Yargıtay Kararı 16. Ceza Dairesi 2020/84 E. 2021/1909 K. 08.03.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2020/84
KARAR NO : 2021/1909
KARAR TARİHİ : 08.03.2021

Mahkemesi :Ceza Dairesi
İlk Derece Mahkemesi : Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 19.04.2018 tarih ve 2017/1 – 2018/47 sayılı kararı
Suç : Anayasayı ihlal, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, Silahlı terör örgütüne üye olma
Hüküm : I- Sanıklar …, … hakkında: CMK’nın 23/2-e maddesi uyarınca beraat, hükümlerine dair istinaf başvurularının esastan reddi

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle;
Temyiz edenlerin sıfatları, başvuruların süresi, kararların niteliği ve temyiz sebeplerine göre dosya incelendi gereği düşünüldü;
I- (A) Bir kısım sanıklar ve müdafilerinin duruşmalı inceleme istemlerinin, İlk Derece ve Bölge Adliye Mahkemesinde, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi doğrultusunda, savunmaya yeterli imkanın sağlanması ve bu hakkın etkin şekilde kullandırılmış olması, temyiz denetiminde sınırsız şekilde yazılı savunma imkanının kullanılabilme olanağının bulunması karşısında savunma hakkının kısıtlanması söz konusu olmadığından 01.02.2018 tarihli ve 7079 sayılı Kanunun 94. maddesi ile değişik CMK’nın 299/1. maddesi uyarınca REDDİNE,
(B) … Anayasayı ihlal, yasama organına karşı suç, hükümete karşı suç ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından; katılan … Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, hükümete karşı suç ve Anayasayı ihlal suçları dışında kalan suçlardan; katılan TBMM’nin ise yasama organına karşı suç dışında kalan suçlardan, suçların niteliği itibariyle suçtan doğrudan doğruya zarar görmedikleri ve bu nedenle de davaya katılma haklarının bulunmadığı ve davaya katılmalarına ilişkin verilen kararlar da hukuki değerden yoksun olup hükmü temyiz yetkisi vermeyeceğinden …, katılanlar Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı ve TBMM vekillerinin bu suçlara yönelik temyiz istemlerinin CMK’nın 298. maddesi gereğince REDDİNE,
(C) Sanıklar …, …, …, … haricindeki sanıklar hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs, Silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından karar verilmiş olduğu, bu suçlar yönünden adı geçenler haricindeki sanıklar hakkında her zaman bir karar verilmesi olanaklı görülerek, katılanlar vekillerinin adı geçenler haricindeki sanıklar ve suçlar yönünden temyiz itirazlarının bu suçlardan karar verilmemiş olmasına yönelik olduğu belirlenerek yapılan incelemede; bu suçlar yönünden temyiz taleplerinin REDDİNE,
(D) Sanık … müdafiinin 16.07.2019 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ olunan hükmü, CMK’nın 291/1 maddesinde belirtilen onbeş günlük ve adli tatilin bitimini takip eden üç günlük süre geçtikten sonra 09.09.2019 tarihinde temyiz etmiş olduğu anlaşılmakla, sanık … müdafiinin temyiz isteminin CMK’nın 298/1 maddesi gereğince REDDİNE,
II- Sanıklar ve müdafileri ile katılan vekillerinin diğer temyiz taleplerine gelince;
Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
A) Hukuki Açıklamalar
Ayrıntıları Dairenin 22.03.2019 tarih ve 2018/7103 Esas 2019/1953 Karar sayılı kararında açıklandığı üzere;
5237 sayılı TCK’nın 309. maddesinde düzenlenen Anayasayı ihlal suçunun maddi unsuru/tipik eylem, cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye elverişli vasıtalarla teşebbüs etmektir.
Suçun bu amaçla kurulmuş bir örgüt faaliyeti kapsamında işlenmesi, korunan amaçlara matuf fiillerin elverişliliğinin değerlendirilmesi bakımından önem taşımakta ise de, bu husus suçun unsuru değildir.
Suç, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmak, bu düzen yerine başka bir düzen getirmek veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemek amacına matuf doğrudan genel kast ile işlenebilen bir suçtur. Suç tanımında belirtilen amaçları gerçekleştirmeye yönelik bir fiil işlenmesi hususunda iştirak iradeleri bulunan sanıklar hakkında Türk Ceza Kanununun 309. maddesinde düzenlenen Anayasayı ihlal suçu yönünden iştirakin her şeklinin uygulanması mümkündür.
Suça iştirakten söz edebilmek için amaca yönelik bir fiil işleme hususunda iştirak iradelerini ortaya koyan kişilerin hepsinin bu amaçla kurulmuş bir örgütün üyesi olması da gerekmez.
15 Temmuz 2016 günü, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal düzeninin değiştirilmesi amacıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubu olan ve/veya bu örgütsel faaliyeti destekleyen 8.000’in üzerinde askeri personel tarafından savaş uçakları dahil 35 uçağın, 3 geminin, 37 helikopterin, 74’ü tank olmak üzere 246 zırhlı aracın ve 4.000’e yakın hafif silahın kullanılarak; Cumhurbaşkanına suikasta teşebbüs edilmiş, TBMM ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi başta olmak üzere birçok stratejik merkez bombalanmış, Başbakanın konvoyuna silahlı saldırı gerçekleştirilmiş, kalkışmaya karşı koyan güvenlik görevlileri ile sokaklara çıkan sivillere devletin silahlı kuvvetlerine ait bu uçak, helikopter, tank ve silahlarla saldırılarak 4’ü asker, 63’ü polis ve 183’ü sivil olmak üzere toplam 250’den fazla kişi şehit edilmiş, 23’ü asker, 154’ü polis ve 2.558’i sivil olmak üzere toplam 2.735 kişi de yaralanmıştır.
Somut darbe teşebbüsü, TCK’nın 309. maddesinde sayılan amaçlara matuf zarar tehlikesi doğuran vahim eylemler vasfını aşarak, Anayasal düzeni doğrudan ortadan kaldırma neticesine yönelmiş, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ve etkinliğinden istifade edilerek planlanıp uygulanmış, neticesi ve başarısı eş zamanlı, senkronize hareketlere bağlı hukuki anlamda tek bir fiil olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle örgütsel koordinasyon veya iştirak iradesi gereğince ve iş bölümü doğrultusunda bulundukları mahal ve konumlarına uygun, amaca hizmet eden ve katkı sunan icrai harekette bulunanların, icra aşamasına geçerek amaç suç yönünden somutlaştığında ve elverişliliğinde tartışma bulunmayan bu fiil üzerinde müşterek hâkimiyet kurdukları gözetilerek TCK’nın 37. maddesi kapsamında “doğrudan fail” olduklarının kabulünde zorunluluk vardır.
Doğrudan kanuni tanımda öngörülen cebir ve şiddet içeren icrai hareket niteliğinde olmayan, somut zarar tehlikesinin gerçekleşmesini sağlayacak biçimde -faillerle birlikte- fiil üzerinde müşterek hâkimiyet kurmalarını temin edecek fonksiyonel bir mahiyet taşımayan, suç organizasyonu içinde bir iş bölümünün gereği olarak görevlendirilmeleri nedeniyle ika edildiği kanıtlanamayan ancak suçun icrasına başlanmasından sonra katılma iradesini açıkça ortaya koyan, zaman, nitelik ve yakın zarar tehlikesine yaptığı katkı itibariyle bütün olarak darbenin icrasını kolaylaştırmaya yönelen hareketleri gerçekleştiren sanıkların eylemlerinin, 5237 sayılı TCK’nın 309/1 ve 39/2-c maddeleri kapsamında Anayasayı ihlale teşebbüs suçuna yardım etmek suçunu oluşturacağı gözetilmeli, hukuki durumları buna göre tespit edilmelidir.
TCK’nın 309. maddesinde düzenlenen suç bir somut tehlike suçu olduğundan suçun oluşması için ayrıca bir neticenin gerçekleşmesi aranmamaktadır. Bu itibarla sanığın amaca matuf eylemi ve/veya işlediği elverişli araç suç ile suçun konusu üzerinde meydana gelen somut tehlike arasında illiyet bağının bulunması gerekli ve yeterlidir. Suça teşebbüsün kabulü için aranan elverişli vasıtalarla cebri eylemlere başlanıp başlanmadığı araştırılırken ve vasıtanın elverişliliği takdir edilirken tek tek yapılan eylemlerle amaçlanan hedefler arasında doğrudan doğruya bağ kurmak yoluna gidilemez. Ancak her halükarda ülke genelinde gerçekleştirilmek istenen amaca matuf cebri/icrai fiilin, sanığın bulunduğu mahalde/sorumluluk sahasında da doğrudan doğruya ya da araç suçlar yönünden icrasına başlanması aranmalıdır. Sanığın bu icrai fiile yine icrai bir hareketle katılması mümkün olduğu gibi garantörlük yükümlülüğünü ihmal etmek suretiyle de iştirak edebileceği görülmektedir.
Somut olayın, devletin anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek amacıyla, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca, işgal ettikleri kamu görevinin verdiği yetkiye istinaden tasarruf etme imkanını haiz bulundukları devlete ait silah ve mühimmatı kullanarak gerçekleştirilen bir silahlı darbe teşebbüsü olduğunda ve bu kalkışmaya iştirak edenlerin eylemlerinin, 5237 sayılı TCK’nın 309, 311 ve 312. maddelerinde düzenlenen suçları oluşturacağında kuşku yoktur. Ancak aynı hukuki değerleri koruyan ve kapsamı itibariyle eylemlerin haksızlık muhtevasını tamamen ortadan kaldıran Anayasayı ihlal suçunun (TCK’nın 309. md.) tüm unsurlarıyla gerçekleştiği somut olayda sanıkların ayrıca, Türk Ceza Kanununun 311. ve 312. maddelerinde düzenlenen suçlar ile aralarındaki geçitli/müterakki suç ilişkisi nedeniyle anılan kanunun 314/2. maddesinde yer alan silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan cezalandırılmaları imkanı bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, 5237 sayılı TCK’nın 220/5. maddesi gerekçesi ile birlikte değerlendirildiğinde, yönettiği örgütün gücünden yararlanarak talimat alanın iradesi üzerinde hakimiyet kuran yöneticinin, serbest iradesi ile hareket etmeyen ve bir suç örgütü mensubu olarak suç işleme kararının varlığının kabulünde zorunluluk bulunan fail arasında azmettiren-azmettirilen ilişkisinden bahsetme imkanı da bulunmamaktadır. Kanunun kabul ettiği sistemde, yöneticinin örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan, dolaylı fail olarak sorumlu tutulduğu görülmektedir. 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu 41/3-B maddesinde de TCK’nın 220/5. maddesine paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir.
Bağlayıcı emrin yerine getirilmesi kapsamında astların hukuki sorumluluğu:
Ayrıntılarına Dairenin 09.12.2019 tarih ve 2019/6765-2019/8453 karar sayılı kararında yer verildiği üzere, 5237 sayılı TCK’nın benimsediği suç teorisine göre: tipe uygun ve hukuka aykırı fiil, failin kusurlu olması halinde ceza yaptırımı uygulanmasını gerektirir. Her ceza hukuku normu, temelde bir hakkı/bir değeri korur. Bu nedenle ceza hukuku normlarının belirlediği davranış modellerine aykırı düşen her fiil haksızlık içermektedir.
Kast suçun subjektif unsurunu, kusur ise iradenin oluşum süreci ile ilgili olarak, failin işlediği hukuka aykırı fiilden dolayı kınanabilirliğine ilişkin bir değer yargısını ifade etmektedir. Kınanabilirlik, failin hukuka uygun davranmak, haksızlık yapmamak imkan ve yeteneği varken, hukuka aykırı davranması, haksızlığı tercih/irtikap etmesi halidir. İnsan özgür iradeye sahip bir varlık olması nedeniyle, haklı olan bir davranışla haksızlık arasında bir tercih yapma veya haklı olan davranış lehine karar verme, davranışlarını hukuk düzeninin gereklerine göre yönlendirebilme, hukuk düzenin yasakladığı davranışlardan sakınma yeteneğini haizdir. Kusur yargısının temelini oluşturan insanın irade özgürlüğü ise, haksızlık bilincinin varlığını gerekli kılar. Çünkü insanın haklı olan davranışları ile haksızlık arasında tercih yapabilmesi için bunu bilmesi şarttır. Fail, haksızlık bilincine sahipse ve özgür iradesiyle haksız olan bir davranışı tercih ediyor ise kusurludur. Şu halde kasten işlenmiş, tipe uygun/haksızlık içeren fiil, olayda bir hukuka uygunluk sebebi varsa suç teşkil etmeyecek, kusurluluğu ortadan kaldıran bir sebep varsa, suç oluşturmasına rağmen yaptırıma tabi tutulamayacaktır.
Hukuka aykırılık genel bir ifadeyle, hukuka (hakka) karşı gelmek (Heinrich l kn 305) onunla çatışma halinde olmak demektir. Suçun unsuru olarak hukuka aykırılık ise işlenen fiile hukuk düzeni tarafından cevaz verilmemesi, bütün hukuk düzeni ile çelişki ve çatışma halinde bulunması anlamına gelmektedir (Koca-Üzülmez, age, s. 252; Prof. Dr. Fatih Selami Mahmutoğlu, Av. Serra Karadeniz-LLM, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler Şerhi, s. 450).
5237 sayılı TCK’da yer alan hukuka uygunluk nedenleri; kanunun hükmünü yerine getirme (TCK 24/1. m.), meşru savunma (TCK 25/1. m.), hakkın kullanılması (TCK 26/1. m.) ve ilgilinin rızası (TCK 26/2. m.) dır.
TCK’nın 24. maddesinin 2, 3 ve 4. fıkralarında hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi, kusurluluğu ortadan kaldıran bir sebep olarak düzenlenmiştir. Madde gerekçesinde işaret edildiği üzere hukuka aykırı olan ve emri verenin hukuki sorumluluğunu kaldırmayan bir emrin yerine getirilmesinin hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmesi mümkün değil ise de, Devlet tarafından yerine getirilen kamu hizmetinin yürütülmesinde amirin emrini yerine getirmek durumunda kalan ast yönünden bu durumun bir sorumsuzluk nedeni olarak kabul edilmesinde zaruret bulunmaktadır.
Kural olarak hukuka aykırı emre muhatap olan kamu görevlisinin bu emri denetlemesi, sorgulaması, hukuka aykırı olduğu kanaatinde ise amirin yazılı emri ve ısrarı olmadan yerine getirmemesi gerekir. Ancak Anayasanın 137/3. maddesinde “Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunda gösterilen istisnaların saklı” olduğu belirtilerek, yapılan işin mahiyeti, kamu düzeni ve kamu güvenliği nedeniyle bazı istisnalara yer verildiği de görülmektedir. Muadil düzenleme TCK’nın 24/4. maddesinde de yer almaktadır.
Keza bir hukuk devletinde prensip olarak konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur. (1982 Anayasasının 137/2, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 24/3. maddesi). Askeri hizmete müteallik hususlarda verilen emir bir suç teşkil ederse bu suçun işlenmesinden emri veren mesuldür. Ancak amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadını ihtiva eden bir fiile müteallik olduğu kendisince malum ise, maduna da faili müşterek cezası verilir (1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu 41/3-B).
Amiri tarafından “askeri hizmete müteallik hususlarda verilen emrin, bir suç maksadını ihtiva eden bir fiile müteallik olduğu kendisince malum” olan ast, işlemekte olduğu haksızlığı hukuka uygun hale getiren bir sebebin bulunduğunu düşünmekte ise cezai sorumluluğu ne olacaktır?
Amirin emrini icra sureti ile işlenen suçlardan dolayı hukuka uygunluk meselesi, Askeri Ceza Hukukunda büyük bir önem taşır. Gerçekten askerlik hizmeti, diğer hizmetlerden farklı olarak, fertlerden daha tam, daha kesin ve daha çabuk bir itaat bekler, hatta böyle bir itaate askerleri zorlar. Nitekim 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 14. maddesine göre: “Ast, amir ve üstüne umumi adap ve askeri usullere uygun tam bir hürmet göstermeğe, amirlerine mutlak surette itaate ve kanun ve nizamlarda gösterilen hallerde de üstlerine mutlak itaate mecburdur. Ast, muayyen olan vazifeleri, aldığı emri vaktinde yapar ve değiştirmez, haddini aşamaz. İcradan doğacak mes’uliyetler emri verene aittir. İtaat hissini tehdit eden her türlü tezahürler, sözler, yazılar ve fiil ve hareketler cezai müeyyidelerle men olunur.”
İşte askerlik hizmetinin bu özelliğini nazara alan Anayasamız, “kanunsuz emir” kenar başlığını taşıyan 137. maddede, kanunsuz emrin yerine getirilemeyeceğini ve böyle bir emri alan memurun ne suretle hareket etmesi gerekeceğini belirttikten sonra “Askeri hizmetlerin görülmesi… için kanunla gösterilen istisnalar saklıdır” dediği gibi, AsCK da amir tarafından verilen emrin yerine getirilmesine ilişkin olmak üzere, şöyle bir hüküm sevketmiştir: “Hizmete müteallik hususlarda verilen emir bir suç teşkil ederse, bu suçun işlenmesinden emir veren mesuldür. Aşağıdaki hallerde madunada faili müşterek cezası verilir; kendisine verilen emrin hududunu aşmış ise; amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadını ihtiva eden bir fiile müteallik olduğu kendisince malum ise”.
Bu düzenlemelere göre, emri veren amir ise kesin itaat kuralı her bakımdan geçerlidir; ast emre mutlak surette itaat edecektir.Üst ise kanun ve nizamlara göre kendisine böyle bir emir vermeğe yetkili olup olmadığını araştıracak, yetkili olduğuna kanaat getirirse itaat edecektir. İç Hizmet Kanununa göre, amir makam ve memuriyet yönünden emretmek yetkisine sahip kimse iken (m. 9); üst, rütbe ve kıdem büyüklüğünü ifade eder (m. 10). Mevzuat, konusu suç teşkil eden emir müstesna, amir tarafından verilen emrin muhteva itibari ile kanuna uygunluğunu araştırmaktan astı yasaklamıştır. Emrin hizmete ilişkin olması halinde, emri yerine getiren kimsenin prensip itibari ile hiç bir ceza sorumluluğu yoktur ve bütün sorumluluk sadece emri verene aittir. Özel nitelikte olmayan ve bu özel niteliği ilk bakışta anlaşılmayan her emir, hizmetle ilgili sayılmak gerekir.
Ast kendisinden verilen emrin bir suç işlemek maksadı ile verildiğini biliyorsa ve buna rağmen emri yerine getirmişse kendisi de amirle birlikte ceza görecektir. Dikkat edileceği veçhile, astın bu hususta sadece bir şüpheye kapılması cezalandırılması için yeterli değildir, zira her asker, amiri tarafından verilen emrin kanuni olduğunu farz ve kabul etmek zorundadır ve bu konuda ast lehine bir karinenin varlığı kabul edilebilir (AsCK 41, f. 2 ve 3)(Prof, Dr. Sahir Erman Askeri Ceza Hukuku Syf 176 vd.).
Hata (yanılma); genel olarak kişinin tasavvuru, zihninden geçirdikleri ile gerçeğin birbirine uymaması anlamına gelen bir kavramdır. Hata kural olarak iradenin oluşum sürecine etki eder ve gerçeğin yanlış biçimde tasavvuru veya bilinmesi nedeniyle irade bozulmuş olarak doğar. Failin tasavvurunun konusu dış dünyaya ait bir şeye ilişkin olabileceği gibi, normatif dünyaya (kurallar alanına) dair de olabilir. Dış dünyayla ilgili şey olduğundan farklı bir biçimde algılanması halinde unsur yanılgısından (tipiklik hatası), normatif dünyaya ait gerçekliğin farklı biçimde değerlendirilmesi halinde ise yasak hatasından bahsedilir. Kısaca unsur hatası bir algılama hatası olduğu halde, yasak hatası bir değerlendirme hatasıdır.
Hata, kastı ortadan kaldıran veya kusurluluğu etkileyen hata olmak üzere ikiye ayrılır. Suçun maddi unsurlarında (TCK 30/1), suçun nitelikli hallerinde (TCK 30/2), hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında (TCK 30/1-3) hata halleri kastı kaldırır. Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin maddi şartlarında hata (TCK 30/3) ile haksızlık yanılgısı (yasak hatası) (TCK 30/4) kusurluluğu etkileyen hata şekilleridir. Kastı kaldıran hata türüne hukuka uygunluk nedenlerinin sınırındaki yanılgıyı da eklemek gerekmektedir (TCK 27/1) (Dairenin 24.4.2017 tarih ve 2015/3-2017/3 sayılı kararı).
TCK’nın 30/3. maddesinde “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ilişkin koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi bu hatasından yararlanır.” denilerek hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu etkileyen haller birlikte düzenlenmiştir. Hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarındaki hatayı bu kapsamda değerlendirmek gerekecektir. Hatadan yararlanmak için kaçınılmaz olması gereklidir.
Failin hukuk düzenince tanınmayan bir hukuka uygunluk nedeninin var olduğu (Bestandsirrtum / Erlaubnisnormirrtum) ya da hukuken tanınan bir hukuka uygunluk nedeninin hukuki sınırında yanılgı içinde (Grezirrtum Erlaubnisgrenzirrtum) olduğu durumda izin yanılgısı (Erlaubnisirrtum) ya da dolaylı haksızlık yanılgısından (der indirikte Verbotsirrtum) söz edilmektedir. Bu durumda somut vakıaya değil, münhasıran norma dayalı bir değerlendirme söz konusu olduğundan, haksızlıkla doğrudan bir ilgisi bulunmayan bu yanılgının haksızlık yanılgısı (TCK m. 30/4) kapsamında mütalaa edilmesi gerekmektedir.
Bu yanılgı türünün haksızlıkla doğrudan bir ilgisinin bulunmaması nedeni ile kast üzerinde herhangi bir etkisi de yoktur. Fiil kasten icra edilen bir haksızlık olma özelliğini korur. Hukuka uygunluk nedenlerini düzenleyen normların da bir hukuk normu olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu yanılgı norma dayalıdır. Ancak bu norm bir suç tipine dayanak oluşturan yasak normu değil, bu normun yasakladığı davranışa izin veren bir normdur. Failin izin normunu bilmemesine ya da yanlış bilmesine dayalı bir değerlendirme yanılgısı mevcuttur. Fail, hukuk düzeninde mevcut olmayan bir hukuka uygunluk nedenini var saydığı veya hukuki sınırında yanılgıya düştüğü için hukuk düzeninin fiiline izin verdiği kanaati ile hareket etmektedir.
İzin yanılgısının kaçınılmaz olması durumunda, failin haksızlık bilinci ile hareket ettiği söylenemez. Failin içinde bulunduğu izin yanılgısı, yasak normunun uyarı fonksiyonunu tamamen işlevsiz bırakmaktadır. Yasak normu ile izin normunun çatıştığı bir durumda, uygulanma önceliği izin normuna aittir. Buna bağlı olarak izin normu, yasak normunun fiilin icrasından kaçınmak yönündeki uyarısını tümüyle etkisiz bırakmaktadır. Kaçınılmaz izin yanılgısı halinde, kusuru tamamen ortadan kalkacağı için faile ceza verilemez (TCK m. 30/4; CMK m. 223/3-d) (Neslihan Göktürk Haksızlık Yanılgısının Ceza Sorumluluğuna Etkisi sh.125 vd.).
Failin, gerçekte olmamasına rağmen işlemiş olduğu fiili hukuka uygun hale getiren bir sebebin bulunduğunu düşünerek hareket etmesi hali haksızlık yanılgısının ikinci görünüm şeklini oluşturmaktadır. Bu ihtimalde fail işlediği fiilin yasaklılığına ilişkin tam bir bilgiye sahiptir, ancak somut olayda işlemiş olduğu haksızlığı hukuka uygun hale getiren bir sebebin bulunduğunu düşünmektedir. Kısaca fail bir hukuka uygunluk nedeninin hukuki varlığında hataya düşmektedir (Koca-Üzülmez, age s.344).
Failin hataya düşmesindeki kişisel kusurun değerlendirilmesi ile ilgili olması hasebiyle hatanın kaçınılamaz olup olmadığı,ex ante bir değerlendirme ile failin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, yaşı, rütbe ve görevi, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre koşulları somut olayın özellikleri göz önünde bulundurularak belirlenecektir.
Bu açıklamalar ışığında genel olarak 15 Temmuz 2016 günü meydana gelen kalkışma olayı değerlendirildiğinde;
15 Temmuz 2016 günü, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal düzeninin değiştirilmesi amacıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubu olan ve/veya bu örgütsel faaliyeti destekleyen 8.000’in üzerinde askerî personel tarafından savaş uçakları dâhil 35 uçağın, 3 geminin, 37 helikopterin, 74’ü tank olmak üzere 246 zırhlı aracın ve 4.000’e yakın hafif silahın kullanılarak; Cumhurbaşkanına suikasta teşebbüs edilmiş, TBMM ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi başta olmak üzere birçok stratejik merkez bombalanmış, Başbakanın konvoyuna silahlı saldırı gerçekleştirilmiş, kalkışmaya karşı koyan güvenlik görevlileri ile sokaklara çıkan sivillere devletin silahlı kuvvetlerine ait bu uçak, helikopter, tank ve silahlarla saldırılarak 4’ü asker, 63’ü polis ve 183’ü sivil olmak üzere toplam 250 ‘den fazla kişi şehit edilmiş, 23’ü asker, 154’ü polis ve 2.558’i sivil olmak üzere toplam 2.735 kişi de yaralanmıştır.
15 Temmuz 2016 günü işlenen somut darbe teşebbüsü, TCK’nın 309. maddesinde sayılan amaçlara matuf zarar tehlikesi doğuran vahim eylemler vasfını aşarak, anayasal düzeni doğrudan ortadan kaldırma neticesine yönelmiş, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ve etkinliğinden istifade edilerek planlanıp uygulanmış, neticesi ve başarısı eş zamanlı, senkronize hareketlere bağlı hukuki anlamda tek bir fiil olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle örgütsel koordinasyon veya iştirak iradesi gereğince ve iş bölümü doğrultusunda bulunduğu mahal ve konumuna uygun, amaca hizmet eden ve katkı sunan icrai (ya da garantör olunan hallerde ihmali) harekette bulunarak bu suça iştirakin her halinin mümkün olduğunun kabulü gerekir.
Genel olarak, 15 Temmuz 2016 günü, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal düzeninin cebren değiştirilmesi amacıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubu olan ve/veya bu örgütsel faaliyeti destekleyen 8.000’in üzerinde askeri personelin katılımıyla gerçekleştirilen darbe teşebbüsünde üstleri tarafından kullanılan erlerin de bulunduğu bir vakıa olmasına ve suç tanımında belirtilen amaçları gerçekleştirmeye yönelik bir fiil işlenmesi hususunda iştirak iradeleri bulunan sanıklar hakkında Türk Ceza Kanununun 309. maddesinde düzenlenen Anayasayı ihlal suçu yönünden aynı Yasanın 37-39. maddeleri gereğince iştirakın her şeklinin uygulanmasının mümkün bulunmasına nazaran;
a) Sıfat, konum ve rütbeleri ne olursa olsun; Örgütsel koordinasyon veya iştirak iradesi gereğince ve iş bölümü doğrultusunda bulundukları mahal ve konumlarına uygun, amaca hizmet eden ve katkı sunan icrai harekette bulunanların, icra aşamasına geçerek amaç suç yönünden somutlaştığında ve elverişliliğinde tartışma bulunmayan bu fiil üzerinde müşterek hâkimiyet kurdukları tespit edildiğinde TCK’nın 37. maddesi kapsamında “doğrudan fail”,
b) Doğrudan kanuni tanımda öngörülen cebir ve şiddet içeren icrai hareket niteliğinde olmayan, somut zarar tehlikesinin gerçekleşmesini sağlayacak biçimde -faillerle birlikte- fiil üzerinde müşterek hâkimiyet kurmalarını temin edecek fonksiyonel bir mahiyet taşımayan, darbenin icrasını kolaylaştırmaya yönelen hareketleri gerçekleştiren sanıkların eylemlerinin, 5237 sayılı TCK’nın 309/1 ve 39/2-c maddeleri kapsamında Anayasayı ihlale teşebbüs suçuna yardım eden olarak sorumlu tutulmaları,
c) Anılan kalkışma Anayasal düzeni doğrudan ortadan kaldırma neticesine yönelmiş, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ve etkinliğinden istifade edilerek planlanıp uygulanmış, neticesi ve başarısı eş zamanlı, senkronize hareketlere bağlı hukuki anlamda tek bir fiil olarak kabul edildiğinden, ülke genelinde gerçekleştirilmek istenen amaca matuf cebri/icrai fiilin, sanığın bulunduğu mahalde de doğrudan doğruya ya da araç suçlar yönünden icrasına başlanıp başlanmadığı saptanmalı,
Hatanın kaçınılamaz olup olmadığı tespit edilirken, olağan dönemlerde de aranan, failin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, yaşı, rütbe ve görevi, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre koşulları gibi kriterlerin, siyasi tarihi itibariyle darbe geleneğinin demokrasi kültüründen daha baskın olduğu ülkede suç tarihi itibariyle yaşanan kalkışmanın olağanüstü şartları nazara alınarak değerlendirilmesi, mevcut irade ve bilgisini, eylemin haksızlığını algılama, davranışlarını bu algılama doğrultusunda yönlendirme ve böylece haksızlığı tercih etmeme bakımından kendisinden beklenebilen tercih ve tutum noktasında kullanıp kullanmadığı ex ante bir değerlendirme ile belirlenmelidir.
Bu değerlendirmeler yapılırken, askeri hiyerarşinin en altında yer alan erler ile rütbeli personelin “ast” kavramına bağlanan hukuki sonuçlar bakımından aynı değerlendirmelere tabi tutulamayacağı da gözetilmek suretiyle;
aa- Sanığın, işlediği fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini bilmesine rağmen, bu fiili müşahhas olayda hukuka aykırı olmaktan çıkaran bir maddi sebebin varlığı hususunda kaçınılmaz bir yanılgıya düştüğü kanaatine varıldığında bir hukuka uygunluk sebebi olarak “Yetkili amir tarafından verilen ve yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan, hizmete ilişkin emrin ifası(TCK madde 24) nın maddi şartlarında kaçınılmaz bir yanılgıya düştüğü kabul edilirek, hatanın TCK’nın 30/3 delaletiyle 30/1 maddesi kapsamında kastı kaldıracağından 5271 sayılı CMK’nın 223/2-c maddesi gereğince beraatine,
bb- Sanığın, işlediği fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini bilmesine rağmen, esasen hukuk düzeninde kabul edilmeyen “konusu suç teşkil eden emrin ifası”nın, askeri hiyararşi içinde mutlak itaat ve emrin muhtevasını sorgulayamama ilkelerinin sonucu olarak bağlayıcı olduğu hususunda kaçınılmaz bir yanılgıya düştüğü kanaatine varıldığında hukuka uygunluk nedenlerinin varlığında kaçınılmaz bir yanılgıya düştüğü kabul edilerek, kaçınılmaz izin yanılgısı kusuru tamamen ortadan kaldıracağından TCK’nın 30/4 maddesi delaletiyle, 5271 sayılı CMK’nın 223/3-d maddesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmelidir.
B) Somut Olay
Yukarıda belirtildiği şekilde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ve bu örgütün Türk Ordusu içine sızarak yerleştirdiği kişilerce 15.07.2016 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı karargahı ele geçirilmiş ve bu kişilerce “Yurtta Sulh Konseyi” adı verilen yasadışı bir oluşumun yönetime el koyduğuna dair mesaj formuna ve ekindeki sözde atama listesine göre, olay tarihi itibariyle Tümgeneral rütbesi ile Topçu Füze Okulu Komutanı olarak görev yapan sanık …, “4’üncü Kolordu ve Ankara Sıkıyönetim Komutanlıklarına”; olay tarihi itibariyle Tuğgeneral rütbesi ile 58. Topçu Tugay Komutanı olarak görev yapan Sanık … de “mevcut görevine ilave olarak Topçu ve Füze Okul Komutanlığına” atanmışlardır. Söz konusu bu yazılı bildirim 15.07.2016 tarihinde saat 22.43’de Topçu ve Füze Okul Komutanlığı ile 58. Topçu Tugay Komutanlığına ulaşmıştır.
Söz konusu bu bildiriye ve atamaya uygun olarak sanık …, 16/07/2016 tarihinde saat 00.30’da sözde atandığı 4. Kolordu Komutanlığına gitmiş; burada bulunan 28. Mekanize Tugay Komutanlığındaki komutan odasına geçerek zırhlı birlikleri ve darbe sürecini sevk ve idare eden firari Tuğgeneral Ali Kalyoncu ile bir arada bulunarak süreci onunla birlikte takip etmiştir.
Sanıklardan … 11.07.2016 tarihinde (Pazartesi günü, olay tarihi öncesinde) yıllık izinde bulunmasına rağmen yıllık iznini keserek görevine dönerek, kendisi gibi darbeye katıldıkları anlaşılan Kara Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanlığı Teşkilat Şube Müdürlüğünde Kurmay Albay olarak görev yapan Bilal Akyüz ile bizzat görüşmeler yaparak darbe sırasında yapılacakları planlamıştır.
Sanık … 15.07.2016 tarihinde gece eğitimi yapılacağından bahisle birliklerin silah, teçhizat ve mühimmatlarını almalarını, ayrıca intikalde kullanılacak araçların telsizleriyle birliklerin hazır edilmesi talimatını vermiştir. Aynı gün saat 21.15 sıralarında başka dosya sanığı olan… ile yaptığı telefon görüşmesi ile saat 03.00 itibariyle yapılması planlanan darbe girişiminin öne çekildiğini öğrenmiştir. Bunun üzerine, sanık … 15.07.2016 tarihinde saat 21.33 itibarıyla mahiyetindeki birlik komutanları ve şube müdürleri olan bir kısım rütbeli sanığın katılımı ile toplantı yapmış ve “Arkadaşlar Genel Kurmay Başkanlığından ve Kara Kuvvetleri Komutanlığından almış olduğum emre göre, silahlı kuvvetler ülkede yönetime el koymuştur ve sıkı yönetim ilan edilmiştir. Ben Garnizon Komutanı ve Sıkıyönetim Bölge Komutanı oldum. Topçu Okul Komutanı da 4. Kolordu Komutanı oldu. Görevlendirdiğim birlikler takviye maksatlı olarak Ankara’ya gidecek” şeklinde açıklamada bulunmuş; sıkıyönetim direktifleri gereği kendilerine Ankara il merkezinde kontrol ve asayişin sağlanması görevi verildiğinden bahisle daha önce kendisinin bizzat hazırladığı yeni oluşturulmuş birliklerin intikali suretiyle TÜRKSAT ve TİB başkanlığının ele geçirilmesi ile birlikte Ankarada ana arterlerin kesiştiği kavşakların kontrol altına alınarak trafiğe kapatılması amacıyla birliklerin derhal hazırlanması ve görev yerlerine intikali ile kontrolün sağlanması talimatını vermiştir.
Sanık …’ün darbe teşebbüsü eylemi kapsamında hazırladığı tespit edilen iş bölümüne göre; Ankara’da TÜRKSAT, TİB, Çevreyolu, Bağlıca, Ümitköy, Beysukent, Bilkent, ODTÜ, Söğütözü, AŞTİ, Samsun-Konya yolu, AK Parti kavşak ve yerleşkelerinin ayrı ayrı kontrol altına alınması, yolların trafiğe kapatılması için 240 personel ve 45 araçtan oluşan birlikler görevlendirilmiştir.
Birliklerin kışladan çıkışları sırasında ve sonrasında nizamiye kapısında bulunan sanıklardan … tarafından ve intikal süresince de telefon irtibatı kurularak bizzat veya tugay harekat merkezinde görevlendirilen bir kısım sanıklar aracılığı ile sanık … tarafından birlik komutanlarına, polis veya halk engeli ile karşılaşmaları halinde silah kullanılması talimatları verilmiştir.
Yine, darbe teşebbüsü eylemi kapsamında sanık … tarafından, 58. Topçu Tugayında 2 adet fırlatma aracına bora füzesi yüklenmesi, Topçu ve Füze Okul Komutanlığına bağlı Gösteri ve Tatbikat Alayının bulunduğu Sakarya kışlasından fırtına obüslerinin çekici araçla alınarak Ankara Mamak’ta bulunan 28. Mekanize Piyade Tugayına gönderilmesi yönünde talimatlar da verilmiş, ancak bora füzesi atışa hazır hale getirilmediği ve fırtına obüslerinin de götürülmediği anlaşılmıştır. Ayrıca, sanık …, sözde sıkıyönetim direktiflerine uygun olarak 16.07.2016 tarihinde saat 01.35 sıralarında yine sözde yeni görev yeri olan Topçu ve Füze Okul Komutanlığının Polatlı ilçe merkezinde bulunan İnönü Kışlasına gitmiştir. İnönü Kışlası çevresindeki okul yakınında bulunan Askeriye Camisinde okunan selanın susturulması emrinin ikinci kez tekrar edilmesine rağmen yerine getirilememesi üzerine sanık …’ün talimatı doğrultusunda olay tarihinde Okul Kurs Tabur Komutanı olan sanık Abdulkerim Ceyhan, ilçenin kontrolün sağlamak, emniyeti ele geçirmek ve de salaları susturmak üzere hazırlattığı kursiyer uzman çavuşlardan oluşan birlikle okuldan çıkarak Merkez camiine ve ilçe merkezine gitmiştir.
Darbe teşebbüsü kapsamında yapılan iş bölümüne uygun olarak Polatlı’dan Ankara istikametine zırhlı araçlarla hareket eden sanıkların oluşturduğu konvoyların büyük bir kısmının Yapracık yokuşu mevkisinde kara yolunu kapatan halk ve kolluk görevlileri tarafından engellenerek ilerleyişleri durdurulmuş, dönmek istemişlerse de dönüş yolunun da aynı şekilde kapatılmış olması nedeniyle bulundukları yerlerinden hareket edemedikleri, küçük bir kısmın birliğine geri döndüğü, bir kısmının ise Polatlı çıkışında herhangi bir çatışmaya girmeksizin bilahare darbe teşebbüsünün başarısız olduğunun anlaşılması üzerine halkın ve kolluk güçlerinin müdahalesi ile yakalandıkları anlaşılmaktadır.
Özetle; sanıklar darbeye teşebbüs kapsamında yapılan sözde atamalara ve görevlendirmelere uygun eylemlerde bulunmuşlar, üst rütbeli olan sanıklar emirleri altındaki birlikleri darbeye teşebbüs kastıyla sevk ve idare etmişler, bazı sanıklar tarafından darbe girişiminde yararlanmak amacıyla bir kısım personel tugaya çağrılmış, bu kapsamda bazı sanıkların da bu şekilde tugaya gitmişler, darbe teşebbüsü kapsamında mevzuata aykırı birlikler oluşturulmuş ve bu birliklere suçun icrasında kullanacakları araç, teçhizat ve mühimmat tahsis edilmiş, söz konusu birlikler verilen talimat ve yapılan iş bölümü üzerine tugay dışına intikal etmişler, sanık … tarafından darbe teşebbüsü kapsamında fırlatma aracına Bora füzesi yüklenmesi gibi vahim talimatlar verilmiş, yine darbe teşebbüsü kapsamında yasa dışı bir oluşum olan Yurtta Sulh Konseyi tarafından yayınlanan sözde sıkıyönetim direktiflerine uygun olarak Topçu ve Füze Okulunda emir ve komutayı ele geçirmeyi sağlamaya yönelik eylemlerde bulunmuş, bir kısım sanıkları da koruma kapsamında emir almaya ve vermeye hazır halde bekletmiş; bir kısım sanıklar askeriye çevresi ve ilçe merkezinde keşif çalışmalarında bulunmuş, bazı sanıklar tarafından tugay harekat merkezi ile tugay içinde kalarak dışarı çıkan birlikler ile tugay komutanı arasında koordinasyon sağlamaya çalışılmış, izindeki personeller kışlaya çağrılmış, amaca ulaşmak için cebir ve şiddet uygulanması yönünde talimatlar verilmiş, Topçu ve Füze Okul Komutanlığına bağlı Gösteri ve Tatbikat Alayının bulunduğu Sakarya Kışlasından Ankara 28.Mekanize Piyade Tugayına fırtına obüsü taşınması için çekici gönderilmiş, Topçu ve Füze Okul Komutanlığında görevli olanlar sözde sıkıyönetim direktiflerini bildirmek üzere ana ast birlik komutanları olan sanıklar ile toplantı yapılmış, tugay dışına intikal edecek olan sanıkların silahlandırılarak bu birliklere mühimmat dağıtılmıştır.
Genel hatları ile yukarıda açıklanan şekilde davaya konu somut olayların ve eylemlerin gerçekleştiği anlaşılmıştır.
III- Hukuki Açıklamalar ve Somut Olay Çerçevesinde Hükümlerin İncelenmesi
Sanıklara müsnet suçların unsurları ve özel görünüm şekilleri, savunmalarında ileri sürülen hukuki kurumlar ile ilgili olarak yapılan açıklamalar, 15 Temmuz 2016 günü ülke genelinde yaşanan olaylar, Bölge Adliye ve İlk Derece Mahkemelerince sübutu kabul edilen somut olay çerçevesinde sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesine gelince;
A) Sanıklar …, .. ve … hakkında verilen mahkumiyet hükümleri ile sanıklar … ve … hakkında verilen beraat hükümlerine yönelik istinaf başvurularının esastan reddi kararlarının incelenmesinde;
Somut darbe teşebbüsü, TCK’nın 309. maddesinde sayılan amaçlara matuf zarar tehlikesi doğuran vahim eylemler vasfını aşarak, anayasal düzeni doğrudan ortadan kaldırma neticesine yönelmiş, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ve etkinliğinden istifade edilerek planlanıp uygulanmış, neticesi ve başarısı eşzamanlı, senkronize hareketlere bağlı hukuki anlamda tek bir fiil olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle örgütsel koordinasyon veya iştirak iradesi gereğince ve iş bölümü doğrultusunda bulundukları mahal ve konumlarına uygun, amaca hizmet eden ve katkı sunan icrai harekette bulunanların, icra aşamasına geçerek amaç suç yönünden somutlaştığında ve elverişliliğinde tartışma bulunmayan bu fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurdukları gözetilerek TCK’nın 37. maddesi kapsamında “doğrudan fail” olduklarının kabulünde zorunluluk bulunmakla;
Sanıklar …, …, …., …, …, … ve …’in FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yönetimi tarafından planlanıp, örgütsel faaliyet kapsamında icra edilen Anayasayı ihlal suçuna ilişkin olarak olay günü ortaya koydukları davranışlar itibariyle planlama, hazırlık ve icra organizasyonundan haberdar olmak suretiyle darbeye teşebbüs suçunu sevk ve idare edenler tarafından verilen emirleri/görevleri kabullenerek, emir doğrultusunda ülke çapındaki icra hareketleriyle illi bir değer taşıyan icra hareketlerini birlikte gerçekleştirerek suçun icrasında üstlendikleri rolleri, her birinin suçun icrasına ilişkin etkin, fonksiyonel katkıları da göz önünde bulundurulduğunda, fiil üzerinde ortak hakimiyet kurduklarının kabulü ile TCK’nın 309. maddesinden mahkumiyetlerine dair verilen hükümlerde bir isabetsizlik bulunmadığından;
Konumları rütbeleri ve mesleki tecrübeleri itibariyle gelen emir mesaj muhtevasının açıkça suç teşkil etmesi nedeniyle yerine getirilmesinin cezai sorumluluk doğuracağını bilebilecek durumda olan sanıklar …,…’den olma 1995 doğumlu), …, , …, … ve …’in; cep telefonundaki iletilerde sanık …’nın “kimseye deme bizde bir şey yok hazırda duruyoruz”, kendisine AK Parti il binasının kuşatıldığına ve MİT’e saldırı olduğuna dair gelen iletiye karşılık “alıp döneceğiz”, “alıp döneceğiz bunda da devrilmezse daha da bu göçmez……” şeklinde mesajlar çektiği, akabinde de darbe teşebbüsünün başarısız olduğunun anlaşılmasından sonra ileti gönderdiği kişiye “mesajları sil” ve benzeri şeklinde yazdığı iletiler olduğu; ayrıca sanık …’in savunma kapsamında değerlendirilemeyecek ve eylemdeki kastını belirten duruşmadaki tavır ve davranışları da göz önünde bulundurulduğunda sanıkların savunmalarına itibar edilemeyeceği cihetle, kararın somut olayın değerlendirilmesi kısmında bahsedilen eylemlerinin kanuni tanımda öngörülen cebir ve şiddet içeren icrai hareket niteliğinde olmaması, neticenin/somut zarar tehlikesinin gerçekleşmesini sağlayacak biçimde faillerle birlikte fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurmasını temin edecek fonksiyonel bir mahiyet taşımaması nedeniyle müsnet suç yönünden TCK’nın 37. maddesi kapsamında fail olarak sorumlu tutulamayarak, suçun icrasına başlanmasından sonra katılma iradesini açıkça ortaya koyan hareketlerin, zaman, nitelik ve yakın zarar tehlikesine yaptığı katkı itibariyle bütün olarak darbenin icrasını kolaylaştırmaya yönelik olduğunun, adı geçen sanıkların sübutu kabul edilen eylemlerinin 5237 sayılı TCK’nın 309/1 ve 39/2-c maddeleri kapsamında Anayasayı ihlale teşebbüs suçuna yardım etmek suçunu oluşturduğunun kabulünde ve konumları, üstlendikleri vazife nazara alınarak ceza tayini yapılarak verilen mahkumiyet hükümlerinde isabetsizlik bulunmadığından;
Sanıklar … ve …’ın ise yüklenen suçları işledikleri konusunda her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı deliller bulunmadığı, yüklenen suçların sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan;
Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcısı, katılanlar vekilleri ile sanıklar ve müdafiilerinin temyiz itirazları yerinde görülmeyerek CMK’nın 302/1. maddesi gereğince temyiz davasının esastan reddiyle hükümlerin ONANMASINA,
B) Sanıklar …, …, …, …, … ve … hakkında verilen beraat hükümlerine yönelik istinaf başvurularının esastan reddi kararlarının incelenmesinde;
Sanıkların işledikleri fiilin haksızlık teşkil etmesine rağmen, konumları ve rütbeleri itibariyle esasen hukuk düzeninde kabul edilmeyen “konusu suç teşkil eden emrin ifası”nın, askeri hiyararşi içinde mutlak itaat ve emrin muhtevasını sorgulayamama ilkelerinin sonucu olarak bağlayıcı olduğu hususunda kaçınılmaz bir yanılgıya düştükleri kanaatine varıldığından, hukuka uygunluk nedenlerinin varlığında kaçınılmaz bir yanılgıya düştükleri kabul edilerek, kaçınılmaz izin yanılgısı kusuru tamamen ortadan kaldıracağından TCK’nın 30/4 maddesi delaletiyle, 5271 sayılı CMK’nın 223/3-d maddesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde sanıkların beraatlerine hükmolunması,
Bozmayı gerektirmiş, katılanlar vekillerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin BOZULMASINA, ancak yeniden yargılama yapılması gerektirmeyen bu hususun 5271 sayılı CMK’nın 303/1-c. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hükmün XII no.lu hüküm fıkrasının (1) ve (3) no.lu paragraflarındaki “…kamu davası açılmışsa da;” ibresinden sonraki ibarelerin tümden çıkartılarak yerine “TCK’nın 30/4 maddesi delaletiyle 5271 sayılı CMK’nın 223/3-d maddesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına,” yazılmak suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
C) Sanıklar ….., …, …, …, …, … ve … hakkındaki mahkumiyet hükümlerine yönelik istinaf başvurularının esastan reddi kararlarının incelenmesinde;
1- …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında verilen kararlar yönünden;
Takdiri indirim nedeni olarak; failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususların göz önünde bulundurulması gerektiği gözetilmeden, mahkemece subütu kabul edilen olaydaki konumları ve olay sırasında ve sonrasındaki davranışları göz önünde bulundurulmaksızın geçmişte sabıkası bulunmayan, duruşma tutanaklarında da haklarında olumsuz bir gözlem yer almayan … haricindeki sanıklar hakkında hükmolunan cezalardan TCK’nın 62. maddesi uyarınca indirim yapılması gerekirken, yetersiz ve dosya kapsamıyla uyumlu olmayan gerekçelerle takdiri indirim yapılmasına yer olmadığına karar verilmesi; sanıklardan … hakkında ise temyiz aşamasında dosyaya gelen kayıt ve belgelerin CMK’nın 217. maddesi uyarınca duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra sonucuna göre TCK’nın 62. maddesi uyarınca indirim yapılması gerekip gerekmediğine karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi,
2- Sanıklar … ve … hakkında verilen kararlar yönünden;
a) Anayasanın 138/1. maddesi hükmü, TCK’nın 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerle 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi çerçevesinde, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, konusunun önem ve değeri, meydana getirdiği zarar ve tehlikenin ağırlığı ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik de göz önünde bulundurularak makul bir cezaya hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek fazla ceza tayin edilmesi,
b) Takdiri indirim nedeni olarak; failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failinin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususların göz önünde bulundurulması gerektiği gözetilmeden, geçmişte haklarında herhangi bir suç kaydı ve sabıkası bulunmayan, dosyaya yansıyan olumsuz bir davranışları tespit edilemeyen sanıklar hakkında yasal olmayan gerekçe ile TCK’nın 62. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi;
3- …, .., …, …, … ve … hakkında verilen kararlar yönünden;
Kanuni tanımda öngörülen cebir ve şiddet içeren icrai hareket niteliğinde olmayan, somut zarar tehlikesinin gerçekleşmesini sağlayacak biçimde -faillerle birlikte- fiil üzerinde müşterek hâkimiyet kurmalarını temin edecek fonksiyonel bir mahiyet taşımayan, ancak suçun icrası bağlamında katılma iradesini açıkça ortaya koyan, zaman, nitelik ve yakın zarar tehlikesine yaptığı katkı itibariyle bütün olarak darbenin icrasını kolaylaştırmaya yönelen hareketleri gerçekleştiren sanıkların eylemlerinin; konumları, eğitim düzeyleri, rütbeleri ve mesleki tecrübeleri itibariyle verilen emrin ve eylemlerinin suç teşkil ettiğini ve bu emre uymak zorunda olmadıklarını bilebilecek durumda olmaları nedeniyle haklarında TCK 24/1-4, 30. maddelerinin tatbik şartları da bulunmadığından eylemlerinin TCK’nın 309/1 ve 39/2-c maddeleri kapsamında Anayasayı ihlale teşebbüs suçuna yardım etmek suçunu oluşturacağı; bahsi geçen suçtan dolayı hüküm kurulurken de konumları ve eylemlerinin nitelikleri göz önünde bulundurularak sanıklardan …, …, …, …’un somut olaydaki yardım teşkil eden eylemleri ile orantılı olacak şekilde alt sınırdan uzaklaşılarak cezalandırılmaları gerektiği gözetilmeksizin delillerin değerlendirilmesinde düşünülen yanılgı ve eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
4- Sanıklar …,, …, …, …, … ve … hakkında verilen kararlar yönünden;
Darbenin planlama, organizasyon ve icrasını gerçekleştiren FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne mensubiyetleri ve örgütsel faaliyet kapsamında işlenen anayasayı ihlal suçuna ilişkin planlama, hazırlık ve icra organizasyonundan önceden haberdar oldukları kanıtlanamayan sanıkların, darbeyi sevk ve idare eden amirleri tarafından verilen emirleri/görevleri kabullenerek verilen emir doğrultusunda cebir ve şiddet içermeyecek eylemlerde bulunmaktan ibaret, zarar tehlikesi bakımından illi bir değer taşıdığında kuşku bulunmayan eylemlerinin, zarar tehlikesi açısından ortaya koyduğu katkı-önem derecesine göre, ”yardım etmek” olarak TCK’nın 39/2-c maddesi delaletiyle 309. maddesinde düzenlenen Anayasayı ihlal suçunu oluşturacağı gözetilip ayrıca askeri hiyerarşinin en altında yer alan uzman erbaşlar ve erler ile rütbeli personelin “ast” kavramına bağlanan hukuki sonuçlar bakımından aynı değerlendirmelere tabi tutulamayacağı da nazara alınmak suretiyle; uzman çavuş, uzman onbaşı ve uzman er rütbelerinde olan sanıkların, ilgili birimlerden FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklarının ve bağlantılarının olup olmadığı araştırıldıktan ve sanıkların işledikleri fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini bilmelerine rağmen esasen hukuk düzeninde kabul edilmeyen “konusu suç teşkil eden emrin ifası” nın, askeri hiyerarşi içinde mutlak itaat ve emrin muhtevasını sorgulayamama ilkelerinin sonucu olarak bağlayıcı olduğu hususunda kaçınılmaz bir yanılgıya düşüp düşmediklerinin, bilgi düzeyleri, gördükleri eğitim, yaşları, rütbe ve görevleri, içinde bulundukları sosyal ve kültürel çevre koşulları gibi kriterler muvacehesinde suç tarihi itibariyle yaşanan kalkışmanın olağanüstü şartları da dikkate alınarak değerlendirilmesi, mevcut irade ve bilgilerini, eylemin haksızlığını algılama, davranışlarını bu algılama doğrultusunda yönlendirme ve böylece haksızlığı tercih etmeme bakımından kendilerinden beklenebilen tercih ve tutum noktasında kullanıp kullanmadıkları ayrı ayrı tespite çalışılıp, hukuka uygunluk nedenlerinin varlığında kaçınılmaz bir yanılgıya düşüp düşmedikleri değerlendirilip, yanılgıya düştüklerinin saptanması halinde, kaçınılmaz izin yanılgısı kusuru tamamen ortadan kaldıracağından TCK’nın 30/4 maddesi delaletiyle, 5271 sayılı CMK’nın 223/3-d maddesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği gözetilerek sanıkların hukuki durumlarının buna göre tayin ve takdiri gerekirken, eksik inceleme, delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı ve yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
Kanuna aykırı, katılanlar vekilleri ile sanıklar ve müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan bu sebeplerden dolayı hükümlerin BOZULMASINA, ilamın “III -(C) numaralı bölümün (4) numaralı” kararında yazan sanıklar hakkındaki bozma sebebine göre temyiz talebi reddedildiğinden inceleme dışı kalan sanık … hakkındaki mahkumiyet hükmü bakımından bozma kararının CMK’nın 306. maddesi uyarınca SİRAYETİNE; mevcut delil durumu, bozma nedeni ve tutuklulukta kaldıkları süreler nazara alınarak sanıklar … …, …, ve hakkında sirayet kararı verilen …’ın TAHLİYELERİNE, başka suçtan hükümlü veya tutuklu bulunmadıkları takdirde DERHAL SALIVERİLMELERİNİN sağlanması için ilgili yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına müzekkere yazılmasına, sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … haklarındaki yakalama kararlarının KALDIRILMASINA, belirtilen tahliye kararı ile haklarındaki yakalama kararının kaldırılmasına karar verilen tüm sanıklar hakkında CMK’nın 109/3-a maddesi gereğince “yurtdışına çıkamamak” şeklinde ADLİ KONTROL TEDBİRİ UYGULANMASINA, bozma sebepleri ve tutuklu kaldıkları süre göz önünde bulundurularak diğer sanıklar ve müdafilerinin tahliye istemlerinin reddine, 28.02.2019 tarihinde yürürlüğe giren 20.02.2019 tarih ve 7165 sayılı Kanunun 8. maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanunun 304. maddesi uyarınca dosyanın Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 08.03.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.