Yargıtay Kararı 16. Hukuk Dairesi 2014/2363 E. 2014/10021 K. 16.09.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/2363
KARAR NO : 2014/10021
KARAR TARİHİ : 16.09.2014

MAHKEMESİ : MARMARİS KADASTRO MAHKEMESİ
TARİHİ : 06/02/2013
NUMARASI : 2012/95-2013/31

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi istenilmekle; duruşma için belli edilen gün ve saatte temyiz eden Ş.N. Ş. vs.vekili Av.S.U. Ö. ile aleyhine temyiz istenilen Hazine vekili Avukat G. Ş. geldiler. Gelenlerin yüzlerine karşı duruşmaya başlandı. Tarafların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmanın bittiği bildirildi. Süresi içinde inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu. GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
Kadastro sırasında Ç.. Köyü çalışma alanında bulunan.. parsel sayılı taşınmaz Asliye Hukuk Mahkemesinde dava konusu olduğundan söz edilerek yüzölçümü ve malik hanesi açık bırakılmak suretiyle tespit edilmiştir. Davacı Ş. Efendi Miras Şirketi Mümessili vekili tarafından davalı Ç.. K.. aleyhine Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan elatmanın önlenmesi davası davaya konu olan parsel hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. Kadastro Mahkemesinde çekişmeli parsel tutanağı ile dava dosyası birleştirilerek yapılan yargılama sırasında G. D. A.Ş. ile Ali ve H.Y. Çiftlik tapu kayıtlarından pay satın almaya, Hazine çekişmeli taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğu iddialarına dayanarak davaya katılmıştır. Mahkemece önceki karar tarihinden evvel öldüğü anlaşılan davacı N.. Ş..nin mirasçılarına yöntemince tebligat yapılarak taraf teşkilinin sağlanması gereğine değinen Yargıtay bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda diğer davacıların davasının reddine, müdahil Hazinenin davasının kabulü ile çekişmeli .. parsel sayılı taşınmazın tespit tutanağındaki vasıfla ve 57.172,32 m2 yüzölçümünde Hazine adına tesciline, tapunun beyanlar hanesinde taşınmazın 1. derece doğal sit alanında kaldığının gösterilmesine, tespitten sonraki hakka dayanan müdahiller yönünden mahkemenin görevsizliğine karar verilmiş; hüküm, davacılar F.. T.. ve müşterekleri vekili ile davalı Ç.. K.. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Çekişmeli taşınmaz, kadastro tespiti sırasında Asliye Hukuk Mahkemesinde dava konusu olduğundan söz edilerek yüzölçümü ve malik hanesi açık bırakılarak tespit edilmiştir.
Davacı Ş. Efendi Miras Şirketi Mümessili vekili tarafından Mart 1290 tarih 9/18 defter varak sayılı H. mevkiindeki 4000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan tarafları; “M.G.” ve “K. B.” ve “D.” ve “L. Çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/19 defter varak sayılı, Ö. (L.) Çiftliği mevkiindeki 3000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları; “M.G. ve “İ.” ve “D.” ve “G. b.” ve “L. çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/20 defter varak sayılı, G.S. Çiftliği mevkili 7000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları “K. ve B.”, “T. ve “L.”, “G., “K.” ve “M. G.” ve “Ç. G.” sınırlı tapu kayıtları ile bu kayıtlardan gelme Ağustos 1326 tarih 2, 3 ve 4 nolu ve Şubat 1962 tarih 1, 2 ve 3 nolu tapu kayıtlarına dayanarak davalı Ç.. K.. aleyhine açılan meni müdahale davası davaya konu olan taşınmaz hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. Miras Şirketi tarafından açılan dava, yargılama aşamasında miras şirketi tarafından değil bizzat davacılar tarafından takip edilmiştir. Yargılama sırasında G. D. AŞ vekili ile A. ve H.Y. vekili çiftlik tapu kayıtlarının bir kısım paydaşlarından pay satın alma iddiasına, Hazine ise çekişmeli taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğu iddiasına dayanarak davaya katılmışlardır. Mahkemece çekişmeli taşınmaz üzerinde zilyetlikle edinme koşullarının oluşmadığı, müdahillerin istemlerinin ise tespit gününden sonraki haklara yönelik olduğu, davacıların dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının sınırları itibariyle geçerli ve hukuki sonuç doğurabilecek kayıtlar olmadığı gibi çekişmeli taşınmazı kapsamasının da mümkün olmadığı gerekçesiyle karar verilmiştir.
Yukarıda belirtildiği ve dosya kapsamından da anlaşılacağı üzere; davacılar Asliye Hkuk Mahkemesi’nde açtıkları devreden davada, tarih ve numaraları yazılı tapu kayıtlarına dayanmışlar, davalı Köy Tüzel Kişiliğinin çekişmeli taşınmaza müdahale ve muarazasının menine karar verilmesini istemiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 20.12.1966 ve 02.4.1968 tarihli kararları ile 17.5.1971 tarihli direnme kararıyla davalı Köy Tüzel Kişiliğinin 60240 metrekare taşınmaza müdahale ve muarazasının menine karar verilmiş; bu kararlar Yargıtay Yüksek 1. Hukuk Dairesi’nin 18.5.1967 ve 29.4.1969 kararları ile Hukuk Genel Kurulu’nun 11.12.1974 tarihli kararıyla davacı tarafın dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının yöntemince mahalline uygulanarak kapsamlarının belirlenmesi gereğine değinilerek bozulmuştur. Yargılama sırasında davacılar, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesi ile Arazi Kanunnamesi yürürlükten kalktığı için, Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri hükümlerinin davalı Köy Tüzel Kişiliği yararına uygulanma imkanının bulunmadığını iddia etmişlerdir. Davacılar F.. T.. ve müştereklerinin bu iddialarına karşılık olarak karşı taraf; dayanılan tapu kayıtlarının çekişmeli taşınmazı kapsamadığını Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan kapsam belirlemesinin kendileri yönünden bağlayıcı olamayacağını, kayıt maliki ile davacılar arasında akdi veya ırsi bir ilişkinin kurulamaması sebebiyle davanın sıfat yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini, taşınmaz üzerindeki çok uzun süreli zilyetliğin malik sıfatıyla sürdüğünü, davacıların dayanağını oluşturan tapu kayıtları taşınmaza uysa dahi uzun süreli nizasız kullanma nedeniyle kaydın hukuki kıymetini kaybettiğini ileri sürmüşlerdir. Bu iddia ve savunma çerçevesinde yerel mahkemece yapılan araştırma, inceleme ve uygulamanın yeterli olup olmadığı, delillerin değerlendirilmesinde hataya düşülüp düşülmediği, varılan sonucun usul ve Yasa’ya uygun bulunup bulunmadığı konularında yargıya varmadan önce, tarafların iddia ve savunmaları ile ilgili olarak ileri sürdükleri yukarıda özetlenen tüm vakıa ve delillerin ayrı ayrı tahlillerinin yapılıp buna göre bir sonuca ulaşılması uygun olacaktır. Şöyle ki;
1- Davacılar F.. T.. ve müştereklerinin kök kayıt malikinin mirasçısı olup olmadığı: Karşı taraf, kayıt maliki ile davacıların murisi H. Hanım arasında irs ilişkisi olmadığını ileri sürmüşlerse de; davacı tapu maliklerinden F.. T.. ve müştereklerinin H. Hanımın mirasçısı oldukları hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Tereddüt karşı tarafın iddia ettiği gibi H. Hanımın tapu maliki H. F.nin kızı olup olmadığı konusundadır. Dosyada H. Hanımın nüfus kaydı mevcut olup, bu kayıtta baba adı M. F.dir. Tapu kayıtlarında ise “H.F. Kızı” olarak geçmektedir. Ancak davacılar tarafından ibraz edilen ve Osmanlı arşivleri ile şer’i sicil kayıtları üzerinde yapılan araştırmanın yer aldığı klasör içindeki belgeler arasında yer alan 1303 tarihli vekaletnamede; vekil eden olarak “M. Şeyh B. Mahallesi sakinlerinden H. F. Efendi Z.Ş. Ağa İ.M. Fevzi Efendi adı geçmektedir. Ş.Ağanın H. Hanım’ın kardeşi olduğu sabittir. Yine Şer’i sicil defterinde kayıtlı Ş. ağaya ait bir dilekçede “Hacı F. Efendi Z. Ş. ağa İ. M. Efendi, İ. H. O.” ve “kız kardeşim H. Hanım İ. M. F.E.İ.H. O.” yazılıdır. Yine aynı belgeler içerisinde yer alan Orman ve Maadin Nezaretinin Sadaret Makamına sunduğu 4 Nisan 1311 tarihli tezkerede “Muğlalı Mütevefta H. F. Efendi Kerimesi H. Hanım’ın uhdei tasarrufunda bulunan Gelibolu E. “H. N. Ç.in” ifadeleri yer almaktadır. Bu ve benzeri kayıtlardan H. F.ile M. F.’nin aynı kişi ve H. Hanımın H. (M.) F.’nin kızı olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla karşı tarafın kayıt maliki ile davacıların murisi H. Hanım arasında irs ilişkisi olmadığına ilişkin iddiasında isabet bulunmamaktadır.
2- 1274 tarihli Arazi Kanunnamesinin tespit ve dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunup bulunmadığı ve şartları mevcut olduğu takdirde uygulanıp uygulanamayacağı: Medeni Kanun’un 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunup bulunmadığı uzun süre tartışılmıştır. Bazı hukukçular Medeni Kanunun taşınmaz mal mülkiyetini yeni baştan düzenlediğini, 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesi ile Arazi Kanunnamesi’nin yürürlükten kaldırıldığının kabul edilmesi gerektiği savunmuşlarsa da; tatbikatta Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunduğu kabul edilmiş, uygulamada istikrarlı olarak bu yönde sürdürülmüştür. Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte olduğunu kabul eden hukukçular; 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesinde “MECELLE” açıkça yürürlükten kaldırıldığı halde, Arazi Kanunnamesi’nin kaldırılan kanunlar arasında sayılmamasını, Medeni Kanun’un kabulünden sonra, ancak yürürlüğünden önce kabul edilen 2.5.1926 tarih 87 sayılı Kanunla Arazi Kanunnamesi’nin 68, 69, 70, 71, 74, 76, 84 ve 85.maddeleri yürürlükten kaldırıldığı halde diğer maddelerin yürürlükte olduğunun kabul edilmiş bulunduğunu, Yargıtay’ın 27.1.1943 tarih 5/7 ve 9.2.1944 tarih 4 numaralı İçtihadı Birleştirme Kararları ile 28 Şubat 1998 tarihinde yürürlüğe giren 4342 sayılı Mer’a Kanunu’nun 36. maddesi ile Arazi Kanunnamesi’nin 97, 98, 99, 100, 101, 102 ve 105. maddelerinin yürürlükten kaldırılmasını görüşlerine dayanak yapmışlardır. Dairemiz de Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanun’a aykırı düşmeyen hükümlerinin bu arada Arazi Kanunnamesi’nin 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte olduğunu kabul etmiş ve uygulanmasını bu yönde sürdürmüştür. Daha önceki dönemlerde gayrimenkul davalarına bakmakla görevli bulunan Yargıtay Dairelerinin de benzer uygulamada bulundukları bilinmektedir. Bu durumda davaya konu parselin tesbiti ve dava tarihi itibariyle, Medeni Kanuna aykırı düşmeyen Arazi Kanunnamesi’nin hükümlerinin bu arada Arazi Kanunnamesi’nin 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte bulunduğunun kabulü ile olayda anılan Yasa hükümlerinin uygulanması gerekip gerekmediğinin araştırılıp tartışılması zorunludur. Mevcut uygulama karşısında davacıların bu konudaki itirazları yerinde değildir.
3- Marmaris Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan tapu kaydı kapsamının belirlenmesi işleminin karşı tarafı bağlayıp bağlamayacağı: Söz konusu dosyada karşı tarafın taraf olmaması ve kapsam belirleme işleminin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde yazılı ilkelere uyularak yapılmamış bulunması nedeniyle karşı tarafı bağlamayacağı açıktır.
4- Dayanılan kayıtların kapsamının nasıl belirleneceği: Belirtildiği üzere davacılar F.. T.. ve müşterekleri tapu kayıtlarına dayanmışlardır. Dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbiri ile düz hatlarla birleştirilmesi suretiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dağ, dere, orman, ırmak, tepe gibi yerlerin bulunması nedeniyle dayanılan kayıtlar hudutları ile değil miktarı ile geçerli olan tapu kayıtlarıdır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B. maddesinde yazılı “Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tesbit yapılır.” hükmü karşısında; arazinin ve sınırlarının yukarıda belirtilen özelliği nazara alındığında kayıtların sınırlarını sabit kabul edip buna göre hüküm kurmak mümkün bulunmamaktadır. Davacıların anılan dosyada yapılan kapsam belirlemesinin doğru ve tarafları bağlayıcı olduğu yolundaki iddiası yasaya uygun bulunmamaktadır.
5- Taşınmaz üzerindeki karşı taraf zilyetliğinin niteliği: Davacılar F.. T.. ve müşterekleri taşınmaz üzerindeki Köy Tüzel Kişiliğinin zilyetliğinin malik sıfatıyla olmadığını iddia etmişlerse de bu yönde inandırıcı delil ibraz edemedikleri gibi, Köy Tüzel Kişiliğinin arazi üzerindeki zilyetliklerinin kendilerine teb’an olduğunu ispat da edememişlerdir.
6- Taşınmaz üzerindeki Köy Tüzel Kişiliğinin zilyetliğinin kaydın hukuki kıymetinin kaybı için yeterli olup olmadığı: Arazi başında dinlenen yerel bilirkişi ve zilyet tanıkları çekişmeli taşınmazın öncesinden beri ekilip dikilen yer olmadığını, bazı bölümlerinde hayvanların otladığını, içindeki kamışlık ve diğer alanların eskiden beri bu şekilde bulunduğunu beyan etmişlerdir. Mahkemenin gözlemi ile uzman bilirkişi raporlarından da çekişmeli taşınmazın keşif tarihi itibariyle tarım arazisi niteliğindeki yerlerden olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacı tarafın dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının hukuki değerlerini kaybettiğinin kabulü mümkün bulunmamaktadır.
7- Tapu kayıtlarının kapsamının belirlenmesine gerek olup olmadığı: Yukarıda da belirtildiği üzere davacılar F.. T.. ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının uygulanması ve kapsamlarının belirlenmesi yeterli ve yasaya uygun bulunmamaktadır. Ayrıca, taşınmaz üzerinde karşı tarafın aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla cereyan eden zilyetliğinin mevcudiyeti ve zilyetliğin, davacılar F.. T.. ve müştereklerinin dayanaklarını oluşturan tapu kayıtlarının Arazi Kanunnamesinin 20. ve 78. maddeleri uyarınca hukuki kıymetini kaybettirecek nitelikte bulunduğu kanıtlanamamış bulunmaktadır. Taraflar arasındaki çekişmenin niteliği itibariyle, davacı tarafın dayanağını oluşturan tapu kayıtların yöntemince uygulanarak kapsamlarının belirlenmesi, davalı Köy Tüzel Kişiliği tarafından çekişmeli taşınmaz üzerinde sürdürülen zilyetliğin şekli ve süresi itibariyle davacıların dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının hukuki değerlerini kaybettirip kaybettirmediğinin saptanması ile ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi önem kazanmaktadır. Bu durumda davacılar F.. T.. ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının kapsamının 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde belirtilen ilkeler doğrultusunda tespit edilip değerlendirmenin buna göre yapılması zorunludur. Dosyanın arzettiği özelliğe göre bu işlem yapılmadan karar verilmesi doğru değildir. Eksik ve yetersiz soruşturmaya dayanılarak karar verilemez. Mahkeme kararında belirtildiği ve Dairemize gelen dosyalardan da anlaşıldığı üzere davacılar F.. T.. ve müşterekleri tarafından aynı tapu kayıtlarına dayanılarak İçmeler, Ç. K. ve H. Köylerinde tespit gören çok sayıda parsele itiraz edilip dava açılmıştır. Dayanılan bu tapu kayıtlarının kapsamlarının sağlıklı olarak saptanması, yargılamanın kısa zamanda en az masrafla ve en doğru şekilde sonuçlandırılması ve bir parsel için verilecek kararın diğerlerini etkiler durumda bulunması nedeniyle bu davaların en azından köy (veya tapu kayıtlarında yazılı çiftlik) bazında birleştirilerek yürütülmesi zorunludur. Mahkemece bu zorunluluğa riayet edilmeden yargılamanın ayrı ayrı yürütülüp sonuçlandırılmaya çalışılması doğru değildir. Yukarıda da belirtildiği üzere dayanılan bu kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını çevrelememesi bazı hudutların nokta hudutları olması, hudutların birbirini düz hatlarla birleştirilmesiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan arazi bölümlerinin bulunması nedeniyle tapu kayıtları gayrisabit hudutludur. Bir diğer ifadeyle bu kayıtlar hudutlarıyla değil miktarıyla geçerli tapu kayıtlarıdır. Bu itibarla tapu kayıtlarının kapsamı belirlenirken yukarıda belirtilen ilkenin gözden uzak tutulmaması gerekir.
Hal böyle olunca doğru ve sağlıklı sonuca varılabilmesi için mahkemece öncelikle karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 6360 sayılı Yasa ile M. İlinin büyükşehir statüsüne alınması nedeniyle Ç. Köyünün Tüzel Kişiliğinin sona erdiği gözönüne alınarak Muğla Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Marmaris Belediye Başkanlığı’na husumetin yaygınlaştırılması sağlanmalı, budan sonra aynı çalışma alanında (veya çiftlik hudutları içerisinde) yer alan taşınmazlarla ilgili dava dosyaları birleştirilmeli, aynı tapu kayıtlarına dayanılarak tapu malikleri veya onların halefleri adına tescil edilen, bedeli davacılara ödenmek suretiyle kamulaştırılan veya herhangi bir nedenle bu kayıtların kapsamında kaldığı kabul edilip tescil edilen tüm taşınmazların onaylı tutanak suretleri getirtilip dosyaya konulduktan sonra mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen ve davada menfaati bulunmayan şahıslar arasında seçilecek yerel bilirkişilerle, taraf tanıkları ve teknik bilirkişiler huzuruyla keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında bu tapu kayıtlarının miktarıyla geçerli olduğu ve karşı tarafın yokluğunda 1996/11 Esas sayılı dosya üzerinden yapılan kapsam tayininin bağlayıcı olmayacağı nazara alınarak tapu kayıtları ihdasından itibaren tüm tedavülleriyle okunup kayıtta yazılı hudutlar mahalli bilirkişilere zeminde tek tek göstertilmeli, bilirkişilerce gösterilemeyen hudutların tespiti için taraflara tanık dinletme imkanı sağlanmalı, bilirkişi ve tanıklarca gösterilen hudutlar teknik bilirkişilere haritasında işaret ettirilmeli, kayıtların hudutlarının taşıdığı özellikler ve intikallerdeki değişiklikler konusunda yerel bilirkişi ve tanıklardan bilgi alınmalı, dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazın niteliği, intikali ve tasarrufu sorulup saptanmalı, tespite aykırı sonuca varıldığı takdirde tespit bilirkişileri tanık sıfatıyla dinlenilip aykırılığın giderilmesine çalışılmalı, teknik bilirkişilere tapu kayıtlarının miktarlarıyla geçerli olduğu nazara alınarak sabit hudutlardan başlamak üzere her tapu kaydının miktarı kadar araziyi gösterir keşfi takibe imkan verir kroki düzenlettirilmeli, tapu kayıtların sabit hudutlardan başlamak üzere miktarı kadar yer ayırırken davacılar adına tespit edilip kesinleşen taşınmazlarla kamulaştırılan arazi bölümleri dikkate alınmalı, dayanılan tapu kayıtlarının miktar itibariyle davaya konu parseli kapsayıp kapsamadığı kesin olarak belirlenmeye çalışılmalıdır. Bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek; ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulüyle hükmün BOZULMASINA, Yargıtay duruşması için belirlenen 1.100.00 TL vekalet ücretinin aleyhine temyiz olunan taraftan alınarak duruşmada kendisini vekil ile temsil ettiren davacı tarafa verilmesine, peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz edenlere iadesine, 16.09.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.