Yargıtay Kararı 16. Hukuk Dairesi 2013/13958 E. 2014/271 K. 28.01.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/13958
KARAR NO : 2014/271
KARAR TARİHİ : 28.01.2014

MAHKEMESİ : GENÇ KADASTRO MAHKEMESİ
TARİHİ : 17/06/2013
NUMARASI : 2012/8-2013/12

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
Yargıtay bozma ilamında özetle “dava konusu taşınmazın öncesinin kime ait olduğuna ve kimin ne şekilde zilyet olduğuna ilişkin beyanlar arasındaki çelişki giderilmediği gibi; davacının, dava konusu yerin kayın validesi Ayşe’ye ait olup, kendisine bağışlandığına ilişkin iddiasına karşı davalı tarafça Ayşe’nin bağışladığı yerin dava dışı 151 ada 10 parsel sayılı taşınmaz olduğu ileri sürüldüğü halde bu hususun araştırılmamış olmasının isabetsiz olduğu belirtilerek; mahallinde yeniden keşif yapılmak suretiyle taşınmazın öncesinin kime ait olduğu kimden ne şekilde geldiği, Yusuf’a veya eşi Ayşe’ye ait olması halinde davacı Hüsnü’ye verilip verilmediğinin sorulup saptanması; davalı tarafın, Ayşe tarafından davacıya verilen yerin 151 ada 10 parsel sayılı taşınmaz olduğunu bildirmiş olduğu dikkate alınarak sözü edilen taşınmazın kadastro tespit tutanağının getirtilerek değerlendirilmesi; taşınmazın davalı tarafça ileri sürüldüğü gibi miras bırakanları Hüseyin’den kalmış olması halinde Hüseyin’in başka mirasçılarının olup olmadığı belirlenmesi, taşınmazın Ayşe veya Yusuf tarafından Hüsnü’ye bağışlanmış olması halinde bağışlamanın tarihi ile davacı tarafın kadastro tespiti tarihine kadar 20 yılı aşkın süreyle malik sıfatıyla zilyet olup olmadığının saptanması, Hüseyin’den kalmış olması halinde ise davalının taşınmazın Hüseyin’den kaldığını, ancak paylaşılmadığını belirtmiş olması nedeniyle taşınmazda davacının da miras payı oranında hakkı bulunduğu göz önüne alınarak ve tüm deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle sonucuna göre karar verilmesi” gereğine değinilmiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın reddine ve çekişmeli taşınmazın tespit gibi tesciline karar verilmiş; hüküm, davacı H.. A.. tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece, davacının ölünceye kadar bakma sözleşmesine istinaden çekişmeli taşınmaza zilyet olduğu, ancak, ölünceye kadar bakma sözleşmesinin yazılı şekilde düzenlenmediği gerekçesiyle sözleşmenin geçersiz olduğu kabul edilerek yazılı olduğu şekilde davanın reddine karar verilmiş ise de varılan sonuç dosya kapsamına uygun düşmemektedir. Davacı Hüsnü, çekişmeli taşınmazın kök muris İbrahim’den, kayın babası ve amcası olan Yusuf’a kaldığını, Yusuf’tan sağ kalan eşi Ayşe’ye intikal ettiğini, onun tarafında da kendisine ölünceye kadar bakma karşılığında zilyetliğinin devredildiğini ileri sürmüştür. Davalı Ahmet ise, taşınmazın çekişmeli taşınmazın kök muris İbrahim’den amcası olan Yusuf’a kaldığını, 1992 yılına kadar davacı ve oğlunun zilyet olduğunu, 1992 yılından sonra ise kendisinin zilyet olduğunu iddia etmiştir. Dosya içeriğinden çekişmeli taşınmazın, tarafların ortak miras bırakanı (dedeleri) İbrahim’den geldiği ve ölümünden sonra mirasçıları Hüseyin (davacı ve davalı babası) ve diğer kardeşleri arasında taksim edildiği belirlenmiş olup; esasen bu yön taraflar arasında da uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, çekişmeli taşınmazın, taksimde kime isabet ettiği ile tespit tarihine kadar kim tarafından ne şekilde zilyet ve tasarruf edildiği noktasındadır. Öncelikle belirlemek gerekir ki, tapusuz taşınmazların temliki, her türlü delille kanıtlanabilir. Davacı Hüsnü, ölünceye kadar bakma akdine dayanmış; taraf tanıkları ise, çekişmeli taşınmazın 1992 yılına kadar davacı Hüsnü tarafından zilyet ve tasarruf edildiğini söylemişlerdir. Her ne kadar, ölünceye kadar bakma sözleşmesinin kurulduğu belirtilen tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 512. maddesi hükmü uyarınca ölünceye kadar bakma sözleşmesinin, miras mukavelesi şeklinde düzenlenmesi gerekli olup, kanunun öngördüğü şekil bir geçerlilik koşulu ise de; ölünceye kadar bakma sözleşmesi yasanın tanımına uygun biçimde yapılmamış olsa bile, alacaklının (Ayşe’nin) ölümüne kadar, taraflar bu sözleşmeye uyup gereğini yerine getirmiş oldukları takdirde artık mirasçıların bu sözleşmenin geçersiz olduğunu ileri sürerek iptalini istemeleri iyi niyet kurallarıyla bağdaşmayacaktır. Kaldı ki, çekişmeli taşınmazın taksimde, ortak miras bırakan İbrahim’den davacı ve davalı tarafın amcası Yusuf’a isabet ettiği, Yusuf’un ölümü ile de eşi Ayşe’ye intikal ettiği, 1957 yılında ölen Ayşe’nin sağlığında davacı H.. A..’ya bağışlayarak zilyetliğini devrettiği belirlendiğine göre kardeş olmalarına rağmen, davacı ve davalı tarafın Ayşe terekesine göre birbirlerine karşı üçüncü kişi konumunda oldukları kuşkusuzdur. O halde, Ayşe’nin 1957 yılından önce sağlığında, çekişmeli taşınmazı davacı Hüsnü’ye devrettiği, devir tarihinden 1992 yılına kadar davacı tarafça zilyet edildiği dosya kapsamından anlaşılmış olup; davacı Hüsnü lehine 3402 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen 20 yılı aşkın hak kazandırıcı zamanaşımı süresinin gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Ne var ki davacı Hüsnü, 1992 yılında oğlu Mehmet’in ölümünden sonra köyden ayrılmış olup ve bu tarihten, kadastro tespitinin yapıldığı 2006 yılına kadar ise davalı A.. A..’nın zilyet olduğu sabittir. Kadastro tespitinin 2006 yılında yapıldığı göz önüne alındığında, sırf davacı Hüsnü’nün köyden ayrılmış olması zilyetliği terk ettiği sonucunu doğurmaz. Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz olup, davacı H.. A..’nın temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz eden davacıya iadesine, 28.01.2014 gününde oybirilğiyle karar verildi.