YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/4280
KARAR NO : 2014/4991
KARAR TARİHİ : 29.04.2014
MAHKEMESİ : AVANOS ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 21/03/2013
NUMARASI : 2012/213-2013/102
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
Afet kadastrosu sonucu Ç./A.b Köyü çalışma alanında bulunan 8 ada 1 parsel sayılı 945,63 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle Ç. Köyü Tüzel Kişiliği adına 24.11.1974 tarihinde tespit ve tescil edilmiştir. Davacı B.. E.. 29.8.2012 havale tarihli dilekçesi ile irsen intikal, taksim ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tapuya tesciline karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda 10 yıllık hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, afet kadastrosu sonucu oluşan tapulu taşınmaz hakkında, kadastro öncesi hukuki nedene dayalı tapu iptal ve tesciline ilişkindir. Davacı taraf, malik sıfatıyla zilyet olduğu dava konusu taşınmazının 24.11.1974 tarihinde Afet Kadastrosu sonucu tapuya tescil edildiğini, Avanos Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/788 esas numarası ile açtığı tescil davası ile öğrendiğini ileri sürerek, Ç.Köyü Tüzel Kişiliği adına olan tapu kaydının iptali ile adına tescili istemiyle dava açmıştır. Mahkemece, dava konusu taşınmazın 24.11.1974 tarihinde yapılan kadastro işlemi nedeniyle tapuya tescilinden itibaren, 3402 sayılı Yasa’nın 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden söz edilerek davanın reddine karar verilmiş ise de; varılan sonuç usul ve yasaya uygun bulunmamaktadır. Uyuşmazlık; 7269 sayılı Yasanın 18. maddesi hükmü uyarınca yapılan kadastro işleminin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Dosyadaki kayıt ve belgelerden, çekişmeli taşınmazın önceden kadastroya tabi tutulmadığı ve davalı köy tüzel kişiliği adına oluşturulan kaydın edinme nedeninin ise, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanuna dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Anılan Kanunun 18. maddesinde “Bu kanuna göre afet sebebiyle İmar ve İskan Bakanlığı’nca lüzum görülecek yerlerin kadastro ilanlarının yapılmasına, Kadastro komisyonlarının kurulmasına lüzum kalmaksızın kadastro postalarına belediyece ve köy ihtiyar heyetince iki bilirkişi verilmek ve tasarruf tetkikleri, mahalli kadastro müdürü ve tapu fen memuru tarafından ifa olunmak suretiyle 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahrir Kanununa göre, Öncelikle Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce yaptırılır. Anlaşmazlıklar mahalli mahkemelerce hallolunur. Sözü edilen kadastro işlerine ilişkin uygulama İmar ve İskan Bakanlığı ile Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nün bağlı olduğu Bakanlık arasında müştereken tesbit edilecek esaslar dahilinde yapılır.” hükmüne yer verilmiştir. Belirtilen
yasal düzenleme ile kadastro işlemlerin o tarihte yürürlükte bulunan 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahrir Kanununa göre yapılması öngörülürken; özellikle “kadastro ilanlarının yapılması” ve doğacak anlaşmazlıkların “mahalli mahkemelerde” çözüme bağlanması bakımından, 2613 sayılı Yasa’nın temel düzenlemelerinden uzaklaşıldığı görülmektedir. Ayrıca, yasanın 18. maddesi hükmü gereği Devlet Bakanlığı ile İmar İskan Bakanlığı arasında 30.6.1972 tarihinde yapılan “Afet Bölgelerinde Yapılacak Tapu ve Kadastro Hizmetlerine ilişkin” protokolde de, sadece kadastroya dair teknik hizmetlerin ne şekilde yapılacağına değinilmekle yetinilmiş, gerek yargı yeri belirlenmesi, gerekse kadastronun işleyişi ile ilgili ilanlara, yasa hükmü gereği yer verilmemiştir. Bilindiği üzere, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 1. maddesinde “Bu kanunun amacı, memleketin kadastral topoğrafik haritasına dayalı olarak taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek hukuki durumlarını tespit etmek ve bu suretle Türk Medeni Kanununun öngördüğü tapu sicilini kurmaktır.” denilmiş; böylece, amacı belirleyen madde hükmü, “geometrik şekil” ve “taşınmaz malların hak durumlarını saptamak” gibi iki temel işlevi yerine getiren kadastroyu da tanımlamıştır. 3402 sayılı Kanunda deyimini bulan “amaç” ve “kadastro” tanımı, yürürlükten kaldırılan önceki 2613 ve 766 sayılı kanunlarda da benzeri ifadeler ile yer almıştır. Hemen belirtilmelidir ki; kanunların düzenlediği geometrik şekil ve hak durumunu belli etme tespitleri için, özel (kadastro) ve genel (Asliye ve Sulh Hukuk) mahkemelerinde hak arama yolları açılmadan, kadastronun tüm evreleriyle tamamlandığı ve kadastral bir sicilin ortaya çıktığından söz edilemez. Başka bir deyişle, hak arama imkanı tanınmadan; özellikle, kadastro tutanağı kanunlarında yazılı yöntemine uygun biçimde kesinleştirilmeden ortaya çıkan sicil yok hükmündedir. Kuşkusuz, hak arama durumunda olan kişi ya da kişiler yönünden yapılan kadastro tespit işlemini öğrenme önem taşır. Öğrenme, kanunlarda ilanen tebliğ ve bizzat tebliğ şeklinde düzenlenmiştir. Nitekim; 2613 ve 766 sayılı kanunlar, kadastro tutanaklarının ilanen; itiraz halinde de komisyon kararlarının bizzat tebliğlerini zorunlu kılmıştır. Bunun yanı sıra, tasfiye niteliğindeki hak düşürücü süreler ile de dava ve talep hakları sınırlandırılmıştır. Genel mahkemelerde (Asliye Hukuk ya da Sulh Hukuk Mahkemelerinde) kadastro öncesi nedenlere dayanılarak açılacak tespitin iptali ve tescil davaları, 3402 sayılı kanunun 12/3. maddesinde yazılı on yıllık hak düşürücü süre geçirilmeden açıldıklarının anlaşılması durumunda dinlenebilirler. Açıklanan nedenlerle, çekişmeli taşınmazın bulunduğu yörede 7269 sayılı Yasa’nın 18. maddesi uyarınca 1974 yılında yapılan afet kadastrosu işlemine, genel kadastro anlamı verilip, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.2.2003 gün ve 2003/130-121 sayılı kararında da açıkça vurgulandığı gibi 3402 sayılı Kanun’un 12/3. maddesinde öngörülen hak düşürücü süre uygulanmak suretiyle hüküm kurulması yerinde değildir. Hal böyle olunca, mahkemece, işin esasına girilip iddia ve savunma doğrultusunda araştırma yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olup, davacı vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz eden davacıya iadesine, 29.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.