Yargıtay Kararı 17. Hukuk Dairesi 2018/1103 E. 2021/940 K. 09.02.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 17. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2018/1103
KARAR NO : 2021/940
KARAR TARİHİ : 09.02.2021

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
BİRLEŞEN DAVA
MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 9. Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki 6183 sayılı Yasa’dan kaynaklanan tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili ile davalı … mirascıları ve davalı … … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalı borçlu Korkut aleyhine takip yapıldığını, takibin semeresiz kaldığını, borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla adına kayıtlı taşınmazlarını diğer davalılara devrettiğini belirterek davalılar arasındaki tasarrufun iptalini talep etmiştir.
Mahkemenin, davanın … yönünden reddine … yönünden kabulüne ilişkin kararı, Dairemizin 26.10.2015 tarih 2015/10627 Esas, 2015/11142 Karar sayılı ilamı ile borçlu davalı … tarafından taşınmazın davalı …’e satış tarihinin 05.05.2000 olduğu davanın ise 16.01.2009 tarihinde açıldığından, 6183 sayılı Yasanın 26. maddesine göre tasarrufun iptali davalarının tasarruf tarihinden itibaren 5 yıllık süre içinde açılmasının öngörüldüğü, söz konusu sürenin hak düşürücü süre olduğu ve mahkemece resen nazara alınmasının gerektğinden, mahkemece de bu taşınmaz yönünden “davanın hak düşürücü süre yönünden reddine” karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, davalı 3. kişi… ile borçlu davalının aynı işyerinde çalışmış olmaları, komşuluk ilişkilerinin bulunduğu ve ivazlar arasında bir mislini aşan fahiş fark olduğundan mahkemece dava konusu 6180 sayılı parsel üzerindeki 11 nolu bağımsız bölüme ilişkin davanın kabulü gerekirken yanlış değerlendirme sonucu bu taşınmaz yönünden davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmadığı, dava konusu 1096 Ada 13 sayılı parsel üzerindeki 10 nolu bağımsız bölüm 01.04.2003 tarihinde borçlu davalı … tarafından 3. kişi …’e satıldığı, davanın ise 16.01.2009 tarihinde açıldığından, mahkemece hak düşürücü sürenin geçmesi nedeniyle davanın bu taşınmaz yönünden de reddi gerekirken davalı …’in tazminatla sorumlu tutulmasına karar verilmesinin isabetsiz olduğundan bahisle bozulmuş, bozmadan sonra davalılar…, … ve…yönünden davanın reddine, Celal yönünden davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davacı vekili ile davalılar … mirasçıları vekili ve… … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava 6183 sayılı Yasa’nın 24 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.
1-6183 sayılı Yasa’nın 25. maddesi hükmü gereğince bu tür davalarda, davalı olarak borçlu ve borçlu ile hukuki muamelede bulunan kişiler arasında mecburi dava arkadaşlığı vardır. Öte yandan TMK’nun 605. maddesi 1. fıkrasında “Yasal ve atanmış mirasçılar mirası reddedebilirler.” hükmü kayıtsız, şartsız red (hakiki red) düzenlemekte 2. fıkrası ile ise “Ölümü halinde mirasbırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır.” hükmü ile bir karine getirilmektedir. Bir çok yargı kararlarında ve ilmi görüşlerde bu red, hükmi red olarak isimlendirilmiştir. Anılan maddenin 1. fıkrasındaki “hakiki red” halinde süre ile kayıtlı ve mirasçıların tek taraflı irade açıklamasını öngördüğü halde, 2. fıkradaki “hükmi reddin” sonuç doğurması için herhangi bir irade açıklaması ya da dava yolu öngörmemiştir. Öyle ki; reddin kendiliğinden oluştuğu kabul edilip, mirasın açılması ile kendiliğinden mirasçılara intikal edeceği (TMK.m.599) yönündeki kurala bir istisna getirilmiştir. Eğer mirasçı olabilecek kişi açık irade beyanıyla, ya da Türk Medeni Kanunu’nun 610. maddesinin ikinci cümlesinde açıklanan davranışlarla mirası kabul etmiş ise, zaten yapılabilecek bir işlem kalmamıştır. Mirası hükmen red etmiş sayılan kişi, tereke alacaklıları aleyhine husumet yönelterek bu durumun tespitini isteyebileceği gibi, bunu def’i yolu ile de ileri sürebilir.
Somut olayda, borçlu konumundaki … dava sırasında ölmüş ve mirasçıları davaya dahil edilmiştir. Davalı borçlu konumundaki Korkut mirasçıları vekili 24.10.2017 tarihli oturumda “.. murisin ölüm anında terekenin borca batık olduğu ortadadır, sorumluluğumuz söz konusu değildir“ şeklindeki beyanı ile mirası red ettiklerini ileri sürmüşlerdir. Açılan bu davada miras bırakanın ödemeden aczinin açıkça belli olduğundan, bu halde mirasın reddedilmiş olduğunun kabulü gerekir.
Dosya içeriğinden, miras bırakanın taşınır, taşınmaz hiçbir malı olmadığı yani miras bırakanın aciz hali sabittir. Karinenin doğruluğu somut olayda saptanmış olup, aksi davacı tarafından ispat edilememiştir.(HGK 14.3.2001 tarih ve 2001/2-220 E, 240, 2008/4-332 E, 2008/336 sayılı kararları da bu doğrultudadır)
Mirası red eden mirasçılara husumet yöneltilemez. Taraf teşkili davanın görülebilme koşullarından olup, re’sen nazara alınması gerekir. Ayrıca taraf teşkili sağlanmadığı sürece işin esasına girme olanağı da yoktur. H.G.K 3.7.2002 tarih 15/572-577 sayılı kararıyla sözü edildiği gibi taraf teşkilinin sağlanması amacıyla Türk Medeni Kanununun 612. maddesinde belirtildiği üzere en yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddolunan mirasın, sulh mahkemesince iflas hükümlerine göre tasfiye edileceğinin nazara alınması ve bu tasfiyeye ilişkin yasal prosedürün sonucunun beklenmesi, tasfiye sonuçlandırıldığında da mirası reddedilen borçlu için atanacak ve yetkilendirilecek bir temsilcinin davaya katılımı suretiyle taraf teşkilinin sağlanması ve tüm delillerinin toplanıp sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı … mirascıları vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı ve davalı … … vekilinin temyiz itirazlarının
incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacı ve davalı …’a geri verilmesine 09/02/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.