Yargıtay Kararı 16. Hukuk Dairesi 2013/12925 E. 2014/2738 K. 18.03.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/12925
KARAR NO : 2014/2738
KARAR TARİHİ : 18.03.2014

MAHKEMESİ : ANTALYA 7. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 11/06/2013
NUMARASI : 2011/365-2013/218

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi istenilmekle; duruşma için belli edilen gün ve saatte temyiz eden davacı M. Ö. vekili Avukat M. Ö. ile aleyhine temyiz istenilen Hazine vekili Avukat H. S., H.. C.. vs., vekili Avukat S. E. geldiler. Gelenlerin yüzlerine karşı duruşmaya başlandı. Tarafların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmanın bittiği bildirildi. Süresi içinde inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu. GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
Uygulama kadastrosu sırasında Ç. Köyü çalışma alanında bulunan ve tapuda davacı M. Ö. adına kayıtlı bulunan eski 61 parsel sayılı 5700 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, 13213 ada 18 parsel numarasıyla ve 3858.32 metrekare yüzölçümlü olarak; E.. C.. ve müşterekleri adına tapuda kayıtlı bulunan eski 59 parsel sayılı 41800 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, 13213 ada 20 parsel numarasıyla ve 46862.54 metrekare yüzölçümü ile tespit ve tescil edilmiştir. Davacı M. Ö., uygulama kadastrosu sırasında kendisine ait eski 61 sayılı taşınmazın yüzölçümünün eksildiği, eksikliğin davalılara ait 59 sayılı parselden kaynaklandığı iddiasına dayanarak yenileme ile 131213 ada 20 sayılı parselde kalan 1841.68 metrekarenin eskisi gibi 13213 ada 18 sayılı parsele eklenmesi istemiyle dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davalı Tapu Sicil Müdürlüğü hakkındaki davanın husumetten reddine, diğer davalılar yönünden davanın esastan reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk sistemimizde, tapu siciline kayıtlı taşınmazların sınır güvenliğini, haritaların sağladığı ve haritaların mülkiyet hakkının bütünleyici parçası olduğu kabul edilmektedir. Bu nedenle, yasalarımızda, tapu kayıtlarının kapsamının belirlenmesinde, kayıtlar bir plana ve haritaya bağlanmış ise bunlara değer verilmesi gerektiği benimsenmiştir. Ancak bu kabulün gerçekle örtüşebilmesi için, harita ve planların doğruluk derecelerinin yüksek, zemini tam yansıtır ve her zaman uygulanabilir nitelikte olması zorunlu bulunmaktadır. Bu noktada, kadastro çalışmalarının amacı da tapu sicilinin gerektirdiği yüksek güvenirlikli haritaları oluşturmak suretiyle mülkiyet hakkını korumaktır. Ne var ki; günümüze kadar üretilen kadastral haritaların önemli bir kısmı, teknik açıdan sorunların çözümüne olanak vermediği gibi, veri kalitesi de parsel tabanlı bilgi sistemini oluşturacak, haritaların sayısallaştırılmasına imkan sağlayacak nitelikte değildir. Dönemlere göre farklı ölçek ve koordinat sistemlerinde, farklı türlerdeki altlıklarla çizilmiş ve farklı üretim yöntemleriyle oluşturulmuş kadastral haritalardaki farklılık; başka bir ifadeyle üretilen haritaların zemindeki gerçekliği tam olarak yansıtmaması, kadastromuzun en büyük sorunlarından biridir. İşte bu nedenlerle, teknik açıdan yetersiz kalan, uygulama niteliğini kaybeden, eksikliği görülen veya zemindeki sınırları gerçeğe uygun göstermediği anlaşılan kadastro haritalarının yenilenmesi ve uygulanabilir hale getirilmesi zorunlu olmuş; bu amaçla ilk önce 23.06.1983 tarihli 2859 sayılı Yasa uyarınca yenileme çalışmaları (yenileme kadastrosu) yapılmış, bu yasa ihtiyaca cevap vermeyince, 22.02.2005 tarih 5304 sayılı Yasa ile getirilen 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 22/a maddesi ile bu madde uyarınca 29.11.2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Kadastro Haritalarının Yeniden Düzenlenmesi ve Tapu Sicilindeki Gerekli Düzeltmelerin Yapılmasında Uygulanacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik” hükümlerine göre çalışmalar (uygulama kadastrosu) yapılmaya başlanmıştır. Uygulama kadastrosu yapılırken öncelikle zeminde bulunan ve ilk kadastro tarihinde de mevcut olan sabit noktalardan, aynı döneme ve öncesine ait farklı amaçlarla üretilmiş haritalar ile benzeri verilerden yararlanılarak yapılan bir dizi teknik çalışmalardan sonra tesis kadastrosu haritaları ortofoto üzerine işlenmekte, haritanın zemine uygun olmaması halinde farklılıkların nerelerden kaynaklandığı tespit edilerek ada raporu düzenlenmekte ve bundan sonra yukarıda sözü edilen yönetmelikte açıklanan ilkeler çerçevesinde taşınmazların bütün sınırları tek tek değerlendirmeye tabi tutularak ilk tesis kadastrosu sırasındaki gerçek fiili duruma ulaşılmaya çalışılarak uygulama tutanağı düzenlenmekte ve uygulama kadastrosu haritaları üretilmektedir. Yukarıda kısaca açıklanan çalışmalar tamamlandıktan sonra uygulama tutanakları ve haritaları askı ilanına çıkarılmaktadır. Askı ilan süresi içinde açılan tespite itiraz davalarında, husumet yöneltilmesi gereken davalı, davacıya ait taşınmazda eksilmeye ya da sınır değişikliğine sebep olan komşu parsel malikleridir. Uygulama kadastrosuna itiraz davaları, uygulama faaliyetinin yöntemine uygun yapılıp yapılmadığının denetlenmesine yönelik davalardır. Bu nedenle, nasıl bir araştırma yapılması gerektiği hususu önem taşımaktadır. Yukarıda yer alan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, uygulama kadastrosu, önemli oranda bir mühendislik faaliyetidir. Hal böyle olunca mahkemece, öncelikle denetime veri teşkil edecek ortofoto, tesis kadastrosu haritası, varsa bu haritada değişiklik yapan ifraz haritaları, mahkeme ilamları ve eki olan haritalar, varsa uygulama kadastrosu sırasında yararlanılan diğer haritalar gibi bilgi ve belgelerin toplanması gerekmektedir. Bundan sonra mahallinde, yerel bilirkişiler, taraf tanıkları ve harita mühendisi fen bilirkişisinin katılımı ile keşif yapılmalı; keşif sırasında yerel bilirkişi ve tanıklardan ilk tesis kadastrosu sırasında da zeminde mevcut olan sabit sınır ya da yapılar bulunup bulunmadığı sorularak varsa yerleri fen bilirkişisine işaretlettirilmeli, fotoğrafları çekilmeli, fen bilirkişisinden uygulama kadastrosuna esas teşkil eden bilgi ve belgeler ile bilirkişi ve tanık anlatımlarından yararlanarak uygulama kadastrosunu denetlemesi istenmelidir. Fen bilirkişi raporunda, ilk tesis kadastrosunun hangi yöntem ve tekniklerle yapıldığı, uygulanan yöntemlerin hata paylarının ne olduğu, üretilen haritaların zeminle uyumsuz bulunması halinde farklılığın nereden ve hangi sebeplerden kaynaklandığı, uygulama kadastrosu sonucu tespit edilen yeni sınırların yönetmelik hükümlerine uygun olarak tespit edilip edilmediği, uygulama kadastrosunda hata yapılmış ise doğru sınır ve haritanın nasıl olması gerektiği gibi hususlar ve “ada raporu” ile “uygulama tutanağı ve haritasını” irdeler şekilde, teknik ve bilimsel verilere dayalı ayrıntılar yer almalı; ayrıca birincisi, ortofoto üzerinde ilk tesis kadastrosuna ait harita ile uygulama haritasını ada bazında, ikincisi çekişmeli taşınmazlar ve komşularını kapsar bazda ve üçüncüsü ise ilk tesis kadastro haritası ile çekişmeli taşınmazların zeminini çakıştırır bazda en az üç adet harita düzenlenmesi ve uygulama haritasında yanlışlık varsa, doğru sınırları gösterir harita tanzim edilmesi istenmelidir. Açıklanan yönteme uygun inceleme ve araştırma yapıldıktan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmeli; değerlendirme yapılırken uygulama kadastrosunun amacının mülkiyet ihtilaflarını çözmek olmadığı ve mülkiyet uyuşmazlıklarının uygulama kadastrosuna ilişkin davalarda tartışma konusu yapılamayacağı göz önünde bulundurulmalıdır.
Somut olayda; mahkemece, davacı tarafından 2009 yılındaki kadastro ablikasyonu yaptırana kadar taşınmazların fiili kullanım sınırları ile kadastro sınırlarının farklılık gösterdiği, bu sebepten dolayı 22/A çalışmasının fiili kullanım sınırlarına uygun yapıldığı, 2009 yılında araziye ablike edilen kadastro sınırları 1963 yılındaki kadastro paftalarından elde edilen sınırlar olup o zamanki sınır tespitlerinde uygulanan yöntemler göz önüne alındığında fiili kullanım ile kadastro paftalarındaki sınırların farklılık gösterebildiği, oysa kadastronun ilk tescil tarihi olan 1963 yılından 2009 yılına kadar ihtilaflı olan kısımların davacı tarafından kullanılmadığı, 2009 yılında yanlış ablike sonucu davacı tarafından ihtilaflı kısımların kullanılmaya başlandığı ve bu yere tüp seralar ile ağaçların bu tarihten sonra yapıldığı, dava konusu 18 (eski 61) ile 20 (eski 59) parsel sınırlarının 22/A çalışmalarında doğru olarak tespitinin yapıldığı kabul edilmek suretiyle hüküm kurulmuştur. Gerçekten de keşif ve keşif sonucu ibraz edilen raporlardan taşınmazın kadastro paftası sınırı ile kadastro tespitinden beri fiilen kullanım sınırının farklı olduğu, davacı tarafından 2009 yılında kadastro ablikasyonu yaptırması sonucunda kadastroca belirlenen sınıra göre davacı tarafından kullanılmaya başladığı, 2010 yılında yapılan 22/a çalışmalarında ise kullanım sınırı esas alınarak tespitin yapıldığı anlaşılmaktadır. Keşifte davacı parseli ile davalı parseli sınırında harnup ağacı ve zeminde şu anda mevcut olmayan duvar sınırından söz edilmiştir. Ancak 1963 yılında kadastro tespitinde taşınmaza ve çevresindeki parsellerini sınırına itiraz edilmesi nedeniyle sınırlar düzeltilerek 03.12.1963 tarihli idendifikasyon sırasında yapılan tashih paftası düzenlendiği halde paftalar ve tesis kadastrosuna ilişkin orijinal ölçü değerlerini gösterir ölçü krokisi getirtilerek ve uygulanarak ölçü değerlerinin mülkiyet sınırına aykırı olarak tespit edilip edilmediği ve tesis kadastrosu sınırı ile uygulama sınırı arasındaki farkın nereden kaynaklandığı, ihtilafın mülkiyete mi yoksa yönetmelikte belirtilen 22/a kapsamındaki hallere mi ilişkin olduğu yukarıda sayılan ilke ve esaslar çerçevesinde inceleme yapılarak açıklığı kavuşturulmamış, denetime imkan vermeyen, fiili kullanım sınırları dikkate alınarak hazırlanan yetersiz fen bilirkişi raporuna itibar edilerek hüküm kurulmuştur. Mahkemece yetersiz inceleme ve araştırmaya dayanılarak hüküm kurulması isabetsiz olup, davacılar vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve yasaya aykırı hükmün BOZULMASINA, Yargıtay duruşması için belirlenen 1100.00 TL. vekalet ücretinin aleyhlerine temyiz olunan taraftan alınarak, kendisini duruşmada vekille temsil ettiren davacı tarafa verilmesine,
peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz eden davacıya iadesine, 18.03.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.