YARGITAY KARARI
DAİRE : 19. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2015/8061
KARAR NO : 2015/8125
KARAR TARİHİ : 07.12.2015
Tebliğname No : 7 – 2012/288297
MAHKEMESİ : Bakırköy 1. Fikri ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 19/09/2012
NUMARASI : 2012/207 (E) ve 2012/533 (K)
SUÇ : 5846 Sayılı Kanuna Aykırılık
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
2509 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 6. maddesi gereğince sanığın aracının şüphe üzerine durdurularak aracın bagajının açtırıldığı ve bagajda suça konu eşyaların ele geçtiği, sanığın yapılan arama ve el koyma işlemine herhangi bir itirazının bulunmaması ve mahkeme huzurundaki beyanı karşısında suçun sübutuna ilişkin yerel mahkeme kararında bir isabetsizlik görülmemiştir.
Yükletilen suçun sanık tarafından işlendiğinin kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,
Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanun’da öngörülen suç tipine uyduğu,
Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı,
Anlaşıldığından, sanığın ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKMÜN ONANMASINA, 07.12.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
Muhalefet Şerhi
Daire çoğunluğu ile aramızdaki görüş ayrılığı;
1-Yolda kullandığı araçla giderken, hakkında herhangi bir suç ihbarı ve suç şüphesi bulunmayan sanığın, şüpheli görülerek durdurulup GBT araştırmasında 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’na muhalefetten kaydı olduğunun anlaşılması üzerine, yetkili makamlardan usulüne göre alınmış bir arama kararı bulunmadan (hakim kararı veya gecikmesinde sakınca varsa Cumhuriyet savcısının yazılı emri olmadan), aracında yapılan aramanın ve aramada ele geçirilen suç eşyasına el konulmasının hukuka uygun bulunup bulunmadığına, ele geçirilen suç eşyasının hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş delil olmasından dolayı hükme esas alınıp alınamayacağına,
2- Sanığın ikrar niteliğinde kabul edilebilecek beyanlarının bulunup bulunmadığına, ikrarının olduğu kabul edilse bile maddi delillerle desteklenmeyen ikrara itibar edilip edilemeyeceği ve mahkumiyete yeterli başkaca delil olup olmadığına,
3- Anayasa ve CMK’ndaki amir hükümlere göre, hâkim ve mahkemelerin her türlü kararının gerekçeli olarak yazılması, mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin tartışılıp değerlendirilerek, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesinin gerekmesi (Any. m. 141, CMK m. 34/1 ve 230) karşısında; bu yönden gerekçe içermeyen yerel mahkeme kararının usul ve Kanuna uygun bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Muhalefet şerhinde, daire çoğunluğunun kararında belirtildiğinin aksine, şüphe üzerine aracı durudurularak aranan sanık hakkındaki arama ve el koyma işleminin Kanunlara ve hukuka uygun olmadığı, sanığın arama ve el koyma işlemine bir itirazının bulunmamasının bu işlemleri hukuka uygun hale getirmeyeceği ve ne mahkemede ne de soruşturma evresinde suçunu kabul niteliğinde bir beyanının bulunmadığı açıklanacaktır.
1- Adli Arama ve El Koymanın Şartları:
a- Ceza usul hukukunda, re’sen araştırma ilkesi ve vicdani delil sistemi geçerli olup, amaç maddi gerçeğe ulaşmaktır. Maddi gerçek, hukuka uygun elde edilen her türlü delille ispatlanabilir. Anayasa’ya göre, kanuna aykırı olarak elde edilen bulgular delil olarak kullanılamaz (m.38/6). CMK uyarınca, yüklenen suç, ancak hukuka uygun şekilde elde edilmiş olan delillerle ispat edilebilir (m. 217/2). Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse, reddolunur (m.206/2-a). Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması, hukuka kesin aykırılık sebebidir (m. 289).
5271 sayılı CMK’nda “arama ve elkoyma” işlemine dair usul ve esaslar (m. 116-134) düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un suç tarihinde yürürlükte bulunan 116. maddesine göre, “Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında makul şüphe, ”kişinin suç işlediği konusunda, objektif gözlemciyi iknaya yeterli olgu ve bilgilerin bulunması” olarak tanımlanmıştır. Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinde de adli ve önleme aramalarının ne şekilde, hangi hallerde, kim tarafından yapılacağı ayrıntılı olarak düzenlenmiş, Yönetmeliğin 5.maddesinde “Adli arama” işlemi tanımlandıktan sonra, 6. maddede “makul şüphe” şu şekilde tanımlanmıştır: “Makul şüphe, hayatın akışına göre somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphedir. Makul şüphe, aramanın yapılacağı zaman, yer ve ilgili kişinin veya onunla birlikte olanların davranış tutum ve biçimleri, kolluk memurunun taşındığından şüphe ettiği eşyanın niteliği gibi sebepler göz önünde tutularak belirlenir. Makul şüphede, ihbar veya şikâyeti destekleyen emarelerin var olması gerekir. Belirtilen konularda şüphenin somut olgulara dayanması şarttır. Arama sonunda belirli bir şeyin bulunacağını veya belirli bir kişinin yakalanacağını öngörmeyi gerektiren somut olgular mevcut bulunmalıdır.”
CMK’nun 119/1. maddesinde de “Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabileceği” şarta bağlanmıştır.
Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin “Karar alınmadan yapılacak arama” başlıklı 8. maddesinde, bir arama emri ya da kararı aranmadan arama yapılabilecek hallerden “ilgilinin rızası” ibaresi Danıştay 10. Dairesinin 13.03.2007 tarih, 2005/6392 E., 2007/948 K. sayılı Kararı ile; “Anayasanın “Temel Haklar ve Ödevleri” kısmında yer verilen “özel hayatın gizliliği ve konut dokunulmazlığı hakkı” dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez kişiliğe bağlı temel haklardandır. Anayasanın 20. ve 21. maddelerinde bu hakkın hangi hallerde ve nasıl sınırlanabileceği belirtilirken, anılan hakların “vazgeçilmez” niteliği nedeniyle sınırlama usulleri içinde ilgilinin rızası”na yer verilmemiştir. … Anayasanın sıkı bir şekilde korumakla yetinmeyip, sınırlama ölçütlerini de sıkı Kurallara bağladığı temel haklardan olan “özel hayatın gizliliği” ve “konut dokunulmazlığı” hakkından tümüyle vazgeçilmesi anlamına gelen “rıza” müessesesinin bu hakların ihlalini kolaylaştıracağı ve Anayasa ile getirilen korumayı işlevsiz kılabileceği açıktır. Bu durumda, dava konusu yönetmeliğin 8. maddesinin (f) bendindeki “ilgilinin rızası” ibaresinde hukuka uyarlık bulunmadığı” gerekçesiyle İPTAL edilmiştir. Pozitif hukukumuzda, ilgilinin rızası ile arama yapılabileceğine veya hukuka aykırı aramanın ilgilinin muvafakatı ile geçerlilik kazanacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır.
Dosyada mevcut 21.03.2011 tarihle arama tutanağı ile aynı tarihli “savcı görüşme, talimat ve salıverme tutanağı”na göre, somut olayda, 21.03.2011 tarihinde saat 22:00 sıralarında ring görevini ifa eden kolluk ekibi, cadde üzerinde durumundan şüphelenilerek durdurulan oto sürücüsü sanığın GBT sorgusunda, 5607 Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’na muhalefet suçundan kaydı olduğunun anlaşılması üzerine (ki tutanağın sonunda belirtildiği gibi, GBT sorgusunda şahıs “kaydı yok aranmıyor” olarak bildirilmiştir), kullandığı otomobilde yapılan aramada, aracın bağaj kısmında siyah poşetler içerisinde korsan DVD ve CD olduğu anlaşılmış, şahıs ve toplam 1080 adet DVD ve CD muhafaza altına alınmış, olay nöbetçi cumhuriyet savcısına telefonla haber verilip talimatları sorulduğunda, şahsın ifadesinin alındıktan sonra salıverilmesi, ele geçirilen CD ve DVD’ler için el koyma, inceleme ve adli emanete teslimi için gerekli iznin alınması talimatı verilmiştir.
Görüldüğü gibi somut olayda, durumundan şüphelenilerek aracı ve eşyaları aranan sanık hakkında GBT sorgusundaki suç kaydı dışında suç işlediğine ilişkin bir iz emare, suç şüphesi bulunmamaktadır. Sanığın 5607 Kanun’a muhalefet veya başka bir suçtan mahkumiyete ilişkin adli sicil kaydı da mevcut değildir. Mevzuatımızda, sabıkalı veya GBT kaydı olanları olağan şüpheli sayan bir düzenleme mevcut değildir. Kaldı ki arama tutanağının devamında da GBT sorgusunda şahsın kaydının olmadığı ve aranmadığının bildirildiği de yazılıdır. Ayrıca Yargıtay 2. Ceza Dairesi, somut olaya çok benzer bir olayda, “çeşitli suçlardan kaydı bulunuyor olmanın” tek başına sanığın elindeki poşetin aranması için “makul şüphe” oluşturmadığına karar vermiştir: “kolluk görevlileri tarafından düzenlenen 30/12/2009 tarihli tutanağa göre, gündüz vakti saat 16:00 sıralarında cadde üzerinde devriye görevi sırasında durumu şüpheli görülen ve çeşitli suçlardan kaydı bulunduğu bilinen sanığın durdurularak elinde bulunan siyah poşette yapılan aramada, bir adet kazağın bulunması, sanığın söz konusu kazağı “A…” isimli işyerinden kendisine defolu diye verildiğini beyan etmesi üzerine iş yeri sahibi ile yapılan görüşmede, kazağın kendilerine ait olup iş yerlerinin önünde bulunan sepetten alınmış olduğunu, ancak para ile mi, parasız mı alındığını bilmediğini belirtmesi nedeniyle, sanığın yapılan üst aramasında emanette kayıtlı olan ve 6136 sayılı Yasa kapsamında olduğu belirlenen sustalı çakının ele geçirildiği” somut olayda; gündüz vakti cadde üzerinde yürürken kolluk güçlerince durdurulan sanığın elindeki poşetin aranması için ortada “makul şüphe”yi gerektiren olgular ve buna bağlı olarak da arama kararı veya emri verilebilmesinin koşulları bulunmadığı halde, sanık hakkında yalnızca “çeşitli suçlardan kaydı bulunduğu” gerekçesiyle, hukuka aykırı bir şekilde yapılan arama sonucu elde eldilen delile dayanılarak, hırsızlık ve 6136 Sayılı Yasa’ya aykırılık suçlarından sanığın hükümlülüğüne karar verilmesinin Kanuna aykırı olduğunu belirtmiştir. (2.CD., 20.11.2013, 2012/29290 E., 2013/27219 K. Yargıtay Kararlar Dergisinin, Cilt: 40, Sayı: 2, Şubat 2014 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 6. maddesi umuma açık istirahat ve eğlence yerlerine ilişkindir. Aynı Kanun’un “Durdurma ve Kimlik Sorma” başlıklı 4/A maddesinin ise ne önleme ne de adli arama ile ilgisi bulunmamaktadır. Bu madde, bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek amacıyla Polisin, kişileri ve araçları hangi hallerde durdurabileceğine ilişkindir. Bu hallerde de ancak kişiye kimliğini veya bulundurulması gerekli diğer belgelerin ibraz edilmesini isteyebilir. Polis, durdurduğu kişi üzerinde veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphe varsa kendisine veya başkalarına zarar verilmesini önlemek amacına yönelik gerekli tedbirleri alabilir. Durdurma sebebi olsa bile bu amaçla kişinin üzerindeki elbisenin çıkarılması veya aracın, dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin açılması istenemez. Suç tarihinden üç yıl sonra, 27/03/2015 gün ve 6638 S.K.’nun 1. maddesi ile eklenen cümle ile “el ile dıştan kontrol hariç, kişinin üstü ve eşyası ile aracının dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin aranması; İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslar dâhilinde mülki amirin görevlendireceği kolluk amirinin yazılı, acele hâllerde sonradan yazıyla teyit edilmek üzere sözlü emriyle yapılabilir.” hükmü getirilmiştir. Görüldüğü gibi somut olayda, ne suç tarihinde, ne de halen yürürlükte bulunan hali ile adli aramanın şartları bulunmadığı gibi, şartların varlığı kabul edilse bile yetkili makamlarca verilmiş bir arama kararı da bulunmamaktadır. Kolluk, hukuka aykırı olarak aramayı gerçekleştirip, suç eşyasını bulduktan sonra olayı nöbetçi Cumhuriyet savcısına telefonla haber verip talimatlarını sormuştur. Gecikmesinde sakınca olduğu kabul edilse bile CGK’nun 25.11.2014 gün ve 2013/610, 2014/512 sayılı Kararında belirtildiği gibi arama yazılı bir karara veya emre dayanmak zorundadır. Sonradan yazıya çevrilmiş olsa bile sözlü emir ile arama yapılması mümkün olmayıp yazılılık şartı Anayasa’nın 20, 21 ve Ceza Muhakemesi Kanunun 116. maddelerinin amir hükmü gereğidir. Sonradan belgelendirilen sözlü talimat ile arama emri verilemez. Hukuka aykırı arama emri ile gerçekleştirilen aramadaki el koyma işleminin hakime onaylatılması da işlemi hukuka uygun hale getirmez.
b- CMK’nun “El Koyma Kararını Verme Yetkisi” başlıklı 127. maddesine göre “Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri, elkoyma işlemini gerçekleştirebilir. Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi, yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını elkoymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi hâlde elkoyma kendiliğinden kalkar.” İki cümlelik bu maddede iki husus düzenlenmiştir. Birinci cümlede el koyma işleminin kural olarak ancak hâkim kararı, gecikmesinde sakınca varsa Cumhuriyet savcısının, ona da ulaşılamadığı hallerde de kolluk amirinin yazılı emri ile suç eşyasına elkonulabileceği, hâkim kararı ile eşyaya el konulmuşsa, el koyma işleminin ayrıca hakim onayına sunulmasına gerek bulunmadığı düzenlenmiş, ikinci cümlede ise, el koyma işlemi hakim kararı ile değil de Cumhuriyet savcısı veya kolluk amirinin yazılı emri ile gerçekleştirilmişse, bu halde işlemin 24 saat içinde görevli hâkimin onayına sunulacağı, elkoymadan itibaren 48 saat içinde karar açıklanmazsa elkoyma işleminin geçersiz olacağı hükme bağlanmıştır.
CGK., 25.11.2014 tarih ve 2014/166-514 sayılı Kararda, hukuka aykırı olarak yapıldığı kabul edilen aramada elde edilen maddi delil dışındaki diğer delillerin (somut olayda ikrarın) mahkûmiyet için yeterli olup olmadığı konusu tartışılırken şu sonuca varılmıştır: “Hukuka uygun olmayan arama işlemi sonucunda ele geçen delillerin hükme esas alınamayacağının belirlendiği olayda; … arama işleminin hukuka aykırı yapılması nedeniyle ele geçirilen ruhsatsız tabancanın hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş olmasından dolayı hükme esas alınmayacağı… başkaca maddi delillerle desteklenmeyen ikrara dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulması usul ve kanuna aykırıdır.”
Anayasa Mahkemesi de, 19.11.2014 tarih ve 2013/6183 Başvuru Numaralı Kararında, Kanun’a aykırı olarak yapılan arama sonucunda elde edilen hukuka aykırı delillerin hükme esas alınması olayında adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Açıklanan pozitif hukuk normları, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay CGK ve Özel Daire Kararları karşısında; “hukuka aykırı biçimde” elde edilen deliller hükme esas alınamaz. Bu husus, Avrupa İnsan Haklari Sözleşmesi’nin 6. maddesinde yer alan ve Anayasamıza da eklenen (m. 36) adil yargılanma hakkının gereğidir.
2- İfade Alma Yasak Sorgu Yöntemleri ve İkrar:
CMK’nun “İfade alma ve sorguda yasak usuller” başlıklı 148. maddesine göre “şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz. …Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.” Maddede yasak sorgu yöntemleri sayılırken, bir kaç yöntem sayıldıktan sonra “gibi” ifadesiyle, sayılan ruhsal ve bedensel müdahalelerin tahdidi (sınırlı) değil, tadadi olarak (örnek olarak) sayıldığı açıktır.
Arama işlemi Kanun’un öngördüğü usullere uygun olarak gerçekleştirilmemişse, bu yolla elde edilen delil hukuka aykırı olduğu gibi suçun maddi unsuru olan ancak hukuka aykırı olarak elde edilen bu deliller sanığın önüne konulup, buna karşı diyecekleri sorularak alınan savunmanın dış müdahaleler olmaksızın, özgür iradeye dayanılarak yapıldığı söylenemez. Nasıl ki sanığın talep etmesine veya yasal zorunluluk bulunmasına rağmen müdafii atanmadan ya da yasal hakları hatırlatılmadan alınan savunması hukuka aykırı olup, bu şekilde alınan savunmada suçun ikrar edilip edilmediğine bakılmaz ya da yasak yöntemlerle (CMK m. 148) alınan savunmada belirtilen adreste hukuka uygun bir arama yapılsa bile elde edilen deliller hukuka aykırı olacağından, ikrar olarak kabul edilen bu itiraflar mahkûmiyete esas alınamaz. Aynı şekilde hukuka aykırı biçimde elde edilip, “delil” olma özelliği bulunmamasına rağmen, suçun sübutuna en büyük delil olarak sanığa gösterilerek alınan savunmadaki “ikrar” özgür iradeye dayalı olmayacağından, değer atfedilmemelidir.
Usulsüz olarak gerçekleştirilen arama işlemi sonucunda elde edilen suçun konusu ve maddi unsuru olan eşya ele geçmeden yapılacak savunma ile suçun konusu eşyanın ele geçirilmesinden sonra yapılacak savunma aynı olacak mıydı? Cumhuriyet savcısı veya Hâkim, hukuka aykırı olarak elde edildiğini belirterek, suça konu eşya ele geçmemiş gibi sanıktan savunma yapmasını isteselerdi sanık aynı şekilde suçunu ikrar edecek miydi? Suçun maddi unsuru ortada yokken ikrarda bulunulsa bile bu ikrar soyut kalacağından, mahkumiyete yeterli delil olarak kabul edilemez.
Kaldı ki sanık gerek soruşturma gerekse kovuşturma aşamasındaki savunmalarında üzerine atılı suçu kabul etmemiş, sadece bu kolilerin taşımacılığını yaptığını, CD’lerle bir alakasının olmadığını savunmuştur. Dolayısıyla çoğunluk karında belirtildiği gibi, sanığın mahkeme huzurunda suçunu ikrar niteliğinde bir kabulü bulunmamaktadır. Sanık suçun ikrarı niteliğinde sayılabilecek savunmada bulunsa da CGK’nun, 25.11.2014 tarih ve 2014/166-514 sayılı Kararında belirtildiği gibi maddi delillerle desteklenmiş sayılmayacağından, ikrar soyut kalacak ve mahkumiyete esas alınamayacaktır. Dosyadaki hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin değerlendirme dışı tutulması halinde, sanığın cezalandırılmasına imkân yoktur.
3-Anayasa ve CMK Hükümlerine Göre Mahkûmiyet Hükmünün Gerekçesinde Gösterilmesi Gereken Hususlar:
Anayasa’nın 141. maddesine göre “mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” CMK’nun 34/1 ve 230. maddelerinin amir hükümlerine göre; “Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu Madde göz önünde bulundurulur.” “Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde, iddia ve savunmada ileri sürülen görüşler, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi gerekir.”
1412 sayılı CMUK’nun 308. maddesine kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayıldığı haller tek tek sayılmış olup, bunlardan biri de hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesidir (CMK’nun 289. maddesinde de hükmün 230. madde gereğince gerekçeyi içermemesi, hukuka kesin aykırılık hallerinden biri olarak gösterilmiştir).
Yukarıda yer verilen Anayasının 141, CMK’nun 34/1 ve 230. maddelerinin amir hükümlerine göre; mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde, … dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi gerekir” iken, gerekçeli kararda bu hususlara hiç değinilmemiştir. Kararın bu yönüyle gerekçesiz olması başlı başına hukuka kesin aykırılık (CMUK m. 308/7, CMK m. 289/1-g), bu durum adil yargılanma hakkını ihlal edici nitelikte olduğundan, hükmün bozulmasını gerektirir.
Açıklanan gerekçelerle, hukuka uygun biçimde elde edilmiş, sanığın mahkumiyetine yeterli başkaca delil bulunmaması ve bu hususların yerel mahkemece tartışılıp değerlendirilmemesinin kararının bozulmasını gerektirdiğini düşündüğümden, sayın çoğunluğun onama kararına katılamıyorum.