Yargıtay Kararı 16. Hukuk Dairesi 2014/2373 E. 2014/10023 K. 16.09.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/2373
KARAR NO : 2014/10023
KARAR TARİHİ : 16.09.2014

MAHKEMESİ : MARMARİS KADASTRO MAHKEMESİ
TARİHİ : 06/02/2013
NUMARASI : 2012/92-2013/39

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi istenilmekle; duruşma için belli edilen gün ve saatte temyiz eden S.N. Ş. vs. vekili Avukat S.U.Ö., Hazine vekili Av. G. Ş. geldi. Aleyhine temyiz olunan taraftan gelen olmadı. Gelenlerin yüzlerine karşı duruşmaya başlandı. Sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmanın bittiği bildirildi. Süresi içinde inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu. GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
Kadastro sırasında Hisarönü Köyü çalışma alanında bulunan.. ada .. parsel sayılı 680,80 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz devletin hüküm ve tasarrufu altındaki ham toprak niteliğindeki yerlerden olması nedeniyle Hazine adına tespit edilmiştir. Davacılar F.. T.. ve müşterekleri vekili tarafından 16.05.1995 tarihli dilekçe ile Asliye Hukuk Mahkemesinde davalı P.. O.. aleyhine açılan 12.09.1989 tarih (3) numaralı tapu kaydının iptali ve el atmanın önlenmesi istemli dava, davaya konu taşınmaz hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. Mahkemece”, önceki karar tarihinden evvel öldüğü anlaşılan davacı N. M. Ş.’nin mirasçıları ile kadastro tutanağında tespit maliki görünen Hazineye yöntemince tebligat yapılarak taraf teşkilinin sağlanması gereğine” değinen bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davacıların davasının reddi ile dava konusu ..ada.. parsel sayılı taşınmazın tespit tutanağındaki tespit gibi davalı P.. O.. adına tesciline, dava konusu taşınmazın 1. Derece Doğal Sit alanında kaldığının tapunun beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verilmiş; hüküm, davacılar F.. T.. ve müşterekleri vekili ile davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Çekişmeli taşınmaz, kadastro tespiti sırasında devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olması nedeniyle Hazine adına tespit edilmiştir. Davacılar F.. T.. ve müşterekleri vekili tarafından 16.5.1995 tarihli dava dilekçesi ile Mart 1290 tarih 9/18 defter varak sayılı H. mevkiindeki 4000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan tarafları; “M.G.” ve “K. B.” ve “D.” ve “L. Ç.” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/19 defter varak sayılı, Ö.(L.) Ç. mevkiindeki 3000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları; “M. G.” ve “İ.” ve “D.” ve “G. b.” ve “L. çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/20 defter varak sayılı, G.-S. Çiftliği mevkili 7000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları “K. ve B.”, “T.” ve “L.”, “G.”, “K.” ve “M. G.” ve “Ç.G.” sınırlı tapu kayıtları ile bu kayıtlardan gelme Ağustos 1326 tarih 2, 3 ve 4 nolu ve Şubat 1962 tarih 1, 2 ve 3 nolu tapu kayıtlarına dayanarak davalı P.. O.. aleyhine açılan tapu iptali ve meni müdahale davası davaya konu olan taşınmaz hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. Mahkemece davalı ve öncüllerinin çekişmeli taşınmaz üzerinde Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği 1926 yılından önce 10 yılı aşkın süre aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla zilyetliklerini sürdürdüğü, malik sıfatıyla zilyetliğin Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra ve kadastro tespitine kadar kesintisiz olarak devam ettiği, bu suretle Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri gereğince davacılar F.. T.. ve müştereklerinin dayanağını oluşturan ve uygulama yeteneği bulunmayan tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettiği, davalının dayanağını oluşturan ve tescil ilamı ile oluşmuş tapu kaydının çekişmeli taşınmazı kapsadığı ve davalı P.. O.. yararına edinme koşullarının oluştuğu kabul edilmek suretiyle çekişmeli taşınmazın davalı P.. O.. adına tapuya tesciline karar verilmiştir.
Yukarıda belirtildiği ve dosya kapsamından da anlaşılacağı üzere; davacılar F.. T.. ve müşterekleri tarih ve numarası yazılı tapu kayıtlarına dayanmışlar, davalı ve öncüllerinin arazi üzerindeki zilyetliklerinin malik sıfatı ile değil, kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu ileri sürmüşler, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesi ile Arazi Kanunnamesi yürürlükten kalktığı için, Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri hükümlerinin davalı yararına uygulanma imkanının bulunmadığını iddia etmişlerdir. Davacılar F.. T.. ve müştereklerinin bu iddialarına karşılık olarak karşı taraf; dayanılan tapu kayıtlarının çekişmeli taşınmazı kapsamadığını, Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan kapsam belirlemesinin kendileri yönünden bağlayıcı olamayacağını, kayıt maliki ile davacılar arasında akdi veya ırsi bir ilişkinin kurulamaması sebebiyle davanın sıfat yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini, taşınmaz üzerindeki çok uzun süreli zilyetliğin kiracılık değil malik sıfatıyla sürdüğünü, bu davacıların dayanağını oluşturan tapu kayıtları taşınmaza uysa dahi uzun süreli nizasız kullanma nedeniyle kaydın hukuki kıymetini kaybettiğini, kendi adına sonradan tescil ilamı ile alınmış tapu kaydının olduğunu ileri sürmüştür. Bu iddia ve savunma çerçevesinde yerel mahkemece yapılan araştırma, inceleme ve uygulamanın yeterli olup olmadığı, delillerin değerlendirilmesinde hataya düşülüp düşülmediği, varılan sonucun usul ve Yasa’ya uygun bulunup bulunmadığı konularında yargıya varmadan önce, tarafların iddia ve savunmaları ile ilgili olarak ileri sürdükleri yukarıda özetlenen tüm vakıa ve delillerin ayrı ayrı tahlillerinin yapılıp buna göre bir sonuca ulaşılması uygun olacaktır. Şöyle ki;
1- Davacılar F.. T.. ve müştereklerinin kök kayıt malikinin mirasçısı olup olmadığı: Karşı taraf, kayıt maliki ile davacıların murisi Habibe Hanım arasında irs ilişkisi olmadığını ileri sürmüşlerse de; davacı tapu maliklerinden F.. T.. ve müştereklerinin H. Hanımın mirasçısı oldukları hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Tereddüt karşı tarafın iddia ettiği gibi H. Hanımın, tapu maliki H. F.’nin kızı olup olmadığı konusundadır. Dosyada H. Hanımın nüfus kaydı mevcut olup, bu kayıtta baba adı M. F.’dir. Tapu kayıtlarında ise “Hacı F.Kızı” olarak geçmektedir. Ancak davacılar tarafından ibraz edilen ve Osmanlı arşivleri ile şer’i sicil kayıtları üzerinde yapılan araştırmanın yer aldığı klasör içindeki belgeler arasında yer alan 1303 tarihli vekaletnamede; vekil eden olarak “M. Şeyh B. Mahallesi sakinlerinden H. F. E.Z. Ş.ağa İbn-i M. F.Efendi adı geçmektedir. Ş. ağanın H. hanımın kardeşi olduğu sabittir. Yine Şer’i sicil defterinde kayıtlı Ş.ağaya ait bir dilekçede “Hacı F.Efendi Z. Ş. ağa İ. M. Efendi, İ. Hacı O.” ve “kız kardeşim H. Hanım İ. M. F.E. İ. Hacı O.” yazılıdır. Yine aynı belgeler içerisinde yer alan Orman ve Maadin Nezaretinin Sadaret Makamına sunduğu 4 Nisan 1311 tarihli tezkerede “Muğlalı M. H.ı F. Efendi Kerimesi H. Hanımın uhdei tasarrufunda bulunan G. E.“H. N.Çiftliklerin” ifadeleri yer almaktadır. Bu ve benzeri kayıtlardan Hacı F. ile M.F.nin aynı kişi ve H. H.ın Hacı (M.) F.’nin kızı olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla karşı tarafın kayıt maliki ile davacıların murisi H. Hanım arasında irs ilişkisi olmadığına ilişkin iddiasında isabet bulunmamaktadır.
2- 1274 tarihli Arazi Kanunnamesinin tesbit ve dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunup bulunmadığı ve şartları mevcut olduğu takdirde uygulanıp uygulanamayacağı: Medeni Kanun’un 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunup bulunmadığı uzun süre tartışılmıştır. Bazı hukukçular Medeni Kanunun taşınmaz mal mülkiyetini yeni baştan düzenlediğini, 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesi ile Arazi Kanunnamesi’nin yürürlükten kaldırıldığının kabul edilmesi gerektiği savunmuşlarsa da; tatbikatta Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunduğu kabul edilmiş, uygulamada istikrarlı olarak bu yönde sürdürülmüştür. Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte olduğunu kabul eden hukukçular; 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesinde “MECELLE” açıkça yürürlükten kaldırıldığı halde, Arazi Kanunnamesinin kaldırılan kanunlar arasında sayılmamasını, Medeni Kanun’un kabulünden sonra, ancak yürürlüğünden önce kabul edilen 02.5.1926 tarih 87 sayılı Kanunla Arazi Kanunnamesi’nin 68, 69, 70, 71, 74, 76, 84 ve 85.maddeleri yürürlükten kaldırıldığı halde diğer maddelerin yürürlükte olduğunun kabul edilmiş bulunduğunu, Yargıtay’ın 27.1.1943 tarih 5/7 ve 9.2.1944 tarih 4 numaralı İçtihadı Birleştirme Kararları ile 28 Şubat 1998 tarihinde yürürlüğe giren 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 36. maddesi ile Arazi Kanunnamesi’nin 97, 98, 99, 100, 101, 102 ve 105. maddelerinin yürürlükten kaldırılmasını görüşlerine dayanak yapmışlardır. Dairemiz de Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanun’a aykırı düşmeyen hükümlerinin bu arada Arazi Kanunu’nun 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte olduğunu kabul etmiş ve uygulamasını bu yönde sürdürmüştür. Daha önceki dönemlerde gayrimenkul davalarına bakmakla görevli bulunan Yargıtay Dairelerinin de benzer uygulamalarda bulunmuş oldukları bilinmektedir. Bu durumda davaya konu parselin tespiti ve dava tarihi itibariyle, Medeni Kanuna aykırı düşmeyen Arazi Kanunnamesi’nin hükümlerinin bu arada Arazi Kanunnamesi’nin 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte bulunduğunun kabulü ile olayda anılan yasa hükümlerinin uygulanması gerekip gerekmediğinin araştırılıp tartışılması zorunludur. Mevcut uygulama karşısında davacıların bu konudaki itirazları yerinde değildir.
3- Marmaris Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan tapu kaydı kapsamının belirlenmesi işleminin karşı tarafı bağlayıp bağlamayacağı: Söz konusu dosyada bu dosyanın davalılarının tarafın taraf olmaması ve kapsam belirleme işleminin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde yazılı ilkelere uyularak yapılmamış bulunması nedeniyle karşı tarafı bağlamayacağı açıktır.
4- Dayanılan kayıtların kapsamının nasıl belirleneceği: Belirtildiği üzere davacılar F.. T.. ve müşterekleri tapu kayıtlarına dayanmışlardır. Dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbiri ile düz hatlarla birleştirilmesi suretiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dağ, dere, orman, ırmak, tepe gibi yerlerin bulunması nedeniyle dayanılan kayıtlar hudutları ile değil miktarı ile geçerli olan tapu kayıtlarıdır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B. maddesinde yazılı “Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tesbit yapılır.” hükmü karşısında; arazinin ve sınırlarının yukarıda belirtilen özelliği nazara alındığında kayıtların sınırlarını sabit kabul edip buna göre hüküm kurmak mümkün bulunmamaktadır. Davacıların anılan dosyada yapılan kapsam belirlemesinin doğru ve tarafları bağlayıcı olduğu yolundaki iddiası yasaya uygun bulunmamaktadır.
5- Taşınmaz üzerindeki karşı taraf zilyetliğinin niteliği: Davacılar F.. T.. ve müşterekleri çekişmeli taşınmaz üzerindeki karşı taraf zilyetliğinin kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu, malik sıfatıyla kullanmanın söz konusu olmadığını iddia etmişlerse de bu yönde inandırıcı delil ibraz edemedikleri gibi, karşı tarafın arazi üzerindeki zilyetliklerinin kendilerine teb’an ve kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu ispat da edememişlerdir.
6- Taşınmaz üzerindeki karşı taraf zilyetliğinin kaydın hukuki kıymetinin kaybı için yeterli olup olmadığı: Çekişmeli taşınmaz kadastro tespiti sırasında hamtoprak niteliğinde tespit edilmiştir. Arazi başında dinlenen yerel bilirkişi ve zilyet tanıkları çekişmeli taşınmazın öncesinde hali arazi niteliğindeki yerlerden iken 1960-1970 yılları arasında köylülerce paylaşılıp kullanılmaya başlandığını beyan etmişlerdir. Mahkemenin gözlemi ile bilirkişi raporlarından, çekişmeli taşınmazın keşif tarihi itibariyle tarım arazisi niteliğindeki yerlerden olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda çekişmeli taşınmaz üzerinde sürdürülen ve davacıların dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının hukuki değerini kaybettiğini kabul için gerekli zilyetliğin bulunduğu kabul edilemez.
7- Tapu kayıtlarının kapsamının belirlenmesine gerek olup olmadığı: Yukarıda da belirtildiği üzere davacılar F.. T.. ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının uygulanması ve kapsamlarının belirlenmesi yeterli ve yasaya uygun bulunmamaktadır. Arazi başında dinlenen yerel bilirkişi ve zilyet tanıkları çekişmeli taşınmazın öncesinde hali arazi niteliğindeki yerlerden iken 1960-1970 yılları arasında köylülerce paylaşılıp kullanılmaya başlandığını beyan etmişlerdir. Çekişmeli taşınmaz kadastro tespiti sırasında hamtoprak niteliğinde tespit edilmiştir. Mahkemenin gözlemi ile uzman bilirkişi raporlarından, çekişmeli taşınmazın keşif tarihi itibariyle de tarım arazisi niteliğindeki yerlerden olmadığı anlaşılmaktadır. Şu halde: çekişmeli taşınmaz üzerinde karşı tarafın aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla cereyan eden zilyetliğinin mevcudiyeti ve bu zilyetliğin, davacılar F.. T.. ve müştereklerinin dayanaklarını oluşturan tapu kayıtlarının Arazi Kanunnamesinin 20. ve 78. maddeleri uyarınca hukuki kıymetini kaybettirecek nitelikte ve sürede bulunduğu kanıtlanamadığına göre, davacılar F.. T.. ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının kapsamının ve P.. O..’nun dayanmış olduğu tapu kaydının da tescil ilamı ile oluşup, ilamda taraf olan Hazine ve Köy Tüzel Kişiliği yönünden kesin hüküm oluşturacağı göz önüne alınarak bu tapu kaydının kapsamının 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesi uyarınca belirlenmesi zorunludur. Eksik ve yetersiz soruşturmaya dayanılarak karar verilemez. Mahkeme kararında belirtildiği ve Dairemize gelen dosyalardan da anlaşıldığı üzere davacılar F.. T.. ve müşterekleri tarafından aynı tapu kayıtlarına dayanılarak İ., Ç., K. ve H. Köylerinde tespit gören çok sayıda parsele itiraz edilip dava açıldığı anlaşılmaktadır. Dayanılan bu tapu kayıtlarının kapsamlarının sağlıklı olarak saptanması, yargılamanın kısa zamanda en az masrafla ve en doğru şekilde sonuçlandırılması ve bir parsel için verilecek kararın diğerlerini etkiler durumda bulunması nedeniyle bu davaların en azından köy (veya tapu kayıtlarında yazılı çiftlik) bazında birleştirilerek yürütülmesi zorunludur. Mahkemece bu zorunluluğa riayet edilmeden yargılamanın ayrı ayrı yürütülüp sonuçlandırılmaya çalışılması doğru değildir. Yukarda da belirtildiği üzere dayanılan bu kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını çevrelememesi bazı hudutların nokta hudutları olması, hudutların birbirini düz hatlarla birleştirilmesiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan arazi bölümlerinin bulunması nedeniyle tapu kayıtları gayrisabit hudutludur. Bir diğer ifadeyle bu kayıtlar hudutlarıyla değil miktarıyla geçerli tapu kayıtlarıdır. Bu itibarla tapu kayıtlarının kapsamı belirlenirken yukarıda belirtilen ilkenin gözden uzak tutulmaması gerekir.
Hal böyle olunca; doğru ve sağlıklı sonuca varılabilmesi için mahkemece öncelikle yapılması gereken iş, aynı çalışma alanında (veya çiftlik hudutları içerisinde) yer alan taşınmazlarla ilgili dava dosyaları birleştirilmeli, aynı tapu kayıtlarına dayanılarak tapu malikleri veya onların halefleri adına tescil edilen, bedeli davacılara ödenmek suretiyle kamulaştırılan veya herhangi bir nedenle bu kayıtların kapsamında kaldığı kabul edilip tescil edilen tüm taşınmazların onaylı tutanak suretleri getirtilip dosyaya konulduktan sonra mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen ve davada menfaati bulunmayan şahıslar arasından seçilecek yerel bilirkişilerle, taraf tanıkları ve teknik bilirkişiler huzuruyla keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında bu tapu kayıtlarının miktarıyla geçerli olduğu ve karşı tarafın yokluğunda 1996/11 Esas sayılı dosya üzerinden yapılan kapsam tayininin bağlayıcı olmayacağı nazara alınarak; tapu kayıtları, ihdaslarından itibaren tüm tedavülleriyle okunup kayıtta yazılı hudutlar mahalli bilirkişilere zeminde tek tek göstertilmeli, bilirkişilerce gösterilemeyen hudutların tespiti için taraflara tanık dinletme imkanı sağlanmalı, bilirkişi ve tanıklarca gösterilen hudutlar teknik bilirkişilere haritasında işaret ettirilmeli, kayıtların hudutlarının taşıdığı özellikler ve intikallerdeki değişiklikler konusunda yerel bilirkişi ve tanıklardan bilgi alınmalı, dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazın niteliği, intikali ve tasarrufu sorulup saptanmalı, tespite aykırı sonuca varıldığı takdirde tespit bilirkişileri tanık sıfatıyla dinlenilip aykırılığın giderilmesine çalışılmalı, teknik bilirkişilere tapu kayıtlarının miktarlarıyla geçerli olduğu nazara alınarak sabit hudutlardan başlamak üzere her tapu kaydının miktarı kadar araziyi gösterir keşfi takibe imkan verir kroki düzenlettirilmeli, tapu kayıtların sabit hudutlardan başlamak üzere miktarı kadar yer ayırırken davacılar adına tespit edilip kesinleşen taşınmazlarla kamulaştırılan arazi bölümleri dikkate alınmalı, dayanılan tapu kayıtlarının miktar itibariyle davaya konu parseli kapsayıp kapsamadığı kesin olarak belirlenmeye çalışılmalıdır. Aynı şekilde davalı tarafın dayanağını oluşturan kayıt da oluşum belgeleri ile yerel bilirkişi ve tanıkların yardımı ve uzman bilirkişi aracılığı ile mahalline uygulanıp kapsamları belirlenmeye çalışılmalıdır. Bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek; ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulüyle hükmün BOZULMASINA, Yargıtay duruşması için belirlenen 1.100.00 TL vekalet ücretinin aleyhine temyiz olunan taraftan alınarak, duruşmada kendisini vekil ile temsil ettiren taraflara verilmesine, peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde davacılara iadesine, 16.09.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.