Yargıtay Kararı 16. Hukuk Dairesi 2014/2175 E. 2014/5511 K. 06.05.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/2175
KARAR NO : 2014/5511
KARAR TARİHİ : 06.05.2014

MAHKEMESİ : MARMARİS KADASTRO MAHKEMESİ
TARİHİ : 12/03/2012
NUMARASI : 2011/286-2012/182

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi istenilmekle; duruşma için belli edilen 22.01.2013 gün ve saatte temyiz edenler davacı G.. Ş.. vd. Vekili Avukat S.. U.. Ö.. davalı Hazine vekili Avukat G.. T.. ile aleyhine temyiz istenilen asli müdahil H.. K.. vekili Avukat B. S.. geldiler. Gelenlerin yüzlerine karşı duruşmaya başlandı. Tarafların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmanın bittiği bildirildi. Süresi içinde inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu. GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
Kadastro sırasında H.. Köyü çalışma alanında bulunan 123 ada 16 parsel sayılı 2.526,98 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz Asliye Hukuk Mahkemesinde dava konusu olduğundan söz edilerek malik hanesi açık bırakılmak suretiyle tespit edilmiştir. Davacılar S.. D.. ve R.. G.. tarafından davalılar Hazine ve H.. Köyü Tüzel Kişiliği aleyhine açılan tescil davası ile Ş.. E.. Mahdumları terekesi temsilcisi vekili tarafından açılan tescile itiraz ve elatmanın önlenmesi davası ile birleştirildikten sonra, davaya konu olan parsel hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. H.. K.., yargılama sırasında davalılardan satın alma iddiasına dayanarak davaya katılmıştır. Kadastro Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda müdahil H.. K..’ın davasının kabulüne, diğer davaların reddine ve çekişmeli 123 ada 16 parsel sayılı taşınmazın müdahil H.. K.. adına tesciline karar verilmiş; hüküm, davacılar H.. R.. ve diğerleri vekili ile davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Çekişmeli taşınmaz, kadastro tespiti sırasında Asliye Hukuk Mahkemesinde dava konusu olduğundan söz edilerek malik hanesi açık bırakılarak tespit edilmiştir. Davacılar H.. R.. ve müşterekleri tarafından Mart 1290 tarih 9/18 defter varak sayılı H.. mevkiindeki 4000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan tarafları; “M.. Gediği” ve “K.. Beli” ve “Dikilitaş” ve “L.. Çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/19 defter varak sayılı, Öküz (Löngöz) Çiftliği mevkiindeki 3000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları; “M.. Gediği” ve “İnbükü” ve “Dikilitaş” ve “G.. b..” ve “L.. çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/20 defter varak sayılı, Gelibolu-Söğüt Çiftliği mevkili 7000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları “Kocaalan ve Balandağı”, “Taşbük” ve “Löngöz”, “Gökbel”, “Karadağ” ve “M.. Gediği” ve “Ç.. Gediği” sınırlı tapu kayıtları ile bu kayıtlardan gelme Ağustos 1326 tarih 2, 3 ve 4 numaralı ve Şubat 1962 tarih 1, 2 ve 3 numaralı tapu kayıtlarına dayanarak davacılar tarafından açılan tescil davasına itiraz ve elatmanın önlenmesi istemiyle açılan dava, davaya konu olan taşınmaz hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. Yargılama sırasında müdahil davacı çekişmeli taşınmazı davacılardan satın alma iddiasına dayanarak davaya katılmıştır. Davacılar çekişmeli taşınmazı müdahile sattıklarını ve müdahil adına tescile muvafakat ettiklerini bildirmişlerdir. Mahkemece yapılan yargılama sonunda müdahil davacının öncüllerinin çekişmeli taşınmaz üzerinde Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği 1926 yılından önce 10 yılı aşkın süre ile aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla zilyetliğinin sürdüğü, malik sıfatıyla zilyetliğinin Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra ve kadastro tespitine kadar kesintisiz olarak devam ettiği, bu suretle Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri gereğince davacılar H.. R.. ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettiği kabul edilmek suretiyle çekişmeli taşınmazın katılan H.. K.. adına tapuya tesciline karar verilmiştir.
Yukarıda belirtildiği ve dosya kapsamından da anlaşılacağı üzere; davacılar H.. R.. ve müşterekleri tarih ve numarası yazılı tapu kayıtlarına dayanmışlar, müdahil ve bayiilerinin arazi üzerindeki zilyetliklerinin malik sıfatı ile değil, kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu ileri sürmüşler, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesi ile Arazi Kanunnamesi yürürlükten kalktığı için, Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri hükümlerinin müdahil ve öncülleri yararına uygulanma imkanının bulunmadığını iddia etmişlerdir. Davacılar H.. R.. ve müştereklerinin bu iddialarına karşılık olarak karşı taraf; dayanılan tapu kayıtlarının çekişmeli taşınmazı kapsamadığını, Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan tapu kayıtlarına kapsam belirlemesinin kendileri yönünden bağlayıcı olamayacağını, kayıt maliki ile davacılar arasında akdi veya ırsi bir ilişkinin kurulamaması sebebiyle davanın sıfat yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini, taşınmaz üzerindeki çok uzun süreli zilyetliğin kiracılık değil malik sıfatıyla sürdüğünü, davacılar H.. R.. ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtları taşınmaza uysa dahi uzun süreli nizasız kullanma nedeniyle kaydın hukuki kıymetini kaybettiğini, kendileri adına edinme koşullarının oluştuğunu ileri sürmüşlerdir. Bu iddia ve savunma çerçevesinde yerel mahkemece yapılan araştırma, inceleme ve uygulamanın yeterli olup olmadığı, delillerin değerlendirilmesinde hataya düşülüp düşülmediği, varılan sonucun usul ve Yasa’ya uygun bulunup bulunmadığı konularında yargıya varmadan önce, tarafların iddia ve savunmaları ile ilgili olarak ileri sürdükleri yukarıda özetlenen tüm vakıa ve delillerin ayrı ayrı tahlillerinin yapılıp buna göre bir sonuca ulaşılması uygun olacaktır. Şöyle ki;
1- Davacılar H.. R.. ve müştereklerinin kök kayıt malikinin mirasçısı olup olmadığı: Karşı taraf, kayıt maliki ile davacıların murisi H.. Hanım arasında irs ilişkisi olmadığını ileri sürmüşlerse de; davacı tapu maliklerinden H.. R.. ve müştereklerinin H.. Hanımın mirasçısı oldukları hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Tereddüt karşı tarafın iddia ettiği gibi H.. Hanımın tapu maliki H.. F..’nin kızı olup olmadığı konusundadır. Dosyada H.. Hanımın nüfus kaydı mevcut olup, bu kayıtta baba adı M.. F..’dir. Tapu kayıtlarında ise “H.. F.. Kızı” olarak geçmektedir. Ancak davacılar tarafından ibraz edilen ve Osmanlı arşivleri ile şer’i sicil kayıtları üzerinde yapılan araştırmanın yer aldığı klasör içindeki belgeler arasında yer alan 1303 tarihli vekaletnamede; vekil eden olarak “Muğla, Ş.. B.. Mahallesi sakinlerinden H.. F.. E.. Z.. Ş.. ağa İbn-i M.. F.. E.. adı geçmektedir. Ş.. a..ın Habibe hanımın kardeşi olduğu sabittir. Yine Şer’i sicil defterinde kayıtlı Ş.. a.. ait bir dilekçede “H.. F.. E.. Z.. Ş.. ağa İbn-i M.. E.., İbn-i H.. O..” ve “kız kardeşim H.. H.. İ.. M.. F.. E.. İ..-i H.. O..” yazılıdır. Yine aynı belgeler içerisinde yer alan Orman ve M. N.inin S.. Makamına sunduğu 4 Nisan 1311 tarihli tezkerede “Muğlalı Mütevefta H.. F.. E.. K.. H.. H.n Uhdei tasarrufunda bulunan G.. E.. “H.. N.. Çiftliklerin” ifadeleri yer almaktadır. Bu ve benzeri kayıtlardan H.. F.. ile M.. F..’nin aynı kişi ve H.. Hanımın H. (M..) F.i’nin kızı olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla karşı tarafın kayıt maliki ile davacıların murisi Habibe Hanım arasında irs ilişkisi olmadığına ilişkin iddiasında isabet bulunmamaktadır.
2- 1274 tarihli Arazi Kanunnamesinin tespit ve dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunup bulunmadığı ve şartları mevcut olduğu takdirde uygulanıp uygulanamayacağı: Medeni Kanun’un 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra Arazi Kanunu’nun Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunup bulunmadığı uzun süre tartışılmıştır. Bazı hukukçular Medeni Kanun’un taşınmaz mal mülkiyetini yeni baştan düzenlediğini, 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesi ile Arazi Kanunu’nun yürürlükten kaldırıldığının kabul edilmesi gerektiği savunmuşlarsa da; uygulamada Arazi Kanunu’nun Medeni Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunduğu kabul edilmiş, uygulama da istikrarlı olarak bu yönde sürdürülmüştür. Arazi Kanunu’nun Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte olduğunu kabul eden hukukçular; 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesinde “MECELLE” açıkça yürürlükten kaldırıldığı halde, Arazi Kanunu’nun kaldırılan kanunlar arasında sayılmamasını, Medeni Kanun’un kabulünden sonra, ancak yürürlüğünden önce kabul edilen 2.5.1926 tarih 87 sayılı Kanunla Arazi Kanunu’nun 68, 69, 70, 71, 74, 76, 84 ve 85. maddeleri yürürlükten kaldırıldığı halde diğer maddelerin yürürlükte olduğunun kabul edilmiş bulunduğunu, Yargıtay’ın 27.1.1943 tarih 5/7 ve 9.2.1944 tarih 4 numaralı İçtihadı Birleştirme Kararları ile 28 Şubat 1998 tarihinde yürürlüğe giren 4342 sayılı Mer’a Kanunu’nun 36. maddesi ile Arazi Kanunu’nun 97, 98, 99, 100, 101, 102 ve 105. maddelerinin yürürlükten kaldırılmasını görüşlerine dayanak yapmışlardır. Dairemiz de Arazi Kanunu’nun Medeni Kanun’a aykırı düşmeyen hükümlerinin, bu arada Arazi Kanunu’nun 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte olduğunu kabul etmiş ve uygulamasını bu yönde sürdürmüştür. Bu durumda davaya konu parselin tespit ve dava tarihi itibariyle, Medeni Kanuna aykırı düşmeyen Arazi Kanunnamesi hükümlerinin, bu arada Arazi Kanunu’nun 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte bulunduğunun kabulü ile olayda anılan yasa hükümlerinin uygulanması gerekip gerekmediğinin araştırılıp tartışılması zorunludur. Mevcut uygulama karşısında davacıların bu konudaki itirazları yerinde değildir.
3- Marmaris Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan tapu kaydı kapsamının belirlenmesi işleminin karşı tarafı bağlayıp bağlamayacağı: Söz konusu dosyada karşı tarafın taraf olmaması ve kapsam belirleme işleminin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde yazılı ilkelere uyularak yapılmamış bulunması nedeniyle karşı tarafı bağlamayacağı açıktır.
4- Dayanılan kayıtların kapsamının nasıl belirleneceği: Belirtildiği üzere davacılar H.. R.. ve müşterekleri tarih ve numaraları belirtilen tapu kayıtlarına dayanmışlardır. Dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi, bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbiri ile düz hatlarla birleştirilmesi suretiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dağ, dere, orman, ırmak, tepe gibi yerlerin bulunması nedeniyle dayanılan kayıtlar hudutları ile değil miktarı ile geçerli olan tapu kayıtlarıdır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesinde yazılı “harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır.” hükmü karşısında; arazinin ve sınırlarının yukarıda belirtilen özelliği nazara alındığında kayıtların sınırlarını sabit kabul edip buna göre hüküm kurmak mümkün bulunmamaktadır. Davacıların anılan dosyada yapılan kapsam belirlemesinin doğru ve tarafları bağlayıcı olduğu yolundaki iddiası yasaya uygun bulunmamaktadır.
5- Taşınmaz üzerindeki müdahil ve öncüllerinin zilyetliğinin niteliği: Davacılar H.. R.. ve müşterekleri, taşınmaz üzerindeki karşı taraf zilyetliğinin kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu, malik sıfatıyla kullanmanın söz konusu olmadığını iddia etmişlerse de bu yönde inandırıcı delil ibraz edemedikleri gibi, karşı tarafın arazi üzerindeki zilyetliklerinin kendilerine teb’an ve kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu ispat da edememişlerdir.
6- Taşınmaz üzerindeki müdahil ve öncüllerinin zilyetliğinin kaydın hukuki kıymetinin kaybı için yeterli olup olmadığı: Asliye hukuk Mahkemesinde süren yargılama sırasında arazi başında dinlenen yerel bilirkişi ve zilyet tanıklarının çekişmeli taşınmazın öncesinde kime ait olduğuna ilişkin sözleri ile Kadastro Mahkemesinde yapılan keşif sırasında dinlenen yerel bilirkişi ve tanıkların sözleri çeliştiği, çekişmeli taşınmazın bir bütün olarak kullanılıp kullanılmadığı hususlarında tereddütler oluştuğu halde, mahkemece oluşan çelişki ve tereddütler giderilmeden karar verilmiştir. Kadastro Mahkemesi keşfine katılmış ziraatçı bilirkişi çekişmeli taşınmazın ev ve bahçesi olan bölümünün 60-70 yıldır, diğer bölümün ise son 15 yıldır kullanıldığını bildirmiştir. Mahkemenin gözlemi ile bilirkişi raporlarından çekişmeli taşınmazın keşif tarihi itibariyle tarım arazisi niteliğindeki yerlerden olduğu anlaşılmakta ise de davacılar H.. R.. ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının Arazi Kanunnamesinin 20. ve 78. maddeleri uyarınca hukuki değerlerini kaybedip kaybetmediğini değerlendirmek mümkün bulunmamaktadır.
7- Tapu kayıtlarının kapsamının belirlenmesine gerek olup olmadığı: Yukarıda da belirtildiği üzere davacılar H.. R.. ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının uygulanması ve kapsamlarının belirlenmesi yeterli ve yasaya uygun bulunmamaktadır. Ayrıca, yapılan araştırma ve inceleme çekişmeli taşınmaz üzerinde müdahil ve öncüllerinin aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla cereyan eden zilyetliğinin bulunduğunu ve zilyetliğin, davacılar H.. R.. ve müştereklerinin dayanaklarını oluşturan tapu kayıtlarının Arazi Kanunnamesinin 20. ve 78. maddeleri uyarınca hukuki kıymetini kaybettirecek nitelikte bulunduğunu kanıtlanmaya yeterli bulunmaktadır. Bu durumda, öncelikle müdahil ve öncüllerinin çekişmeli taşınmaz üzerinde sürdürdükleri zilyetliğin şekli, süresi ve kapsamının yöntemince araştırılması, daha sonra ise davacılar H.. R.. ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının kapsamının 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde belirtilen ilkeler doğrultusunda tespit edilip değerlendirmenin buna göre yapılması zorunludur. Karşı tarafın taşınmaz üzerinde zilyetliğinin şekli ve süresi hususlarında tereddütler olması nazara alındığında davacılar H.. R.. ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının hukuki kıymetini kaybettikleri kabul edilemeyeceğine göre, tapu kayıtlarının mahalline doğru şekilde uygulanıp kapsamının belirlenmesi gerekir.
Dosyanın arz ettiği özelliklere göre bu işlemler yapılmadan karar verilmesi doğru değildir. Eksik ve yetersiz soruşturmaya dayanılarak karar verilemez. Mahkeme kararında belirtildiği ve Dairemize gelen dosyalardan da anlaşıldığı üzere davacılar H.. R.. ve müşterekleri tarafından aynı tapu kayıtlarına dayanılarak İçmeler, Çamlı, Karaca ve H.. Köylerinde tespit gören çok sayıda parsele itiraz edilip dava açılmıştır. Dayanılan bu tapu kayıtlarının kapsamlarının sağlıklı olarak saptanması, yargılamanın kısa zamanda en az masrafla ve en doğru şekilde sonuçlandırılması ve bir parsel için verilecek kararın diğerlerini etkiler durumda bulunması nedeniyle bu davaların en azından köy (veya tapu kayıtlarında yazılı çiftlik) bazında birleştirilerek yürütülmesi zorunludur. Mahkemece bu zorunluluğa riayet edilmeden yargılamanın ayrı ayrı yürütülüp sonuçlandırılmaya çalışılması doğru değildir. Yukarıda da belirtildiği üzere dayanılan bu kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını çevrelememesi bazı hudutların nokta hudutları olması, hudutların birbirini takip eder şekilde düz hatlarla birleştirilmesiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan arazi bölümlerinin bulunması nedeniyle tapu kayıtları gayrisabit hudutlu kayıtlardandır Bir diğer ifadeyle bu kayıtlar hudutlarıyla değil miktarıyla geçerli tapu kayıtlarıdır. Bu itibarla tapu kayıtlarının kapsamı belirlenirken yukarıda belirtilen ilkenin gözden uzak tutulmaması gerekir. Hal böyle olunca doğru ve sağlıklı sonuca varılabilmesi için mahkemece öncelikle, aynı çalışma alanında (veya çiftlik hudutları içerisinde) yer alan taşınmazlarla ilgili dava dosyaları birleştirilmeli, aynı tapu kayıtlarına dayanılarak tapu malikleri veya onların halefleri adına tescil edilen, bedeli davacılara ödenmek suretiyle kamulaştırılan veya herhangi bir nedenle bu kayıtların kapsamında kaldığı kabul edilip tescil edilen tüm taşınmazların onaylı tutanak suretleri getirtilip dosyaya konulduktan sonra mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen ve davada menfaati bulunmayan şahıslar arasında seçilecek yerel bilirkişilerle, taraf tanıkları ve teknik bilirkişiler huzuruyla keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında bu tapu kayıtlarının miktarıyla geçerli olduğu ve karşı tarafın yokluğunda 1996/11 Esas sayılı dosya üzerinden yapılan kapsam tayininin bağlayıcı olmayacağı nazara alınarak tapu kayıtları ihdasından itibaren tüm tedavülleriyle okunup kayıtta yazılı hudutlar mahalli bilirkişilere zeminde tek tek göstertilmeli, bilirkişilerce gösterilemeyen hudutların tespiti için taraflara tanık dinletme imkanı sağlanmalı, bilirkişi ve tanıklarca gösterilen hudutlar teknik bilirkişilere haritasında işaret ettirilmeli, kayıtların hudutlarının taşıdığı özellikler ve intikallerdeki değişiklikler konusunda yerel bilirkişi ve tanıklardan bilgi alınmalı, dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazın niteliği, intikali ve tasarrufu sorulup saptanmalı, tespite aykırı sonuca varıldığı takdirde tespit bilirkişileri tanık sıfatıyla dinlenilip aykırılığın giderilmesine çalışılmalı, teknik bilirkişilere tapu kayıtlarının miktarlarıyla geçerli olduğu nazara alınarak sabit hudutlardan başlamak üzere her tapu kaydının miktarı kadar araziyi gösterir keşfi takibe imkan verir kroki düzenlettirilmeli, tapu kayıtların sabit hudutlardan başlamak üzere miktarı kadar yer ayırırken davacılar adına tespit edilip kesinleşen taşınmazlarla kamulaştırılan arazi bölümleri dikkate alınmalı, dayanılan tapu kayıtlarının miktar itibariyle davaya konu parseli kapsayıp kapsamadığı kesin olarak belirlenmeye çalışılmalıdır. Aynı şekilde karşı tarafın dayanağını oluşturan kayıtlar da oluşum belgeleri ile yerel bilirkişi ve tanıkların yardımı ve uzman bilirkişi aracılığı ile mahalline uygulanıp kapsamları belirlenmeye çalışılmalıdır. Bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetsiz olup, temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulüyle hükmün BOZULMASINA, Yargıtay duruşması için belirlenen 990.00 TL vekalet ücretinin aleyhine temyiz istenilen taraftan alınarak, duruşmada kendisini vekil ile temsil ettiren temyiz edenlere verilmesine,
peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz eden davacılara iadesine, 06.05.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.