Yargıtay Kararı 16. Hukuk Dairesi 2011/5245 E. 2011/6665 K. 31.10.2011 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2011/5245
KARAR NO : 2011/6665
KARAR TARİHİ : 31.10.2011

MAHKEMESİ : İCRA MAHKEMESİ

Gerçeğe aykırı beyanda bulunmak suçundan sanık …’un İİK’nun 338. maddesi gereğince 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, hüküm yasal süresi içerisinde sanık müdafii tarafından temyiz edildiğinden, Yargıtay C.Başsavcılığının bozma istemli tebliğnamesiyle dosya Daireye gönderilmiş olmakla, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okunarak GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
Sanığın 22.11.2007 tarihli mal beyanında bildirmediği taşınmazlarının bulunduğunu, tarafları aynı olan Adana 14. İcra Müdürlüğünün 2007/7328 ve 2007/7329 Esas numaralı takip dosyalarında … Tapu ve Sicil Müdürlüğü 05.12.2007 tarihinde bildirmiş olup, müşteki vekili 07.01.2008 tarihinde mezkur icra dosyalarında işlem yapmak suretiyle sanığın söz konusu taşınmazlarının olduğunu öğrenmiş ve 14.02.2008 tarihinde gerçeğe aykırı beyanda bulunmak suçundan şikayette bulunmuştur. Diğer bir anlatımla, müştekinin sanığın mal beyanında bulunduğu tarih itibariyle anılan taşınmazları olduğunu bildiğinin kabulü mümkün bulumadığından, tebliğnamedeki (2) no’lu kararın bozulması istemine iştirak edilmemiştir. Ancak;
CMK’nun 195. maddesinin “Suç yalnız veya birlikte adli para cezasını veya müsadereyi gerektirmekte ise; sanık gelmese bile duruşma yapılabililir..” hükmünü içermesine ve İİK’nun 338. maddesinde ise hapis cezası olmasına rağmen, sanığa tebliğ edilen duruşma davetiyesine İİK’nun 349. maddesinin 5. fıkrasındaki açıklama yapılmadan sadece CMK’nun 195. maddesine göre tebliğ yapılarak yokluğunda yargılama yapılıp savunma hakkının kısıtlanması,
İsabetsi olup, temyiz itirazları bu sebeple yerinde görüldüğünden hükmün kısmen istem gibi BOZULMASINA, 31.10.2011 gününde çokluğu ile karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ

Somut olayda gerçeğe aykırı mal beyanında bulunma (İİK 338) suçundan, sanığın sorgusu için çıkarılan çağrı kağıdında “CMK’nın 195 md.sine göre tebliğe rağmen duruşmaya gelmediğiniz takdirde yokluğunuzda karar verileceği tebliğ ve ihtar olunur” biçiminde meşruhata yer verilmiştir. Sayın çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlık, bu açıklamanın İİK’nın 349/5. fıkrasında öngörülen “Maznun, şikayeti alan veya istinabe edilen icra mahkemesinin huzuruna gelmez veya müdafi göndermezse yahut bizzat bulunmasına lüzum görülürse zabıta marifetiyle getirilir. Bu suretle de bulundurulamazsa muhakeme gıyabında görülür.” şeklindeki ihtaratı kapsayıp kapsamadığı, dolayısıyla sanığın savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı noktasında toplanmaktadır.
İİK’nın 349/5. maddesi, takip hukukunda, özel ve usule ilişkin bir kural olup, sanığın gıyabında yargılama yapmaya ve hüküm kurmaya imkân tanımaktadır. İcra ceza mahkemelerinde “duruşmaya gelmediği takdirde yokluğunda yargılamaya devam edileceği açıklamasını içeren davetiye” usulüne uygun tebliğ edilmek şartıyla sanık/sanıkların sorgusu yapılmadan karar verilmesi mümkündür. Usulüne uygun tebligata rağmen duruşmaya gelmeyen sanık, bu hareketi ile savunma hakkından feragat etmektedir. Aksinin kabulü sanığın duruşmaya zorla getirilmesinin zorunlu olduğu sonucunu doğurur. Bu da borç ödetme aracı olarak kullanılan feragat halinde ve borcun itfasıyla sonlanan, şikayetçinin duruşmaya gelmemesiyle şikayet hakkı düşen icra suçlarında, sanıklara yakalama ve zorla getirme müzekkeresi çıkarılmasını kolaylaştırmış olur ki asıl bu durumda sanığın özgürlüğü ve savunma hakkı kısıtlanır. Kanun koyucunun icra suçlarında bu ağır durumu öngördüğünü söylemek zordur.
Öte yandan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 195/1. maddesinde düzenlenmiş olan, “suç yalnız ve birlikte adli para cezasını veya müsadereyi gerektirmekte ise, sanık gelmese bile duruşma yapılabilir. Bu gibi hallerde sanığa gönderilecek davetiye ile gelmese de duruşmanın yapılacağı yazılır” şeklindeki açıklama, hapis, adli para cezası ve disiplin ve tazyik hapisleri yaptırımına bağlanan suçlarda uygulama alanı olan İİK 349. maddesinde yazılı içerik ile karşılaştırıldığında sanığın daha lehinedir. Somut olayda sanığın zorla mahkeme önüne çıkartılmadığı göz önüne alındığında davetiyeye “zorla getirileceğine” dair şerh koymamanın sanığın savunma hakkına ilişmeyeceği de açıktır. Kaldı ki zorla getirme hususu kanunda yer alan “lüzum görülürse” ifadesiyle hakimin takdirine bırakılmıştır. Nitekim 16. HD’nin 13.04.2009 tarih, 1207/2556 sayılı kararında “Sanığa duruşmaya gelmediği takdirde yokluğunda yargılama yapılacağına ilişkin açıklamayı içerir davetiye çıkarılmadan yokluğunda yargılama yapılarak savunma hakkının kısıtlanması isabetsiz olduğundan hükmün bozulmasına.” Denmiştir.
Sonuçta sanığın sorgusu için çıkarılan ve usulüne uygun tebliğ edilen davetiyede, 5271 sayılı CMK’nun 195. ve İİK’nun 349/5. maddesindeki, “gelmese de duruşmanın yapılacağına” ilişkin açıklamanın yer alması karşısında bu tebligata dayanılarak sanığın yokluğunda yazılı şekilde karar verilmesinde sanığın savunma hakkını kısıtlayacak bir durum söz konusu değildir. Öyleyse hüküm salt bu nedenle bozulmamalıdır.
Suçun sübutuna yönelik bir ihtilafta bulunmadığından mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, hukuka uygun yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçe karşısında hükmün onanması görüşüyle sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılamıyorum.