Yargıtay Kararı 19. Ceza Dairesi 2020/3113 E. 2021/4011 K. 31.03.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 19. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2020/3113
KARAR NO : 2021/4011
KARAR TARİHİ : 31.03.2021

4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’a muhalefet suçundan sanık …’in, anılan Kanun’un 2/4-son ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 62. maddeleri uyarınca 2 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair Sarıyer Sulh Ceza Mahkemesinin 03/06/2008 tarihli ve 2006/66 esas, 2008/370 sayılı kararının itiraz edilmeksizin 11/09/2008 tarihinde kesinleşmesini müteakip, sanığın deneme süresi içerisinde 01/12/2009 tarihinde işlediği kasıtlı suçtan dolayı mahkum edildiğinin ihbar edilmesi üzerine, hükmün açıklanarak, adı geçen sanığın 4320 sayılı Kanun’un 2/4-son ve 5237 sayılı Kanun’un 62. maddeleri uyarınca 2 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin … 47. Asliye Ceza Mahkemesinin 08/10/2019 tarihli ve 2019/509 esas, 2019/646 karar sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı’nın 13.05.2020 gün ve 6012 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 04.06.2020 gün ve KYB. 2020/48908 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.
Anılan ihbarnamede;
Dosya kapsamına göre, suç tarihinin 17/02/2005 olduğu ve sanık hakkında verilen 03/06/2008 tarihli hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 11/09/2008 tarihinde kesinleştiği, sanığın denetim süresi içerisinde 01/12/2009 tarihinde yeniden suç işlediği, 5271 sayılı Kanun’un 231/8-son cümlesi gereğince 11/09/2008 ila 01/12/2009 tarihleri arasında dava zamanaşımı süresinin duracağı, yargılama konusu suç tarihi itibariyle sanık lehine olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102/4 ve 104/2. maddelerine göre 7 yıl 6 aylık olağanüstü dava zamanaşımı süresine tâbi olduğu dikkate alındığında, suç tarihi olan 17/02/2005 gününden hükmün açıklanmasına ilişkin kararın verildiği 08/10/2019 tarihine kadar geçen 14 yıl 7 ay 21 günden, sanık hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştiği 11/09/2008 tarihi ile denetim süresi içerisinde işlenen suçun suç tarihi olan 01/12/2009 tarihleri arasında geçen 1 yıl 2 ay 20 günlük durma süresi çıkarıldığında 13 yıl 5 ay 1 gün geçmiş olduğu cihetle, dava zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle düşme kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden, yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
Sanığın üzerine atılı 4320 sayılı Kanuna aykırılık suçu nedeniyle, CMK’nin 231. maddesi gereği 03.06.2008 tarihinde verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararın, 11.09.2008’de kesinleştiği, sanığın denetim süresi içinde 01.12.2009 tarihinde işlediği ikinci bir suç nedeniyle açıklanması geri bırakılan hükmün 08.10.2019 tarihinde açıklandığı, ancak denetim süresi içinde duran 5 yıllık olağan, 7 yıl 6 aylık olağanüstü dava zamanaşımının, hükmün açıklandığı tarihte dolduğu anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, … 47. Asliye Ceza Mahkemesinin 08/10/2019 tarihli ve 2019/509 esas, 2019/646 karar sayılı kararının CMK’nun 309/4-d maddesi uyarınca kanun yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre; gerekçeli kararının HÜKÜM fıkrasının tamamen hükümden çıkartılmasıyla, yerine; “Sanığın üzerine atılı suça ilişkin cezanın üst sınırı nazara alındığında, suç tarihinden karar tarihine kadar 765 sayılı TCK’nin 102/4. maddesinde yer alan zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmakla, sanık hakkında açılan kamu davasının CMK’nin 223/8. maddesi uyarınca açılan KAMU DAVASININ zamanaşımı nedeni ile DÜŞÜRÜLMESİNE” ibaresi yazılmak suretiyle DÜZELTİLMESİNE, üye …’ın zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesinin hatalı olduğuna dair karşı oyuyla, 31.03.2021 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

(M)

Karşı Oy
Sanık … hakkında, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü tarafından Kanun Yararına bozma talep edilmesi üzerine, Dairemizin sayın çoğunluğu hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına konu suçun dava zamanaşımı süresinin dolduğunu kabul ederek, CMK’nın 223/8 maddesi uyarınca davanın düşmesine karar vermiştir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen suçun işlendiği tarih 17.02.2005 tarihi olup, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşme tarihi 11.09.2008’dir. Sanığın yargılanması süresince 3 yıl 6 ay 24 gün zamanaşımı süresi işlemiştir. İhlale neden olan ikinci suçun işlenme tarihi ise 01.12.2009’dur. İkinci suçun yargılaması İstinaf ve Yargıtay aşamalarından geçerek yaklaşık 9 yıl sürmüş ve sanığın 2 yıl 6 aylık hapis cezası 02.10.2018 tarihinde Yargıtay 17. Ceza Dairesi tarafından onanmak suretiyle kesinleşmiştir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını veren Mahkemeye ihbarda bulunulması üzerine, Mahkeme 26.08.2019 tarihinde tensiple usuli işlemlere başlamış, 08.10.2019 tarihinde hükmü açıklamış, açıklanan bu hüküm, 15.01.2020 tarihinde kesinleşmiştir. Sanığın açıklanmasına neden olduğu suç, 4320 sayılı Ailenin Korunması Kanunu’na muhalefet suçu olup, bu suçun olağan zamanaşımı süresi 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102/4 maddesine göre 5 yıl, 104/2 maddesine göre olağanüstü zamanaşımı süresi ise 7 yıl 6 aydır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını veren Mahkemenin usuli işlemlere başlaması ile hükmü açıklaması arasında 3 ay 7 gün geçmiştir. Toplam işleyen zamanaşımı süresi 3 yıl 10 ay 1 gündür. Bu nedenle suçun zamanaşımı süresinin dolmadığını düşünmekteyim.
Şöyle ki;
Dairemizin kararı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bu konuda vermiş olduğu 2014/193 Esas, 2017/15 Karar, 2015/268 Esas, 2017/124 Karar, 2015/536 Esas, 2017/14 Karar, 2013/526 Esas, 2016/458 Karar, 2016/34 Esas, 2016/467 Karar, 2017/819 Esas, 2019/700 Karar, 2015/599 Esas, 2016/99 Karar sayılı kararlarına uygun olarak verilmiştir. Ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ikinci suçun işlenmesiyle birlikte, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen ilk suçun zamanaşımı süresinin işlemeye başladığını kabul eden kararının irdelenmesi gerekir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yukarıda esas ve karar numaraları yazılan kararlarında da belirtildiği gibi, örnek olarak ele aldığım 2015/3-599 Esas ve 2016/99 Karar sayılı kararının 7. sayfasının son paragrafında “Dava zamanaşımının durması, kanunda açıkça sayılan bazı hallerde soruşturma veya kamu davasının yürütülememesinden dolayı, bu halin ortaya çıkmasından, kalkması anına kadar geçen sürede zamanaşımının işlememesini ifade etmektedir.” denilmek suretiyle, zamanaşımının durması hali soruşturma veya kamu davasının yürütülememesi kriteri ile açıklanmıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesi ile duran zamanaşımı süresinin, ihlale neden olan ikinci suçun işlenmesi tarihinde başladığını kabul etmek kanun koyucunun bu konudaki iradesi ile çelişmektedir. Soruşturma ve kamu davasının yürütülememesinden dolayı zamanaşımı sürelerinin işlemediği kabul edilmiş olduğuna göre, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını veren, ikinci suçun işlendiğinden haberi dahi olmayan, haberdar olsa bile mahkumiyet kararını beklemek zorunda olan, sanığın ilk suçu ile ilgili hiçbir usuli işleme başlayamayan Mahkemenin elindeki suçla ilgili zamanaşımı süresi neden işlemeye başlayacaktır. Burada esas olan yargılama yapılacak suçla ilgili işlemlere başlanıp başlanmadığıdır. Başka bir Mahkemenin keyfiyetinde olan yargılama süresinin zamanaşımı süresine eklenmesi kabul edilemez bir durumdur. Nitekim somut olayda ikinci suçun yargılama süreci yaklaşık 9 yıl sürmüştür. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun belirtilen kararları kriter alındığı için ikinci suçun işlendiği tarihten kesinleştiği tarihe kadar bile 5 yıllık ve 7 yıl 6 aylık zamanaşımı süreleri dolmuştur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2015/3-599 Esas ve 2016/99 sayılı kararının 7. sayfasının 2. paragrafında “Kanun koyucu bazı hallerde dava zamanaşımının süresinin başlangıcını özel olarak belirtmek gereğini hissetmiştir. Örneğin iftira suçunda mağdurun fiili işlemediğinin sabit olduğu, evlenme yasaklarına aykırılık suçlarında ise evlenmenin iptali kararının kesinleştiği tarihten itibaren dava zamanaşımının işlemeye başlayacağı kabul edilmiştir.(TCK m. 267/8 ve 230/4)” denilmek suretiyle, bu durum kanun koyucunun özel hallerde bunu belirteceğine ilişkin gerekçe yapılmış, ancak iftira suçunda mağdurun suçu işlemediğinin anlaşılması, evlenmenin iptali suçunda kararın kesinleşmesine kadar zamanaşımı süresinin işlemeyeceği yönündeki kanun koyucunun iradesi göz önüne alınmamıştır. Gerek iftira suçunda mağdurun suçu işlemediğinin tespiti için, gerekse evlenmenin iptali kararında ancak bir Mahkeme kararının sonucunda zamanaşımının işlemeye başlayacağı hesaba katılmamıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2015/3-599 Esas ve 2016/99 sayılı kararının 8. sayfasının ilk paragrafında, “Durma kabul edilmezse ortaya çıkan engel hal nedeniyle işin uzaması sonucu davanın zamanaşımına uğraması söz konusu olabilecektir.” denilmiştir. Benim de demek istediğim tam olarak budur. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun ihlale konu suçun işlenmesiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına konu suç içinde zamanaşımı süresinin işlemeye başlayacağı kararı ile somut olayımızda olduğu gibi hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen suçun zamanaşımına uğraması söz konusu olmuştur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2015/3-599 Esas ve 2016/99 sayılı kararının 8. sayfasının ilk paragrafında, “765 sayılı TCK’nun 107. maddesinde; “Hukuku âmme dâvasının ikamesi mezuniyet veya karar alınmasına yahut diğer bir mercide halli lâzım gelen bir meselenin neticesine bağlı bulunduğu takdirde mezuniyet ve kararın alınmasına yahut meselenin halline kadar müruruzaman durur”, 5237 sayılı TCK’nun 66/1. maddesinde ise; “Soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, izin veya karar alınması veya diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hâllerde; izin veya kararın alınmasına veya meselenin çözümüne veya kanun gereğince hakkında kaçak olduğu hususunda karar verilmiş olan suç faili hakkında bu karar kaldırılıncaya kadar dava zamanaşımı durur.” hükümlerine yer verilmiştir. Her iki düzenleme arasındaki fark 5237 sayılı TCK’da 765 sayılı TCK’daki “hukuku âmme dâvasının ikamesi” ibaresi yerine “soruşturma ve kovuşturma yapılması” ibaresinin tercih edilmesi ve yeni bir durma nedeni ihdas edilerek kanun gereğince hakkında kaçak olduğu hususunda karar verilmiş olan suç faili hakkında bu karar kaldırılıncaya kadar dava zamanaşımı duracağının kabul edilmesidir. Dava zamanaşımını durduran sebepler anılan maddelerde sayılanlarla sınırlı olmayıp ceza muhakemesi kanununda ve özel ceza kanunları ile ceza içeren kanunlarda bu konuda hükümler mevcuttur. Nitekim uyuşmazlık konusu olan CMK’nun 231/8. maddesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde denetim süresi içinde dava zamanaşımı duracağı kabul edilmiştir.” denilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2015/3-599 Esas ve 2016/99 sayılı kararının 10. sayfasının son paragrafında, “Anayasanın 38/4 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan “masumiyet karinesi” gereğince denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi nedeniyle hükmün açıklanabilmesi için ihbar olunan kasıtlı suçla ilgili mahkumiyet kararının kesinleşmiş olması gerekir. Denetim süresi içinde işlenen suçun kesinleşmesine kadar dava zamanaşımının duracağına ilişkin açık bir kanun hükmü bulunmamaktadır. İhbar olunan suçun kesinleşmesi şartının yorum yoluyla dava zamanaşımını durduran izin, karar yahut bekletici sorun olarak mütalaa edilmesi de mümkün değildir. Kanun koyucu hükmün açıklanmasının geri bırakılması halinde özel bir durma nedeni ihdas etmiş ve dava zamanaşımının sadece denetim süresi içinde duracağını kabul etmiştir. Bu nedenle denetim süresi içinde işlenen suçun kesinleşmesine kadar geçen sürede hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu suçun dava zamanaşımının işlemeye devam ettiği kabul edilmelidir. Bu yorum kanun koyucunun amacına daha uygun olacağı gibi yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle oluşacak “hukuki güvenlik” ilkesini zedeleyici sonuçların bertaraf edilmesi bakımından da en uygun çözüm yolu olacaktır.” denilmiştir. 5237 sayılı TCK’nın 66/1 maddesinde açıkça “Soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, izin veya karar alınması veya diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hâllerde; izin veya kararın alınmasına veya meselenin çözümüne …. kadar dava zamanaşımı durur.” denilmiş olmasına, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar veren ilk Mahkemenin Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararında belirtildiği gibi ihlal ile ilgili ikinci kararın kesinleşmesini bekleme zorunluluğu olduğuna, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar veren Mahkemenin ikinci hüküm kesinleşmeden hiçbir usuli ve esaslı işlem yapamayacak olmasına göre, burada ilk mahkemenin kovuşturmaya devam edebilmesi için diğer bir mercide çözülmesi gereken meselenin sonucuna bağlı olduğu kabul edilmelidir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararında masumiyet karinesi işlenmiştir. Masumiyet karinesinin ihlali, ancak ikinci suç hakkında verilen karar kesinleşmeden ilk suçla ilgili işlemlere başlanmış olması halinde söz konusu olur. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar veren Mahkeme hem hiçbir işlem yapamayacak hemde sanık açısından zamanaşımı süreleri işlemeye başlayacaktır. Bu durum sanığın yeniden suç işlemesi yoluyla ilk hükmü zamanaşımına uğratmasına yol açacaktır. Kuşkusuz Yargıtay Ceza Genel Kurulunun gerekçesinde belirttiği gibi ikinci hükmün kesinleşmesi şarttır. Buna kimsenin bir itirazı olamaz. Masumiyet karinesi de bunu gerektirir. Ceza hukukunda kesinleşmeyen hiçbir karar hüküm ifade etmez. Ancak ilk karar için hüküm ifade etmeyen bir durumun varlığı gözetildiğinde, zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlaşdığının söylenmesi kabul edilemez. Sanık hem işlediği ikinci suçtan dolayı zamanaşımı sürelerinden yararlanıp, hemde ilk suçtan dolayı zamanaşımı sürelerinden yararlanamaz. Ayrıca ihlale konu suçun işlendiği tarihten itibaren zamanaşımının işletilmeye başlanmasına dair kabul, CMK’nın 231/8 maddesindeki denetim süresi içinde zamanaşımının duracağına dair düzenlemeye de aykırılık teşkil eder. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun ikinci suçun işlendiği tarihten itibaren zamanaşımı süresinin ilk suç için de işlediğini kabul etmesi, sanığın ihlale konu suçu işlediği konusunda Cumhuriyet Savcılığında savunmasının alınması, sorgusunun yapılması gibi zamanaşımını kesen işlemler sonucunda, Cumhuriyet Savcılığınca herhangi bir nedenle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi halinde de zamanaşımı sürelerinin işlediğinin kabul edilmesi gerektiği sonucunu doğurur. Bu cümleden hareketle, işlediği iddia edilen 2. suç nedeniyle hakkında iddianame ile dava açılan ve yapılan yargılama sonucunda beraat eden sanık lehine, ilk suç için de zamanaşımı sürelerinin işleyeceği kabul edilmiş olur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2015/3-599 Esas ve 2016/99 sayılı kararının 8. sayfasının son paragrafında, “Dava zamanaşımının kesilmesi ise kanunda açıkça sayılan bazı hukuki fiillerden dolayı, o ana kadar işlemiş olan dava zamanaşımı süresinin işlememiş sayılmasını ve dava zamanaşımı süresinin yeni baştan işlemeye başlamasını ifade etmektedir. Suçun doğurduğu içtimai sarsıntı devam ettiği müddetçe suçlunun cezalandırılmasında kamu faydası olduğu esasından, dava canlı ve harekette iken zamanaşımı olmayacağı, davanın canlı ve hareketli olduğunu gösteren hadiselerin zamanaşımını keseceği sonucu çıkarılmıştır. (Nurullah Kunter, Ceza Hukukunda Zamanaşımı, Yayımlanmamış Doçentlik Tezi, s. 92)” denilmiştir. Sanığın işlediği idia edilen ikinci suçla ilgili kovuşturma devam ederken, ilk suçla ilgili hiçbir usuli muamale yapılmadığına göre, ilk suçla ilgili davanın canlı ve hareketli olduğunu söylemek mümkün değildir. İlk suçla ilgili yargılama, ancak ikinci suçun kesinleşmesinden ve ikinci yargılamaya yapan Mahkemenin bildirimde bulunmasından sonra, ilk kararı veren Mahkemenin dosyayı ele alması ile canlı ve hareketli olacaktır. Paragrafta geçen kamu faydasını ve ilk suçtan zarar gören mağdurlar ve katılanları gözettiğimizde davanın zamanaşıma uğraması nedeniyle zarar görecekleri kesindir.
Kanun koyucu zamanaşımını kesen sebepleri, şüphelinin Cumhuriyet Savcılığında savunmasının alınması, sorgusunun yapılması, hakkında iddianame düzenlenmesi, Mahkemede sorgusunun yapılması, kaçak olduğuna karar verilmesi, hakkında mahkumiyet kararı verilmesi gibi, hep usuli muamelelerin yapılmasına bağlamıştır. Kesilen zamanaşımı süresi usuli muamelelerden sonra yeniden işlemeye başlayacak ancak bu süre olağanüstü zamanaşımı süresinin dolmasına kadar devam edecektir.
Denetim süresi içerisinde yükümlülüklere aykırı davrananlarda, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile ilgili karar hemen ele alınıp ceza verilmesi mümkün iken, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bu kararı ile yeni suç işleyenlerde zamanaşımı süresinin yeni suç tarihinden başlatılması ve ikinci suçun kesinleşmesine kadar zamanaşımı süresinin işleyeceğinin kabul edilmesi sonucu, yeni suç işleyen kişi ile denetim süresini ihlal eden kişi yönünden açıkça bir eşitşizlik ortaya çıkmıştır. Somut dosyamızda olduğu gibi ikinci suçun keşinleşmesine kadar 9 yıla yakın bir süre geçmiş ikinci suçun yargılaması sırasında ilk suç için öngörülen hem olağan hemde olağanüstü zamanaşımı süreleri dolmuştur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2015/3-599 Esas ve 2016/99 sayılı kararının 11. sayfasının ilk paragrafında, “Anayasanın 38/4 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan “masumiyet karinesi” gereğince suçluluğu kanunen sabit oluncaya kadar herkesin masum sayılacağı cihetle, hükmün açıklanabilmesi için denetim süresi içinde işlendiği ihbar olunan kasıtlı suçla ilgili mahkumiyet kararının kesinleşmiş olması şartı aranmalı ve bu sürede hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu suçun dava zamanaşımının işlemeye devam ettiği kabul edilmelidir.” denilmiştir. Masumiyet karinesinin ihlali ancak 2. suçun işlendiğinin öğrenilmesi ile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen dosyanın ele alınması halinde mümkün olur. Zamanaşımı süresinin ikinci suçun işlenmesiyle birlikte işletilmeye başlatılmasının bu karine ile bir ilgisi yoktur. Böyle bir kabul bizi ihlale neden olan suçla ilgili şüphelinin Cumhuriyet Savcılığında savunmasının alınması, sorgusunun yapılması, sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ya da bu işlemlerin sonucunda iddianame tanzim edilmesi ve sonucunda açılan davada sanığın beraat etmesi hallerinde de geçen sürelerin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen suçla ilgili de zamanaşımı sürelerinin işletilmesi sonucunu doğurur ki, bu kabul edilemez bir durumdur. Hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen şüphelinin ya da açılan dava sonucunda beraat eden sanığın, ilk suçu ile ilgili zamanaşımı sürelerinin işlediğinin kabul edilmesine yol açan yoruma gidilmesi hallerinde, esasen masumiyet karinesi ihlal edilmiş olur.
Yukarıda arz ve izah edildiği üzere, ihlale konu suçun işlenmesi ile ilgili zamanaşımı süresinin ne zaman işlemeye başlayacağına dair açık bir yasal düzenleme olmasa da;
Kanun koyucunun zamanaşımını kesen ve yeniden işleten sebepler olarak gördüğü hususların hep görülen bir davayla ilgili olması ve bunu bir takım usuli işlemlere bağlaması, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar veren ilk Mahkeme ikinci suçla ilgili yargılama sonucunu beklemek zorunda olup, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına konu suçla ilgili hiçbir usuli muamele yapamayacak olması,
Kanun koyucunun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 66/1 maddesinin “diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hallerde; ….. dava zamanaşımı durur.” şeklindeki düzenlemesine uygun olacak şekilde uygulanmasının kanun koyucunun amacına daha uygun düşeceği, ikinci suçla ilgili yargılama sürecinin diğer bir mercide çözülmesi gereken bir mesele olmadığı şeklinde bir kabulün hiçbir yasal dayanağının olmadığı, ilk suçla ilgili kararı ele alacak Mahkemenin ihlale konu suçun yargılamasını beklemek zorunluluğu haklı olarak kabul edildiği halde, bunun bir mercide çözülmesi gereken bir mesele olarak kabul edilmemesinin yerinde olmadığı,
Kanun koyucunun TCK’nın 267/8 maddesindeki iftira suçunda mağdurun fiili işlemediğinin sabit olması ve TCK’nın 230/4 maddesindeki evlenme yasaklarına aykırılık suçlarında evlenmenin iptali kararının kesinleştiği tarihten itibaren zamanaşımının işlemeye başlayacağına dair düzenlemelerinin, kanun koyucunun bu konudaki iradesini göstermesi ve kanun koyucunun bunu bir mercide çözülmesi gereken hal olarak gördüğünün açık olması karşısında, kanun koyucunun iradesine uygun olanın ikinci suçla ilgili geçen sürelerin ilk suçla ilgili zamanaşımı süresine eklenemeyeceği,
İstinaf ve Yargıtay aşamaları gözetildiğinde, ihlale konu suçun yargılamasının uzun bir süreç alacağı, bu süreçte ilk suçla ilgili eklemeli zamanaşımı süresinin dolmamasının hemen hemen imkansız olduğu, hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi ile bir şans tanınan sanığa hak etmediği atıfet sağlanacağı, hususlarının gözetilerek, ikinci suçun işlendiği tarihten ikinci suçla ilgili karar kesinleşinceye kadar geçen sürenin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen ilk suçla ilgili zamanaşımı süresinden sayılmasına dair karara, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen suç yönünden zamanaşımı süresinin ancak ihlalden sonraki yargılama bitip karar kesinleştikten sonra, ilk suçla ilgili dosya Mahkemesince ele alınıp usuli muamelelerin başlamasına kadar zamanaşımı süresinin işletilmemesi ve bu sürede durması gerektiğini düşündüğümden, Dairemizin sayın çoğunluğunun zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesi gerektiğine dair görüşlerine katılmıyorum.