Yargıtay Kararı 18. Ceza Dairesi 2015/9868 E. 2015/11428 K. 18.11.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 18. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2015/9868
KARAR NO : 2015/11428
KARAR TARİHİ : 18.11.2015

Tebliğname No : 4 – 2013/105035
MAHKEMESİ : Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 03/04/2012
NUMARASI : 2011/234 (E) ve 2012/114 (K)
SUÇ : Hakaret

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
Ceza Genel Kurulu’nun 14.10.2008 gün ve 170-220 sayılı kararında da belirtildiği üzere; hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Somut bir fiil ya da olgu isnat etmek veya sövmek şeklindeki seçimlik hareketlerden biri ile gerçekleştirilen eylem, bireyin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte ise hakaret suçu oluşacaktır.
Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşlara yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir.
İnceleme konusu somut olayda; Sayıştay Başkanlığında Başdenetçi olan şüpheli S.. C..’ün, yine Sayıştay Başkanlığında Uzman Denetçi olarak görev yapan katılan M.R. D. ile suç tarihinde Yüksek Denetleme Kurulu Başkanı olarak görev yapan tanık S.. K.., Türkiye Kalkınma Bankasında görev yapan tanıklar M.. Ç.., A.. Y.. ve N.. Ş..’e isimsiz ve imzasız olarak 23.12.2010 tarihli olarak gönderdiği mektupta “” Hiçbirinin saygınlığı yok, sizler bir hiçsiniz “…”Hepiniz birer maşa olmayı kabul ettiniz”…”Bankada sizden önce çalışan üstatlarımızın sırtına basarak kahraman olmayı düşündüğünüz ama olamadınız”…” Bankada oturmanız, kendinize çalışmanızı kınıyoruz “… ” zavalllığınızla, sığ bilgililiğinizle alay etme fırsatı verinizi. İzmir Caddesindeki binamızın 7. Kat koridoru, dalga geçme koridoru oldu sayenizde “…” 700 kişinin kul haklarını yiyorsunuz, kendi menfaatlerinize susuyorsunuz ” “… şeklinde küçük düşürücü ve aşağılayıcı sözler kullanarak hakarette bulunduğundan bahisle dava açıldığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece, sanığın katılan Mehmet Reşit Dinçer’e gönderdiği isimsiz mektupta bankadan usulsüz kredi kullandırdığı belirtilerek “saygınlığın yok, sizler bir hiçsiniz, hepiniz birer maşasınız…” şeklinde sözler ile kamu görevinden dolayı hakaret ettiği gerekçesiyle cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Sanık, dava konusu mektubu kendisinin göndermediğini savunmuştur.
Sanık tarafından gönderildiği kabul edilen mektup ekinde ve dosya içerisinde katılan hakkında mektup içeriğini doğrular mahiyette ve mektuplara iliştirilmiş gazete haberi çıktılarının bulunduğu anlaşılmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, mektup içeriğinde yer verilen ifadelerin rahatsız edici olduğu açık bir şekilde anlaşılmakla birlikte sözkonusu ifadelerin, Anayasa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel bir önem atfedilen, ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
İnsanın serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, savunabilmesi ve yayabilmesi olarak kabul edilen, ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır.
Anayasa’nın 26. maddesinde, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir. Bunun yanında, bu hak, birçok uluslararası belgeye ve mahkeme kararına da konu olmuştur. Türkiye’nin de yargılama yetkisini kabul ettiği AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. paragrafı saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen “bilgi” ve “fikirler” için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu pek çok kararında yinelemiştir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik bir toplum”dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.
Bununla birlikte, ifade özgürlüğü de mutlak ve sınırsız değildir. Bu hak kullanılırken bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal edecek tutum ve davranışlardan kaçınılması hem ulusal hem de uluslar arası mevzuatlarda yer almaktadır.
Nitekim Anayasa’nın 26. maddesinde koruma altına alınan ifade özgürüğü, aynı maddenin ikinci fıkrasında belirtilen sebeplerle sınırlandırılabilir. Dolayısıyla anılan madde ile Anayasanın 13. maddesine göre, ifade özgürlüğüne yönelik sınırlamalar ancak kanunla yapılabilir ve demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.
Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. paragrafı, kamu makamlarının bu özgürlüğün kullanılmasına getirebilecekleri sınırlama rejimini düzenlemektedir. Önemine binaen, ifade özgürlüğüne yapılan müdahaleler çok istisnai hallerde kabul görmekte ve Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. paragrafının öngördüğü sınırlama kayıtları dar yorumlanmaktadır. Bu nedenle, bir kamu makamının ifade özgürlüğüne yaptığı “müdahalenin gerekliliği” mutlaka ikna edici bir şekilde açıklanmalıdır. Sözleşme’nin anılan maddesinde, belirtilen “gerekli” olma koşulu, müdahalenin bir ‘toplumsal ihtiyaç baskısına karşılık gelmesi ve özellikle izlediği meşru amaçla orantılı olması anlamına gelir. Bir müdahalenin bu kriterleri yerine getirdiği ve dolayısıyla haklı olduğu, ulusal makamların gösterdiği gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olmasıyla anlaşılabilecektir.
Gerek Anayasa gerekse Sözleşme hükümlerine uygun davranılmaması, devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerine aykırı hareket etmesi anlamına gelebilecektir. Zira, negatif yükümlülük kapsamında yetkili makamlar, zorunlu olmadıkça ifadenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalı ve denge unsurunu sağlamalıdırlar. Aksi takdirde AİHM, kişinin şeref ve itibarının haksız bir saldırı altında olmasına rağmen ulusal mahkemeler tarafından gereken ölçüde korunmadığı gerekçesiyle Sözleşme’nin 8. maddesi açısından ihlal kararı verebilmektedir. Zira AİHM açısından, başvuranların özel hayata saygı hakkı ve ifade özgürlüğü eşit derecede önemlidir. Denge unsurunun sağlanmasında içtihatlara göre göz önünde bulundurulması gereken temel ilkeler ise, başvuruya konu ifadelerin kamu yararına ilişkin tartışmaya katkısı, ifade sahibinin tanınırlığı ve daha önceki tutumları, ifadenin içeriği, şekli ve etkileridir.
AİHM, birçok içtihadında Sözleşme’nin 10. maddesinin sadece ifade edilen düşünce veya bilginin esasını değil, aynı zamanda bunların aktarılma biçimlerini de güvence altına aldığını belirtmiştir.
AİHM’e göre, öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler eğer bir değer yargısı içermekte ve somut bir olgu isnadından bahsedilemeyecekse, değer yargılarını destekleyecek ‘yeterli bir altyapının’ mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulmaktadır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan, hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı AİHM tarafından da ifade özgürülğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir.
Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise, en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki, bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir.
Thorgeir Thorgeirson /İzlanda davasında başvuranın mahkûmiyeti, polis şiddetine ilişkin iddiaların gerçekliğini ortaya koyamamasına dayanmaktadır. AİHM, başvurucuyu sert bir dille dile getirdiği bazı iddiaların doğruluğunu ortaya koyma yükünden muaf tutmuştur. AİHM’e göre, başvurucu başkaları tarafından söylenenleri haberleştirmiştir. Bu nedenle, iddiaların içeriği ile ilgili olarak sorumlu görülmemiştir. Ayrıca iddiaların tamamen asılsız olduğu da ortaya koyulamamıştır. Ayrıca, başvurucunun amacı polisin itibarına zarar vermek değil, Adalet Bakanlığını polis şiddetine ilişkin iddialarla ilgili bir soruşturma başlatmaya sevk etmektir (Thorgeir Thorgeirson v/İzlanda, 13778/88, 25.06.1992)
Sonuç olarak, gerçek dışı olgulara dayalı iddia olarak nitelenen açıklamalar bakımından AİHM, başvurucuların bu tür ifadelerin ortaya konulmasından ve yayınlanmasından sorumlu olup olmadıklarını ve bu tür bilgilerle diğer kişileri aldatmayı amaçlayıp amaçlamadıklarını dikkate almaktadır.
Kamu görevlilerinin, görevlerini yerine getirirken performanslarını etkilemeyi ve kamuoyunun bu kişilere olan güvenine zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı ve hakaret içerikli saldırılara karşı korunmaları gerekmektedir. Zira, kamu görevlileri, siyasetçilerden farklı olarak, kendilerini kamuoyunun denetimine açmamakta; ayrıca görevlerini yerine getirirken kamuoyunun güvenine ihtiyaç duymaktadırlar. Burada korunan temel değer, ilgili kamu görevlisinin bizatihi kişiliği ya da şöhreti olmayıp, o kişinin yerine getirdiği kamusal göreve kamunun duyduğu güvenin demokratik bir toplumdaki önemidir.
Kendilerine belirli idari yetkiler verilmiş görevlilerin, sözlerine ve eylemlerine getirilen eleştirilere daha fazla hoşgörü göstermeleri gerektiği ise AİHM içtihatlarında kabul edilmektedir.
AİHM, kamu görevlilerine karşı yapılmış hakaret içerikli ifadelerle ilgili bir başvuruda, başvuruya konu sözlerin, kamuoyunun söz konusu görevlinin performansına duyduğu güveni ortadan kaldırmaya yönelik gerçek bir tehlike meydana getirip getirmediğini incelemektedir.
Yukarıda yer verilen T.T. /İ. başvurusunda, bir yazar olan başvuran, gazetede yayınlanan iki uzun makalesinde polisin kötü muamelelerinden söz etmiştir. Başvurucu makalesinde polislere ilişkin olarak ‘hayvanca davranan üniformalılar’, ‘hayvanca davranan vahşi üniformalılar’ gibi terimler kullanmıştır. Başvuran, kimliklerini belli etmeden polis mensuplarının hepsine hakaret etmekten yargılanmış ve para cezasına mahkûm edilmiştir. AİHM’e göre, olayda başvuran yayımladığı makalelerde polisin yaptığı kötü muamelelerle ilgili söylentileri ve başkalarının kendisine verdiği bilgileri dile getirmiştir. Olayın şartları içinde başvuranın amacı polise hakaret etmek olmayıp, polisin kötü muameleleri ve halkı yakından ilgilendiren bu konuda soruşturma açılmasını istemektir. AİHM’e göre, başvuran makalelerinde çok sert ifadeler kullandığı halde, kullanılan bu üslup aşırı değildir. Ayrıca başvuranın cezalandırılması kamuyla ilgili bir konuda yapılan açık tartışmayı olumsuz etkileyebilecek niteliktedir.
AİHM, hakaret içerikli veya aşağılayıcı ifadenin aleniyetinin niteliği ve derecesini, devletin bu ifadeye müsaade edilen ölçüde karşılık verip vermediğinin değerlendirilmesinde göz önünde bulundurmaktadır.
Yankov/Bulgaristan davasında bir tutuklu, elle yazdığı ve henüz yayınlanmaya hazır olmayan bir metinde, cezaevini ve yargı sisteminde yer alan personeli tanımlamak için aşağılayıcı ifadeler kullandığı için disiplin cezasına çarptırılmıştır. (Yankov/Bulgaristan, 39084/97, 11.12.2013)
Grigoriades /Yunanistan davasında ise bir subay, komutanı olan subaya, içerisinde orduyu ‘bir suç ve terörizm aygıtı’ olarak tanımladığı nahoş pasajlara yer verdiği bir mektup yazması nedeniyle orduyu aşağılamaktan mahkûm olmuştur. AİHM, bu davalarda, başvurucuların suçlamalarının sert üslubuna karşın, başvuruya konu mektubun geniş bir okuyucu kitlesine hitap edecek biçimde yayınlanmamış ve yaygınlaştırılmamış olmasına özel bir ağırlık vererek başvurucu lehine karar vermiştir. (Grigoriades/ Yunanistan, 24348/94, 25.11.1997)
Sonuç olarak, sanık tarafından katılana ve tanıklara gönderilen mektup içeriğinde yer alan bazı ifadelerin olgusal bir temele sahip değer yargısı niteliğine sahip oldukları, birtakım ifadelerin ise somut bir olguya işaret etmekle birlikte diğer kişilerin aldatılmasının amaçlandığına ilişkin bir delil bulunmamaktadır. Bunun yanında, mektup içeriğindeki ifadelerin araştırılmasında, toplumsal ilgi ve kamu yararı bulunduğu da tartışmasızdır. Her ne kadar katılan suç duyurusuna ilişkin dilekçesinde, Türkiye Halk Bankası A.Ş’nin Yenişehir/Ankara şubesinde görev yaptığı esnada kullandığı bir kredi nedeniyle yargılandığını ancak beraat ettiğini beyan etmiş ise de, yukarıda değinilen T.T./İ. başvurusunda AİHM’in de belirttiği gibi, sanık mekuplarda, katılanın yaptığını düşündüğü hukuka aykırı eylemlerle ilgili söylentileri dile getirmiştir. Bunu yaparken de bazı gazete haberlerine atıfta bulunmuştur. Bunun yanında, sanık suça konu mektupları, geniş bir kesim tarafından öğrenilebilecek şekilde değil sadece ilgili olduğunu düşündüğü tanıklara ve katılanın kendisine göndermiştir. Bu durum da sanığın salt karalama niyetiyle hareket etmediğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, mektupların içeriğindeki ifadeler, yer ve zaman unsurları da gözetildiğinde katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, eleştiri niteliğindedir. Aksi düşünülecek olursa, suçla korunmak istenen değer ölçüsüz bir şekilde genişleyecek ve ifade özgürlüğünü ön plana çıkaran evrensel hukuk düşüncesiyle bağdaşmayan bir yorum anlamına gelebilecektir. Bu itibarla, hakaret suçunun unsurlarının somut olayda oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraati yerine,
hükümlülük kararı verilmesi,
Kanuna aykırı ve sanık müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnameye uygun olarak, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 18.11.2015 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.