Yargıtay Kararı 2. Ceza Dairesi 2009/55401 E. 2010/28803 K. 19.10.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 2. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2009/55401
KARAR NO : 2010/28803
KARAR TARİHİ : 19.10.2010

MAHKEMESİ :Sulh Ceza Mahkemesi
SUÇ : Hakaret ve kasten yaralama
HÜKÜM : Mahkumiyet

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
1-Sanık hakkında hakaret suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün temyiz incelemesinde;
Yapılan duruşmaya toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükmün istem gibi ONANMASINA,
2-Sanık hakkında kasten yaralama suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün temyiz incelemesinde;
Kasten yaralama suçundan hükmolunan cezanın miktar ve türüne göre hükmün; 21.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5219 Sayılı Kanunun 3-B maddesi ile değişik 1412 Sayılı CMUK’nun 305/1.maddesi gereğince hüküm tarihi itibariyle temyizi mümkün olmadığından sanık müdafiinin temyiz isteğinin aynı kanunun 317.maddesi gereğince istem gibi REDDİNE, 19/10/2010 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY:
4.4.1929 günlü,1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun,21.1.1983 günlü,2789 sayılı Yasa’nın 1. maddesiyle değiştirilen 305. maddesinin ikinci fıkrasının 18.11.1992 günlü,3842 sayılı Yasa’nın 28. maddesiyle değiştirilen (1) numaralı bendinin, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2.,5., 10.,11.,12.,13.,36. ve 141. maddelerine aykırılığı iddiasıyla iptali istemi üzerine,anayasa mahkemesi 23.7.2009 tarihinde 2006/65 esas 2009/114 karar nolu kararıyla “İtiraz konusu kuralla yalnızca sonuç olarak hükmedilen adli para cezası esas alınarak, hapisten çevrili adli para cezalarının nitelikleri ve kişi bakımından sonuçları göz ardı edilerek, bunları da kapsayacak biçimde temyiz yoluna getirilen parasal sınır, Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırıdır.Kuralın iptali gerekir.” diyerek sonuç olarak;
A-4.4.1929 günlü, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun, 21.1.1983 günlü, 2789 sayılı Yasa’nın 1. maddesiyle değiştirilen 305. maddesinin ikinci fıkrasının 18.11.1992 günlü, 3842 sayılı Yasa’nın 28. maddesiyle değiştirilen (1) numaralı bendinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
B-İptal edilen bendin doğuracağı hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 53. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları gereğince iptal hükmünün,KARARIN RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE,
23.7.2009 gününde OYBİRLİĞİYLE karar vermiştir.
Karar, Resmi Gazetede 7.10.2009 tarihinde yayınlanmış,iptal edilen bendin doğuracağı hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görülmesine rağmen boşluk yasa koyucu tarafından doldurulmamış ve iptal kararı inceleme tarihi itibari ile yürlüğe girmiştir.
Yürürlüğe giren İptal kararı uygulandığında;1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305. maddesi şöyledir:
(Değişik: 2789 – 21.01.1983) Ceza Mahkemelerinden verilen hükümler temyiz olunabilir. Ancak, onbeş sene ve ondan yukarı hürriyeti bağlayıcı cezalara ait hükümler hiç bir harç ve masrafa tabi olmaksızın Yargıtayca re’sen tetkik olunur.
1.(iptal edilmiştir)
2.Yukarı sınırı onmilyar lirayı geçmeyen para cezasını gerektiren suçlardan dolayı verilen beraat hükümleri,
3.Bu Kanun ile sair kanunlarda kesin olduğu yazılı bulunan hükümler,
Temyiz olunamaz.
Bu suretle verilen hükümler tekerrüre esas olmaz. Ancak haklarında 343 üncü madde hükümleri dairesinde Yargıtaya
başvurulabilir.”
ÇÖZÜLMESİ GEREKEN SORUN:
1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun İPTAL EDİLEN BENDİYLE 305. maddesinin zaman bakımından uygulanmasında,Denetim makamı olan yargıtay tarafından inceleme tarihimi, yoksa karar tarihimi esas alınmalıdır.
Anayasa mahkemesi 23.7.2009 tarihinde 2006/65 esas 2009/114 karar nolu kararında özetle;
“ İtiraz konusu kuralın doğrudan hükmedilen adli para cezaları yönünden Anayasa’nın 2., 36., 141. ve 142. maddelerine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Buna karşılık, hapis cezasını gerektiren suçları ve dolayısıyla da bu suçlardan ötürü verilen adli para cezalarını “önemsiz” olarak kabul etmek mümkün değildir. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 7 numaralı protokolünün 2. maddesinde iki dereceli yargılanma hakkının istisnası olarak gösterilen “az önemli suçlar” ya da “hafif suçlar” tabirinin, aynı Sözleşme’nin maddeye ilişkin açıklamasında suçun cezasının hapis cezasını gerektirip gerektirmeyeceğine bakılarak saptanması gerektiğinin ifade edilmesi karşısında, itiraz konusu kuralla getirilen düzenlemenin hapis cezasından çevrili adli para cezaları bakımından adil yargılanma hakkıyla bağdaşmadığı açıktır.
Diğer taraftan, hapisten çevrilen adli para cezalarına ilişkin mahkumiyet kararlarının mevzuatımızda hükümlü bakımından dolaylı olarak hak yoksunluğu sonucunu doğurabilecek suçlara ilişkin olması durumunda, sanıkların bu kararları temyiz edememesi hakkaniyete aykırı bir takım sonuçlara da yol açabilecektir. Örneğin hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik veya güveni kötüye kullanma suçlarında,malın değerinin azlığı,etkin pişmanlık veya diğer cezai indirim nedenlerinin uygulanması sonucunda, sonuç olarak hükmedilecek hapisten çevrili adli para cezalarının temyiz edilebilirlik sınırının altında kalma olasılığı mevcuttur. Bu durumda, temyiz sınırının altında kalan hapisten çevrili bir adli para cezasına mahkum olan kişi devlet memuru olamayacak, milletvekili seçilemeyecek veya bir siyasi partiye üye olamayacaktır. Kişi hakkında böylesi ağır sonuçlar doğurabilecek bir suçtan dolayı verilecek mahkumiyet kararını önemsiz veya hafif saymaya olanak bulunmadığı gibi, korunan hukuki yarar ve yasakoyucuya tanınan takdir yetkisi birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu düzenlemenin adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle de bağdaşmadığı açıktır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kuralla yalnızca sonuç olarak hükmedilen adli para cezası esas alınarak, hapisten çevrili adli para cezalarının nitelikleri ve kişi bakımından sonuçları göz ardı edilerek, bunları da kapsayacak
biçimde temyiz yoluna getirilen parasal sınır, Anayasa’nın 2. ve 36.maddelerine aykırıdır,kuralın iptali gerekir.”denilerek,
SANIĞA TEMYİZ HAKKININ VERİLMEMESİNİN,adil yargılanma hakkıyla bağdaşmadığı ve sanıkların bu kararları temyiz edememesinin hakkaniyete aykırı bir takım sonuçlara yol açabileceğinin altı çizilmektedir.
Ceza yargılamasında kural,derhal uygulamadır.Bu kurala göre,usül işlemleri mutlaka yürürlükteki yargılama yasalarına göre yapılacak,yürürlükteki yargılama yasasına uygun olarak yapılan işlemlerin sonradan yürürlüğe giren yargılama yasası uyarınca geçerliliğini yitirmeyecek,yeni yargılama yasasının yürürlüğe girmesinden sonra yapılması gereken usul işlemleri yeni yasaya tabi olacak ve yeni yargılama yasasının uygulanmasında,sanığın leh veya aleyhinde sonuçlar doğmasına bakılamaz sonuçları çıkmaktadır.Ancak, bu kuralın geçerli olmadığı hallerinde (istisnalarında)varlığı kabul olunmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, 2.5.1983 tarih ve 65-199 ile 2.5.1994 tarih ve 10-97-126 sayılı kararlarında açıkca belirlendiği gibi,derhal uygulama ilkesinin geçerli olmadığı durumların varlığıda söz konusu olabilmektedir.Yargıtay C.Başsavcılığının itiraz gerekçesinde belirlediği gibi,derhal uygulama ilkesine karşı,sanığın haksızlığa uğramaması bakımından ayrıcalık tanımak gerekir.
ÖNCELİKLE TEMYİZ İNCELEMESİ SANIĞIN LEHİNEMİDİR, ALEYHİNEMİDİR, BUNUN CEVAPLANDIRILMASI ÖNEM TAŞIMAKTADIR.
2709 sayılı T.C.Anayasasının başlangıç hükümleri ve 2, 36 maddelerinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Hukuk Devleti olup kimsenin Hukuk Devleti dışına çıkamayacağı, 36. maddesinde ise hak arama hürriyetinden bahsettiği herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak sureti ile yargı merciler önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
Bir kişinin adil olarak yargılanıp yargılanmadığının göstergesi ise hakkında verilen kararın bir üst mahkemeye başvurma hakkı tanımasına bağlıdır.Adli bir suçtan dolayı hüküm giymiş kişilerin mahkumiyet kararı bir üst mahkeme tarafından yeniden gözden geçirilmesi Anayasanın 38. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkı ile korunmuştur.Sanıkların bir üst mahkemeye başvurma hakkı da,adil yargılanıp yargılanmadığının denetlenmesinin istenmesi temel bir insan hakkı olup, aynı hukuki durumda bulunanlardan “bir kısmına aynı hakkın tanınması bir kısmına ise tanınmaması Anayasaca koruma altına alınmamıştır. Hak arama hürriyetine ilişkin hükümler ile eşitlik ilkesine de aykırı ve Hukuk Devleti ilkesi ile de bağdaşmamaktadır.Hapisten çevrilen adli para cezalarına ilişkin mahkumiyet kararlarının mevzuatımızda hükümlü bakımından dolaylı olarak hak yoksunluğu sonucunu
doğurabilecek suçlara ilişkin olması durumunda, sanıkların bu kararları temyiz edememesi hakkaniyete aykırı bir takım sonuçlara da yol açabilecektir.
Bir yargı yerinin verdiği kararda aykırılık olduğu iddiası ile ortaya çıkan uyuşmazlığın çözümlenmek üzere yargı önüne getirilmesi “kanun yolu”na başvurmadır. Kanun yoluna başvuru hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamı içerisinde kabul edilmektedir.Yargıtay,mahalli mahkemelerin vermiş oldukları kararları inceleyerek,yanlış olanları bozma ve doğru olanları onama yetkisine sahip en yüksek mahkemedir.Sosyal hayatta, mahkeme aracılığı ile bir insanın uğradığı haksızlıktan daha ağır ve derin yaralar açan hiçbir haksızlık düşünülemez.Yanlış kararlar verilmesini önlemek düşüncesi ile,mahkeme kararlarını daha yüksek bir mahkemeye inceletmek benimsenmiştir.Yargıtayın kuruluş amacıda budur.Bu nedenle bir kararın Temyiz makamınca incelenmesi sanığın lehinedir.
Anayasa mahkemesinin iptal kararıyla, yukarı sınırı onmilyar lirayı geçmeyen para cezasını gerektiren suçlardan dolayı verilen beraat hükümleri ile 1412 sayılı CMUK ve sair kanunlarda kesin olduğu yazılı bulunan hükümler dışında Ceza Mahkemelerinden verilen mahkumiyet hükümleri temyiz olunabilecektir.Sonuç olarak verilen adli para cezasından oluşan hükmü benimsemiyen ve temyiz eden sanığa, iptal kararı yürürlüğe girmesine rağmen temyiz makamının,7.10.2010 dan önce karar verildi diyerek temyiz hakkı vermemesi kabul edilemez.Derhal uygulama ilkesi bu halde haksız sonuçların doğumuna yol açar.Sanığa temyiz hakkının verilmemesi,adil yargılanma hakkıyla bağdaşmaz ve sanıkların bu kararları temyiz edememesi hakkaniyete aykırı bir takım sonuçlara yol açar.Yeni düzenlemeyi,kesin olduğu temyiz makamınca onaylanmıyan kararlara uygulatmamak evrensel hukukun genel ilkesi olan eşitlik kavramınada uygun düşmez.Yeni düzenlemenin uygulanmaması eşitlik ilkesine ters bir sonuç doğuracak ise,bu istisnai halde düzenlemenin geriye yürümesi zorunludur.Kaldıki Temyiz isteğini red eden mahkeme kararına karşı başvurusu red edilenin temyiz yoluna tekrar başvurması olanaklıdır ve yasal hakkıdır.Kesin olduğu belirlenerek temyiz isteği red edilene red kararına karşı temyiz olanağı tanınırken kesin olarak verilen kararın açıkca anayasaya aykırı olduğunu bilerek buna rağmen hükümden doğrudan etkilenen sanıktan temyiz hakkını esirgemek uygun düşmez ve kabul edilemez .
Bu itibarla hükmün temyiz edilebilir olması nedeniyle dosyanın incelenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesine katılmıyorum.