Yargıtay Kararı 2. Hukuk Dairesi 2021/4603 E. 2021/6276 K. 20.09.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 2. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/4603
KARAR NO : 2021/6276
KARAR TARİHİ : 20.09.2021

MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 18. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ : Çocuğun Annesinin Soyadını Kullanmaya İzin ve Ön Adının Değiştirilmesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı anne tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı anne dava dilekçesinde; eski eşi olan küçüğün babasının, küçüğün doğumundan iki gün sonra kendisini ve küçüğü evden kovduğunu, daha sonra Ödemiş 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2014/494 Esas -2014/459 Karar sayılı kararı ile anlaşmalı olarak boşandıklarını, küçüğün velayetinin ise kendisine verildiğini, babanın küçüğü bugüne kadar bir kere bile görmediğini, arayıp sormadığını, kendisinin ise amcasının oğluyla ikinci evliliğini yaptığını, bu evliliğinden de bir çocuğunun olduğunu, küçüğün kendi öz babasını bilmediğini ve tanımadığını, ikinci eşini baba olarak bildiğini, büyümesiyle birlikte okulda, hastanede “Benim soyadım niye … değil, niye kardeşimin soyadı benim soyadımdan farklı” diye sorular sorduğunu beyanla küçüğün “…” olan soyadının ” …” olan kızlık soyadı ile değiştirilmesini ve nüfusa tescilini talep ve beyan etmiştir. Dahili davalı baba ise cevap dilekçesinde; küçüğün tarafınca aranıp sorulmadığı iddiasının doğru olmadığını, küçüğü eski eşinin ve ailesinin kendisine göstermediklerini, bu hususu da gerek kendisine gerekse de yakınlarına birçok kez söylediklerini, küçüğün aile ortamının ve psikolojisinin daha fazla bozulmaması için şimdilik rızai ve icrai görüşme yoluna başvurmadığını, küçüğün yaşının dolmasını ve aklının kemâle ermesini beklediğini, ayrıca küçük ergin olduğunda istek ve tercihine göre ad ve soyadını her zaman değiştirmesinin mümkün olduğunu, ancak şu aşamada bu duruma rızasının bulunmadığını beyanla açılan davanın reddini savunmuştur. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; somut olayda söz konusu soyad değişikliğinin tanık anlatımları göz önünde bulundurulduğunda çocuğun üstün yararına aykırı bulunmadığı ve çocuğun soyadı değişmekle kişisel durumunun değişmeyeceği, davacının “Küçüğün soyadının değiştirilmesi” davasında haklı olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş, kararın dahili davalı baba tarafından istinafı üzerine bölge adliye mahkemesince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda; velayet hakkına sahip davacı annenin kendi kızlık soyadını değil evlendiği yeni eşinin soyadını çocuğun soyadı olarak değiştirilmesini talep ettiği, toplanan delillerden babanın çocuğu arayıp sormadığı, ilgilenmediği hususlarının da davacı tarafından ispatlanamadığı, kaldı ki çocuğa yeni eşinin soyadının verilmesinin de mümkün olmadığı, çocuğun soyadının annenin yeni eşinin soyadı ile değiştirilmesinde çocuğun üstün yararının bulunmadığı gerekçesiyle dahili davalı babanın istinaf talebinin kabulü ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm bu sefer davacı anne tarafından temyiz edilmiştir.
Dava; velayet hakkına sahip davacı annenin ortak çocuğun soyadının kendi kızlık soyadı ile değiştirilmesi talebine yöneliktir.
Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; ortak çocuğun davacı anne ile dahili davalı baba arasında evlilik birliği devam ederken dünyaya geldiği, tarafların Ödemiş 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2014/494 Esas -2014/459 Karar sayılı kararı ile anlaşmalı olarak boşandıkları, ortak çocuğun velayetinin davacı anneye verildiği, halen de davacı annenin velayet hak ve sorumluluğunda olduğu anlaşılmaktadır.
Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur (TMK m. 282). Evlilik dışında doğan çocuk, ana ve babasının birbiriyle evlenmesi hâlinde kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olur (TMK m. 292). Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır (TMK m. 321).
Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilân olunur. Ad değişmekle kişisel durum değişmez. Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir (TMK m. 27). Soyadı, bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru hâline gelen, birey olarak kimliğin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri ve vazgeçilmez, devredilmez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkıdır.
Velayet; ana veya babanın, ergin olmayan çocuklarının veya kısıtlanmış ergin çocuklarının kişi varlığına, malvarlığına ve bu iki husus hakkında onları temsiline ilişkin sahip oldukları hakların ve yükümlülüklerin bütününe denir (Akıntück, Turgut: Türk Medeni Kanunu C.2, Aile Hukuku, İstanbul 2002, s. 400). Velayet, çocuk ergin oluncaya kadar onunla ilgili alınması zorunlu kararları alma hususunda veliye sorumluluk yükler ve onları yetkili kılar. Bu bakımdan modern hukukta velayet, bir hak olduğu kadar aslında çocuğun üstün yararının sağlanması bakımından yetki ve sorumluluk da içerdiğinden, hak ve yükümlülüklerin toplamı olarak kabul edilmektedir. Velayetin nihai amacı, henüz erginliğe ulaşmamış küçüğün, ileride bir yetişkin olarak gelecekteki hayata hazırlanmasını sağlamaktadır (Akyüz, Emine Çocuk Hukuku Çocuk Haklarının Korunması, 2012 s.220). 4721 sayılı Kanun’un velayet hakkına ilişkin 335 maddesinde, ergin olmayan çocuğun ana ve babasının velayeti altında olduğu, yasal sebep olmadıkça velayetin ana ve babadan alınamayacağı belirtilmek suretiyle evlilik ilişkisi süresince velayet hakkının ve bu kapsamdaki yetkilerin ortak kullanımına işaret edilmiş; 336. maddesinde evlilik devam ettiği sürece ana ve babanın velayeti birlikte kullanacağı, ortak hayata son verilmesi veya ayrılık hâlinde hâkimin velayeti eşlerden birine verebileceği, ana ve babadan birinin ölümü hâlinde velayetin sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa ait olduğu hüküm altına alınmış, velayet hakkı ve içerdiği yetkilerin kullanımı noktasında da eşlerin eşitliği prensibi yansıtılmaya çalışılmıştır.
Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde, velayet hakkı kapsamındaki yetkiler dâhilinde olan çocuğun soyadının belirlenmesi hususunun düzenlendiği 21.6.1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.” şeklindeki düzenleme Anayasa Mahkemesinin 08.12.2011 tarihli ve 2010/119 esas, 2011/165 karar sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal kararı gerekçesinde, kadın ve erkeğin evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları gereğine yer veren uluslararası sözleşme hükümlerine de atıf yapılmak ve eşlerin, evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda oldukları, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayırım yapılması sonucunu doğuracağı belirtilmek suretiyle itiraz konusu kuralın, Anayasa’nın 10. ve 41. maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle iptaline karar verildiği belirtilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin 25.06.2015 ve 2013/3434 numaralı, 11.11.2015 tarih ve 2013/9880 numaralı, 20.07.2017 tarih ve 2014/1826 numaralı bireysel başvuru kararlarında ise; velayet hakkı tevdi edilen çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebin, velayet hakkı ve bu kapsamdaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olması sebebiyle Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında ele alınması gereken bir hukuki değer olduğunu, koruma, bakım ve gözetim hakkı veya benzer terimlerle ifade edilen velayet hakkı kapsamında, çocuğun soyadını belirleme hakkının da yer aldığını, eşlerin evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda olduğunu, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını belirleme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete dayalı farklı bir muamele teşkil ettiğini, çocuğun bir aileye mensubiyetinin belirlenmesi amacıyla bir soyadı taşıması ile nüfus kütüklerindeki kayıtların güvenilirliği ve istikrarının sağlanmasında, çocuğun ve kamunun açık bir menfaati bulunmakla birlikte, annenin soyadının çocuğa verilmesinin söz konusu menfaatlerin tesisine olumsuz etkilerinin kesin olarak saptanması gerektiğini ve başvurulara konu yargısal uygulamaların ölçülü olduğunun kabul edilemeyeceğini belirterek, eldeki somut olaya benzer nitelikteki başvurulara konu yargısal kararlarda Anayasa’nın 20. maddesi ile birlikte değerlendirilen Anayasa’nın 10. maddesinde güvence altına alınan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar verilmiş, aynı kararlarında ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemesine gönderilmesini de kararlaştırmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti adına 14 Mart 1985 tarihinde imzalanan “11 nolu Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye Ek 7 nolu Protokol”, 6684 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunarak, 25.03.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe girmiş ve iç hukukumuz halini almıştır. Ek 7 nolu Protokol’ün 5. maddesi “Eşler, evlilik bakımından, evlilik süresince ve evliliğin bitmesi halde, kendi aralarındaki ve çocuklarıyla olan ilişkilerinde, özel hukuk niteliği taşıyan hak ve sorumluluklar açısından eşittir. Bu madde, devletlerin çocuklar yararına gereken tedbirleri almalarına engel değildir.” hükmünü içermektedir.
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin Milletlerarası Antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda Milletlerarası Antlaşma hükümleri esas alınır (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m.90/son).
Kuşkusuz velayet kendisinde bulunan anne veya babanın, çocukla ilgili yapacağı her türlü iş ve işlemde çocuğun üstün yararını koruması gerektiği tartışmasızdır.
Çocuğun üstün yararı, çocuğu ilgilendiren her işte göz önüne alınması zorunlu olan ve belirli bir somut olayda çocuk için en iyisinin ne olduğunu belirlemede dikkate alınan bir ölçüt bir kılavuzdur. Çocuğun üstün yararı çocuğun haklarını garanti altına alan bir işlev de üstlenmektedir (Yücel, Özge Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt 1 Sayı 2, Aralık 2013, s.117-137).Esasın da çocuğun üstün yararına gereken önemin verilmesi, yalnızca çocuğun ya da ana babanın değil, toplumun da menfaatinedir. Çünkü çocuğun sosyal, kültürel, fiziksel ve psikolojik yönden olumlu gelişimi, ilerde toplumda zararlı davranışlarının ortaya çıkmasını da engelleyecektir (Baktır, Çetiner Selma, Velayet Hukuku, Ankara 2000 s.33).
Çocuğun üstün yararı gereği, anne hiçbir gerekçe göstermeden, sırf velayetin kendisinde olduğunu ileri sürerek çocuğa kendi kızlık soyadının verilmesini isteyemez. Anne tarafından çocuğun soyadının değiştirilmesi davası açıldığında, çocuğun üstün yararına bakılır. Eğer çocuğun üstün yararı varsa annenin kızlık soyadı çocuğa verilebilir. Üstün yarar yoksa davanın reddine karar verilmelidir.

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, velayet hakkına sahip davacı anne, ortak çocuk henüz iki günlük iken tarafların ayrıldığını, o günden bu yana dahili davalı babanın ortak çocuğu görmediğini, arayıp sormadığını, kendisinin ise yeniden evlenip tekrar anne olduğunu, yeni eşini baba olarak bildiğini, ortak çocuğun okula başlaması ve diğer sosyal ortamlarda bulunması ile kendisinin soyadının ailesinin ve kardeşinin soyadından neden farklı olduğunu sorgulamaya başladığını, çocuğun öz babasını hiç tanımadığını, çocuğa kendi soyadının verilmesinin çocuğun menfaatine olacağını ileri sürmüş, davacı tanıkları da ortak çocuğun bebeklikten bu yana anne yanında olup dahili davalı babanın çocuğu arayıp sormadığını beyan etmişler, dahili davalı baba da cevap dilekçesinde küçüğün aile ortamının ve psikolojisinin daha fazla bozulmaması için şimdilik rızai ve icrai görüşme yoluna başvurmadığını, küçüğün yaşının dolmasını ve aklının kemâle ermesini beklediğini beyan ederek çocukla bir iletişiminin olmadığını kabul etmiştir.Her ne kadar bölge adliye mahkemesince davacı annenin isteği, çocuğun soyadının yeni eşinin soyadı ile değiştirilmesi şeklinde yorumlanmış ise de, gerek dava dilekçesi içeriğinin, gerekse de dosya kapsamındaki nüfus kayıtlarının incelenmesinde davacı annenin kızlık soyadının “SAV” olduğu, 10.05.2016 tarihinde aynı hanenin 37 birey sıra numarasında kayıtlı amcasının oğlu dava dışı … ile evlendiği, yani kızlık soyadı ile yeni evlendiği eşinin soyadının aynı olduğu, davacı annenin bu ikinci evliliğinden de 2017 doğumlu bir kız çocuğunun bulunduğu anlaşılmakta olup bölge adliye mahkemesinin bu yöne ilişkin gerekçesi açıklanan sebeplerle doğru bulunmamıştır. Hal böyle olunca, çocuğun soyadının annenin kızlık soyadı ile değiştirilmesi halinde, üstün yararı bakımından ruhsal gelişiminin olumsuz etkileneceği ispatlanamadığı gibi, aksine çocuğun soyadının annenin kızlık soyadıyla değiştirilmesinde çocuğun üstün yararının bulunduğu anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda verdiği hak ihlaline ilişkin kararları da gözetilerek davanın kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcın istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 20.09.2021 (Pzt.)