Yargıtay Kararı 19. Ceza Dairesi 2019/23643 E. 2019/6679 K. 03.04.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 19. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2019/23643
KARAR NO : 2019/6679
KARAR TARİHİ : 03.04.2019

5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’na aykırı davranmak suçundan sanık … hakkında yapılan yargılama sonunda mahkumiyetine dair, Tatvan 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 06/11/2013 tarih, 2013/269 Esas, 2013/502 Karar sayılı hükmün sanık tarafından temyizi üzerine,
Dairemizin 26/02/2019 gün ve 2019/1586 Esas, 2019/4829 sayılı kararıyla;
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede,
Yükletilen suçun sanık tarafından işlendiğinin kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,
Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanun’da öngörülen suç tipine uyduğu,
Anlaşılmış ve ileri sürülen başkaca temyiz nedenleri yerinde görülmediği gibi hükmü etkileyecek oranda hukuka aykırılığa da rastlanmamıştır.
Ancak,
Kasıtlı suçtan hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olarak sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesi uyarınca hak yoksunluklarına hükmedilmiş ise de, 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 E., 2015/85 K. sayılı kararı ile anılan maddenin bazı hükümlerinin iptal edilmiş olması nedeniyle yeniden değerlendirme yapılması zorunluluğu,
Bozmayı gerektirmiş ve sanığın temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, bu aykırılık yeniden yargılama yapılmasına gerek olmaksızın düzeltilebilir nitelikte olduğundan, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 322. maddesi uyarınca, hükümden TCK’nun 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün çıkartılıp, yerine ”24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 E., 2015/85 K. sayılı iptal kararı da gözetilerek, kasıtlı suçtan hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olarak, TCK’nun 53. maddesinin uygulanmasına,” ibaresi yazılmak suretiyle başkaca yönleri kanuna uygun bulunan hükmün tebliğnameye kısmen uygun olarak DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 26/02/2019 tarihinde oy çokluğuyla karar verilmiştir.
İTİRAZ NEDENLERİ:
“İtirazın konusu 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 5/2. maddesindeki etkin pişmanlık kuralının uygulanma şartlarının belirlenmesidir. İtirazımızın odak noktasını ise; maddede yer verilen “eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı parayı ödemesi halinde etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanabileceğine ilişkin hakkının sanığa öğretilmesi gerekip gerekmediği” hususu oluşturmaktadır.
Anılan norma göre “Yedinci fıkrası hariç, 3 üncü maddede tanımlanan (gümrük kaçakçılığı) suçlar(ın)dan birini işlemiş olan kişi, etkin pişmanlık göstererek, soruşturma evresi sona erinceye kadar suç konusu eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı kadar parayı Devlet Hazinesine ödediği takdirde, hakkında, bu Kanunda tanımlanan kaçakçılık suçlarından dolayı verilecek ceza yarı oranında indirilir.”
1. Etkin pişmanlık kurumu
Söz edilen düzenleme ile gümrük kaçakçılığı suçlarına ilişkin olarak etkin pişmanlık (faal nedamet) kurumunun uygulanması ilkesi benimsenmiştir. Bilindiği üzere etkin pişmanlık kurumu, suç yolunu (iter criminis) tamamlamış olan failin cezasından indirim yapılmasını ya da cezanın kaldırılmasını sağlayan şahsi bir sebep niteliği taşımaktadır (Akbulut, Berrin: Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2015, s. 498.) Gerçekten, bir fiille zararlı neticenin sebebi olmak ile fiili yapıp neticeyi engellemek aynı değerde şeyler değildir; pişman olunmuş ve bir zarar önlenmiş ise bunun insan ve toplum vicdanında yaratacağı tehlike ve endişenin derecesi aynı olamaz (Soyaslan, Doğan: Teşebbüs Suçu, Kazancı Kitap, Ankara 1994, s. 150). Kuşkusuz faal nedamette gerçek bir vazgeçme, gönüllü vazgeçmeye oranla daha yoğun bir pişmanlık vardır (Bayraktar, Köksal: Faal Nedamet, İÜHFM, 1968, C. XXXIII, S. 3-4, s. 125).
Suç yolunu tamamlayan ancak neticeyi engellemeye yönelen fail hakkında böyle bir indirim yapılmasının veya cezanın tamamıyla kaldırılmasının amacının suçlulukla mücadele olduğu kuşkusuzdur. Kanun koyucu belirli suç tipleri için etkin pişmanlık kuralını benimsemek suretiyle tamamlanmış suçlar yönünden dahi belirli hareketleri yapan failler hakkında lehe hükümler getirerek bir anlamda bazı durumlarda ceza politikasını sıkılaştırmaktan vazgeçmektedir. Böylelikle suç oluşturan fiilin neticesinin giderilmesi yolunda aktif olarak çaba gösteren fail bir anlamda ödüllendirilmektedir. Suçun tamamlanmasından sonra pişmanlık ve tehlikesizlik ifade eden davranışları ortaya koyan; sosyal zararı azaltan failin bir anlamda mükafatlandırılması suç politikasının da bir gereğidir (Soyaslan, s. 151). Ezcümle, etkin pişmanlık gösteren failin hiç cezalandırılmaması veya daha az cezalandırılması suretiyle faili toplumla bütünleştirme ve toplum içinde iyileştirme yolunda da bir adım daha atılmış olmaktadır. Söz edilen politikaların zararı gidermeyi teşvik edici yanıyla modern ceza hukukunun benimsediği onarıcı adalet düşüncesine de dayandığına kuşku yoktur.
2. Etkin pişmanlık kurumundan yararlanma şartları
Uyuşmazlık konumuzun özünü; söz edilen düzenlemedeki etkin pişmanlık kurumundan yararlanmanın şartı (unsuru) olarak yer verilen “…soruşturma evresi sona erinceye kadar suç konusu eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı kadar parayı Devlet Hazinesine ödemek” davranışının fail tarafından nasıl yerine getirileceğinin belirlenmesi hususu oluşturmaktadır.
Bu bağlamda konuyu iki ayrı aşamada irdeleyeceğiz:
İlk olarak, suç konusu eşyanın gümrüklenmiş değeri yani etkin pişmanlıktan yararlanma şartı olan ödeme tutarı nasıl hesaplanacaktır? Failin bu tutarı kendiliğinden bilmesi ve dolayısıyla soruşturma aşamasında ödeyebilmesi mümkün müdür?
İkinci olarak, ilk soruya verilecek cevap çerçevesinde (eğer fail bu tutarı kendiliğinden bilemeyecek durumda değilse) -ikinci soruya geçilerek- belirlenen gümrüklenmiş değer tutarının suç failine usulüne göre adli organlarca bildirilmesi gerekli midir?
2.1. Eşyanın gümrüklenmiş değerinin (zarar tutarının) belirlenmesi nasıl olmalıdır?
5607 sayılı Kanun’a göre etkin pişmanlık için gerekli davranış; “suç konusu eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı kadar paranın Devlet Hazinesine ödenmesi” şeklindedir.
Peki, eşyanın gümrüklenmiş değeri nasıl belirlenecektir?
5607 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde “gümrüklenmiş değer: Uluslararası kıymet sözleşmesine göre belirlenecek; ithal eşyası için eşyanın CIF kıymeti ile gümrük vergileri toplamını, ihraç eşyası için FOB kıymeti ile gümrük vergileri toplamını ifade eder” kuralı yer almaktadır. Dolayısıyla söz edilen CIF veya FOB değer ile bunların üzerine ilave edilecek gümrük vergilerinin toplamının (yani gümrüklenmiş değerin) belirlenmesinin teknik nitelikte bir hesaplamayı gerektirdiği hususu Yargıtay Ceza Genel Kurulu (CGK) ve Anayasa Mahkemesinin (AYM) kararlarıyla da yerleşmiştir, şöyle ki;
a) Ceza Genel Kurulu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanma şartlarından olan zararın giderilmesi unsuruna ilişkin bir kararında bu konuya şöyle işaret etmiştir:
“…kaçakçılık suçunun işlenmesiyle kamunun mahrum kaldığı gümrük vergi tutarının belirlenmesi teknik bir konu olup, yıllara göre değişkenlik arz eden ve eşyaların niteliğine göre farklı tarife ve cetvellere tâbi bulunan bu tutarın herkes tarafından kolayca belirlenmesi mümkün değildir. Bu nedenle tarafsız uzman bir bilirkişiye suça konu eşyaların CİF değeri sorulmalı, daha sonra belirlenen bu değer üzerinden gümrük idaresince alınması gerekip de alınamayan gümrük vergileri hesaplattırılmalı ve ödeme iradesini ortaya koyarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep eden sanığa bu miktar bildirilip zararı karşılayıp karşılamayacağı açıkça sorulduktan sonra hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağına karar verilmelidir” (CGK, 21.06.2011 gün ve 135-140 sayılı kararı). 
b) Anayasa Mahkemesi 4926 sayılı (mülga) Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 34/son maddesini “… uyuşmazlığın tarafı olan müdahil gümrük idaresinin belirlediği CIF değerin, hem yakalama eylemine katılanlara ödenecek ikramiyenin, hem de şüpheliye yapılacak önödeme tebligatındaki miktarın belirlenmesinde esas alınması hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır” gerekçesiyle Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir (AYM, 2006/47, 2008/144, Resmi Gazete, 30.12.2008-2709).
AYM’nin anılan kararından hareketle, gümrük kaçakçılığı suçlarına ilişkin soruşturmalarda Gümrük İdaresi tarafından düzenlenen ve eşyanın gümrüklenmiş değerini gösteren Kaçak Eşyaya Mahsus Tespit Varakası (KEMT) davanın tarafı olan İdarece düzenlenmiş bir belge olup burada yer alan hesaplama da davanın tarafı İdarece yapılmıştır. Bu itibarla gümrüklenmiş değerin de bu belgede gösterildiği ve şüphelinin dosya içinden bu belgeye bakarak ödemesi gerekli tutarı öğrenebileceği şeklindeki düşünce kabul edilemez. Çünkü davanın tarafı olan “idarece düzenlenen belgeyi ödeme tutarına esas almak” şeklindeki bir uygulama muhakemede tarafların birisine üstünlük tanımak anlamına gelebilecek ve çelişmeli muhakeme ile silahların eşitliği ilkelerine aykırılık oluşturacaktır.
Ara sonuç
-5607 sayılı Kanun’un 5/2. maddesindeki etkin pişmanlık kurumundan yararlanma şartı olan “eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı kadar paranın ödenmesi” için öncelikle bu tutarın belirlenmesi ve şüpheli tarafından bilinmesi gereklidir. Ezcümle, bu tutarın belirlenmesi Ceza Genel Kurulu’nun söz edilen yerleşik içtihadı ile AYM’nin kararında da açıklandığı üzere teknik bir hesaplama ve dolayısıyla uzmanlık gerektirmektedir. Kuşkusuz gümrüklenmiş değerin hesabı, davanın tarafı olan Gümrük İdaresinin KEMT ile bildirdiği gümrüklenmiş değer tutarı dışında bağımsız ve tarafsız bir uzman (bilirkişi) tarafından belirlenen bir tutar olmalıdır.
-Gerekçeleriyle ortaya konulduğu üzere hesaplanması bile uzmanlık gerektiren gümrüklenmiş değer tutarını -eğer soruşturma dosyasında şüphelinin savunması alınmadan ve/veya kamu davası açılmadan önce bağımsız uzmanca yapılmış bir belirleme yoksa şüphelinin kendiliğinden bilmesi ve dolayısıyla soruşturma aşamasında ödeyebilmesi mümkün değildir. Öz olarak, etkin pişmanlık hükmünün uygulanmasına da esas alınacak olan eşyanın gümrüklenmiş değer tutarı soruşturma evresinde mutlaka bilirkişiye hesaplattırılmalı ve dolayısıyla hazırlık soruşturması evrakı içinde buna dair belge mevcut bulunmalıdır.
Şimdi, birinci soruya (2.1. nolu başlıktaki) verilecek cevabımız “fail etkin pişmanlıktan yararlanmak için ödemesi gerekli tutarı kendiliğinden bilemeyecek durumda değildir” şeklinde olmakla; “belirlenen gümrüklenmiş değer tutarının suç failine usulüne göre adli organlarca bildirilmesi gerekli midir” şeklindeki ikinci sorumuzun cevabını bulmaya yöneleceğiz:
2.2. Bilirkişi tarafından belirlenecek gümrüklenmiş değer tutarını gidermesinin faile hukuki sonuçlarıyla birlikte bildirilmesi gerekli midir?
Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda yer verilen etkin pişmanlık hükmü cezadan indirim yapılmasını sağlayan şahsi bir sebep niteliğindedir. Anılan norm doğrudan suç ve cezayı belirleyen bir norm mahiyetinde olmadığından “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” ilkesi çerçevesinde değerlendirilemeyecektir. Dolayısıyla cezadan yarı oranında indirim sağlayabilecek ve suç tipinde öngörülen yaptırımın alt sınırının üç yıl hapis cezasından başladığı nazara alındığında bu indirimle cezanın 1 yıl 6 ay hapis cezasına inebileceği ve bu indirimle bağlantılı olarak TCK’nun 51, CMK’nun 231. maddelerinin uygulanma şartlarının oluşabileceği gözetildiğinde böylesine önemli hukuki sonuçlar doğuran bir hakkın varlığından şüphelinin bilgilendirilmemesinin mazereti olamayacaktır. Bu anlamda öncelikle sanığa haklarının öğretilmesi yükümlülüğü ilkesel boyutuyla irdelenecek, akabinde ise Anayasa’da ve CMK’da bu yükümlülüğe (birey yönünden hakka) dair pozitif normlar ayrıntılı olarak irdelenecektir:
2.2.1. Sanığa haklarının öğretilmesi yükümlülüğü;
Suç şüphesi altında bulunan kişiye İHAS’nin 6/3-a maddesi kapsamında neyin bildirilmesi gerektiği, sorgusu sırasında neyi öğrendiğine ve davanın diğer şartlarına bağlı olduğu gibi; bu normdaki “ayrıntılı olarak” ifadesi açıkça göstermektedir ki, kişiye verilmesi gerekli bilgi yakalama sebepleri hakkında verilen bilgiye nazaran “daha belirli ve daha ayrıntılı” olmalıdır (Harris, David/ O’Boyle, Michael/ Bates, Ed/ Buckley, Carla/ Warbrick, Colin/ Kilkelly, Ursula/ Cumper, Peter/ Arai, Yutaka/ Lardy, Heather: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, (Çevirmenler: Bingöllü Kılcı, Mehveş/ Karan, Ulaş) Avrupa Konseyi 2013, s. 311).
Hukuk sisteminde bir süjeye tanınan hak diğer süje yönünden bir yükümlülük teşkil etmektedir. Bu itibarla suç şüphesi altında bulunan bireyin etkin pişmanlık hükmünden yararlanma hakkının etkin şekilde işletilmesi yani bu hakkı kullanmaya elverişli bir iklimin oluşturulması muhakeme süjeleri yönünden bir yükümlülük olarak ortaya çıkmaktadır. Bu ilkelerden hareketle, İHAS’nin 6/3-a maddesindeki “ayrıntılı olarak hakların bildirilmesi” kuralı çerçevesinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma şartlarının -tabii ki ödenmesi gereken gümrüklenmiş değerin iki katı tutarın usulünce belirlenmesiyle birlikte- kişiye bildirilmesinin, öğretilmesinin sanığa isnadın bildirilmesi, dolayısıyla savunma hakkı kapsamına dahil olan bir yükümlülük olduğu kuşkusuzdur.
AİHS’nin 6. maddesindeki davanın hakkaniyete uygun dinlenilmesini isteme hakkı çerçevesinde hâkimin savunma makamına samimi davranması ve onu hataya düşürmemesi zorunluluğu kapsamında adli mercilerin muhakemede “şüpheli ve sanığa haklarını öğretme yükümlülüğü” bulunmaktadır. Bireye bu hakkın tanınmasının sebebi ceza muhakemesinin geçtiği tarihsel süreç içinde güçlü olan devlet karşısında zayıf olan ve korunmaya her daim muhtaç olan suç şüphesi altındaki bireyin himaye edilmesi düşüncesidir. Merkezinde en yüce
değer olan insanın bulunduğu ceza muhakemesi hukuku ancak böylelikle insan haklarının güvencesi olma amacına ulaşabilecek ve “demokratik” olarak nitelendirilebilecektir.
Hakları öğretme yükümlülüğü kapsamında adli mercilerin suç şüphesi altında bulunan kişiye samimi davranması, onu tuzağa düşürmekten kaçınması, ona samimi davranması zorunludur. Bu bağlamda, bireye haklarının sadece şeklen bildirilmesi; sözde hatırlatmalar yapılması yeterli değildir. Hakların “öğretilmesi” yükümlülüğü bireyi gerçekten aydınlatma amacına yönelmeli; yürütülen muhakeme işlemi tarafa tüm hukuki sonuçları ile birlikte açıklanmalıdır. Sadece matbu olarak düzenlenmiş bir belgenin kişiye imzalatılması veya kanun maddesindeki hakların kendisine okunması bireyi aydınlatma ya da ona haklarını öğretme amacını yerine getirmiş olarak kabul edilmemelidir. Her eylem ve işlemine hukuku hakim kılan; hukuka aykırı tutum ve davranışlardan kaçınan hukuk devletinin hiçbir vatandaşından böyle bir hakkı esirgememesi gerektiği kanaatindeyiz.
2.2.2. Anayasamızda hakların öğretilmesi yükümlülüğüne ilişkin normlar;
Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti, “laik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak nitelendirilmiştir.
AYM’nin bir kararında da haklı olarak vurgulandığı üzere: “Hukuk devleti her eylem ve işlemi hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinde olan devlettir.” (AYM, 2006/47, 2008/144, Resmi Gazete, 30.12.2008-2709).
Bu bağlamda temel normlara dönecek olursak;
2.2.2.1. Anayasanın “hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesi
“Herkes, meşru, vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” ilkesiyle adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır (AY md. 36). Bilindiği üzere İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 6. maddesiyle de güvence altına alınan adil yargılanma (fair trial-dürüst muhakeme) hakkı Sözleşme ile güvence altına alınan haklar içinde Strasbourg Mahkemesinin içtihatları ile en yoğun şekilde genişleyen ve bu bağlamda özel bir anlam ve değer kazanan bir temel haktır. Gerçekten, Sözleşmenin 6/1. maddesinde düzenlenen “adil yargılanma hakkı” yeni hakların Sözleşme’ye ilave edilmesi için verimli bir temel oluşturmuştur (Harris ve diğerleri, s. 333).
Hukuk devletinin muhakemede hak ve özgürlükleri koruyup güçlendirmesi, muhakemenin tüm alanlarına temel hakların yerleşmesini, hakim olmasını sağlaması, özgürlükleri güçlendirici, hakların kullanılmasını teşvik edip kolaylaştırıcı bir rol üstlenmesi hayati önem arz etmektedir. Bu bağlamda adil yargılanma/dürüst muhakeme hakkının gerçekleştiği bir muhakemeden söz edebilmek için sanığa hakları öğretme yükümlülüğünün yerine getirilmesinin yargılamanın vazgeçilmez bir unsuru olduğuna kuşku bulunmamaktadır.
2.2.2.2. Anayasanın “temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesi;
Anayasa’nın “temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 2001 yılında eklenen 2. fıkra ile “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” kuralı getirilmiştir. Lafzi yorumla bu normun sadece kanun yolu başvurularına ilişkin bir anayasal güvence olduğu yani Devlet yönünden kişiye sadece belirli haklarını öğretme yükümlülüğü getirildiği düşünülebilir. Ancak Anayasa’da yapılan bu değişikliğin amacı gerekçede daha geniş
biçimde; “Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması…, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmesi…” şeklinde ifade edilmiştir. (https://acikerisim.tbmm.gov.tr/xmlui/bitstream/handle/11543/1169/200901027.pdf?sequence=1&isAllowed=y).
Ülkemizde maalesef dağınık olan mevzuat karşısında bazı durumlarda hak arama özgürlüğünün kullanımının tehlikeye düşme ihtimali bulunmaktadır. İşte bu ihtiyacı gören anayasa koyucu kanun yolu başvurularından söz ederek hak arama özgürlüğünü güvence altına alan böyle bir norm vazetmiştir. Sadece kanun yollarına ilişkin olarak getirildiği düşünülebilecek olan bu normun maddenin kenar başlığının “temel hak ve hürriyetlerin korunması” olduğu göz önüne alındığında, muhakemenin tüm evrelerinde uygulanması gerektiği düşüncesindeyiz. Temel hak ve özgürlüklerin geniş yorumlanmasının asıl olduğu nazara alındığında Anayasa’nın 40/2. maddesi ile getirilen “Devletin işlemlerinde kişiye haklarını öğretmesi yükümlülüğünü” ceza muhakemesinin tüm evrelerinde suç şüphesi altındaki kişiye uygulamak mümkündür. Temel hak ve özgürlüklerin kullanma alanını genişletici nitelikteki böyle bir yorumun temel hak ve özgürlüklerin korunmasının güvencesi olan Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olacağı gibi hukuk devleti ilkesine ve demokratik bir ceza hukukunun gereklerine de uygun düşeceğine kuşku bulunmamaktadır.
2.2.3. Ceza Muhakemesi Kanununda hakların öğretilmesi yükümlülüğüne ilişkin “bazı” normlar;
Bu konuda ilk olarak yakalama koruma tedbirine ilişkin norm önem taşımaktadır: CMK’nun “Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler” başlıklı 90. maddesinin 4. fıkrasında; “Kolluk, yakalandığı sırada kaçmasını, kendisine veya başkalarına zarar vermesini önleyecek tedbirleri aldıktan sonra, yakalanan kişiye kanunî haklarını derhal bildirir” kuralı yer almaktadır. Bu norm, yakalanan kişiye haklarını öğretme yükümlülüğünden başka bir şey değildir. Şüpheliye yapılacak bu bildirim onu aydınlatmaya ve haklarını öğretmeye yönelik olmalıdır.
İkinci olarak; CMK’nun 147/1-b maddesindeki “…yüklenen suç anlatılır” ve 147/1-f maddesindeki “…lehine olan hususları ileri sürmek olanağı tanınır” şeklinde ifade edilen soruşturma makamları yönünden emredici nitelikteki normlara dikkat çekmek istiyoruz.
CMK’da yer verilen bu normlar, suç şüphesi altında bulunan kişiye haklarının öğretilmesi yükümlülüğünden açıkça söz etmektedir. Yani muhakemede suç şüphesi altındaki kişiye yüklenen suç tüm hukuki sonuçlarıyla birlikte açıkça anlatılmalıdır. Aynı şekilde lehine olan hususları ileri sürme imkanı da tanınmalıdır. Bu anlamda etkin pişmanlık gibi şüpheli lehine olan bir kurumdan yararlanma hakkının bulunduğu, bu kurumdan yararlanmanın şartları ve bu meyanda ödemesi gereken tutarın ne olduğu kişiye açıkça, ayrıntılı olarak ve hukuki sonuçlarıyla bildirilmelidir. Kişinin bu tutarı ödemek istediğini bildirmesi durumunda isteği halinde ona amaca uygun nispette makul bir süre de tanınmalıdır. Ancak, bu surette sanığın açık iradesinin belirlenmesinden sonra etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma şartını yerine getirip getirmediği değerlendirilebilecek ve böylelikle dava hakkaniyete uygun dinlenilmiş olacaktır. Kuşkusuz, gümrüklenmiş değer tutarı ile bunun ödenmesinin hukuki sonuçlarına dair haklarının bireye tam olarak öğretilmesi ve dolayısıyla etkin pişmanlık kurumundan yararlanmasına elverişli bir hukuki zemin, iklim oluşturulması ise, adil (dürüst) yargılanma hakkının gereğidir.
3.Hukuk devleti ilkesi ve adil (dürüst) yargılanma hakkı bağlamında yapılan tespitler
Yukarıda yer verdiğimiz değerlendirmeler sonucunda özetle, şu tespitlere ulaşmış bulunmaktayız:
a) Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’na aykırılık fiillerinden yürütülen soruşturmalarda “failin etkin pişmanlıktan yararlanmak için ödemesi gerekli tutarı kendiliğinden bilemeyecek durumda olduğu” konusu tartışmasızdır. Bu husus gerek CGK’nun içtihatlarıyla yerleşmiş; gerek AYM’nin 4926 sayılı (mülga) Kanun dönemindeki Gümrük İdaresinin girişeceği bir hesaplamanın muhakeme işlemlerine esas alınamayacağı gerekçesine dayanan iptal kararıyla açıkça ortaya çıkmıştır.
b ) O halde suç şüphesi altında bulunan kişiye adil (dürüst) yargılanma ilkesi gereği tüm hakları öğretilmelidir. Bu bağlamda muhakemeyi yürüten tüm süjeler, kişiye samimi davranmalı, onu hataya ve tuzağa düşürmekten özenle kaçınmalıdır. Kısacası, suç şüphesi altında bulunan bireye Devletin haklarını öğretme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülük basit, şeklî, matbu bir bildirimden; adeta bir yasak savuşturmadan ibaret görülmemeli, işlevsel olarak ve önemi gözetilerek yerine getirilmelidir.
c) Yüksek Mahkememizin bazı içtihatlarında “…sanığın kamu zararını giderme iradesini ortaya koyması gerekliliği” ölçütü ortaya konulmuştur (Bkz. 7. Ceza Dairesi, 19/6/2017 tarih ve 2014/35740, 2017/5478 sayılı kararı). CMK’nun 231. maddesindeki hükmün açıklanmasının ertelenmesi kurumunun uygulanması imkanının bulunup bulunmadığının belirlenmesi yönünden içtihatlarla getirilen bu ölçüte başvurulmasının adil yargılanma hakkı ile sanığa haklarını öğretme yükümlülüğüne uygun düşmeyeceği kanaatindeyiz. Hukuk devletinde suç şüphesi altında bulunan ve zayıf durumda olan kişiye önce hakları öğretilmeli; sonrasında etkin pişmanlık kurumundan yararlanma hakkını kullanmasını beklemelidir.
4.Dürüst bir muhakeme için bazı öneriler;
Muhakemede adli merciler karşısında güçsüz olan, korunmaya muhtaç olan ve bu anlamda haklarla donatılan süjenin suç şüphesi altında bulunan birey olduğu tartışmasızdır. Muhakemede bireye hükmün açıklanmasının ertelenmesi veya etkin pişmanlık gibi onarıcı adalet anlayışının ürünü olan ve lehine olan kurumlardan yararlanma hakkının bulunduğu, bunlardan yararlanma şartları ve tüm hukuki sonuçlarıyla birlikte öncelikle açıklanmak, hakları öğretilmek gerekir. Muhakeme süjelerinin kişiye haklarını öğretme yükümlülüklerini yerine getirmeyi adeta bir kenara bırakarak “sanıkta pişmanlık iradesinin tezahürünü araması” anlamına gelebilecek bir anlayışı hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırmak güçtür. Haklarını bilmeyen, hakları öğretilmemiş ve en önemlisi adli merciler karşısında zayıf olan, suç şüphesi altında olan bireyin suç soruşturması sırasında serbest iradesinin ortaya çıkmasına elverişli bir iklim bulunduğundan söz etmek mümkün gözükmemektedir. Zaten suç şüphesi altında olan bireyin haklarla kuşatılmasının mantığı da budur. İşte bu sebeplerle suç şüphesi altında bulunan, an itibariyle zayıf ve kanun koruması altında olan kişiye haklarını usulünce öğretmeden o kişinin muhakemede etkin pişmanlık iradesini kendiliğinden ortaya çıkarmasını beklemenin dürüst muhakeme ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaştırmanın anlamsız olduğu düşüncesindeyiz.
Dürüst bir muhakemede izlenmesi gerekli usul şu olmalıdır: İHAS’nin 6. maddesindeki davanın hakkaniyete uygun dinlenilmesini isteme hakkı çerçevesinde hâkimin savunma makamına samimi davranması ve onu hataya düşürmemesi yükümlülüğü kapsamında kişiye lehine olan etkin pişmanlık kurumundan yararlanma hakkı bulunduğunu, ödemesi gereken miktarla birlikte bildirip bunu ödeyip ödememenin hukuki sonuçları, maddi durumu elverişli değilse taksitle ödeme imkanı bulunduğu hususları açıkça hatırlatılarak, istenirse süre verilmeli ve açık iradesinin tespitinden sonra etkin pişmanlık kurumundan yararlanma şartlarının oluşup oluşmadığı belirlenmelidir (Krş. Baştürk, İhsan: Hükmün Açıklanmasının Ertelenmesi, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, s. 345-346).
Kuşkusuz her eylem ve işlemi hukuka uygun olan, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendirme, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdürme amacına odaklanmış hukuk devleti, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan özenle kaçınmalı, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılmalıdır. Türk Ceza Kanunu’nun amacının suç işlenmesini önlemek yanında kişi hak ve özgürlüklerini de korumak olarak ifade edildiğine göre (TCK md. 1); muhakeme organları şüpheliye samimi davranarak ona tüm haklarını öğretmelidir.
Bu bağlamda şüpheliye etkin pişmanlıktan yararlanma hakkının bulunduğu hukuki sonuçlarıyla birlikte adli organlarca öğretilmelidir. Hukuk devletinde bireye haklarını öğretme yükümlülüğü getiren sayısız anayasal norm ve ceza muhakemesi normu bulunmaktadır. Kaldı ki böylesine insana değer veren, muhakemenin merkezine en yüce değer olarak insanı yerleştiren bir uygulamanın adli mercilere olan inancı daha da güçlendireceğine ve hukuk devleti ilkesinin özümsenmesine katkı sağlayacağına kuşkumuz bulunmamaktadır. Son söz olarak, suç şüphesi altında bulunan hiç kimseden bu kadarcık bir teminatı esirgemeye hukuk devletinde hakkın olmadığını önemle vurgulamak isteriz.
5.Somut uyuşmazlıktaki tespitler ve sonuç:
Somut uyuşmazlıkta gümrük kaçağı eşyanın değeri hiçbir şekilde belirlenmemiştir. Dava dosyası içinde KEMT varakası veya bilirkişi raporu gibi eşyanın gümrüklenmiş değerini gösteren hiçbir belge bulunmamaktadır. Dolayısıyla eşyanın gümrüklenmiş değerini bilmeyen, belirlenmesi uzmanlık gerektiren bu değeri bilemeyecek durumda olduğu muhakkak olan sanığa öncelikle eşyanın gümrüklenmiş değerinin adli makamlarca belirlenerek bildirilmesi ve etkin pişmanlık kurumundan yararlanma hakkının bulunduğunun tüm hukuki sonuçlarıyla birlikte anlatılması gereklidir. Belirtilen husus yerine getirilmeksizin eksik soruşturma ve savunma hakkının kısıtlanması suretiyle hüküm kurulması adil yargılanma hakkının da ihlali anlamına gelip hukuka aykırı olacaktır.
Anılan gerekçelerle usul ve yasalara aykırı yerel mahkeme mahkumiyet hükmünün bozulması gerekirken sair nedenler yönünden düzeltilerek onanması usul ve yasalara aykırıdır.”
SONUÇ VE İSTEM :”Yüksek Dairenizin itiraza konu 26.02.2019 tarih ve 2019/1586 Esas, 2019/4829 Karar sayılı ilamının CMK’nun 308/2-3 maddesi kapsamında itirazımıza binaen incelenmesi ve yerel mahkeme hükmünün BOZULMASINA karar verilmesi,
İtirazımızın yerinde görülmeyip reddi halinde yukarıda arz ettiğimiz itiraz nedenlerimizin bir kez de CMK’nun 308/1-3 maddesi uyarınca Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunca tartışılması ve ilamın talebimiz doğrultusunda BOZULMASI için dosyanın YÜKSEK YARGITAY CEZA GENEL KURULUNA tevdii itirazen arz ve talep olunur.” isteminde bulunulması üzerine dosya Dairemize gönderilmekle, incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR:
Dairemizin 26/02/2019 gün ve 2019/1586 Esas, 2019/4829 sayılı kararı usul ve yasaya uygun bulunmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazları yerinde görülmediğinden, 6352 sayılı Kanun ile değişik 5271 sayılı Kanun’un 308. maddesinin 3. fıkrası gereğince itirazı incelemek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna GÖNDERİLMEK üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03/04/2019 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Gümrük kaçakçılığı suçundan sanık hakkında kurulan mahkumiyet hükmüne ilişkin olarak sayın çoğunluğun onama kararına, hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması imkanının sağlanması bakımından, suçtan doğan zararın sanığa bildirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği düşüncesiyle muhalifim.
Etkin pişmanlık kurumu 5607 sayılı Kanun’un 5/2. maddesinde düzenlenmiş olup, ikinci fıkrada istisnalar gösterilerek, soruşturma aşamasında kaçak eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katının ödenmesi halinde cezanın yarı oranında indirileceği hüküm altına alınmıştır.
Yapılacak indirim yasa gereği takdiri değil, zorunludur.
Sanığın durumu yasada belirtilen istisnalara girmemektedir.
Sanık hakkında asgari hadden ceza tayin edilmiş olup, etkin pişmanlıktan yararlandığı takdirde, cezanın ertelenmesi, H.A.G.B. müesseselerinden istifade edebilme imkanına kavuşacaktır.
Yakalanan kaçak sigara toplam 48 kartondur.
Mevcut Yargıtay uygulamasında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasında sanığın aktif konumda olması gerektiği belirtilerek, Cumhuriyet savcısı tarafından sanığa hatırlatma yapılmasına gerek bulunmadığı görüşü benimsenmekte, gerekçe olarak da, kanunu bilmemenin mazeret sayılmayacağı ifade edilmektedir.
TCK’nun 4. maddesinde düzenlenen, kanunu bilmemenin mazeret sayılmayacağına ilişkin düzenleme, ceza normu düzenleyen maddelerle ilgilidir. Yani sanık işlemiş olduğu fiilin kanunlarda suç olarak düzenlenmiş olduğunu bilmediğini mazeret olarak ileri süremeyecektir.
Etkin pişmanlık hükmü ceza düzenleyen bir norm değildir,
Sanığa bir hak sağlayan, meydana getirmiş olduğu zararı gidermek suretiyle, sonuçları itibariyle onarıcı adaletin sağlanmasını sağlayan, fert ve toplum/devlet bakımından faydalı sonuç doğuran bir müessesedir.
Yasada zarar miktarının sanığa bildirilmesine ilişkin hüküm bulunmaması, yargı makamlarına bu konuda keyfiyet sunmaz, aksine Cumhuriyet savcısı soruşturma aşamasında sanığa etkin pişmanlık için yatırması gereken zararın miktarını belirterek bu hakkını hatırlatmalı soruşturma aşamasında bu gerçekleşmemişse kovuşturma aşamasında hakim tarafından bu eksiklik giderilmelidir.
Sanığa yasada tanınan bir hakkın varlığının sanığa bildirilmesi yargılama makamlarının bir lütfu değil, görevidir. Kanunlarda savcı/hakimin zaten görevi gereği yaptığı, yapması gereken her şeyin yer alması beklenemez.
Özellikle teknik yanı da olan gümrük kaçakçılığı suçunda zararın ne olduğu ve hesaplanması, bırakın bu suçlardan yargılanan sanıkların ortalama kültür seviyesine, çok daha birikimli olduğu düşünülebilecek sosyal gruplara mensup insanların dahi bilebileceği bir iş değildir.
Esasen Ceza Muhakemeleri Kanunumuzun genel düzenlemesine baktığımızda, sanık haklarına azami önem verilmiştir. (CMK’da yer alan koruma tedbirlerinde yer alan sanık lehine sınırlamalar, savunmada tanınan haklar, duruşmaların umumi araçlarla yayınlanamaması, çocuklar için yapılan özel düzenlemeler, yargı yolunda sanıklar için yapılan düzenlemelerin tümü, sanığın maddi ve manevi kendini baskı altında hissetmeden, haklarını bilerek, hiç bir etkide kalmadan savunmasını en iyi şekil ve şartlarda yapılması sağlanarak, yargılamanın adil şekilde sonuçlandırılmasına yöneliktir)
Somut olaydaki bir başka husus, dosyada zararı ortaya koyan düzenlenmiş KEMT. varakası bulunmadığı gibi, kaçak olduğu hususunda sanığın itirazı olmadığı ve bu açıdan gerekmediği halde bilirkişi dinlenilmiş olmasına rağmen, zararın ne olduğu hususunda dosyada bilirkişi görüşü de bulunmadığından sanığın etkin pişmanlık için kendiliğinden hareketle zararı gidermesi için ortada ödeyebileceği hiç bir değer de dosya içinde görünmemektedir.
Belirttiğim sebeplerle, idareden gümrüklenmiş değerlerle ilgili KEMT. varakası temin edilip, bu değerin iki mislini ödeyip ödemeyeceği sorularak, bu konuda gerekirse sanığa mehil de verilmek suretiyle sonucuna göre hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, bu hususlara riayet edilmeden kurulan yerel mahkeme hükmünün onanması görüşüne katılmadığımdan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 02/04/2019 tarih ve 2013/393792 sayılı itirazının kabulüne karar verilmesi görüşündeyim. 03/04/2019

KARŞI OY

Sayın Çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlık 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 5/2. maddesindeki etkin pişmanlık kuralının uygulanma şartlarının belirlenmesidir. Karşı oyumuzun odak noktasını ise; maddede yer verilen “eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı parayı ödemesi halinde etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanabileceğine ilişkin hakkının sanığa öğretilmesi gerekip gerekmediği” hususu oluşturmaktadır.
Anılan norma göre “Yedinci fıkrası hariç, 3 üncü maddede tanımlanan (gümrük kaçakçılığı) suçlar(ın)dan birini işlemiş olan kişi, etkin pişmanlık göstererek, soruşturma evresi sona erinceye kadar suç konusu eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı kadar parayı Devlet Hazinesine ödediği takdirde, hakkında, bu Kanunda tanımlanan kaçakçılık suçlarından dolayı verilecek ceza yarı oranında indirilir.”
1. Etkin pişmanlık kurumu
Söz edilen düzenleme ile gümrük kaçakçılığı suçlarına ilişkin olarak etkin pişmanlık (faal nedamet) kurumunun uygulanması ilkesi benimsenmiştir. Bilindiği üzere etkin pişmanlık kurumu, suç yolunu (iter criminis) tamamlamış olan failin cezasından indirim yapılmasını ya da cezanın kaldırılmasını sağlayan şahsi bir sebep niteliği taşımaktadır (Akbulut, Berrin: Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2015, s. 498.) Gerçekten, bir fiille zararlı neticenin sebebi olmak ile fiili yapıp neticeyi engellemek aynı değerde şeyler değildir; pişman olunmuş ve bir zarar önlenmiş ise bunun insan ve toplum vicdanında yaratacağı tehlike ve endişenin derecesi aynı olamaz (Soyaslan, Doğan: Teşebbüs Suçu, Kazancı Kitap, Ankara 1994, s. 150). Kuşkusuz faal nedamette gerçek bir vazgeçme, gönüllü vazgeçmeye oranla daha yoğun bir pişmanlık vardır (Bayraktar, Köksal: Faal Nedamet, İÜHFM, 1968, C. XXXIII, S. 3-4, s. 125).
Suç yolunu tamamlayan ancak neticeyi engellemeye yönelen fail hakkında böyle bir indirim yapılmasının veya cezanın tamamıyla kaldırılmasının amacının suçlulukla mücadele olduğu kuşkusuzdur. Kanun koyucu belirli suç tipleri için etkin pişmanlık kuralını benimsemek suretiyle tamamlanmış suçlar yönünden dahi belirli hareketleri yapan failler hakkında lehe hükümler getirerek bir anlamda bazı durumlarda ceza politikasını sıkılaştırmaktan vazgeçmektedir. Böylelikle suç oluşturan fiilin neticesinin giderilmesi yolunda aktif olarak çaba gösteren fail bir anlamda ödüllendirilmektedir. Suçun tamamlanmasından sonra pişmanlık ve tehlikesizlik ifade eden davranışları ortaya koyan; sosyal zararı azaltan failin bir anlamda mükafatlandırılması suç politikasının da bir gereğidir (Soyaslan, s. 151). Ezcümle, etkin pişmanlık gösteren failin hiç cezalandırılmaması veya daha az cezalandırılması suretiyle faili toplumla bütünleştirme ve toplum içinde iyileştirme yolunda da bir adım daha atılmış olmaktadır. Söz edilen politikaların zararı gidermeyi teşvik edici yanıyla modern ceza hukukunun benimsediği onarıcı adalet düşüncesine de dayandığına kuşku yoktur.
2. Etkin pişmanlık kurumundan yararlanma şartları
Uyuşmazlık konumuzun özünü; söz edilen düzenlemedeki etkin pişmanlık kurumundan yararlanmanın şartı (unsuru) olarak yer verilen “…soruşturma evresi sona erinceye kadar suç konusu eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı kadar parayı Devlet Hazinesine ödemek” davranışının fail tarafından nasıl yerine getirileceğinin belirlenmesi hususu oluşturmaktadır.
Bu bağlamda konuyu iki ayrı aşamada irdeleyeceğiz:
İlk olarak, suç konusu eşyanın gümrüklenmiş değeri yani etkin pişmanlıktan yararlanma şartı olan ödeme tutarı nasıl hesaplanacaktır? Failin bu tutarı kendiliğinden bilmesi ve dolayısıyla soruşturma aşamasında ödeyebilmesi mümkün müdür?
İkinci olarak, ilk soruya verilecek cevap çerçevesinde (eğer fail bu tutarı kendiliğinden bilemeyecek durumda değilse) -ikinci soruya geçilerek- belirlenen gümrüklenmiş değer tutarının suç failine usulüne göre adli organlarca bildirilmesi gerekli midir?
2.1. Eşyanın gümrüklenmiş değerinin (zarar tutarının) belirlenmesi nasıl olmalıdır?
5607 sayılı Kanun’a göre etkin pişmanlık için gerekli davranış; “suç konusu eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı kadar paranın Devlet Hazinesine ödenmesi” şeklindedir.
Peki, eşyanın gümrüklenmiş değeri nasıl belirlenecektir?
5607 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde “gümrüklenmiş değer: Uluslararası kıymet sözleşmesine göre belirlenecek; ithal eşyası için eşyanın CIF kıymeti ile gümrük vergileri toplamını, ihraç eşyası için FOB kıymeti ile gümrük vergileri toplamını ifade eder” kuralı yer almaktadır. Dolayısıyla söz edilen CIF veya FOB değer ile bunların üzerine ilave edilecek gümrük vergilerinin toplamının (yani gümrüklenmiş değerin) belirlenmesinin teknik nitelikte bir hesaplamayı gerektirdiği hususu Yargıtay Ceza Genel Kurulu (CGK) ve Anayasa Mahkemesinin (AYM) kararlarıyla da yerleşmiştir, şöyle ki;
a) Ceza Genel Kurulu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanma şartlarından olan zararın giderilmesi unsuruna ilişkin bir kararında bu konuya şöyle işaret etmiştir:
“…kaçakçılık suçunun işlenmesiyle kamunun mahrum kaldığı gümrük vergi tutarının belirlenmesi teknik bir konu olup, yıllara göre değişkenlik arz eden ve eşyaların niteliğine göre farklı tarife ve cetvellere tâbi bulunan bu tutarın herkes tarafından kolayca belirlenmesi mümkün değildir. Bu nedenle tarafsız uzman bir bilirkişiye suça konu eşyaların CİF değeri sorulmalı, daha sonra belirlenen bu değer üzerinden gümrük idaresince alınması gerekip de alınamayan gümrük vergileri hesaplattırılmalı ve ödeme iradesini ortaya koyarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep eden sanığa bu miktar bildirilip zararı karşılayıp karşılamayacağı açıkça sorulduktan sonra hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağına karar verilmelidir” (CGK, 21.06.2011 gün ve 135-140 sayılı kararı). 
b) Anayasa Mahkemesi 4926 sayılı (mülga) Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 34/son maddesini “… uyuşmazlığın tarafı olan müdahil gümrük idaresinin belirlediği CIF değerin, hem yakalama eylemine katılanlara ödenecek ikramiyenin, hem de şüpheliye yapılacak önödeme tebligatındaki miktarın belirlenmesinde esas alınması hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır” gerekçesiyle Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir (AYM, 2006/47, 2008/144, Resmi Gazete, 30.12.2008-2709).
AYM’nin anılan kararından hareketle, gümrük kaçakçılığı suçlarına ilişkin soruşturmalarda Gümrük İdaresi tarafından düzenlenen ve eşyanın gümrüklenmiş değerini gösteren Kaçak Eşyaya Mahsus Tespit Varakası (KEMT) davanın tarafı olan İdarece düzenlenmiş bir belge olup burada yer alan hesaplama da davanın tarafı İdarece yapılmıştır. Bu itibarla gümrüklenmiş değerin de bu belgede gösterildiği ve şüphelinin dosya içinden bu belgeye bakarak ödemesi gerekli tutarı öğrenebileceği şeklindeki düşünce kabul edilemez. Çünkü davanın tarafı olan “idarece düzenlenen belgeyi ödeme tutarına esas almak” şeklindeki bir uygulama muhakemede tarafların birisine üstünlük tanımak anlamına gelebilecek ve çelişmeli muhakeme ile silahların eşitliği ilkelerine aykırılık oluşturacaktır.
Ara sonuç
-5607 sayılı Kanun’un 5/2. maddesindeki etkin pişmanlık kurumundan yararlanma şartı olan “eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı kadar paranın ödenmesi” için öncelikle bu tutarın belirlenmesi ve şüpheli tarafından bilinmesi gereklidir. Ezcümle, bu tutarın belirlenmesi Ceza Genel Kurulu’nun söz edilen yerleşik içtihadı ile AYM’nin kararında da açıklandığı üzere teknik bir hesaplama ve dolayısıyla uzmanlık gerektirmektedir. Kuşkusuz gümrüklenmiş değerin hesabı, davanın tarafı olan Gümrük İdaresinin KEMT ile bildirdiği gümrüklenmiş değer tutarı dışında bağımsız ve tarafsız bir uzman (bilirkişi) tarafından belirlenen bir tutar olmalıdır.
-Gerekçeleriyle ortaya konulduğu üzere hesaplanması bile uzmanlık gerektiren gümrüklenmiş değer tutarını -eğer soruşturma dosyasında şüphelinin savunması alınmadan ve/veya kamu davası açılmadan önce bağımsız uzmanca yapılmış bir belirleme yoksa şüphelinin kendiliğinden bilmesi ve dolayısıyla soruşturma aşamasında ödeyebilmesi mümkün değildir. Öz olarak, etkin pişmanlık hükmünün uygulanmasına da esas alınacak olan eşyanın gümrüklenmiş değer tutarı soruşturma evresinde mutlaka bilirkişiye hesaplattırılmalı ve dolayısıyla hazırlık soruşturması evrakı içinde buna dair belge mevcut bulunmalıdır.
Şimdi, birinci soruya (2.1. nolu başlıktaki) verilecek cevabımız “fail etkin pişmanlıktan yararlanmak için ödemesi gerekli tutarı kendiliğinden bilemeyecek durumda değildir” şeklinde olmakla; “belirlenen gümrüklenmiş değer tutarının suç failine usulüne göre adli organlarca bildirilmesi gerekli midir” şeklindeki ikinci sorumuzun cevabını bulmaya yöneleceğiz:
2.2. Bilirkişi tarafından belirlenecek gümrüklenmiş değer tutarını gidermesinin faile hukuki sonuçlarıyla birlikte bildirilmesi gerekli midir?
Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda yer verilen etkin pişmanlık hükmü cezadan indirim yapılmasını sağlayan şahsi bir sebep niteliğindedir. Anılan norm doğrudan suç ve cezayı belirleyen bir norm mahiyetinde olmadığından “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” ilkesi çerçevesinde değerlendirilemeyecektir. Dolayısıyla cezadan yarı oranında indirim sağlayabilecek ve suç tipinde öngörülen yaptırımın alt sınırının üç yıl hapis cezasından başladığı nazara alındığında bu indirimle cezanın 1 yıl 6 ay hapis cezasına inebileceği ve bu indirimle bağlantılı olarak TCK’nun 51, CMK’nun 231. maddelerinin uygulanma şartlarının oluşabileceği gözetildiğinde böylesine önemli hukuki sonuçlar doğuran bir hakkın varlığından şüphelinin bilgilendirilmemesinin mazereti olamayacaktır. Bu anlamda öncelikle sanığa haklarının öğretilmesi yükümlülüğü ilkesel boyutuyla irdelenecek, akabinde ise Anayasa’da ve CMK’de bu yükümlülüğe (birey yönünden hakka) dair pozitif normlar ayrıntılı olarak irdelenecektir:
2.2.1. Sanığa haklarının öğretilmesi yükümlülüğü
Suç şüphesi altında bulunan kişiye İHAS’nin 6/3-a maddesi kapsamında neyin bildirilmesi gerektiği, sorgusu sırasında neyi öğrendiğine ve davanın diğer şartlarına bağlı olduğu gibi; bu normdaki “ayrıntılı olarak” ifadesi açıkça göstermektedir ki, kişiye verilmesi gerekli bilgi yakalama sebepleri hakkında verilen bilgiye nazaran “daha belirli ve daha ayrıntılı” olmalıdır (Harris, David/ O’Boyle, Michael/ Bates, Ed/ Buckley, Carla/ Warbrick, Colin/ Kilkelly, Ursula/ Cumper, Peter/ Arai, Yutaka/ Lardy, Heather: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, (Çevirmenler: Bingöllü Kılcı, Mehveş/ Karan, Ulaş) Avrupa Konseyi 2013, s. 311).
Hukuk sisteminde bir süjeye tanınan hak diğer süje yönünden bir yükümlülük teşkil etmektedir. Bu itibarla suç şüphesi altında bulunan bireyin etkin pişmanlık hükmünden yararlanma hakkının etkin şekilde işletilmesi yani bu hakkı kullanmaya elverişli bir iklimin oluşturulması muhakeme süjeleri yönünden bir yükümlülük olarak ortaya çıkmaktadır. Bu ilkelerden hareketle, İHAS’nin 6/3-a maddesindeki “ayrıntılı olarak hakların bildirilmesi” kuralı çerçevesinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma şartlarının -tabii ki ödenmesi gereken gümrüklenmiş değerin iki katı tutarın usulünce belirlenmesiyle birlikte- kişiye bildirilmesinin, öğretilmesinin sanığa isnadın bildirilmesi, dolayısıyla savunma hakkı kapsamına dahil olan bir yükümlülük olduğu kuşkusuzdur.
AİHS’nin 6. maddesindeki davanın hakkaniyete uygun dinlenilmesini isteme hakkı çerçevesinde hâkimin savunma makamına samimi davranması ve onu hataya düşürmemesi zorunluluğu kapsamında adli mercilerin muhakemede “şüpheli ve sanığa haklarını öğretme yükümlülüğü” bulunmaktadır. Bireye bu hakkın tanınmasının sebebi ceza muhakemesinin geçtiği tarihsel süreç içinde güçlü olan devlet karşısında zayıf olan ve korunmaya her daim muhtaç olan suç şüphesi altındaki bireyin himaye edilmesi düşüncesidir. Merkezinde en yüce değer olan insanın bulunduğu ceza muhakemesi hukuku ancak böylelikle insan haklarının güvencesi olma amacına ulaşabilecek ve “demokratik” olarak nitelendirilebilecektir.
Hakları öğretme yükümlülüğü kapsamında adli mercilerin suç şüphesi altında bulunan kişiye samimi davranması, onu tuzağa düşürmekten kaçınması, ona samimi davranması zorunludur. Bu bağlamda, bireye haklarının sadece şeklen bildirilmesi; sözde hatırlatmalar yapılması yeterli değildir. Hakların “öğretilmesi” yükümlülüğü bireyi gerçekten aydınlatma amacına yönelmeli; yürütülen muhakeme işlemi tarafa tüm hukuki sonuçları ile birlikte açıklanmalıdır. Sadece matbu olarak düzenlenmiş bir belgenin kişiye imzalatılması veya kanun maddesindeki hakların kendisine okunması bireyi aydınlatma ya da ona haklarını öğretme amacını yerine getirmiş olarak kabul edilmemelidir. Her eylem ve işlemine hukuku hakim kılan; hukuka aykırı tutum ve davranışlardan kaçınan hukuk devletinin hiçbir vatandaşından böyle bir hakkı esirgememesi gerektiği kanaatindeyiz.
2.2.2. Anayasamızda hakların öğretilmesi yükümlülüğüne ilişkin normlar
Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti, “laik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak nitelendirilmiştir.
AYM’nin bir kararında da haklı olarak vurgulandığı üzere: “Hukuk devleti her eylem ve işlemi hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinde olan devlettir.” (AYM, 2006/47, 2008/144, Resmi Gazete, 30.12.2008-2709).
Bu bağlamda temel normlara dönecek olursak;
2.2.2.1. Anayasanın “hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesi
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” ilkesiyle adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır (AY md. 36). Bilindiği üzere İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 6. maddesiyle de güvence altına alınan adil yargılanma (fair trial-dürüst muhakeme) hakkı Sözleşme ile güvenceye altına alınan haklar içinde Strasbourg Mahkemesinin içtihatları ile en yoğun şekilde genişleyen ve bu bağlamda özel bir anlam ve değer kazanan bir temel haktır. Gerçekten, Sözleşmenin 6/1. maddesinde düzenlenen “adil yargılanma hakkı” yeni hakların Sözleşme’ye ilave edilmesi için verimli bir temel oluşturmuştur (Harris ve diğerleri, s. 333).
Hukuk devletinin muhakemede hak ve özgürlükleri koruyup güçlendirmesi, muhakemenin tüm alanlarına temel hakların yerleşmesini, hakim olmasını sağlaması, özgürlükleri güçlendirici, hakların kullanılmasını teşvik edip kolaylaştırıcı bir rol üstlenmesi hayati önem arz etmektedir. Bu bağlamda adil yargılanma/dürüst muhakeme hakkının gerçekleştiği bir muhakemeden söz edebilmek için sanığa hakları öğretme yükümlülüğünün yerine getirilmesinin yargılamanın vazgeçilmez bir unsuru olduğuna kuşku bulunmamaktadır.
2.2.2.2. Anayasanın “temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesi
Anayasa’nın “temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 2001 yılında eklenen 2. fıkra ile “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” kuralı getirilmiştir. Lafzi yorumla bu normun sadece kanun yolu başvurularına ilişkin bir anayasal güvence olduğu yani Devlet yönünden kişiye sadece belirli haklarını öğretme yükümlülüğü getirildiği düşünülebilir. Ancak Anayasa’da yapılan bu değişikliğin amacı Gerekçede daha geniş biçimde; “Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması…, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmesi…” şeklinde ifade edilmiştir. (https://acikerisim.tbmm.gov.tr/xmlui/bitstream/handle/11543/1169/200901027.pdf?sequence=1&isAllowed=y).
Ülkemizde maalesef dağınık olan mevzuat karşısında bazı durumlarda hak arama özgürlüğünün kullanımının tehlikeye düşme ihtimali bulunmaktadır. İşte bu ihtiyacı gören anayasa koyucu kanun yolu başvurularından söz ederek hak arama özgürlüğünü güvence altına alan böyle bir norm vazetmiştir. Sadece kanun yollarına ilişkin olarak getirildiği düşünülebilecek olan bu normun maddenin kenar başlığının “temel hak ve hürriyetlerin korunması” olduğu göz önüne alındığında, muhakemenin tüm evrelerinde uygulanması gerektiği düşüncesindeyiz. Temel hak ve özgürlüklerin geniş yorumlanmasının asıl olduğu nazara alındığında Anayasa’nın 40/2. maddesi ile getirilen “Devletin işlemlerinde kişiye haklarını öğretmesi yükümlülüğünü” ceza muhakemesinin tüm evrelerinde suç şüphesi altındaki kişiye uygulamak mümkündür. Temel hak ve özgürlüklerin kullanma alanını genişletici nitelikteki böyle bir yorumun temel hak ve özgürlüklerin korunmasının güvencesi olan Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olacağı gibi hukuk devleti ilkesine ve demokratik bir ceza hukukunun gereklerine de uygun düşeceğine kuşku bulunmamaktadır.
2.2.3. Ceza Muhakemesi Kanununda hakların öğretilmesi yükümlülüğüne ilişkin “bazı” normlar
Bu konuda ilk olarak yakalama koruma tedbirine ilişkin norm önem taşımaktadır: CMK’nun “Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler” başlıklı 90. maddesinin 4. fıkrasında; “Kolluk, yakalandığı sırada kaçmasını, kendisine veya başkalarına zarar vermesini önleyecek tedbirleri aldıktan sonra, yakalanan kişiye kanunî haklarını derhal bildirir” kuralı yer almaktadır. Bu norm, yakalanan kişiye haklarını öğretme yükümlülüğünden başka bir şey değildir. Şüpheliye yapılacak bu bildirim onu aydınlatmaya ve haklarını öğretmeye yönelik olmalıdır.
İkinci olarak; CMK’nun 147/1-b maddesindeki “…yüklenen suç anlatılır” ve 147/1-f maddesindeki “…lehine olan hususları ileri sürmek olanağı tanınır” şeklinde ifade edilen soruşturma makamları yönünden emredici nitelikteki normlara dikkat çekmek istiyoruz.
CMK’da yer verilen bu normlar, suç şüphesi altında bulunan kişiye haklarının öğretilmesi yükümlülüğünden açıkça söz etmektedir. Yani muhakemede suç şüphesi altındaki kişiye yüklenen suç tüm hukuki sonuçlarıyla birlikte açıkça anlatılmalıdır. Aynı şekilde lehine olan hususları ileri sürme imkanı da tanınmalıdır. Bu anlamda etkin pişmanlık gibi şüpheli lehine olan bir kurumdan yararlanma hakkının bulunduğu, bu kurumdan yararlanmanın şartları ve bu meyanda ödemesi gereken tutarın ne olduğu kişiye açıkça, ayrıntılı olarak ve hukuki sonuçlarıyla bildirilmelidir. Kişinin bu tutarı ödemek istediğini bildirmesi durumunda isteği halinde ona amaca uygun nispette makul bir süre de tanınmalıdır. Ancak, bu surette sanığın açık iradesinin belirlenmesinden sonra etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma şartını yerine getirip getirmediği değerlendirilebilecek ve böylelikle dava hakkaniyete uygun dinlenilmiş olacaktır. Kuşkusuz, gümrüklenmiş değer tutarı ile bunun ödenmesinin hukuki sonuçlarına dair haklarının bireye tam olarak öğretilmesi ve dolayısıyla etkin pişmanlık kurumundan yararlanmasına elverişli bir hukuki zemin, iklim oluşturulması ise, adil (dürüst) yargılanma hakkının gereğidir.
3.Hukuk devleti ilkesi ve adil (dürüst) yargılanma hakkı bağlamında yapılan tespitler
Yukarıda yer verdiğimiz değerlendirmeler sonucunda özetle, şu tespitlere ulaşmış bulunmaktayız:
a) Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’na aykırılık fiillerinden yürütülen soruşturmalarda “failin etkin pişmanlıktan yararlanmak için ödemesi gerekli tutarı kendiliğinden bilemeyecek durumda olduğu” konusu tartışmasızdır. Bu husus gerek CGK’nin içtihatlarıyla yerleşmiş; gerek AYM’nin 4926 sayılı (mülga) Kanun dönemindeki Gümrük İdaresinin girişeceği bir hesaplamanın muhakeme işlemlerine esas alınamayacağı gerekçesine dayanan iptal kararıyla açıkça ortaya çıkmıştır.
b ) O halde suç şüphesi altında bulunan kişiye adil (dürüst) yargılanma ilkesi gereği tüm hakları öğretilmelidir. Bu bağlamda muhakemeyi yürüten tüm süjeler, kişiye samimi davranmalı, onu hataya ve tuzağa düşürmekten özenle kaçınmalıdır. Kısacası, suç şüphesi altında bulunan bireye Devletin haklarını öğretme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülük basit, şeklî, matbu bir bildirimden; adeta bir yasak savuşturmadan ibaret görülmemeli, işlevsel olarak ve önemi gözetilerek yerine getirilmelidir.
c) Yüksek Mahkememizin bazı içtihatlarında “…sanığın kamu zararını giderme iradesini ortaya koyması gerekliliği” ölçütü ortaya konulmuştur (Bkz. 7. Ceza Dairesi, 19/6/2017 tarih ve 2014/35740, 2017/5478 sayılı kararı). CMK’nun 231. maddesindeki hükmün açıklanmasının ertelenmesi kurumunun uygulanması imkanının bulunup bulunmadığının belirlenmesi yönünden içtihatlarla getirilen bu ölçüte başvurulmasının adil yargılanma hakkı ile sanığa haklarını öğretme yükümlülüğüne uygun düşmeyeceği kanaatindeyiz. Hukuk devletinde suç şüphesi altında bulunan ve zayıf durumda olan kişiye önce hakları öğretilmeli; sonrasında etkin pişmanlık kurumundan yararlanma hakkını kullanmasını beklemelidir.
4.Dürüst bir muhakeme için bazı öneriler
Muhakemede adli merciler karşısında güçsüz olan, korunmaya muhtaç olan ve bu anlamda haklarla donatılan süjenin suç şüphesi altında bulunan birey olduğu tartışmasızdır. Muhakemede bireye hükmün açıklanmasının ertelenmesi veya etkin pişmanlık gibi onarıcı adalet anlayışının ürünü olan ve lehine olan kurumlardan yararlanma hakkının bulunduğu, bunlardan yararlanma şartları ve tüm hukuki sonuçlarıyla birlikte öncelikle açıklanmak, hakları öğretilmek gerekir. Muhakeme süjelerinin kişiye haklarını öğretme yükümlülüklerini yerine getirmeyi adeta bir kenara bırakarak “sanıkta pişmanlık iradesinin tezahürünü araması” anlamına gelebilecek bir anlayışı hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırmak güçtür. Haklarını bilmeyen, hakları öğretilmemiş ve en önemlisi adli merciler karşısında zayıf olan, suç şüphesi altında olan bireyin suç soruşturması sırasında serbest iradesinin ortaya çıkmasına elverişli bir iklim bulunduğundan söz etmek mümkün gözükmemektedir. Zaten suç şüphesi altında olan bireyin haklarla kuşatılmasının mantığı da budur. İşte bu sebeplerle suç şüphesi altında bulunan, an itibariyle zayıf ve kanun koruması altında olan kişiye haklarını usulünce öğretmeden o kişinin muhakemede etkin pişmanlık iradesini kendiliğinden ortaya çıkarmasını beklemenin dürüst muhakeme ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaştırmanın anlamsız olduğu düşüncesindeyiz.
Dürüst bir muhakemede izlenmesi gerekli usul şu olmalıdır: İHAS’nin 6. maddesindeki davanın hakkaniyete uygun dinlenilmesini isteme hakkı çerçevesinde hâkimin savunma makamına samimi davranması ve onu hataya düşürmemesi yükümlülüğü kapsamında kişiye lehine olan etkin pişmanlık kurumundan yararlanma hakkı bulunduğunu, ödemesi gereken miktarla birlikte bildirip bunu ödeyip ödememenin hukuki sonuçları, maddi durumu elverişli değilse taksitle ödeme imkanı bulunduğu hususları açıkça hatırlatılarak, istenirse süre verilmeli ve açık iradesinin tespitinden sonra etkin pişmanlık kurumundan yararlanma şartlarının oluşup oluşmadığı belirlenmelidir (Krş. Baştürk, İhsan: Hükmün Açıklanmasının Ertelenmesi, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, s. 345-346).
Kuşkusuz her eylem ve işlemi hukuka uygun olan, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendirme, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdürme amacına odaklanmış hukuk devleti, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan özenle kaçınmalı, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılmalıdır. Türk Ceza Kanunu’nun amacının suç işlenmesini önlemek yanında kişi hak ve özgürlüklerini de korumak olarak ifade edildiğine göre (TCK md. 1); muhakeme organları şüpheliye samimi davranarak ona tüm haklarını öğretmelidir.
Bu bağlamda şüpheliye etkin pişmanlıktan yararlanma hakkının bulunduğu hukuki sonuçlarıyla birlikte adli organlarca öğretilmelidir. Hukuk devletinde bireye haklarını öğretme yükümlülüğü getiren sayısız anayasal norm ve ceza muhakemesi normu bulunmaktadır. Kaldı ki böylesine insana değer veren, muhakemenin merkezine en yüce değer olarak insanı yerleştiren bir uygulamanın adli mercilere olan inancı daha da güçlendireceğine ve hukuk devleti ilkesinin özümsenmesine katkı sağlayacağına kuşkumuz bulunmamaktadır. Son söz olarak, suç şüphesi altında bulunan hiç kimseden bu kadarcık bir teminatı esirgemeye hukuk devletinde hakkımız olmadığını önemle vurgulamak isteriz.
5.Somut uyuşmazlıktaki tespitler ve sonuç
Somut uyuşmazlıkta gümrük kaçağı eşyanın değeri hiçbir şekilde belirlenmemiştir. Dava dosyası içinde KEMT varakası veya bilirkişi raporu gibi eşyanın gümrüklenmiş değerini gösteren hiçbir belge bulunmamaktadır. Dolayısıyla eşyanın gümrüklenmiş değerini bilmeyen, belirlenmesi uzmanlık gerektiren bu değeri bilemeyecek durumda olduğu muhakkak olan sanığa öncelikle eşyanın gümrüklenmiş değerinin adli makamlarca belirlenerek bildirilmesi ve etkin pişmanlık kurumundan yararlanma hakkının bulunduğunun tüm hukuki sonuçlarıyla birlikte anlatılması gereklidir. Belirtilen husus yerine getirilmeksizin eksik soruşturma ve savunma hakkının kısıtlanması suretiyle hüküm kurulması adil yargılanma hakkının da ihlali anlamına gelip hukuka aykırı olacaktır.
Anılan gerekçelerle temyiz davasına konu edilen hükmün bozulması gerektiği düşüncesiyle Sayın Çoğunluğun görüşüne katılmadığımdan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 02/04/2019 tarih ve 2013/393792 sayılı itirazının kabulüne karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle Sayın Çoğunluğun görüşüne katılamıyorum. 03/04/2019