YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/12336
KARAR NO : 2014/445
KARAR TARİHİ : 31.01.2014
MAHKEMESİ : KARGI ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 11/04/2012
NUMARASI : 2011/1392-2012/74
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
Davacı; kayden maliki olduğu 440 ada 13 ve 24 parsel sayılı taşınmazlarında Kargı Belediyesi tarafından imar uygulaması yapıldığını, ancak anılan uygulamanın idari yargı yerinde iptal edildiğini, böylece imar parsellerinin sicil kayıtlarının hukuki dayanağının kalmadığını ve yolsuz tescil durumuna düştüğünü ileri sürerek, tapu iptali ve kadastral mülkiyet durumunun ihyası suretiyle tescil istemiyle dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda “davacının davasının usul yönünden reddine” karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, kadastral parselin ihyasına yönelik tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davalı H.. D..’in nüfus ve adres bilgilerinin kesin süre içerisinde bildirilmediği, kaldı ki adı geçen davalının dava tarihinde ölü olduğu gerekçesi ile davanın usul yönünden reddine karar verilmiştir. Bilindiği üzere; davaların kısa zamanda sonuçlandırılması, adaletin bir an önce tecellisi için, taraflarca veya Mahkemelerce yapılması gereken bir kısım adli işlemler sürelere bağlanmıştır. Bilindiği üzere bu sürelerin bazılarını kanun bizzat belirlerken bir kısmını işin özelliğine, tarafların durumlarına göre belirlemesi için hakime bırakmıştır. Kanuni süreler açıkça belirtilen ayrıcalıklar dışında kesindir. Bu nedenle 6100 sayılı HMK’nın 90. (1086 sayılı HUMK’nın 159.) maddesinde açık hükmünde belirtildiği gibi kanunun tayin ettiği süreler hakim tarafından azaltıp çoğaltılamaz. Buna karşın, 6100 sayılı HMK’nın 94. (1086 sayılı HUMK’nın 163.) maddesine göre hakimin belirlediği süreler ise kural olarak kesin değildir. Hakim tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltacağı gibi, süre geçtikten sonra tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir. Bu takdirde verilen ikinci süre kesindir. Ancak, hakim kendi belirlediği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir. Kesin sürenin tayin edilmesi halinde, karşı taraf yararına usulü kazanılmış hak doğacağı da kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, ister kanun, isterse hakim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak yoktur. Böylece kesin sürenin kaçırılması; o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, bazen davanın kaybedilmesine dahi neden olmaktadır. Bu itibarla geciken adaletin de bir adaletsizlik olduğu düşüncesinden hareketle, davaların yok yere uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere konan kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Öncelikle, kesin süreye ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca hakim süreye uyulmamanın sonuçlarını açıkca anlatmalı, tarafları uyarmalıdır. Öte yandan, kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde gereği hakim tarafından hemen yerine getirilmelidir. Somut olaya gelince mahkemece; davacı tarafa verilen kesin sürenin yukarıda açıklanan ilke ve olgulara uygun olduğu söylenemez. Ayrıca; eldeki dava, üç kişi aleyhine açılmış, Hatice dışındaki davalılara dava dilekçesini içerir ve duruşma gününü bildirir şekilde tebliğler yapılmış ve davalı Mustafa kendisini vekille temsil ettirmiş, davalı Hatice’ye çıkan tebligat ise adres yetersizliğinden iade olmuş; mahkemece Tapu Sicil Müdürlüğü ve Nüfus Müdürlüğü dahil resmi kurumlardan adres araştırması yapılmaksızın yukarıda açıklandığı üzere sonuçları dahi hatırlatılmaksızın Hatice’nin adres ve nüfus bilgilerini bildirmesi yönünde davacı vekiline kesin süre verilmiş ve sonraki oturumda, davacı vekili, H.. D..’in ölü olduğunu haricen ve yeni öğrendiklerini, taraf ıslahı yapacaklarını beyan etmiş, ancak bu talebi mahkemece reddedilmiş olup; öncelikle usulüne uygun olarak tebligat yapılan davalılar bakımından işin esasının incelenmesi gerekirken tüm davalılar bakımından davanın usul yönünden reddine karar verilmesi doğru olmadığı gibi; dosya kapsamında mevcut davalı Mustafa’nın aile nüfus kayıt tablosuna göre de, davalı Hatice’nin diğer davalıların annesi olduğu ve böylece Hatice’nin ölü olup olmadığı, ölmüşse ölüm tarihi ve diğer davalılar dışında başkaca mirasçısının bulunup bulunmadığının tespit edilebileceği ve ondan sonra taraf teşkilinin tamamlanıp tamamlanmadığının değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeksizin, noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması da isabetsizdir. Davacı vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulüyle, hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz edene iadesine, 31.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.