YARGITAY KARARI
DAİRE : 18. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2016/1403
KARAR NO : 2018/659
KARAR TARİHİ : 23.01.2018
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Konut dokunulmazlığının ihlali
HÜKÜM : Beraat
KARAR
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede:
Oluşa ve dosya içeriğine göre katılan …’nın tanık …’nın annesi olduğu, katılanın evde olmadığı sırada, …’nın sanığı eve kabul ettiği ve sanığın da gece vakti eve girerek tanıkla cinsel ilişkiye girdiği olayda, böyle bir ilişkinin kendi evinde kurulmasına katılanın rızasının olmasının düşünülemeyeceği ve varsayılan rızasızlık nedeniyle atılı suçun oluştuğu gözetilerek, sanığın konut dokunulmazlığının ihlali eyleminden cezalandırılması gerekirken; yetersiz gerekçe ile beraat kararı verilmesi,
Kanuna aykırı ve katılan …’nın temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnamedeki isteme uygun olarak, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 23/01/2018 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Sayın çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlık müştekinin reşit kızı ile arkadaş olan sanığın müştekinin bilgisi dışında ancak kızının rızası dahilinde evine gidip cinsel ilişkiye girmesi eyleminin konut dokunulmazlığının ihlali suçunu oluşturup oluşturmayacağı noktasındadır.
Sanık olay günü müştekinin kızı olan reşit kız arkadaşının daveti ile onların evlerine giderek orada cinsel ilişkiye girmiş daha sonra bu durumu öğrenen müşteki ise sanık hakkında konut dokunulmazlığının ihlali suçundan şikayetçi olmuş ve sanığın cezalandırılmasına karar verilmiştir.
TCK 116. maddede düzenlenen konut dokunulmazlığının ihlali suçu ile korunan hukuki yarar geniş anlamda bireyin özgürlüğüdür. Bu özgürlük alanı içinde bireyin hiçbir müdahaleye maruz kalmadan özel yaşamını istediği gibi huzur ve sükun içinde yaşamasıdır.
Suçun maddi unsuru rıza hilafına konut veya eklentiye girmek veya girdikten sonra çıkmamaktır.
Konuta rıza dahilinde girmek hukuka uygunluk sebebidir. Konutta birden çok kişinin ikamet etmesi halinde sorunun nasıl çözüleceği TCK 116/3’te belirtilmiştir.
TCK 116/3 “ Evlilik birliğinde aile bireylerinden ya da konutun veya iş yerinin birden fazla kişi tarafından ortak kullanılması durumunda bu kişilerden birinin rızası varsa, yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz. Ancak bunun için rıza açıklamasının meşru bir amaca yönelik olması gerekir”.
TCK 116/3 maddesindeki düzenleme konutta oturanlardan birinin rızasının yeterli olacağı ancak rızasının meşru bir amaca yönelik olması gerektiği yönündedir.
Burada anahtar kavram “rıza açıklamasının meşru amaca yönelik olması”dır. … ne zaman meşru amaca yönelik ne zaman değildir, sorunun sağlıklı çözümü için meşruluk kavramının açıklığa kavuşturulması gerekir.
TDK Türkçe sözlükte meşru kavramı “yasaya uygunluk” şeklinde tanımlanmıştır ancak meşruluk kavramı (yasaya uygunluk) hukukilikten farklıdır. İçinde belirsizlik içeren subjektif bir kavramdır. Yere ve zamana, kişiye göre farklılık gösterebilir. Yine bazen hukuka uygun davranış toplumda karşılık bulmayabilir ve meşru görülmeyebilir.
Ceza hukukundan çok Anayasa hukuku ve sosyolojininin de ilgi alanında yer alan meşruluk, Max Weber’in meşrûluk tasnifi”nde hukuk devletinin “yasal egemenlik” kategorisinde yer alır. bu kategoride meşrûluk, önceden belirlenmiş usûl ve kurallara göre çıkarılan kanunlara dayanır. Burada meşrûluk yasallığa indirgenmiştir. Ancak meşrûluğun, salt yasallığa indirgenip indirgenemeyeceği aynı ölçüde tartışma konusudur.
Meşrûluğu yasallıkla özdeşleştiren, yani yasallığı meşrûluğun yeter şartı sayan “biçimsel yaklaşım” kadar Yasaların içeriği ile de ilgilenen “maddi yaklaşıma” göre meşruluk salt yasallık olmayıp ayrıca amaç unsurunun da gözetilmesi yönündedir
Hangi anlayış benimsenirse benimsensin meşru amaç olmamanın ilk koşulu öncelikle eylemin hukukun herhangi bir alanındaki norm ile çatışması, hukuken kınanması gerekir. Kişisel değer yargılarımız ahlak anlayışımız eylemi doğru bulmayabilir ancak ahlak anlayışımız kişisel değer yargılarımız ceza hukukuna dayanak oluşturup suç yaratmaya yetmez. Bir eylemin yasada suç olarak tanımlanması ve yaptırıma bağlanmasında tabi ki toplumda geçerli ahlak anlayışı ve değer yargıları etkili olacaktır. Suç siyaseti gereği bir eylemin Ceza yasasında suç olarak kabulü aşamasında ahlak kurallarından etkilenmeye evet ancak eylemin yasada belirlenen kalıba uyup uymadığını (tipiklik unsuru) yorumlamada ahlak kuralları ve değer yargıları ceza hukukuna kaynaklık edemez.
“Çağımızda hukuk ve özellikle ceza hukuku ile ahlak kesin bir biçimde ayrılmış bulunmaktadır. Mutlakiyetçi devletlerde bu kurumlar arasındaki ilişkileri açıkça saptamak mümkün olmadığı gibi, adı geçen kurumları birbirinden ayırmaya yarayacak bir sınırın saptanması da mümkün değildir. Bugün hukuk ve ahlak birbirinden kesin olarak ayrılmış olduğu için ahlakın hukuk alanına tecavüz etmesi bahis konusu olmaması gerekir. (Prof. Dr. Uğur ALACAKAPTAN-Suçun unsurları AÜHF yayınları, 1970 s.11-12)”
Suç ve cezada kanunilik ilkesinin egemen olduğu ceza hukukunda meşruluk kavramının özel bir önem taşıdığı açıktır. Sosyal bilimlerin tüm alanlarında kullanılabilen bu kavramı ceza hukukunun ilkeleri ışığında dar yorumlamalıyız. Toplumun bir kesimi tarafından ahlaki bulunmayan onaylanmayan bir eylemi meşru saymayarak ceza yaptırımına tabi tutmak, geniş yorumlamak kanunilik ilkesine aykırıdır.
Yine “meşru amaç” kavramını yorumlarken konut dokunulmazlığın ihlali suçu ile korunan hukuki yararı da göz önüne almalıyız. Açıklanan irade hukuken açıkça korunmayan bir irade ise artık meşru irade değildir. Örnek; eşlerin Türk Medeni Kanunu’ndan kaynaklanan sadakat yükümlülüğüne aykırılık oluşturacak nitelikteki irade açıklamaları meşru değildir. Hukuk düzeni ile çatışmaktadır. Yasa koyucu TCK 116/3’te iradenin hukuka aykırılığı yerine “meşru” olmamasını tercih ettiği için sonuç olarak bu kavram şöyle tanımlamalıyız;
1) Açıklanan irade hukukun herhangi bir alanında yer alan norm ile çatışmalıdır. ancak bu da yetmez
2) Hukuk normu ile çatışan iradenin toplumun tamamına yakını tarafından kınanabilen bir amaca yönelik irade açıklaması olarak kabul edilmesi ve açıklanan iradenin konutta yaşayan diğer kişilerin hürriyetine, özel yaşamına müdahale niteliği taşımalıdır. Bu koşullar yok ise irade açıklamasının meşru olmadığı kabul edilmemelidir.
TCK 15 yaşından büyük çocuğun cinsel yaşamı konusunda iradesine üstünlük tanıyarak şikayete tabi tutması karşısında, 18 yaşından büyüklerin cinsel yaşamı konusunda anne ve babanın iradesine bir hak tanınmadığı açıktır. Yine konut dokunulmazlığını ihlal suçu kapsamında yürütülen soruşturmada sanığın reşit olan kız arkadaşı ile evde ne yaptığı cinsel ilişkiye girip girmediğinin soruşturulması doğrudan özel yaşama müdahaledir. Burada delil olarak karara dayanak yapılacak olay ancak sanığın reşit kız arkadaşının rızası ile konutuna girmesidir. Bu eylemin ise suç oluşturmayacağının kabulü gerekir. 18 yaşından büyük kızı ile aynı konutta ikamet etmeyi kabul eden müştekinin kendi kızının özel hayatına müdahale hakkı olduğu kabul edilemez. Reşit bir kadının ikamete arkadaşını davet etme hakkının müştekinin özgürlüğünü ne şekilde ihlal ettiği yani reşit kadının özgürlüğü ile annesinin özgürlüğü arasındaki dengede neden annenin iradesine üstünlük tanındığı da kararda tatmin edici bir şekilde açıklanmamıştır. Müştekinin kızı reşit olmasaydı annenin iradesine bakmak gerekecekti. Dolayısıyla konut dokunulmazlığının ihlali suçu oluşacaktı, ancak reşit kişinin hukuka uygun olan irade açıklamasının meşru olduğunun kabulü gerekir.
Bir örnekle denklemi tersine çevirelim. Olayda reşit olan kadın değilde bir erkek olsaydı ve kadın arkadaşını eve getirseydi annenin şikayeti üzerine oğlunun kadın arkadaşı konut dokunulmazlığını ihlalden mahkum edilecek miydi?
Annesi ile aynı evde ikamet eden reşit kızın isteği ile eve gelen erkek arkadaşının eyleminin atılı suçu oluşturmadığı beraat etmesi gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun mahkumiyet kararı verilmesi gerektiği yönündeki görüşüne karşıyız.