YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2011/6543
KARAR NO : 2012/5303
KARAR TARİHİ : 12.06.2012
MAHKEMESİ :KADASTRO MAHKEMESİ
Taraflar arasında kadastro tespitinden doğan dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
Kadastro sırasında 310 ada 4 parsel sayılı 1009,24 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, irsen intikal, taksim, ifraz, satın alma ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle Hacı … oğlu … adına tespit edilmiştir. Davacı …, yasal süresi içinde tapu kaydına dayanarak dava açmıştır. Yargılama sırasında Hazine vekili çekişmeli taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altındaki zilyetlikle kazanılamayacak yerlerden olduğu iddiasına dayanarak davaya katılmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davacının davasının reddine, müdahil Hazinenin davasının kabulüne ve çekişmeli parselin müdahil Hazine adına tesciline karar verilmiş; hüküm, … vekili ile davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Çekişmeli taşınmaz, kadastro tespiti sırasında kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile mülk edinme şartlarının davalı taraf yararına gerçekleştiği gerekçe gösterilerek davalı adına tespit edilmiştir. Davacı Mart 1290 tarih 9/18 defter varak sayılı Hisarönü mevkiindeki 4000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan tarafları; “Mezar Gediği” ve “Kırvasil Beli” ve “Dikilitaş” ve “Löngöz Çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/19 defter varak sayılı, Öküz Çiftliği mevkiindeki 3000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları; “Mezar Gediği” ve “İnbükü” ve “Dikilitaş” ve “Gülenya Beli” ve “Löngöz Çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/20 defter varak sayılı, Gelibolu-Söğüt Çiftliği mevkili 7000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları “Kocaalan ve Balandağı”, “Taşbük” ve “Löngöz”, “Gökbel”, “Karadağ” ve “Mezar Gediği” ve “Çilecik Gediği” sınırlı tapu kayıtları ile bu kayıtlardan gelme Ağustos 1326 tarih 2, 3 ve 4 nolu ve Şubat 1962 tarih 1, 2 ve 3 nolu tapu kayıtlarının tedavül kayıtlarından pay ve zeminde çekişmeli taşınmazı satın alma iddiasına dayanarak tesbitin iptalini ve çekişmeli taşınmazın adına tapuya tescilini talep ve dava etmiştir. Hazine, taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğu iddiasına dayanarak davaya katılmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda; davalının bayilerinin çekişmeli taşınmaz üzerinde Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği 1926 yılından önce 10 yılı aşkın süre aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla zilyetliğinin sürdüğü, davalının bayilerinin malik sıfatıyla zilyetliğinin Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra ve 2003 yılına kadar kesintisiz olarak devam ettiği, bu suretle Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri gereğince tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettiği, ancak bundan sonra davalının
Türk Vatandaşlığını kaybetmesi nedeniyle davalı adına edinme koşullarının oluşmadığı kabul edilmek suretiyle davacının davasının reddine, katılan Hazinenin davasının kabulüne ve taşınmazın katılan Hazine adına tapuya tesciline karar verilmiştir.
I) Davacı …’nın temyiz istemi yönünden yapılan değrlendirmede:Yukarıda belirtildiği ve dosya kapsamından da anlaşılacağı üzere; davacı, tarih ve numarası yazılı tapu kayıtlarından gelen pay tapu kaydına dayanmış, davalının arazi üzerindeki zilyetliğinin malik sıfatı ile değil, kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu ileri sürmüş, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesi ile Arazi Kanunnamesi yürürlükten kalktığı için, Arazi Kanunnamesi’nin 20 ve 78. maddeleri hükümlerinin davalı yararına uygulanma imkanının bulunmadığını iddia etmiştir. Davacı tarafın bu iddialarına karşılık olarak; davalı, dayanılan tapu kayıtlarının çekişmeli taşınmazı kapsamadığını, Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan kapsam belirlemesinin kendisi yönünden bağlayıcı olamayacağını,ilk kayıt maliki ile davacının bayileri arasında akdi veya irsi bir ilişkinin kurulamaması sebebiyle davanın sıfat yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini, taşınmaz üzerindeki çok uzun süreli zilyetliğin kiracılık değil malik sıfatıyla sürdüğünü, tapu kaydı taşınmaza uysa dahi uzun süreli nizasız kullanma nedeniyle kaydın hukuki kıymetini kaybettiğini ileri sürmüştür. Bu iddia ve savunma çerçevesinde yerel mahkemece yapılan araştırma, inceleme ve uygulamanın yeterli olup olmadığı, delillerin değerlendirilmesinde hataya düşülüp düşülmediği, varılan sonucun usul ve Yasa’ya uygun bulunup bulunmadığı konularında yargıya varmadan önce, tarafların iddia ve savunmaları ile ilgili olarak ileri sürdükleri yukarıda özetlenen tüm vakıa ve delillerin ayrı ayrı tahlillerinin yapılıp buna göre bir sonuca ulaşılması uygun olacaktır. Şöyle ki;
1- Davacının bayilerinin murisi Habibe Hanım’ın kök kayıt malikinin mirasçısı olup olmadığı: Davalı, kayıt maliki Hacı …ile davacının bayilerinin murisi Habibe Hanım arasında irs ilişkisi olmadığını ileri sürmüş ise de; davacının bayileri tapu maliklerinden … ve müştereklerinin Habibe Hanım’ın mirasçısı oldukları hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Tereddüt davalı tarafın iddia ettiği gibi Habibe Hanım’ın tapu maliki Hacı …’nin kızı olup olmadığı konusundadır. Dosyada Habibe Hanım’ın nüfus kaydı mevcut olup, bu kayıtta baba adı Mustafa …’dir. Tapu kayıtlarında ise “Hacı …kızı” olarak geçmektedir. Ancak davacı tarafça ibraz edilen ve Osmanlı arşivleri ile Şer’i sicil kayıtları üzerinde yapılan araştırmanın yer aldığı klasör içindeki belgeler arasında yer alan 1303 tarihli vekaletnamede; vekil eden olarak “Muğla, Şeyh Bedrettin Mahallesi sakinlerinden Hacı … Efendi Zade … Ağa İbn-i Mustafa …Efendi” adı geçmektedir. … Ağanın Habibe Hanım’ın kardeşi olduğu sabittir. Yine Şer’i sicil defterinde kayıtlı … Ağaya ait bir dilekçede “Hacı …Efendi Zade … Ağa İbn-i Mustafa Efendi, İbn-i Hacı …” ve “kız kardeşim Habibe Hanım İbnetü Mustafa …Efendi İbn-i Hacı …” yazılıdır. Yine aynı belgeler içerisinde yer alan Orman ve Maadin Nezaretinin Sadaret Makamına sunduğu 4 Nisan 1311 tarihli tezkerede “Muğlalı Müteveffa Hacı …Efendi Kerimesi Habibe Hanım’ın uhdei tasarrufunda bulunan Gelibolu Erköz “Hisarönü Nam Çiftliklerin” ifadeleri yer almaktadır. Bu ve benzeri kayıtlardan Hacı …ile Mustafa …’nin aynı kişi ve Habibe Hanım’ın Hacı (Mustafa) …’nin kızı olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla davacının bayilerinin murisi Habibe Hanım’ın, tapu maliki Hacı …’nin kızı olmadığı, dolayısıyla davacının, tapu maliki sıfatını taşımadıkları yönündeki itirazları dosya kapsamına uygun düşmemektedir.
2- 1274 tarihli Arazi Kanunnamesinin tespit ve dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunup bulunmadığı ve şartları mevcut olduğu takdirde uygulanıp uygulanamayacağı: Medeni Kanun’un 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra Arazi Kanunu’nun Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunup bulunmadığı uzun süre tartışılmıştır. Bazı hukukçular Medeni Kanun’un taşınmaz mal mülkiyetini yeni baştan düzenlediğini, 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesi ile Arazi Kanunu’nun yürürlükten kaldırıldığının kabul edilmesi gerektiğini savunmuşlarsa da; tatbikatta Arazi Kanunu’nun Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunduğu kabul edilmiş, uygulamada istikrarlı olarak bu yönde sürdürülmüştür. Arazi Kanunu’nun Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte olduğunu kabul eden hukukçular; 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesinde “MECELLE” açıkça yürürlükten kaldırıldığı halde, Arazi Kanunu’nun kaldırılan kanunlar arasında sayılmamasını, Medeni Kanun’un kabulünden sonra, ancak yürürlüğünden önce kabul edilen 2.5.1926 tarih 87 sayılı Kanunla Arazi Kanunu’nun 68, 69, 70, 71, 74, 76, 84 ve 85. Maddeleri yürürlükten kaldırıldığı halde diğer maddelerin yürürlükte olduğunun kabul edilmiş bulunduğunu, Yargıtay’ın 27.1.1943 tarih 5/7 ve 9.2.1944 tarih 4 numaralı İçtihadı Birleştirme Kararları ile 28 Şubat 1998 tarihinde yürürlüğe giren 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 36. maddesi ile Arazi Kanunu’nun 97, 98, 99, 100, 101, 102 ve 105. maddelerinin yürürlükten kaldırılmasını görüşlerine dayanak yapmışlardır. Diğer gayrimenkul Daireleri gibi Yargıtay Yüksek 7. Hukuk Dairesi ile 16. ve 17. Hukuk Daireleri de Arazi Kanunu’nun Medeni Kanun’a aykırı düşmeyen hükümlerinin bu arada Arazi Kanunu’nun 20. ve 78. maddelerinin yürürlükte olduğunu kabul etmiş ve uygulamalarını bu yönde sürdürmüşlerdir. (Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 22.11.1978 gün, 1977/11819 Esas 1978/13674 sayılı ilamı ile 16. Hukuk Dairesinin 24.04.2001 tarih, 2001/418-2033 sayılı ilamlarında anılan yasa hükümlerinin yürürlükte olduğu açıkça vurgulanmıştır.) Bu durumda davaya konu parselin tesbit ve dava tarihi itibariyle, Medeni Kanuna aykırı düşmeyen Arazi Kanunu hükümlerinin bu arada Arazi Kanunu’nun 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte bulunduğunun kabulü ile olayda anılan yasa hükümlerinin uygulanması gerekip gerekmediğinin araştırılıp tartışılması zorunludur. Mevcut uygulama karşısında davacının bu konudaki itirazları yerinde değildir.
3- Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan tapu kaydı kapsamının belirlenmesi işleminin davalıyı bağlayıp bağlamayacağı: Söz konusu dosyada davalının taraf olmaması ve kapsam belirleme işleminin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde yazılı ilkelere uyularak yapılmamış bulunması nedeniyle davalıyı bağlamayacağı açıktır.
4- Dayanılan kayıtların kapsamının nasıl belirleneceği: Belirtildiği üzere davacı çiftlik tapu kayıtlarından gelen pay tapu kaydına dayanmıştır. Dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbiri ile düz hatlarla birleştirilmesi suretiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dağ, dere, orman, ırmak, … gibi yerlerin bulunması nedeniyle dayanılan kayıtlar hudutları ile değil miktarı ile geçerli olan tapu kayıtlarıdır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesinde yazılı “Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır.” hükmü karşısında; arazinin ve sınırlarının yukarıda belirtilen özelliği nazara alındığında kayıtların sınırlarını sabit kabul edip buna göre hüküm kurmak mümkün bulunmamaktadır. Davacının, anılan dosyada yapılan kapsam belirlemesinin doğru ve tarafları bağlayıcı olduğu yolundaki iddiası yasaya uygun bulunmamaktadır.
5- Taşınmaz üzerindeki davalı zilyetliğinin niteliği: Davacı, çekişmeli taşınmaz üzerindeki davalı taraf zilyetliğinin kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu, malik sıfatıyla kullanmanın söz konusu olmadığını iddia etmişse de bu yönde inandırıcı delil ibraz edemediği gibi, davalının arazi üzerindeki zilyetliğinin kendisine teb’an ve kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu isbat da edememiştir.
6- Taşınmaz üzerindeki uzun süreli davalı taraf zilyetliğinin kaydın hukuki kıymetini kaybı için yeterli olup olmadığı: Arazi başında dinlenen zilyet tanıkları taşınmazın atalarından intikalen davalıya ait olup kendini bildiğinden beri davalı tarafça aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla kullanıldığını, davalının davacıya icar verdiğini duymadığını bildirmiştir. Dosya kapsamından taşınmazın insan ömrünü aşan bir süredir davalı tarafça malik sıfatıyla kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu süre içerisinde davalının zilyetliği hiçbir şekilde itiraza uğramamıştır. İnsan ömrünü aşan bir süredir araziyi kullanan davalı tarafın daha önce de bu yeri kullandığının kabulü zorunlu ve hayatın olağan akışı gereğidir. İnsan ömrünü aşan bir süre önce cereyan eden olaya tanık bulmak imkansızdır. Davalı taraftan böyle bir talepte bulunmak da hukuka uygun değildir. Bu durumda davalının taşınmaz üzerindeki zilyetlik süresinin Arazi Kanunu’nun 20. maddesinde öngörülen süreye ulaştığının kabulü zorunlu bulunmaktadır.
7- Tapu kayıtlarının kapsamının belirlenmesine gerek olup olmadığı: Yukarıda da belirtildiği üzere tapu kayıtlarının uygulanması ve kapsamlarının belirlenmesi yeterli ve yasaya uygun bulunmamaktadır. Ancak dosya kapsamından taşınmazın Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği 1926 tarihinden önce 10 yıldan fazla süre ile davalı tarafça zilyet edinildiği, bu zilyetliğin Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonrada kadastro tespitine kadar kesintisiz devam ettiği, bu suretle tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettiği, mülk edinme şartlarının davalı yararına gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Tapu kaydı hukuki kıymetini kaybettiğine göre, kaydın mahalline yeniden uygulanıp kapsam belirlenmeye çalışılmasında bir yarar bulunmamaktadır.
Bu ilkeler nazara alınarak değerlendirme yapıldığında; dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, davacının dayandığı tapu kayıtlarının değişebilir sınırlı olup miktarı ile geçerli bulunmasına, bir an için dayanılan kayıtların çekişmeli parseli kapsadığı kabul edilse bile, davalı tarafın 743 sayılı Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce 10 yılı aşkın süre taşınmaz üzerinde zilyet oldukları, bu zilyetliğin Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra da hiç itiraza uğramadan aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla tespite kadar devam ettiğinin saptanmış bulunmasına, davacı ve bayilerinin taşınmaz üzerindeki davalı taraf zilyetliğine sessiz kalıp, çekişme yaratmamalarına, davalı tarafın insan ömrünü aşan zilyetliklerinin davacı tarafa teb’an ve kiracılık sıfatına dayalı olduğunun kanıtlanamamış olmasına, davalı tarafın uzun süreli malik sıfatı ile kullanmaları karşısında Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden önce uygulanmakta bulunan ve Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonrada Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte olduğu kabul edilen Şevval 1274 tarihli Arazi Kanunnamesi’nin 20 ve 78. maddelerine göre tapu kayıtlarının davalı yararına hukuki kıymetini kaybetmiş bulunmasına, taraflar arasındaki uyuşmazlığın iktisap şartlarının oluştuğu tarihte yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerektiğinin hukukun temel ilkeleri arasında yer almış olmasına, mahkemece toplanan delillerin belirtilen yasa hükümleri nazara alınarak değerlendirme yapılıp sonuca gidilmesinde yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, delillerin takdiri mahkemeye ait olup takdirde de bir isabetsizlik tesbit edilememiş olmasına göre davacının yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının REDDİNE;
II) Davalı …’in temyizi yönünden yapılan değerlendirmede: Mahkemece, davalı …’in Türk Vatandaşlığını kaybetmiş olması nedeniyle adına edinme koşullarının oluşmayacağı gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmiş ise de, mahkemenin kabul ve değerlendirmesi dosya içeriğine uygun bulunmamaktadır. 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun 6304 sayılı Kanunla değişik 28. maddesinin 1. bendi uyarınca, Türk Vatandaşlığını kaybedenler, Türk Vatandaşlarına tanınan haklardan yararlanmaya devam ederler. Yukarıda I. fıkrada tartışıldığı gibi davalının bayileri ve kendi yararına Arazi Kanunnamesi’nin 20. ve 78. maddeleri uyarınca edinme koşullarının oluştuğu belirlendiğine göre, çekişmeli taşınmazın davalı … adına tesciline karar vermek gerekirken Hazine adına tesciline karar verilmesi isabetsiz olup, davalı … vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 12.06.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.