman kadastrosu ve 2/B çalışmasında, Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığını bildirerek davalı adına kayıtlı tapunun iptalini ve Hazine adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Mahkemece kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı Hazine tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde 1963 yılında yapılıp kesinleşen arazi kadastrosu ile 2005 yılında 2859 Sayılı Yasaya göre yapılan pafta yenileme çalışması vardır.
Mahkemece, çekişmeli taşınmazın 1963 yılında yapılan tapulama sırasında gerçek kişi adına yapılan tesbitine karşı Orman Yönetimi tarafından itiraz edilmesi üzerine, Tarım Bakanlığı mütalaasına göre çekişmeli taşınmazın orman sayılan yerlerden olmadığı belirlenerek, mahkemenin 1968/269-93 sayılı kararıyla davanın reddine karar verildiği ve gerçek kişi adına hükmen tapu kaydı oluştuğu, böylece taşınmazın orman olmadığı konusunda Hazine yönünden kesin hüküm gerçekleştiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de, maddi anlamda kesin hükmü düzenleyen H.Y.U.Y’nın 237. maddesinin “kesin hüküm ancak konusunu oluşturan husus hakkında geçerlidir. Kesin hüküm vardır, denilebilmesi için iki tarafın dava konusunun ve dayanılan sebebin aynı olması gerekir” şeklinde olduğu, madde metninden de anlaşılacağı gibi, kesin hükmün varlığından söz edebilmek için davanın taraflarının, konusunun ve dava sebeplerinin aynı olması gerektiği,
a) Bu koşullardan birincisi davanın konusu, dava ile elde edilmek istenen sonuçtur. Taşınmaza ilişkin davalarda dava konusu, taşınmazın kendisidir. Ancak, aynı taşınmaza ilişkin değişik hakların dava konusu edilmesi halinde taşınmaz aynı olmasına rağmen dava konusunun aynı olduğundan söz edilemez. Örneğin: Davanın tarafları ve taşınmaz aynı olmasına rağmen, mülkiyete ilişkin dava reddedildikten sonra aynı taşınmaz hakkında irtifak hakkı dava edilebilir.
b) Kesin hüküm koşullarından ikincisi dava sebebidir ki; bilimsel görüşler ile yerleşik yargısal kararlar da, dava sebebi davanın dayandırıldığı vakıalar olduğu kabul edilmektedir. Dava sebebi, hukuki sebepten ayrıdır. Mahkeme yargılama sırasında dava sebebi ile bağlı olup, başka sebepleri inceleme konusu yapamaz. Örneğin: Gerçek kişi adına tapulu taşınmazın mera olduğu iddiasıyla tapusunun iptali ile mera olarak sınırlandırılması istemiyle Hazinenin açtığı davada, taşınmaz hakkında orman araştırması yapılmayıp, sadece mera niteliği araştırılarak sonuçta taşınmazın mera olmaması nedeniyle dava reddedilirse, bundan sonra aynı
taşınmazın kesinleşmiş orman sınırları içinde kaldığı ya da orman sayılan yerlerden olduğu iddiasıyla açılacak davada, dava sebebi aynı olmadığı için kesin hükmün varlığından söz edilemez.
c) Kesin hükmün koşullarından üçüncüsü, davanın taraflarının aynı olmasıdır. Tarafların aynı olmasından kasıt, her iki davada da sıfatlarının aynı olması, başka deyişle her iki davada davacı ya da davalı sıfatıyla hareket etmeleri değildir. Kesin hükümle ilgili kararda, davalı sıfatında olan kişi, ikinci davada davacı sıfatıyla yer alması halinde taraflar aynıdır. Kesin hüküm, taraflarının külli haleflerini de aynı şekilde bağlar.
Taraf ehliyeti, davada taraf olabilme yeteneğidir. Medeni hukuktaki medeni haklardan yararlanma hakkının hukuk usulünde büründüğü biçim taraf ehliyetidir. Medeni haklardan istifade yetkisine sahip her gerçek ve tüzel kişi, taraf ehliyetini de haizdir. Dava ehliyeti ise taraf ehliyetine sahip kişinin kendisinin, veya yetkili kılacağı bir temsilci ya da vekili aracılığıyla, davacı ve davalı sıfatıyla davayı takip etme ehliyetidir. Hukuki işlem ehliyetine sahip kişiler bu haklarını kullanabilirler. Kamu otoritesini kullanma yetkisine sahip Devlet bir kamu tüzel kişisi olarak taraf ehliyetine sahiptir. Devletin organları olan genel bütçeye tabi Bakanlıklar ile, bu Bakanlıklara hiyerarşik yönden bağlı olmakla birlikte yasa ile kurulan katma bütçeli genel müdürlüklerin ayrı tüzel kişiler olup, taraf ehliyetli ve ilgili organları aracılığıyla kullanacakları dava ehliyetine sahiptirler.
Husumet ise, yukarıda anlatılan kavramlardan farklı olup, taraf ehliyeti ve dava ehliyetinin subjektif hak ile ilişkilendirilmesidir. Taraf ehliyeti ve dava ehliyetine sahip bir kişiliğin husumet ehliyetinden söz edilebilmesi için, dava ile ulaşılmak istenen subjektif hak ile ilgili olması gereklidir. Örneğin: Bir taşınmazın aynına ilişkin davada, o gayrimenkulda ayni hak sahibi olan, taraf ehliyeti ve dava ehliyetine sahip kişilikler aktif (davacı) ve pasif (davalı) sıfatıyla husumet ehliyetine sahiptir.
Örneğin; Orman Genel Müdürlüğü 04 Haziran 1937 tarih ve 3204 Sayılı yine, 24 Temmuz 1940 tarih ve 394 sayılı ek Yasa ile kurulan bir kamu tüzel kişiliğidir. Ormanların işletilmesi, korunması, denetimi yasa ile bu genel müdürlüğe verilmiştir.
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 07.01.1948 gün ve 16/19-1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, “Yangın ve sair sebep ve suretle ağaçları tamamen veya kısmen yok olan orman zeminleri de dahil olduğu halde, ormana müteallik tecavüz ve mülkiyet ve emsali adli kazaya tabi davalarda, Hazineyi temsilen Hazine avukatının huzuruna lüzum olmadan, devlet namına işletme ve istismar hak ve salahiyetine sahip bulunan Orman Genel Müdürlüğüne mensup Avukatlar bu kabil davaları münhasıran takip ve müdafaa ederler …” şeklindedir. Devlet ormanları, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olup, … mülkiyeti Hazineye, işletilmesi, korunması ve denetimi ise kuruluş yasası ile Orman Genel Müdürlüğünün tek başına aktif ve pasif dava ehliyetine sahip olduğu vurgulanmıştır. İçtihadı birleştirme kararı, Hazinenin dava hakkını kısıtlamak amacından ziyade, Orman Yönetiminin ormanlara ilişkin olarak tek başına dava açma hakkının bulunduğunu açıklamaya yöneliktir.
Somut olaya gelince; çekişmeli taşınmaz hakkında Hazineye husumet yöneltilmeden açılan dava sonunda, orman incelemesi dahi yapılmadan o günkü mevzuat gereği Tarım Bakanlığı görüşüne göre Orman Yönetiminin davasının reddine karar verilmiştir.
Hazine tarafından açılan şimdiki davanın konusu ise çekişmeli taşınmazın kesinleşen 2. madde alanında kalan bölümünün davalı gerçek kişi adına olan tapu kaydının iptalidir. Dava dilekçesindeki açıklamalar ve eklenen belgeler dikkate alındığında, davanın; çekişmeli taşınmazın öncesi itibarıyla orman sayılan, kamu malı niteliğinde yerlerden olduğu, özünde kamu malı olan taşınmazın bu niteliği göz önünde bulundurulmadan özel mülk olarak davalı kişiler adına yolsuz oluşturulan tapu kaydının (tescilin) hukuki dayanaktan yoksun ve yolsuz tescil durumunda olması nedeniyle iptali gerektiği konusunda açıldığının kabulü zorunludur. Bu durumda Hazine yönünden kesin hüküm oluştuğundan söz edilemez. Mahkemece yapılan keşif sonunda taşınmazın 2/B madde sahasında kaldığı da belirlenmiştir.
O halde, çekişmeli taşınmazın 6831 Sayılı Orman Yasasının 7/1. maddesi “devlet ormanları ile evvelce sınırlaması yapılmış olup da, herhangi bir nedenle orman sınırları dışında kalmış ormanların orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde bulunan her çeşit taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırlarının tayini ve tespiti orman kadastro komisyonlarınca yapılır.” hükmü gereğince yapılıp kesinleşen orman kadastrosu ve 2/B madde uygulama sınırları içinde kaldığı, davacı Hazine, genel arazi kadastrosundan önceki hukuki sebeplere değil, kadastrodan sonraki hukuki nedenlere dayanarak iptal ve tescil istediğinden, somut olayda 3402 Sayılı Yasanın 12/3. maddesi hükümlerinin uygulama olanağının bulunmadığı, yolsuz tescil niteliğindeki tapu kaydının malikine mülkiyet hakkı kazandırmayacağı ve T.M.Y.’nın 1026. (E.M.Y. 934 – … 976) maddesi gereğince sicilin hiç bir süreye bağlı kalmadan her zaman iptal edileceği, T.M.Y.’nın 1023. (E.M.Y.931 – … M.Y.974) maddesindeki “iyi niyetle edinme” kuralının da uygulanamayacağı, davalı taşınmazı satın almışsa ve koşulları varsa sebepsiz zenginleşme kurallarına göre taşınmazı kendisine satanlardan satış bedelini geri alabileceği gözönünde bulundurularak taşınmazın bilirkişi raporlarında belirtildiği şekilde 2/B uygulaması kapsamında kalan bölümünün tapu kaydının iptaline, 6831 Sayılı Yasanın 4999 Sayılı Yasa ile değişik 11/4. maddesi gereğince hali hazır niteliği ile kaydında “6831 Sayılı Yasanın 2/B maddesi gereğince orman rejimi dışına çıkartılan yer” belirtmesi de yapılarak Hazine adına tapuya tesciline karar verilmesi gerekirken … şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacı Hazinenin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA 05.05.2010 günü oybirliği ile karar verildi.