Yargıtay Kararı 16. Ceza Dairesi 2019/3288 E. 2019/5054 K. 19.07.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2019/3288
KARAR NO : 2019/5054
KARAR TARİHİ : 19.07.2019

Mahkemesi :Ceza Dairesi
Suç : Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek ve Silahlı terör örgütüne üye olmak, Kasten öldürmeye teşebbüs, Mala zarar verme
Hüküm : Sanıklar …, …,…, …, …, … hakkındaki; Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs suçundan CMK 223/3-d maddesi uyarınca “Ceza Verilmesine Yer Olmadığına,” Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini, TBMM’yi Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs suçlarından, “Karar verilmesine yer olmadığına,” Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak suçundan, CMK 223/2-e maddesi uyarınca ayrı ayrı beraatlerini içeren hükmüne dair, dava dosyasının CMK 10/1. maddesi uyarınca tefriki,
Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … hakkında, Cebir ve Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek ve Silahlı Terör örgütüne üye olmak suçlarından, CMK 223/2-e maddesi uyarınca ayrı ayrı Beraatlerine yönelik istinaf taleplerinin reddiyle CMK’nın 280/1-a maddesi gereğince istinaf başvurularının esastan reddine,
Sanıklar … , …,…, … ,…, …,…, …, …, …,
… hakkında; Cebir ve Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek ve Silahlı Terör örgütüne üye olmak suçlarından;
Sanıklar …, …,…, …, …, …, … hakkında, Kamu malına zarar verme suçundan,
Sanıklar …, …, … hakkında, Kamu malına zarar verme ve mala zarar verme (6 kez) suçlarından, CMK 223/2-c maddesi uyarınca ayrı ayrı Beraatlerini içeren hükmüne dair; CMK’nın 280/1-a maddesi gereğince istinaf başvurularının esastan reddine,
Sanık …’nin TCK 309/1, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK 39/1-2-c, 58/9, 53, 63, maddeleri gereğince mahkumiyetine, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek ve Silahlı Terör örgütüne üye olmak, suçlarına ilişkin karar verilmesine yer olmadığına,
Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … hakkında, TCK 309/1, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK 58/9-6, 53, 63, maddeleri uyarınca mahkumiyetlerine, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek ve Silahlı Terör örgütüne üye olmak, suçlarına ilişkin “Karar Verilmesine Yer Olmadığına”
Sanıklar … ve … hakkında;
TCK 309/1, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK 58/9-6, 53, 63, maddeleri uyarınca mahkumiyetlerine,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek ve Silahlı Terör örgütüne üye olmak, suçlarına ilişkin “Karar Verilmesine Yer Olmadığına”
TCK 152/1-a, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK 58/9-6, 53, maddeleri uyarınca mahkumiyetlerine,
Sanık … hakkında; TCK 309/1, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK 58/9-6, 53, 63, maddeleri uyarınca mahkumiyetine,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek ve Silahlı Terör örgütüne üye olmak, suçlarına ilişkin “Karar Verilmesine Yer Olmadığına”
TCK 152/1-a, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK 58/9-6, 53, maddeleri ve TCK 151/1, 3713 sayılı Kanunun 5/1, 52/2, maddeleri uyarınca mahkumiyetlerine,
Sanık … … hakkında;
TCK 309/1, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK 62, 58/9-6, 53, 63, maddeleri uyarınca mahkumiyetine,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek ve Silahlı Terör örgütüne üye olmak, suçlarına ilişkin “Karar Verilmesine Yer Olmadığına”
Sanık … hakkında;
TCK 309/1, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK 62, 58/9-6, 53, 63, maddeleri uyarınca mahkumiyetine,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek ve Silahlı Terör örgütüne üye olmak, suçlarına ilişkin “Karar Verilmesine Yer Olmadığına”
TCK 152/1-a, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK 58/9-6, 53, maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezasını içeren hükümlerine dair; CMK’nın 280/1.a maddesi gereğince istinaf başvurusunun esastan reddine,
Sanık … hakkında;
Katılan…’e karşı işlenen, TCK 81/1, 35/1-2, 266, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK 58/9-6, 53, 63, maddeleri uyarınca, 24 yıl hapis cezasını içeren Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 04.05.2018 tarih, 2017/1 – 2018/222 E.K sayılı hükmüne dair TCK’nın 35. maddesinin TCK’nın 81/1, 266, 3713 sayılı Kanunun 5/1 maddelerinden sonra uygulanması ile netice cezanın “17 yıl hapis cezası” olacak şekilde düzeltilmek suretiyle CMK’nın 280/1.a maddesi gereğince istinaf başvurunun esastan reddi
Bölge Adliye Mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle;
Temyiz edenlerin sıfatı, başvuruların süresi, kararın niteliği ve temyiz sebeplerine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;
Bölge Adliye Mahkemesince haklarında kurulan hükümlerin bozulmasına karar verilen sanıklar …, …, … ve … hakkında kurulan hükümler inceleme kapsamı dışında bırakılmıştır.
Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle; temyiz edenin sıfatı bakımından 477 sayılı Kanun ile bazı kanunlarda değişiklik yapılması hakkındaki 698 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Başbakanlık kurumuna yapılacak tüm atıfların Cumhurbaşkanlığı kurumuna yapılacağı göz önünde bulundurulmuştur.
Sanıklar ve müdafilerinin duruşmalı inceleme istemlerinin, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi doğrultusunda, İlk Derece ve Bölge Adliye Mahkemelerinde savunmaya yeterli süre ve kolaylık sağlanarak bu hakkın etkin şekilde kullandırılmış olması ve temyiz denetiminde de yazılı savunmanın sınırsız şekilde kullanılabilme olanağının bulunması karşısında, savunma hakkının kısıtlanması söz konusu olmadığından, 01.02.2018 tarihli ve 7079 sayılı Kanunun 94. maddesi ile değişik CMK’nın 299/1. maddesi uyarınca takdiren REDDİNE,
I-Mala Zarar Verme suçundan kurulan hükümlere yönelik temyiz taleplerinin incelenmesinde;
Bölge adliye mahkemesinin kararı, verilen cezanın tür ve süresine göre CMK’nın 286/2-a maddesi gereğince temyiz edilemez nitelikte olduğundan Cumhuriyet Savcısı, katılanlar vekilleri ile sanıklar ve müdafiilerinin bu suçtan kurulan hükümler yönünden temyiz istemlerinin CMK’nın 298. maddesi gereğince REDDİNE,
II-Sanıklar …, …, …, …, …, … hakkındaki Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs suçundan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini, TBMM’yi Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs suçlarından ve Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak suçundan kurulan hükümlere ilişkin olarak yapılan istinaf incelemesinde CMK 10/1. maddesi uyarınca verilen tefrik kararları hüküm niteliğinde olmadığından ve CMK 286 madde uyarınca temyiz yeteneği bulunmadığından bu hükümlere yönelik Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Savcısının temyiz isteminin ve sanıklar hakkında “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek ve Silahlı Terör örgütüne üye olmak,” suçlarından verilen “Karar Verilmesine Yer Olmadığı” kararlarına yönelik temyiz talebi bakımından ise Bölge Adliye Mahkemesi tarafından ilk derece mahkemesinin bu hususta vermiş olduğu karara yönelik olarak İstinaf incelemesinde açıkça bu hususta bir karar verilmemiş olmaması karşısında bu hükümler bakımından temyiz itirazlarının CMK 298/1. maddesi uyarınca REDDİNE,
III-Katılanlar …, …, …, İçişleri Bakanlığı …, Milli Savunma Bakanlığının cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek ve silahlı terör örgütüne üye olmak suçlarının niteliği itibariyle suçtan doğrudan doğruya zarar görmedikleri ve bu nedenle de davaya katılma hakları bulunmadığı ve davaya katılmalarına ilişkin verilen karar da hukuki değerden yoksun olup hükmü temyiz yetkisi vermeyeceği ve ayrıca …, …, İçişleri Bakanlığı …, …, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı ve TBMM’nin ise sanık … hakkında kasten öldürmeye teşebbüs suçunun niteliği itibariyle atılı suçtan doğrudan doğruya zarar görmediği ve bu nedenle de davaya katılma hakkı bulunmadığı, davaya katılmalarına ilişkin verilen karar da hukuki değerden yoksun olup hükmü temyiz yetkisi vermeyeceğinden katılanlar vekillerinin belirtilen suçlara ilişkin kurulan hükümlere yönelik temyiz istemlerinin CMK 296/1. maddesi gereğince REDDİNE,
Sair hükümler bakımından temyiz taleplerinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Öncelikle, anayasal düzene karşı suçların unsur ve nitelikleri, bu suçlar yönünden eski ve yeni ceza yasanın mukayesesi, teşebbüs sorunu, illiyet bağı, iştirak hükümleri ve sanıkların savunmada ileri sürülen hukuki kurumlar ile kusurluluğu etkileyen nedenlerin genel değerlendirilmesi yapılacaktır.
Anayasayı İhlal Suçu
5237 sayılı TCK’nın 309/1. maddesinde tanımlanan anayasal düzene karşı suçta, tipik eylem, cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye elverişli vasıtalarla teşebbüs etmektir. Görüldüğü üzere, cebir ve şiddet bu suçun unsurunu oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasal düzenin değiştirilmesine yönelik teşebbüsün ancak cebir ve şiddet kullanılarak, yani bireylerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat edilerek gerçekleştirilmesi gerekir. Kanunun aradığı cebrilikten maksadın fiziki/maddi cebir olduğu açıktır.
Fiziki güce dayanan elverişli ve cebri eylemin, Anayasayı ihlal/Hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçunu oluşturacağı konusunda doktrin ve uygulamada ortak görüş mevcuttur.
5237 sayılı TCK’nın hazırlık çalışmaları sürecinde de, Hükûmet tasarısında anayasayı ihlal suçunu düzenleyen 363. maddesi “koruyucu doktrin”in benimsediği görüş doğrultusunda formüle edilmişti, ancak, tasarının Mecliste ki görüşmelerinde; “Manevi cebir kavramı, mehaz kanun bakımından Faşizmin, Türk Ceza Hukuku yönünden ise meşru siyasi iktidarın yargılanmasına gerekçe arayan 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra o gün iktidarda olanları yargılamak amacıyla kurulan Yüksek Adalet Divanı’nın eseridir.” gerekçesi ile, bu tasarı kabul görmemiş, yasa metninde açıkça “cebir ve şiddet” unsuruna yer verilmiş, cebrin de fiziki/maddi cebir olduğu gerekçede açıklığa kavuşturularak, hatta cebir kavramının yanına şiddet eklenmek suretiyle maddi cebir vurgulanarak, özgürlükçü çağdaş demokratik hukuk devleti ilkelerine uygun düzenleme yapılmıştır.
Suçun İhmali Davranışla İşlenmesi:
Hukuk normları, ya yasaklayıcı norm ya da emredici norm olarak ortaya çıkarlar. Yasaklayıcı norm, belli bir hareketin yapılmasını yasaklar. Zira yasaklanan hareketin yapılması halinde bir hak ihlali söz konusu olacaktır. Ceza kanunlarındaki suçların çoğu yasaklayıcı normun ihlal edilmesiyle işlenmektedir. Yasaklayıcı normun ihlali ancak icraî bir hareketle gerçekleştirilebilir. Emredici norm ise, belli bir hareketin yapılmasını emreder. Bu hareket yapılmadığında bir hak ihlal edilmiş olacaktır. Bu nedenle ihmali suçlar cezayı gerektiren emredici normlara karşı gelmek suretiyle işlenebilir. Bu doğrultuda Ceza Kanunumuzun özel kısmında suçlar çeşitli şekillerde tasnif edilirken, ayrımlardan birisi de gerçekleştirilen hareketin şekline göredir. Bunlar icrai suç ve ihmali suç olarak ayrıma tabi tutulmuştur.
İhmal, Türkçe sözlükte; “gereken ilgiyi göstermeme, boşlama, savsaklama, savsama, önem vermeme” olarak, Osmanlıca-Türkçe büyük lügatta da “ehemmiyet vermemek, yapılması lazım işi sonraya bırakma, dikkatsizlik, başlayıp bırakmak, terk etmek” şeklinde açıklanmaktadır.
“İhmali ifade etmek üzere; olumsuz, menfi, negatif hareket; icrai ifade etmek üzere de olumlu, müspet, pozitif hareket terimlerine rastlanmaktadır” (Hakan Hakeri, Kasten Öldürme Suçları, 2006 baskı, s. 69)
Hukuksal yararlara saygı gösterilmesi gereği iki şekilde ihlal edilebilir. İlki, bir hukuki yarara tecavüz teşkil edilen bir hareketin yapılması, ikinci olarak da hukuki yararı koruyan hareketin yapılmaması suretiyle (Gössel, 323). Bununla beraber garantörsel ihmali suçları da bu ayrıma dahil ederek üçüncü bir ayrım yapılabilir. Nitekim icra ve ihmal ile işlenebilen suçların yanısıra hem icrai hem de ihmali hareketlerle işlenebilen suçlar da söz konusu olabilir. (Hakeri, age, s. 70)
İhmali suçlar iki gruba ayrılmaktadır. Birinci grup, gerçek ihmali suçlar olup “ihmali hareketin bizzat suç tipinde gösterildiği suçlardır.” Bu suçlarda tipiklik, kanunda tarif edilen belli bir emredici normun kasten yerine getirilmemesiyle gerçekleşir. İhmali davranışın sonucunda ayrıca bir neticenin meydana gelmesi bu suçların oluşması için zorunlu değildir. Gerçek olmayan ihmali suçlar ise “tipe uygun bir neticenin engellenmemesi suretiyle gerçekleştirilen suçlardır.” Fakat bunun için failin özel bir hukuki yükümlülük (garantörlük) altında bulunması gerekir. Ancak garantör olan bir kimse gerçek olmayan ihmali suçun faili olabileceğinden, bu suçlar gerçek özgü suçlardır. Ceza kanununda düzenlenen her suç, hem icrai hem de ihmali hareketle işlenebilir. Kural olarak icrai hareketle işlenebilen bir suçun ihmali hareketle de işlenebilmesine gerçek olmayan ihmali suç denmektedir. Keza bir suçun kanuni tanımında belli bir davranışta bulunma veya belli bir neticeye sebebiyet verme cezalandırılmaktadır. Gerçek olmayan ihmali suçlar, neticeli suçlardır. Bu suçlarda, mutlaka neticeyi önleme yönünden hukuki yükümlülük bulunması gereklidir.
Öğretide icrai hareketle işlenebilen bir suçun ihmali davranışla da işlenebildiğinin kabulü için, görünüşte ihmali suçlara ilişkin bir düzenlemenin genel hükümlere konulmasında zorunluluk olduğu görüşü şu gerekçe ile ileri sürülmüştür: “…icrai hareketle işlenen suçların hangi koşullarda ihmali hareketle de işlenebileceğinin, yani ihmalin icraya eşdeğerlik koşulunun kanunun genel hükümler kısmında yapılacak bir düzenleme ile belirlenmesi gerekirdi. Ancak yeni TCK’da ihmali hareketin icrai harekete eşdeğer sayılacağı haller belirli bazı suçlarda sınırlı olarak öngörülmüştür. Bunlar, kasten öldürme, kasten yaralama ve işkence suçlarıdır. Bunların dışında kalan suçların ihmali bir hareketle işlenmesi durumunda failin cezalandırılıp cezalandırılmayacağı hususu tartışmalı hale gelmiştir. Kanaatimizce kanunilik ilkesi açısından, görünüşte ihmali suçlara ilişkin bir düzenlemenin genel hükümlere konulmasında zorunluluk vardır. Mevcut düzenlemeye göre, ihmali hareketle işlenebileceği açıkça belirlenemeyen suçların ihmali hareketle işlenmesi mümkün değildir. Kanun koyucu sadece bu suçların kanuni tanımında açıkça ihmali hareketi icrai harekete eşdeğer gördüğünü belirtilmiştir. Dolayısıyla bunların dışında kalan suçların ihmali hareketle işlenebileceğini kabul etmek kanunilik ilkesine aykırı olabileceği gibi, kanun koyucunun iradesiyle de çelişecektir.” (Koca-Üzülmez, TCK. Genel Hükümler, 9. baskı, s. 381-382; atfen, Öztürk/Erdem, kn. 171, 5237 sayılı TCK, s. 180; Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler. 12. basım, s. 145)
Gerçek olmayan ihmali suçların tamamlanabilmesi için tipe uygun neticenin meydana gelmesi gerekir. Ancak, netice de faile objektif olarak isnat edilebilmelidir. İcrai suçlarda objektif isnadiyet, failin neticeye sebebiyet vermesini gerektirmektedir. İhmali suçlarda da nedensellik bağı ve objektif isnadiyet sorumluluk için şarttır. Ancak, icrai suçlarda olduğu gibi netice hareketin fiziki bir sonucu olmasından ziyade, hukuken beklenen hareket yapılmış olsaydı tipe uygun neticenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine bakılmalıdır. Başka bir deyişle, ihmali hareket olmasaydı, yani icrai bir hareket yapılsaydı netice meydana gelmeyecekti denilebiliyorsa, ihmali hareketle netice arasında nedensellik bağı vardır. Aksi taktirde ihmali hareketten doğan sorumluluğun sınırlarının aşırı şekilde genişletilmesi söz konusu olacaktır.
Sanığın eylemi/araç suç ile amaç suç arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı sorunu;
Hiç kimse, kendi hareketinin neden olmadığı bir sonuçtan sorumlu tutulamaz. Bir neticeden dolayı sorumlu tutulabilmenin temelini, hareket ile netice arasındaki sebep-sonuç ilişkisini ifade eden nedensellik bağı oluşturur. Fail’in sorumluluğu bakımından, suçun kanuni tanımında hareketin yanı sıra neticeye yer verilmişse illiyet bağının bulunması zorunludur. Esasen illiyet bağı her neticeli suçta bulunması gereken doğal bir olay olmakla birlikte, doğa bilmi temelinde nedensellik, isnadiyet propleminin çözümünde sadece bir hareket noktası ve dış bir çerçeve oluşturabilir. Bir kimsenin davranışı nedensel olabilir ancak ona isnad edilmiyebilir, nedensel bağının varlığı failli tek başına sorumlu tutmak için yeterli değildir, ayrıca neticenin failede objektif olarak isnad edilebilmelidir.
Öğretide illiyet bağının tespitinde birçok teori ortaya atılmıştır. 765 sayılı Türk Ceza Kanununun uygulandığı dönemde genel olarak kabul gören ve uygun illiyet teorisini esas alan “karma uygunluk teorisi”ne göre; neticenin isnat edilebilirliği bakımından, nedensellik bağı gerekli fakat yeterli değildir. Neticenin sanığa isnat edilebilmesi için eyleminin, neticeyi meydana getirmeye uygun ve elverişli olmasının yanında, meydana gelen neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi gereklidir. Objektif isnadiyetten bahsedebilmek için netice, “failin eseri olmalıdır.” Objektif isnadiyette, hareketin yapıldığı koşullara gidilir ve o anki somut koşullara göre üçüncü kişinin bilgi ve tecrübesine göre gerçekleştirilen hareketin söz konusu neticeyi oluşturmaya elverişli olup olmadığı belirlenir. Subjektif isnadiyet ise, failin iç durumu ile onun ile fiil arasındaki ilişkiyi ifade eder, failin, fiilini kast veya taksirle işleyip işlemediğinin araştırılmasını gerektirir. Failin kişisel bilgisi ve tecrübesi araştırılır, objektif ve subjektif bakımdan sonucu öngörebiliyorsa yani her iki değerlendirme uyumlu ise hem nedensellik bağı hem de kusurluluk meselesi çözülmüş olacaktır. Objektif değerlendirme ile sübjektif tasavvur birbiri ile uyumlu değil ise, eğer fail objektif olarak öngörülmeyen bir neticeyi öngörmüşse nedenselliğin varlığı kabul edilecek, objektif olarak öngörülen husus sanık tarafından öngörülmemiş hareket ile netice arasındaki öngörmeme durumunda sanığın kusuru mevcut ise fail neticeden sorumlu kabul edilecek, aksi halde neticenin tahmininde sanığın kusuru yoksa cezalandırma söz konusu olmayacaktır.
20. yüzyılın ikinci yarısında geliştirilen objektif isnadiyet teorisi, şart teorisini esas almakla birlikte, şart teorisinde olduğu gibi neticeye neden olan her hareketi eşit derecede görmez, netice bakımından etkin olan bazı hareketlerin faiile yüklenemeyeceği sonucuna ulaşır, keza neticeye sebebiyet veren her hareket eşit derecede değildir. Netice faile, ancak hareketin suçun konusu üzerinde hukuken tasvip edilmeyen önemli bir tehlike (veya risk) yaratması ve kendini tipik olarak neticede gerçekleştirmiş olması halinde objektif olarak yüklenebilir. Bir başka ifade ile fail, tipik neticeyi gerçekleştiren hukuken önemli bir tehlikeye ya da risk yaratmışsa , netice faile objektif olarak isnad edilebilir. Özet olarak, netice failin eseri olmalı,üçünçü kişinin veya rastlantının eseri olmamalıdır.
1.Hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunmalıdır.
2.Her türlü hayat tecrübesinin dışında kalan atipik bir gelişme olmamalıdır.
3.Fail olayın gelişimine egemen olabilmelidir.
4.Fail tarafından yaratılan tehlike tipte öngörülen neticede gerçekleşmiş olmalıdır.
5.Netice normun koruma alanının dışında olmamalıdır. Bu koşularının gerçekleşmesi durumunda illiyet bağının varlığı kabul edilecektir.
İlliyet bağının, örgütlü suçlar/terör örgütleri bağlamında değerlendirilmesine gelince; her halde suçun oluşması için, failin amaca yönelik işlediği vahim eylem/elverişli araç suç ile suçun konusu üzerinde meydana gelen somut tehlike arasında illiyet bağının bulunması gerekir.
Kanun koyucu, TCK’nın 20/1 maddesinde yer alan “cezaların şahsiliği” ilkesini de gözeterek örgüt mensuplarının örgütteki konumu ve fiilinin niteliğine göre ayrı ayrı suç tanımlamaları yaparak ceza adaleti bakımından dengeli bir sorumluluk rejimi belirlemiştir.
Terör örgütlerinin her kademesindeki mensuplarının, hatta yardım edenlerinin bile, örgütün “devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak ya da anayasal düzenini ortadan kaldırmak” şeklindeki nihai amacını bildiklerinde şüphe olmadığı halde, örgüte yardım eden, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen, örgütün üyesi, yöneticisi veya kurucusu olanlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın her eylemin amaç suç olan TCK’nın 302 ve 309. maddelerinde düzenlenen suçlardan cezalandırılması gerekeceği gibi bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. Yüksek Yargıtayın yerleşik uygulamaları da bu yöndedir.
İçtima sorunu:
Araç fiilin işlenmesine yönelik icra hareketi, hem araç suçun hem de tehlike suçu niteliğindeki amaç suçun icra hareketini oluşturduğundan sanık hukuki anlamda tek bir fiil ile kanunun birden fazla hükmünü ihlal etmekle, Türk Ceza Kanununun 44. maddesinin uygulanması gerekmekte ise de, TCK’nın 309/2. maddesindeki düzenleme, fikri içtima uygulanma kuralına istisna getirdiğinden, araç ve amaç suçlar yönünden her olayda kural olarak gerçek içtima hükümleri uygulanacaktır.
Türk Ceza Kanununun 311. maddesinin gerekçesi de gözetildiğinde bu suçun işlenmesi sırasında kasten öldürme, nitelikli yaralama veya kamu mallarına zarar verme gibi suçların işlenmesi halinde amaç suç yanında ayrıca bu suçlardan da cezaya hükmolunacaktır. Ancak, suçun unsuru olarak sayılan “cebir ve şiddet”in basit hallerinin işlendiği araç suçlar yönünden, cezalandırılan amaç suçla birlikte ayrıca mahkumiyet hükmü kurulamayacaktır.
Araç suçlar bakımından içtimaya ilişkin genel hükümlerin uygulanması mümkündür. Hukuki ve fiili kesintiye kadar gerçekleştirilen birden fazla araç suç için bir kez Anayasayı ihlal suçu oluşur.
Anayasayı ihlal suçunun, aynı anda yasama organına karşı ve hükûmete karşı suçla birlikte işlenmesi halinde her bir suçtan ayrı ayrı cezalandırma yoluna gidilip gidilemeyeceği hususuna gelince;
Türk Ceza Kanununun 311. maddesinin gerekçesinde; “Anayasayı ihlal suçu, Anayasa düzenine hakim olan ve sistemleri koruma amacını güderken; bu madde, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemenlik unsurunun oluşturduğu üç güçten birini ve yasama gücünü oluşturan Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Anayasa kurallarına uygun bir biçimde görevlerini yerine getirilebilmesi yeteneğini korumaktadır. Anayasa düzenini ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirme veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önleme amacını gerçekleştirmek için Türkiye Büyük Millet Meclisine yönelen saldırılar, Anayasayı ihlal suçunu oluşturur. Bu madde kapsamında tanımlanan suç, bu amaçlar dışında Türkiye Büyük Millet Meclisinin Anayasaya uygun bir şekilde görevlerini yerine getirmesini engelleme hallerinde oluşacaktır.” denilerek konuya yeterince açıklık getirilmiştir.
Bu nedenle, aynı hukuki değerleri koruyan ve kapsamı itibariyle eylemlerin haksızlık muhtevasını tamamen ortadan kaldıran Anayasayı ihlal suçunun tüm unsurlarıyla gerçekleştiği durumlarda sanıkların ayrıca, Türk Ceza Kanununun 311 ve 312. maddelerinde düzenlenen suçlardan cezalandırılmaları cihetine gidilemeyecektir.
765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönemdeki uygulama ve doktrindeki görüşler de bu doğrultudadır. Örneğin “… fail anayasayı ihlal edecek fiilini ika ederken, parlementonun fonksiyonunu tecavüz teşkil edecek bir hukuka aykırı yolu geçmiş olursa, faile tek ceza mı yoksa iki fiilden dolayı mı ceza verilecektir. …Aynı şekilde askeri bir hükümet darbesi halinde parlementoyu fesh eden ve parlementer sisteme son veren hareket; Anayasayı ihlal etmiş ve Meclisin fonksiyonunu engellemiş olacaktır. Kanaatimizce bu durumda faile tek ceza vermek gereklidir. Zira fail parlementonun fonksiyonuna tecavüz ederken gaye olarak Anayasayı ihlali göz önünde bulundurmaktadır. Bu durumda parlementoya karşı fiil, Anayasaya karşı fiilin icrai hareketi olmaktadır. Anayasaya karşı fiilin cezalandırılması için icra hareketine başlanması kafi olduğuna göre, meclislere karşı bir fiilin belirli maksatla yapılması halinde, failin tamamlanmış bir suç varmış gibi Anayasayı ihlalden cezalandırılması icap edecektir. Bu durumda ortaya müterakki bir suç çıkmaktadır. …Meclislere karşı fiil, Anayasayı ihlal suçunun icra hareketini teşkil etmesi yönünden faile tek ceza verilmesi gereklidir. Aynı sonucu icra organına karşı işlenebilen 147 ve 149. maddeler (5237 TCK 312, 313 m.) bakımından da varmak gereklidir.” (Özek, age, 1967 İst. bası, s. 160)
Anayasayı ihlal, hükûmete karşı suç, ve TBMM’ye karşı suçlar yönünden tipik eylemde hukuka aykırılık ve kusurluluğu etkileyen haller bağlamında hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı bir emrin yerine getirilmesi sorunu:
TCK’nın 24. maddesinin 2, 3 ve 4. fıkralarında hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi, kusurluluğu ortadan kaldıran bir sebep olarak düzenlenmiştir. Madde gerekçesinde işaret edildiği üzere hukuka aykırı olan ve emri verenin hukuki sorumluluğunu kaldırmayan bir emrin yerine getirilmesinin hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmesi mümkün değil ise de Devlet tarafından yerine getirilen kamu hizmetinin yürütülmesinde amirin emrini yerine getirmek durumunda kalan ast yönünden bu durumun bir sorumsuzluk nedeni olarak kabul edilmesinde zaruret bulunmaktadır.
Kural olarak hukuka aykırı emre muhatap olan kamu görevlisinin bu emri denetlemesi, sorgulaması, hukuka aykırı olduğu kanaatinde ise amirin yazılı emri ve ısrarı olmadan yerine getirmemesi gerekir. Ancak Anayasının 137/3. maddesinde “Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunda gösterilen istisnaların saklı” olduğu belirtilerek, yapılan işin mahiyeti, kamu düzeni ve kamu güvenliği nedeniyle bazı istisnalara yer verildiği de görülmektedir. Muadil düzenleme TCK’nın 24/4. maddesinde de yer almaktadır.
Anayasanın 137/2. maddesinde konusu suç teşkil eden bir emrin yerine getirilmesi halinde sadece emri yerine getirenin sorumluluktan kurtulamayacağı belirtilmiş ise de böyle bir emri verenin sorumlu olacağı da muhakkaktır. Şayet emrin konusu suç teşkil ediyorsa Anayasanın 137/2 ve TCK’nun 24/3. maddeleri gereğince böyle bir emrin yerine getirilmesinden emri veren azmettiren, yerine getiren ise fail olarak sorumlu tutulacaktır. (Koca-Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, s. 331)
211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun ilgili hükümleri astı, üst ve amirlerine mutlak surette itaate mecbur tutmaktadır. Nitekim 211 sayılı Kanunun 14/1. maddesi, astı amirlerine, kanun ve nizamlarda gösterilen hallerde de üstlerine mutlak itaate mecbur kılmaktadır. Buna göre ast, askeri hizmete dair olduğuna bakmaksızın amirinden aldığı her emre mutlak surette itaat etmek zorundadır. Astın, verilen emrin hukuka uygunluğunu sorgulama ve değerlendirme yetkisi bulunmamaktadır. 211 sayılı Kanunun 14/2. maddesi gereğince verilen emir hukuka aykırı ise sorumluluk emri verene aittir.
Verilen emrin suç teşkil etmesi durumunda ise emri veren ve yerine getirenin sorumluluğu aynı Kanunun İştirak başlıklı 41/2. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre amirin emri suç teşkil ediyorsa ve ast, amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadı ihtiva eden bir fiile müteallik olduğunu biliyorsa hem emri veren hem de emri yerine getiren, sonuçtan iştirak hükümlerine göre sorumlu olacaktır.
Astın cezai sorumluluğu, ancak emrin hizmete müteallik olmaması, suç işlemek maksadıyla verilmesi ve bu maksadın ast tarafından bilinmesi halinde sözkonusu olabilecektir. (Koca-Üzülmez, age, s. 332)
Sonuç olarak; gerek Anayasanın 137/2, gerek TCK’nun 24/3 ve gerekse 211 sayılı Kanunun 41/3. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez, yerine getiren kimse de sorumluluktan kurtulamaz.
Ancak konusu suç teşkil eden emirlerin yerine getirilmesi bakımından hata hali ile de karşılaşılabilir. Bu durumun iki şekilde karşımıza çıkması mümkündür. Nitekim emri yerine getiren verilen emir üzerine işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğinin bilincinde olmayabilir ya da emrin yerine getirilmesinde öngörülen hukuka uygunluk sebeplerinin tüm şartlarının gerçekleştiğini düşünebilir. İlk halde TCK’nın 30/4. maddesinde yer alan haksızlık hatası, ikinci halde ise TCK’nın 30/1. maddesinde yer alan hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında hata sözkonusu olacaktır.
Hata (yanılma); Genel olarak kişinin tasavvuru zihinden geçirdikleri ile gerçeğin birbirine uymaması anlamına gelen bir kavramdır. Hata kural olarak iradenin oluşum sürecine etki eder ve gerçeğin yanlış biçimde tasavvuru veya bilinmesi nedeniyle irade bozulmuş olarak doğar. Failin tasavvurunun konusu dış dünyaya ait bir şeye ilişkin olabileceği gibi, normatif dünyaya (kurallar alanına) dair de olabilir. Dış dünyayla ilgili şey olduğundan farklı bir biçimde algılanması halinde unsur yanılgısından (tipiklik hatası), normatif dünyaya ait gerçekliğin farklı biçimde değerlendirilmesi halinde ise yasak hatasından bahsedilir. Kısaca unsur hatası bir algılama hatası olduğu halde; yasak hatası bir değerlendirme hatasıdır. (Koca, Üzülmez TCK. Genel Hükümler-7. bası 239. sayfa)
Hata, kastı ortadan kaldıran veya kusurluluğu etkileyen hata olmak üzere ikiye ayrılır.
Suçun maddi unsurlarında (TCK.30/1), suçun nitelikli hallerinde (mad.30/2), hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında (mad.30/1-3) hata halleri kastı kaldırır. Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin maddi şartlarında hata (mad.30/3) ile haksızlık yanılgısı (yasak hatası) (mad.30/4) kusurluluğu etkileyen hata şekilleridir. Kastı kaldıran hata türüne hukuka uygunluk nedenlerinin sınırındaki yanılgıyı da eklemek gerekmektedir. (mad.27/1)
Yargıtay eski uygulamalarında haksızlık yanılgısını kast kapsamında ele alarak çözüm yoluna gitmiştir. (CGK. 24.12.1996, E:1996/8-286, K: 1996/296) Doktrin ve uygulamadaki bu görüş 2003 tarihli TCK. tasarısına da aynen yansıyarak “kanunun bağlayıcılığı” başlığını taşıyan 2. maddesi “ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” şeklinde bir düzenleme ihtiva etmekteydi. Yine aynı etkiyle tasarıda “hata” başlığını taşıyan 23. maddesinde “fiili hata” ifadesi kullanılmıştır.
Suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı):
TCK’nın 30/1. maddesinde “suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlara ilişkin bilgisizliğin kastı ortadan kaldıracağı” belirtilmiştir. Unsur yanılgısının konusunu suçun maddi unsurları oluşturmaktadır. Unsur yanılgısı kastı ortadan kaldırdığına göre, böyle bir yanılgı ancak kastın kapsamında kalan konular hakkında olabilir. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilinmesini gerektirdiğinden, maddi unsurların bilinmemesi halinde kasten işlenen bir haksızlıktan bahsedilemez.
Unsur yanılgısı, içerik itibariyle somut olayda suçun maddi unsurlarına ilişkin konulardaki bilgisizliği, eksik veya yanlış tasavvuru ifade etmektedir. Failin somut olaya ilişkin tasavvuru gerçekle bağdaşmamaktadır. Buna karşılık, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlardan birisinin varlığı hakkında düşülen şüphe, emin olmama hali hata değildir. Aksine olası kastın veya bilinçli taksirin varlığını gösterir. (Koca, Üzülmez age.s.241)
Unsur yanılgısı; haksızlığa temel teşkil eden, haksızlığı tipikleştiren objektif unsurlarda, yani suçun maddi unsurlarında yanılgıdır. Bu durumda haksızlığın kasten işlendiğinden söz edilemez. Fiilin taksirle işlenmiş şekli suç olarak tanımlanmış ise fail ancak taksirli suçtan sorumlu olur. (Göktürk, Haksızlık Yanılgısının Ceza Sorumluluğuna Etkisi, Seçkin Yayınları, 2017 baskı)
Unsur yanılgısında kısacası, fail somut olayda ne yaptığının bilincinde değildir. Somut olayın gerçekleşme koşullarında yanılmaktadır. Failin iradesi suçun yasal tanımında yer alan unsurların gerçekleşmesine yönelik değildir. Esasen unsur yanılgısında kaçınabilirlik önemli değildir. Zira her iki halinde kastı bertaraf edici etkisi bulunmaktadır.
Unsur yanılgısının haksızlık yanılgısından farkı ise fail suçun yasal tanımında yer alan maddi unsurların somut olayda gerçekleştiğinin bilincindedir. Fail somut olayda ne yaptığını bilmekte, fakat davranışının hukuka aykırılığında yanılmaktadır. Bu nedenle haksızlık yanılgısının tipiklik üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Failin kastını ortadan kaldırmaz. Fiil kasten icra edilen haksızlık olma özelliğini muhafaza eder. Dolayısıyla unsur yanılgısından farklı olarak haksızlık yanılgısı, failin kastını bertaraf ederek taksirli işlenen suçtan sorumlu tutulması sonucunu doğurmaz. Fail somut olayda kasten hareket etmesine rağmen fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini bilmeyebilir. Bu nedenle ne kastı ne de fiili bertaraf edici değildir. Sadece kusur üzerinde etkilidir. Haksızlık yanılgısı kaçınılmaz ise failin kasta dayalı kusuru tamamen ortadan kalkar ve faile kasten işlediği suçun cezası verilmez; buna karşılık yanılgı kaçınılabilir ise fail kasten işlediği suçtan sorumludur. Ancak, yanılgının kusur üzerindeki etkisine göre cezada indirim yapılması gerekmektedir. (Göktürk, age. s:76,77)
Suçun maddi unsurları içerisine; suçun konusu, fail, mağdur, fiil, netice ve nedensellik bağı girmektedir. Suçun oluşması için failin bu unsurları bilerek hareket etmesi şarttır. Bilgisizlik veya yanlış tasavvur, (unsur yanılgısı) failin kastını kaldırır.
Hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında hata:
Hukuka uygunluk hallerinin maddi şartlarında hatanın, kast kapsamında mı, yoksa kusur kapsamında mı değerlendirilmesi gerektiği doktrinde tartışmalı olup bu konuda birçok teori ortaya atılmış ise de, ceza kanunumuzdaki düzenleme katı kusur teorisine göre çözümlenmesi gerekmektedir.
TCK’nın 30/3. maddesinde; “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ilişkin koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi bu hatasından yararlanır.” denilerek, hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu etkileyen haller birlikte düzenlenmiştir. Hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarındaki hatayı bu kapsamda değerlendirmek gerekecektir. Madde metinde hatanın kaçınılmaz olması şartı aranmıştır.
Kaçınılmazlık, failin hataya düşmesindeki kişisel kusurun değerlendirilmesi ile ilgilidir. Failin, yaşı, mesleği, bilgisi, görgüsü, somut olaydaki durumu dikkate alınarak hatanın kaçınılmaz olup olmadığı bu değerlendirmede göz önünde bulundurulacaktır.
Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması:
TCK’nın 27/1 maddesinde; kanunun hükmünü yerine getirme (m.24/1), meşru savunma (m.25/1), hakkın kullanılması (m.26/1) ve ilgilinin rızası (m.26/2) gibi hukuka uygunluk nedenlerinde, sınırın kast olmaksızın aşılması halinde sorumluluk statüsü belirlenmiştir. Kasten, sınırın aşılması halinde ceza sorumluluğu değişmeyecektir. Ancak sınırın aşılmasındaki yanılgı failin taksirinden ileri geliyorsa ve eylemin taksirle işlenmesi suç olarak cezalandırılabiliyorsa, taksirden dolayı sorumlu olacaktır. Buradaki yanılgı sadece kastı ortadan kaldıracaktır.
Astın konusu suç oluşturan emri haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz bir hataya düşerek bu emri yerine getirmesi somut olay çerçevesinde, astın bilgi düzeyi, olayın özellikleri, tecrübe, rütbe ve konumu gibi olgular nazara alınarak TCK’nın 30/4 maddesi bağlamında değerlendirilmelidir.
Keza astın emrin askeri hizmet alanında verildiği, amirin yetkili olduğu ve zorunluluk teşkil ettiği hususlarında yanılgıya düşerek, konusu suç teşkil eden emri yerine getirmesi halinde yapılan değerlendirme neticesinde TCK’nın 30/1 maddesi gereğince kasten hareket etmediği neticesine varılabilir. (Prof. Dr. F. S. Mahmutoğlu-Av. S. Karadeniz TCK’nun Genel Hükümler Şerhi Syf.480-482)
İştirak sorunu:
a-Genel olarak suça iştirak:
“5237 sayılı Türk Ceza Kanununda suça iştirakte, faillik ve şeriklik ayırımı öngörülmüş, azmettirme ve yardım etme şeriklik kavramı içinde değerlendirilmiştir. TCK’nın 37. maddesindeki; “(1) Suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur. (2) Suçun işlenmesinde bir başkasını araç olarak kullanan kişi de fail olarak sorumlu tutulur. Kusur yeteneği olmayanları suçun işlenmesinde araç olarak kullanan kişinin cezası, üçte birden yarısına kadar artırılır” şeklindeki hüküm ile maddenin birinci fıkrasında müşterek faillik, ikinci fıkrasında ise dolaylı faillik düzenlenmiştir.
Kanunda suç olarak tanımlanan fiilin, birden fazla suç ortağı tarafından iştirak halinde gerçekleştirilmesi durumunda TCK’nın 37/1. maddesinde düzenlenen müşterek faillik söz konusu olacaktır.
Öğretideki görüşler de dikkate alındığında müşterek faillik için iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:
1- Failler arasında birlikte suç işleme kararı bulunmalıdır.
2- Suçun işlenişi üzerinde birlikte hâkimiyet kurulmalıdır.
Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra fiil üzerinde ortak hakimiyet kurulduğu için her bir suç ortağı “fail” konumundadır. Müşterek faillik; suçun icrai hareketlerinin birlikte gerçekleştirilmesidir. Fiil üzerinde ortak hakimiyetin kurulup kurulmadığının belirlenmesinde suç ortaklarının suçun icrasında üstlendikleri rolleri ve katkılarının taşıdığı önem göz önünde bulundurulmalıdır. Suç ortaklarının, suçun işlenmesinde yaptıkları katkının, diğerinin fiilini tamamladığı durumlarda da müşterek faillik söz konusu olacaktır. Buna göre her müşterek fail, suçun icrasına ilişkin etkin, fonksiyonel bir katkıda bulunmaktadır. Fiilin başarı ile tamamlanması açısından yapılan iş bölümü doğrultusunda bizzat fiili icra etmeyen diğer kişinin katkısı önemli bir fonksiyon icra etmişse, bu kişi de müşterek faildir.
Suçun işlenişine katkıda bulunanların müşterek fail sayılabilmesi için mutlaka suçun işlendiği yerde olması gerekli değildir. Olay mahallinde bulunmamakla birlikte uzaktan suçun birlikte işlenişini etkileyen önemli bir katkıda bulunulması halinde müşterek faillik söz konusu olur. Uzak bir pozisyondan olay yerinde etkili bir konumda olan fail telefon ve telsiz gibi iletişim araçlarıyla koordine eden veya suçun işlenişi anında telefonla talimat veren kişi de bizzat müşterek faildir (Roxin, 2 s. 25, kn 200 Atfen, Koca -Üzülmez age. 440 syf; Özgenç, Gazi şerhi, genel hükümler, 3. baskı, s.493).
Suçun icrası açısından müstakil bir fonksiyonu olmayan bir katkı müşterek faillik için yeterli değildir. Suçun işlenişine bulunulan katkı hazırlık hareketlerinden ibaretse, suç üzerinde müşterek hakimiyet kurulduğundan bahsedilemez, bu durumda suça yardım eden olarak katılmak söz konusu olacaktır. (Özgenç, age, s. 499)
765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönemde de suça asli iştirak ve fer-i iştirak ayrımındaki kiriterler Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Dairelerinin kararlarına konu teşkil etmiştir. Benzer nitelikteki bazı kararlarda; “suça asli olarak iştirak etmek ile fer’i şekilde katılma arasındaki kriterler belirlenirken; suçu doğrudan doğruya beraber işleyenlerle, fer’i maddi faillerin durumları sıksık birbirine karıştırılmaktadır. Esas itibariyle suçu doğrudan doğruya birlikte işleyen faillerin hareketleri ne suçun unsuru, ne de şiddet sebebi olmayıp fer’i niteliktedirler. Fakat maddi şekilleri, suçun icrası ile aynı oluşları ve suçun icrasında birinci derecede etkili bulunuşları nedeniyle bu hareketleri gerçekleştirenler asli fail olarak kabul edilmişlerdir. Fer’i iştirakte ise suça ikinci derece katılma söz konusu olup, asli maddi failin suç teşkil eden hareketleri ile yardımcısı durumundaki fer’i failin hareketleri arasında bir bağlantı vardır.” (CGK, 23.11.1981 gün ve 214-385 sayılı kararı)
“Fer’i faillik halleri yasa metninde tek tek sayılmıştır. Yasaya göre, suçun işlenmesinde asli maddi faile vasıta tedarik etmek ve suçun işlenmesini kolaylaştırıcı yardımda bulunmak fer’i fail olarak cezalandırılmayı gerektirmektedir. Bu anlamda destekleme (müzaharet) ve yardım (muavenet) suçun icrasını kolaylaştırıcı hareketler yapmak şeklinde anlaşılmalıdır. Yeni yapılan düzenleme ile suçun işlenmesini sağlayan hareket üzerinde hakimiyet kuran herkes fail sayılabilecektir. Hareket üzerinde hakimiyet kurmak birlikte irtikap etme şeklinde gerçekleşebileceği gibi zımni veya açık bir işbölümüne dayalı olarak hareketi birlikte gerçekleştirmeyi de kapsayabilir. Fakat bir başkasının bu hakereti yapması için gereken ortamı hazırlayanlardan herbirisi de fail sayılabilecektir.” (CGK 20.01.2009 gün 1/232-2 sayılı kararı)
“Fiil üzerinde ortak hakimiyetin kurulup kurulmadığının saptanmasında suç ortaklarının suçun icrasında üstlendikleri rolleri ve katkılarının taşıdığı önem gözönünde bulundurulmalıdır. Suç ortaklarının suçun işlenmesinde yaptıkları katkının, diğerinin fiilini tamamladığı durumlarda müşterek faillik söz konusu olacaktır. Buna göre, her müşterek fail suçun icrasına ilişkin etkin, fonksiyonel bir katkıda bulunmaktadır.” (CGK 10.05.2011 gün ve 1/59-85 sayılı kararı)
Suça iştirak şekillerinden olan faillik ile yardım etme şeklinde gerçekleşen şeriklik arasındaki önemli farklardan birisi de, suç işlenmezden önce alınan birlikte suç işleme kararı önem arz etmektedir. “Mağdur …’nın cep telefonlarını yağmalama eylemleri sırasında mağdura yönelik herhangi bir davranışta bulunmamaları ve olay öncesinde yağma suçunu işleme konusunda aralarında anlaştıkları yolunda bir kanıtın olmaması karşısında birlikte suç işleme kararının olmaması ve fiil üzerinde ortak hakimiyet kurulmaması nedeniyle sanıkların TCK’nın 37/1. maddesi kapsamında müşterek fail olarak kabulü olanaklı değildir… Ancak suçu icra eden sanıkların yanlarında bulunmaları, yağma eylemini gerçekleştiren sanıkların bu eylemlerine taraftar olmadıklarını gösterecek şekilde engelleyici bir söz söylememeleri ve bu yönde bir davranışta bulunmamaları, aksine olayın başından itibaren sanıkların yanında yer almaları gözönüne alındığında suçun işlenmesinden önce ve işlenmesi sırasında suçun icrasını kolaylaştırmak suretiyle yardım ettiklerinden TCK’nın 39/2-c. maddesi gereğince sorumlu tutulmaları gereklidir.” (CGK 17.05.2011 gün, 6/76-100 sayılı Kararı)
“Yardım etme” ise 5237 sayılı TCK’nın 39. maddesinde; “(1) Suçun işlenmesine yardım eden kişiye, işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, onbeş yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde cezanın yarısı indirilir. Ancak, bu durumda verilecek ceza sekiz yılı geçemez.
(2) Aşağıdaki hâllerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur:
aa-Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek.
bb-Suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak.
cc-Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak” şeklinde, seçimli hareketlere yer verilmiştir.
Bağlılık kuralı da aynı Kanunun 40. maddesinde;
“(1) Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi, diğerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.
(2) Özgü suçlarda, ancak özel faillik niteliğini taşıyan kişi fail olabilir. Bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulur.
(3) Suça iştirakten dolayı sorumlu tutulabilmek için ilgili suçun en azından teşebbüs aşamasına varmış olması gerekir” biçiminde düzenlenmiştir.
Suçun icrasına iştirak etmekle birlikte, işlenişine bulunduğu katkının niteliği gereği kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen diğer suç ortaklarına “şerik” denilmekte olup, 5237 sayılı TCK’da şeriklik, azmettirme ve yardım etme olarak iki farklı şekilde düzenlenmiştir. Buna göre, kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen veya özel faillik vasfını taşımadığı için fail olamayan bir suç ortağı, gerçekleşen fiilden 5237 sayılı Kanunun 40. maddesinde düzenlenen bağlılık kuralı uyarınca sorumlu olmaktadır.
TCK’nın 39/2. maddesindeki düzenlemeye göre, yardım etme; maddi yardım ve manevi yardım olarak ikiye ayrılmaktadır.
1- Bir suçun işlenmesine maddi yardımda bulunma çok çeşitli şekillerde ortaya çıkmakla birlikte anılan maddede maddi yardım;
aa)Suçun işlenmesinde kullanılan araçları temin etmek,
bb)Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında maddi yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak olarak sayılmış,
2- Manevi yardım ise;
aa)Suç işlemeye teşvik etmek,
bb)Suç işleme kararını kuvvetlendirmek,
cc)Suçun işlenmesinden sonra yardımda bulunmayı vaad etmek,
dd)Suçun nasıl işleneceği konusunda yol göstermek şeklinde belirtilmiştir.
Kişinin eyleminin, bir suça katılma aşamasına ulaşıp ulaşmadığı, ulaşmışsa da suça katılma düzeyinin belirlenmesi için, eylemin bir aşamasındaki durumu değil, eylemin yapılması için verilen kararın, bu kararın icra ediliş biçiminin, olay öncesi, sırası ve sonraki davranışların da dikkate alınıp, tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerekir. Zira “yardım etme” yi müşterek faillikten ayıran en önemli unsur, kişinin suçun işlenişi sırasında fiil üzerinde ortak hakimiyetinin bulunmamasıdır. (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2014/l-558-480 sayılı kararı).
Örgütlü Suçlarda İştirak:
Örgüt kurma suçu çok failli bir suçtur. Suçun oluşumu için en az üç kişinin bir araya gelmesi zorunludur.
Suça iştirakten bahsedebilmek için de birden fazla kişiye ihtiyaç vardır. Bir suçun icrasına iştirak eden suç ortaklarının, suçun işlenişine bulundukları katkılar göz önünde bulundurularak sorumluluk statüleri belirlenir.
Örgüt kurma suçunun iştirakten farkı, örgütün devamlılığı ve belirlenmemiş sayıda suç işlemek amacıyla bir birleşmenin söz konusu olmasıdır. Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her fail diğerlerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.
TCK’nın 220/5. maddesinde “Örgüt yöneticileri, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır.” denilerek örgüt yöneticileri hakkında özel faillik düzenlemesi ile TCK’nın 20. maddesindeki “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ve faillik bakımından “fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurma” ilkelerine istisna getirilmiştir.
Faillik, birlikte suç işleme kararı yanında, fiil üzerinde ortak hakimiyet kurmayı da gerektirir. Zira örgütlü suçlarda nihai amaçta birleşme nedeniyle birlikte suç işleme kararının varlığı kabul edilse dahi fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurulmadığından, gerçekleşen suçlar bakımından örgüt yöneticileri dışında kalan örgüt mensuplarının, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen her suç yönünden müşterek fail olarak sorumlu tutulamayacağında tereddüt yoktur.
TCK’nın 39. maddesinde düzenlenen suça iştirak kapsamındaki yardım etme ile aynı Kanunun 220/7. maddesinde tanımlanan örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek eylemleri nitelik itibariyle birbirlerinden farklıdır. Sanığın örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenecek somut bir suça dair kasta dayanan ve yardım teşkil eden eyleminin, hem yardım edilen suç bakımından şeriklik kapsamında hem de şartları varsa amaç suç yönünden faillik kapsamında değerlendirilmesi gerekirken somut bir olaya dayanmayan ancak örgüt faaliyeti kapsamında kullanılmak/değerlendirilmek üzere gerçekleştirilen yardımların TCK’nın 220/7. maddesinde düzenlenen suçu oluşturacağı gözetilmelidir.
Anayasayı ihlal, Hükûmete karşı suç ve TBMM’ye karşı suçlar yönünden iştirak sorunu:
Suç tanımında belirtilen amaçları gerçekleştirmeye yönelik bir fiil işlenmesi hususunda iştirak iradeleri bulunan sanıklar hakkında Türk Ceza Kanununun 309. maddesinde düzenlenen Anayasayı ihlal suçu yönünden iştirakin her şeklinin uygulanması mümkündür. (Eren Toroslu, Özel Hükümler, s. 74; Hafızoğulları, Türk Ceza Kanununun 302. maddesi, s. 559; Kangal s. 55; Akdoğan s. 31; Gözübüyük, s. 10; Yard. Doç. Dr. Namık Kemal Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 200) Yüksek Yargıtayın istikrar kazanmış uygulamalarına göre ise (Yargıtay CGK’nın 10.12.1990 tarih ve 9-301/329 sayılı kararı, Yargıtay 9. CD’nin 24.03.2011 tarih ve 869-187, 15.07.2009 tarih ve 2008/21722, 2009/8587, 1999/1673, 2000/345 sayılı kararları) elverişli nitelikteki belirli bir araç fiilin işlenişine katkı sunmakla birlikte, sunduğu katkı tek başına vahamet arz etmiyorsa ve fail, fiilin işlenişi üzerinde müşterek hakimiyet kurmamışsa niceliği ve niteliği itibariyle bu gibi suçlarda fer’i iştirak hükümlerinin uygulanması mümkün olmadığından, failin sorumluluğunun TCK’nın 309. maddesine yardım etmek olarak değil ve fakat konumu, eylemin niteliği ve delil durumu itibariyle TCK’nın 314/2 ya da 220/6 veya 220/7 maddesi delaletiyle 314/2 veya 315. maddeleri kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Mensup olduğu örgütle kurduğu bağ nedeniyle örgütsel faaliyet kapsamında işlenen anayasayı ihlal suçuna ilişkin planlama, hazırlık ve icra organizasyonundan haberdar olmak suretiyle darbeye teşebbüs suçunu sevk ve idare edenler tarafından verilen emirleri /görevleri kabullenerek ülke çapındaki icra hareketleriyle illi bir değer taşıyan icra hareketlerini gerçekleştirenlerden ya da görev paylaşımı bağlamında henüz sırası gelmemiş icra hareketleri için gerekli hazırlıkları yapanların (Özgenç İ, age, s. 332) bu suç yönünden müşterek fail olarak sorumlu tutulmaları gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nın 220/5. maddesi gerekçesi ile birlikte değerlendirildiğinde, yönettiği örgütün gücünden yararlanarak talimat alanın iradesi üzerinde hakimiyet kuran yöneticinin, serbest iradesi ile hareket etmeyen ve bir suç örgütü mensubu olarak suç işleme kararının varlığının kabulünde zorunluluk bulunan fail arasında azmettiren-azmettirilen ilişkisinden bahsetme imkanı da bulunmamaktadır. Kanunun kabul ettiği sistemde, yöneticinin örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan dolaylı fail olarak sorumlu tutulduğu görülmektedir.
Müşterek faillik ile TCK’nın 39/2-c maddesinde düzenlenen, suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında maddi yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak şeklinde ortaya çıkan şerikliğin, her olayın özelliğine göre; suçun işlenişine bulunulan katkının arzettiği önem, zaruret göz önünde bulundurularak hakim tarafından ayırt edileceği kabul edilmektedir. Müşterek faillikte/fiil hakimiyetinde, fiilin icrası veya akim kalması müşterek faillerden her birisinin elinde bulunmaktadır. Yardım eden şerik suçun icrasını failin inisiyatifine havale etmektedir. (Özgenç İ, Suç örgütleri, s. 332; Türk Ceza Hukuku s. 490)
Türk Ceza Kanununun 309. maddesinde düzenlenen suça iştirakten bahsedebilmek için sadece araç fiil/suç bakımından değil, ayrıca, amaç suç bakımından da iştirak iradesinin varlığı aranmalıdır.
Bir kişinin maddede belirtilen amaçlara yönelik bir örgütün kurucusu ya da üyesi olması, tek başına TCK’nın 309. maddesindeki suça iştirak ettiği anlamına gelmez. (Özek, Silahlı Çete, s. 366-374; Akbulut, Ülke Bölücülüğü, s. 130) Bu fiiller, TCK’nın 314. maddesinde bağımsız bir suç olarak düzenlenmiştir. Bu sıfatları haiz kişilerin TCK’nın 309. maddesindeki suça iştirakten sorumlu tutulabilmeleri için; örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli nitelikteki belirli bir araç fiil bakımından, hem iştirak iradelerini ortaya koymaları hem de maddi veya manevi nitelikte nedensel bir katkıda bulunmaları gerekmektedir. Bu kişilerin maddede sayılan amaçları gerçekleştirmek için salt bir örgütün çatısı altında bir araya gelmeleri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen araç suçlara da iştirak etmiş sayılmaları anlamına gelmeyecektir. (Yard. Doç. Dr. Namık Kemal Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 202)
Suça iştiraktan söz edebilmek için amaca yönelik bir fiil işleme hususunda iştirak iradelerini ortaya koyan kişilerin hepsinin bu amaçla kurulmuş bir örgütün üyesi olması da gerekmez.
Fiilin işleneceği konusundaki bilginin iştirak bakımından önemi yoktur. 1960 darbesi sonrasında 20-21 Mayıs olayları ile ilgili yapılan yargılamalarda; Mamak 1 nolu Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 963/1 sayılı 5 Eylül 1963 tarihli kararı ile faillerin bir kısmı, ihtilal müteşebbislerinin bu konudaki hareketlerini bilmesi ve hazırlık hareketlerine katılması nedeniyle sorumlu tutulmuşlardır. Diğer bir deyişle failin, fiilin ika edileceği konusundaki bilgisi, iştirak iradesinin mevcudiyeti, fiile iştirak ettiğinin delili sayılmıştır. Bu karar temyiz edilmekle Askeri Yargıtay Dava Daireleri Kurulunun 15 Ocak 1964 tarih ve 1963/2548 E, 1964/1 sayılı kararı ile “icra hareketi ile iştirak mefhumunun birbirine karıştırıldığı” gerekçesi ile bozulmuştur. Doktrinde de aynı görüş savunulmuştur. Failin fiil hakkındaki bilgisi iştirak iradesini sağlamaya yeterli değildir. Olsa olsa bildiğini ihbar etmemekten doğan sorumluluk veya hazırlık hareketlerine katılma nedeniyle (mülga 765 sayılı) TCK 168 ve 171. maddelerindeki (5237 sayılı TCK’nın 314, 316. maddelerindeki) suçlar tahakkuk edebilir. (Özek, age, s. 172)
Bu Yaklaşımlar Işığında İlk Derece Ve Bölge Adliye Mahkemesince de Kabul Edildiği Şekliyle Somut Olay İrdelendiğinde;
15 Temmuz 2016 günü, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal düzeninin değiştirilmesi amacıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubu olan ve/veya bu örgütsel faaliyeti destekleyen 8.000’in üzerinde askerî personel tarafından savaş uçakları dâhil 35 uçağın, 3 geminin, 37 helikopterin, 74’ü tank olmak üzere 246 zırhlı aracın ve 4.000’e yakın hafif silahın kullanılarak; Cumhurbaşkanına suikasta teşebbüs edilmiş, TBMM ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi başta olmak üzere birçok stratejik merkez bombalanmış, Başbakanın konvoyuna silahlı saldırı gerçekleştirilmiş, darbe girişimine karşı koyan güvenlik görevlileri ile sokaklara çıkan sivillere devletin silahlı kuvvetlerine ait bu uçak, helikopter, tank ve silahlarla saldırılarak 4’ü asker, 63’ü polis ve 183’ü sivil olmak üzere toplam 250 ‘den fazla kişi şehit edilmiş, 23’ü asker, 154’ü polis ve 2.558’i sivil olmak üzere toplam 2.735 kişi de yaralanmıştır.
1.Olay: … ilinde bulunan 2. Ordu karargahında görevli sanık yüzbaşı …’in, sanıklar Kurmay Albay … ve Tuğgeneral … tarafından saat 21.00 sıralarında kışlanın 2 nolu nizamiyesinde görevlendirilmesiyle darbe eylemine başlanılmıştır. O gün itibariyle kışla komutanı olan sanık üsteğmen … “silahlı kuvvetlerin yönetime el koyduğunu bildiren’’ sanık …’in emrine girmiş, … nizamiyeden giriş çıkışları yasaklamış, bir terör saldırısı ihtimalinden bahsederek kışla servisi ve bir kısım tanık ve sanıkları da kışlaya almamıştır.
Darbe girişiminin başlayacağından haberdar olan ve sözde sıkıyönetim direktifini bekleyen sanıklar Kurmay Albay …, Tuğgeneral … ve Tuğgeneral …’ın göreve yeni başlayan Kara Havacılık Alay Komutanı Albay …’i ziyaret ettikten sonra karargaha geri döndükleri ve o gün itibariyle görevini devreden eski kara havacılık alay komutanı sanık Kurmay Albay …’ın da bir süre karargah harekat merkezinde bulunduktan sonra karargahtan ayrıldığı anlaşılmıştır. Ordu Harekat Merkezinde görevli sanık Kurmay Albay …’un ısrarla Genelkurmay Başkanlığından gelecek emri sorduğu saatte 2. Ordu Komutanı sanık Orgeneral … ve kurmay başkanı sanık Tümgeneral … mesaiyi terk etmiş olup konutlarında bulunmaktadır.
22.40’da Ordu Harekat Merkezine gelen sözde sıkıyönetim direktifi sanık Kurmay Albay … tarafından kurmay başkan yardımcısı …’ye iletilmiştir. Sanıklar …, … ve … yanlarına emir astsubayları ve icra subayı Binbaşı … olduğu halde saat 23.00 sıralarında yasadışı emri konutunun önünde sanık Orgeneral …’ye arz etmişlerdir. Emirdeki imzaların yetkisiz olduğunu belirten sanık … karargaha gitme emri vermiş, emir subayı Binbaşı … ve emir astsubayı Başçavuş …’la beraber 23.25’te Ordu Karargahına gelmişlerdir.
Bu esnada evi sanık Binbaşı … ve bir kısım asker tarafından kuşatılmış bulunan ve bu sanık tarafından ölümle tehdit edilen sanık Tümgeneral … evine hapsedilmiştir.
Sözde sıkıyönetim direktifinde, … 2. Ordu Komutanlığı görevine devam edeceği, Kurmay başkanı tümgeneral …’un… ili sıkıyönetim komutanı olarak görevlendirildiği yer almıştır.
Karargaha intikal sonrası sanık …’nin üç ana ast birlik komutanı olan… Asayiş Kolordu Komutanı,… Kolordu Komutanı ve …Mekanize Piyade Tümen Komutanlarına, birliklerine sahip olmaları, emir komuta zincirini bozmamaları yönünde emirler verdiği, 23.50’de görüştüğü Malatya Valisine darbe girişimine karşı devletin yanında olduğunu bildirdiği, evinde esir tutulan Kurmay Başkanı sanık …’un karargaha gelmesinin sağlanmasını sanık …’ye emrettiği anlaşılmaktadır. Saat 00.04’de … karargaha gelmiştir. Darbe girişimini yönettiği anlaşılan sanık …’nin, sanık …’ye “başlarına geçerlerse mutlu olacakları” yönündeki teklifine karşılık sanık … tarafından “Ordu komutanı olarak zaten başınızdayım, siz kimden emir alıyorsunuz?” şeklinde cevap verdiği, emir subayı … ve üç silahlı emir astsubayı Başçavuşlar …, … ve … komutanın odasının önünde silahlı nöbete başladıkları, gece boyu darbecilerin ordu komutanının odasına silahla girmesini engellemeye çalıştıkları anlaşılmaktadır.
00.20’de sanık …, sanıklar … ve … vasıtasıyla, Kara Havacılık Alayında sanık …’ın Alay Komutanlığına devam edeceği ve insanlı keşif uçağının uçuşa hazırlanması yönünde iki yazılı emir gönderilmiştir. Kurmay Başkanının emriyle karargaha gelen sanıklar Binbaşı … ve Yarbay …, sanık …’nin komutanı …’ya götürmemiz lazım dediğini duymuş ve sanık … izinde bulunan komutanı…’e komutanı …’ya kaçıracaklar şeklinde mesaj göndermiştir. Darbecilerin İnsanlı Keşif Uçağı talebinin amacının ordu komutanını …’ya götürmek olduğu anlaşılmaktadır.
00.45’de darbeciler ve sanık … ordu komutanının odasından çıkmışlar ve … sanık Yarbay …’tan birliğin emir komutasını devralmasını emretmiştir, sanık … ise nizamiyede karargah destek komutanlığında görevli bulunmayan sanık …’in bulunduğunu ve emirlerini dinlemediğini bildirir. Sanık …’un ısrarlı ve sert şekilde …’ye nizamiyede bulunan sanık …’i kastederek Adamını Çek şeklinde verdiği emre karşılık, sanık …’nin silahını çekerek …’a doğrulttuğu, …’un emir astsubayı … tarafından koluna girilerek komutanın odasına götürüldüğü görüntüler ve beyanlardan anlaşılmaktadır. Darbeciler sanıklar … ve …’yu da önce kelepçelemiş, sonradan kelepçeleri açmış ancak gözaltında tutmaya devam etmişlerdir.
2. Ordu Komutanı sanık … ve kurmay başkanı sanık …’un iletişimleri darbeciler tarafından kısmen kesilmiştir,…Mekanize Tümen Komutanı Tümgeneral … ordu komutanına ulaşamadığını beyan etmektedir. Yine Vali komutanla toplantı bahanesiyle görüştürülmemektedir. Kara Havacılık Komutanı … İKU talebini yerine getirmemiş ve bu talebi takip etmek amacıyla alaya gelen …’e oyalayıcı cevaplar verilmiştir. Sanık … tarafından sanık …’a silah çekildiğini görerek komuta katından uzaklaşan karargah nöbetçi subayı … dışarıda görüştüğü subayları bilgilendirmiş, Merkez Komutanı Albay …’de durumdan haberdar edilmiştir. Bu tanık İl Jandarma Alay Komutanı tanık Yarbay …’a karargahtaki durumu aktarmıştır. Kurmay Başkanı da görüştüğü kişilere kendisine silah çekilerek ordu komutanının odasında kalmaya mecbur bırakıldığını ifade etmiştir. Aramaları ısrarla bağlanmayan İl Valisi operasyon yapılacağı tehdidiyle sonunda sanık …’yle telefonda görüşmeyi başarmış, görüşmede, sanık …, Valiye darbe girişimine katılan kişiler ve eylemlerinden bahsetmeyerek küçük bir pürüz bulunduğundan söz etmiştir. Jandarma Alay Komutanının aktarımları ve görüşmede yaşadığı zorluk nedeniyle darbe girişiminin gerçek boyutunun gizlendiğini düşünen ve halkın 2. Ordu’nun niçin açıklama yapmadığını sorgulayan tavrını, 2. ordunun devletten yana olduğunu belirterek yatıştırmaya çalışan Vali, durumu yerinde görmek için Ordu Karargahına doğru hareket etmiştir..
02.56’da Ordu Komutanının darbe girişimine karşı yazılı açıklaması Valiye ulaşmış ve akabinde … Ajansı tarafından yayınlanmıştır. Sanık yüzbaşı …, Komutanla görüşmek isteyen İl Valisine izin vermeyerek, konuşma esnasında mevzi al şeklinde bağırmış, Vali ve beraberindekiler nizamiyeden uzaklaştırılmıştır. … ayrıca jandarmaya ait üç aracın lastiklerini ateş açarak patlatmıştır. Ordu Komutanı kendisini canlı yayına almak isteyen iki TV kanalına zaten bir açıklama yaptığı gerekçesiyle olumlu yanıt vermemiştir. Darbeci … Ordu komutanının hatlarının kesilmesini emretse de, muhabere şube, Kurmay Başkanının emriyle hatları kesmemiş ve Komutanın iletişimini açık bırakmıştır.
03.00’den sonra sanık … aldığı tutumdan memnun olmadığı sanık …’ye emirlerine uymayacağını söyleyerek silah çekmiş, bunun üzerine emir subayı … …’nin silahını almış, akabinde …’nin silahını da aldıktan sonra odadan dışarı çıkarak komutanın hatlarını kesmeye çalışan …’ın silahını da boğuşma sırasında yardıma çağırdığı … almıştır. Silahları alınan darbeciler suçun icrai hareketlerine katılan diğer arkadaşlarını da ikna edeceklerini belirterek komuta katından ayrılmışlardır. Kurmay başkanının emriyle sanık …’ın da kelepçe aramaya başladığı anlaşılmaktadır.
04.00’e doğru sanık … ve diğer sanıkların karşı çıkması sonucu darbeciler teslim olmaktan vazgeçmişler ve yeniden silahlanarak komuta katına bu kez sanık Binbaşı …‘yle birlikte geri dönmüşlerdir. Kat girişi silahlandırılmış askerlerle kapatılmıştır. Koğuşlara girerek askerleri uyandıran darbecilerden Üsteğmen … ve Binbaşı … silahlandırdıkları askerleri nizamiye bölgesine konuşlandırmışlardır. Erlerin kontrolünü ele geçiren darbeciler saat 04.00 itibariyle nöbetçi heyetten hiçbir direniş görmeden, tüm kışlanın kontrolünü ele geçirerek aldıkları çatışma ve direniş kararını uygulama aşamasına geçmişlerdir. Sanıklar … ve … ise darbeciler ve emir astsubayı … tarafından kelepçelenerek sanık …’ün odasına götürülmüş ve Binbaşı …’ün kontrolü altına bırakılmışlardır.
05.00’den sonra kışlayı kuşatan polis ve jandarma ile darbeciler ve kontrol altında tuttukları askerler arasında çatışma başlamıştır. İletişimi açık olan sanık … ve emir subayı … güvenlik güçlerinin operasyon yapmamasını istemiş, … ordu komutanının şehit olacağını söyleyerek operasyona karşı çıkmıştır. İl Jandarma Alay Komutan vekili …’da ilk anda erlerin zarar görmesini istemediğinden yalnızca kalkışmacı …’e nişan alarak ateş etmiş ve onu vurmuştur.
Yine darbeciler emirlerini yerine getirmeyen 1 nolu nizamiyede nöbetçi olan Astsubay …’ı da kelepçeleyerek …’ün odasına almışlardır. 07.00 sıralarında kurmay başkanı … karargahta izleme biriminde görev yapan astsubay …’ndan karargahta kimin bulunduğunu bir kağıda yazarak kendisine getirmesini istemiştir. Hazırladığı listeyi kurmay başkanına götürmek üzere komuta katına gelen …, sanık … tarafından sorgulanıp akabinde kelepçelenerek yine …’ün odasına götürülmüştür. Bu olaydan hemen sonra sanık … sanık … tarafından “kendilerine karşı çalıştığı” gerekçesiyle silahla tehdit edilerek komutanın odasından çıkartılıp kelepçelenerek, …’ın refakatinde şeref salonuna kapatılmıştır.
Saat 08.00’den sonra darbeci subay Binbaşı… açılan ateş sonucu öldürülmüştür. …’nin çağrısı üzerine istihkam alayından çıkarak gelen …’den biri kışlanın duvarını yıkarak içeri girmeye çalışsa da başarılı olamamış ve duvarda asılı kalmıştır, sanık Yarbay … …’den polis ve jandarmaya ateş açmıştır, kışlaya girmek isterken darbecilerin emri ile hareket eden ve kışlaya giren kişilere ateş edilmesi emri alan erler tarafından bacaklarından vurularak yaralanmıştır. Bu olay üzerine Vali, Ordu Komutanına kendilerini oyaladığını belirterek operasyon başlatacağını söylemiş, Ordu komutanı ise Vali ve akabinde görüştüğü Cumhuriyet Başsavcısına operasyon yapılmamasını, darbecileri ikna edeceğini bildirmiştir. …’in yaralı halde karargah binasına çekilmesi sonucu kışla içindeki askerler de teslim olmaya başlamışlar, darbe girişiminde yer alan … yaralı olarak yakalanmış, sanık … da teslim olmuştur. Karargah binasının içine girmeye yönelik bir operasyonun yapılmadığı anlaşılmaktadır. Çatışmalar sonucunda … isimli vatandaş, sanık … tarafından karnından vurularak, iki er de kollarından vurularak yaralanmıştır. Yine darbeci …’de yaralı halde teslim olmuştur. İcra subayı …’ün odasında bulunanlar ve sanık … ise ordu komutanının korumaları tarafından serbest bırakılmıştır.
09.38’de sanık Orgeneral …, Genelkurmay Başkanı Orgeneral … ile görüşmüştür, … sanıktan, darbecilerin teslim olmalarını söylemesini istemiştir. Darbeciler, ateşin kesilmesi şartıyla teslim olacaklarını bildirmişlerdir. Ordu komutanının ateşin kesilmesi yönündeki girişimlerinden sonra Saat 12.00 sıralarında …, …, …, … ve …’nin …, … ve komutanlık korumaları …, … ve … tarafından polise teslim edilmiştir. Daha sonra sıkıyönetim direktifinde isimleri geçen 2. Ordu Komutanı … ile kurmay başkan …’da gözaltına alınmışlardır.
Yukarıda açıklanan oluşa göre… Ordu Karargahında sanıklar …, …, …, …, …, …, … ve …’nın, Ülke genelinde gerçekleştirilen anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşşebüs eylemininin icrai hareketlerini diğer darbecilerle birlikte, suç işleme kararı ve işbölümü çerçevesinde birlikte gerçekleştirdikleri tüm dosya kapsamından anlaşılmakla, bu suçtan mahkumiyetlerine;
Sanıklar … ve …’nun bu suça iştirak ettiklerine dair delil elde edilmediğinden beraatlerine;
İlişkin karar, usul ve yasaya uygun bulunmuştur.
Sanık …’un hukuki durumu incelendiğinde;
Dairemizin 2018/2858 esas, 2018/3698 sayılı kararında da açıklandığı üzere; darbecilerce hazırlanan sıkıyönetim görevlendirme listesinde il sıkıyönetim komutanı olarak gösterilmiş olmasına rağmen, verilen görevi kabullenmediğini dış aleme yansıyan davranışları ile gösteren, kendileri ile birlikte hareket etmeyeceğini düşünen darbeciler tarafından darbe girişiminin henüz başında konutu kuşatılarak ölümle tehdit edilmiş olması, karargaha geldikten sonra darbe karşıtı emirler verip darbecilere karşı koyduğu için sabaha karşı da yine silahla tehdit edilip kelepçelenmiş olması hususları dikkate alındığında, sanığın görevlendirme listesinde isminin yer almasının tek başına darbe girişimini önceden bildiğini ve darbeye iştirak ettiğini göstermeyeceği gibi, darbe girişiminin emir komuta zinciri içinde gerçekleştirildiği izlenimi vermeye çalışan FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün bu yolla darbeye yönelik ordu içi ve dışındaki unsurların direncini kırmayı amaçlamış olabileceği anlaşıldığından sanığın beraatine karar veren mahkemenin kabul ve takdirinde isabetsizlik görülmemiştir.
Sanık …’nin hukuki durumu incelendiğinde;
Mahkeme gerekçesinde, ‘’sanığın Emir Subayı Binbaşı …’nın darbe teşebbüsünde aktif rol oynayan kişileri öldürmeyi teklif etttiği, ancak sanığın ilk kurşunu atanların kendilerinin olmayacağını, sorunu kansız biçimde çözeceklerini söyleyerek ateş edilmesi için emir vermediği, darbe teşebbüsünde aktif rol oynayan 2 Tuğgeneral ve 1 Albayın sanığın odasına silahlı girmeye çalışmaları üzerine, Emir Subayı … tarafından silahlarının alındığı, bu aşamada darbe teşebbüsünde aktif rol oynayan bu kişilerin kolaylıkla etkisiz hale getirilme imkanı bulunmasına rağmen, sanığın bu doğrultuda emir vermediği, bu kişileri darbeci diğer subayları ikna etmek üzere Nizamiye bölgesine gönderdiği, bu zaman diliminde …Valisi’nin …. Ordu bölgesinde bir sorun olup olmadığını sormasına rağmen darbe teşebbüsü içinde olduğu anlaşılan kişilerin ismini bildirmeyerek ufak sorunlar olduğunu söyleyip basit bir problem varmış gibi lanse ettiği, zamanın… Jandarma Asayiş Komutanı …’in sanık ile telefonla görüştüğü, “Komutanım hiyerarşiyi bozmayalım, darbe karşıtı bildiri yayınlayalım” dediği, sanığın bunu kabul etmesine rağmen zamanında bu bildiriyi yayınlamadığı, bu şekilde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olmamasına rağmen, darbe teşebbüsünde aktif rol oynayanların etkisiz hale getirilmesi için zamanında etkin karar vermediği, Karargahtaki darbe teşebbüsü eylemindeki sürecin uzamasına neden olduğu, böylelikle darbeye teşebbüs eylemine katılan sanıkların darbe teşebbüsüne yönelik eylemlerinin icrası sırasında onları engellemeyerek, suça müşterek fail olarak iştirak eden sanıkların hareketlerini kolaylaştırdığı kanaatine varılmıştır’’ ifadelerine yer verilmiştir.
Somut olayda; Hüküm tarihi itibariyle örgütsel bağı kesin olarak ortaya konamayan sanığın, icra hareketlerinden önce örgütsel organizasyon içinde yer alarak darbe girişiminden haberdar olduğu ve suç işleme karar ve iradesine katıldığı ispat edilememiştir. Suçun işlenişine icrai bir hareketle iştirak etmediği gibi bu doğrultuda astlarına bir emir vermediği de tespit edilmiştir. Bu nedenle darbeye teşebbüs suçunun müşterek faili olmadığına ilişkin yerel mahkemenin kabul ve uygulamasında isabetsizlik yoktur. Dosya kapsamında yer alan delil ve beyanlara uygun kabule göre; sanık …’nin darbe girişimini olay gecesi saat 22.00 sıralarında öğrendiği, olayın mahiyetini anlamak için değişik görüşmeler yaptığı, durumun ciddiyetini kavrayarak karargaha gitmek için hazırlandığı sırada darbeci subayların konutunun önüne geldiği ve kendisine sıkıyönetim direktifini arz ettiği, sanığın direktifi imzalayanların yetkili olmadığını söylediği, ordu karargahına ancak 23.25’de varabildiği anlaşılmaktadır. Sanık sözde sıkıyönetim listesinde … Ordu Komutanı olarak göreve devam edeceği yazılıdır. Olay gecesi kendisiyle görüşen bağlı birliklerin komutanlarına kalkışma karşıtı emirler verdiği, İl Valisiyle telefonla görüştüğünde devletin yanında olduğunu ifade etmesine rağmen adli ve idari makamlara ordu karargahındaki kalkışmaya ilişkin fiil ve failler hakkında ayrıntılı bilgi vermediği, koruma subayı …’nın teklifine rağmen darbeci subayları etkisiz hale getirilmeleri teklifini kabullenmemiş, darbe karşıtı subaylar aracılığıyla emrindeki askerleri uyandırıp karargahın güvenliğini sağlama yoluna gitmemiş, daha sonra karargahta ölüm ve yaralamayla sonuçlanan çatışma yaşanmıştır.
Anayasayı İhlal suçunda hal ve koşullara göre neticeyi önleme yönünden hukuki yükümlülügü bulunan sanığın,… Ordu komutanlığı gibi darbenin başarılı ya da başarısız olmasında stratejik önem taşıyan bir birimin başında olması, Anayasal düzene yönelik tehlike ve tehditleri ortaya çıktığında, farklı saiklerle çekimser kalınmasının görevle bağdaşmadığı, tehditi ortadan kaldırmak için zamanında ve isabetli karar vermek, uygulamada oluşabilecek riskleri üstlenmek zorunluluğu karşısında, yaşanan somut olayda, Komutan sorumluluğu çerçevesinde darbecilere karşı net tavır ortaya konulmaması ve bu tavrın vaktinde kamuoyu ile paylaşılmaması, İl valiliği ve diğer güvenlik güçleri ile işbirliği yapmada gecikme, karargahta kuvvet olarak darbecilere karşı güç olarak üstün olmalarına ve bir ara silahsızlandırılmalarına rağmen darbecilerin derdest edilmemesi neticesinde çatışma yaşanmasına, bu ihmali davranış sonucunda darbeye teşebbüs edenlerin fiiline doğrudan iştirak edilmemekle birlikte eylemleri kolaylaştırıldığından bahisle suça yardım eden olarak kabulünde isabetsizlik bulunmamakla, tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.
Sanık …’ın, akşam saat 17.00 sıralarında …’nin emriyle aracına bir adet… marka piyade tüfeği getirip teslim etmek, 2. Ordu karargahında darbeciler tarafından kurmay başkanı …’a silah çekildikten sonra komuta katından uzaklaşmaktan ibaret eylemi nedeniyle, üstlerinin talimatı doğrultusunda 2. Ordu kurmay başkanı …’un evinin etrafının sarılması eylemini gerçekleştiren, darbe teşebbüsünü öğrenince onların eylemlerine iştirak etmemek için görev yerini terk eden sanık Astsubay …’ın, nizamiyede nöbetçi bulunan ancak darbecilerin herhangi bir eylemine katılmayan sanık uzman çavuş … ve yalnızca üst aramasında 1 dolar çıktığı için hakkında dava açılan sanık uzman çavuş …’ın ise atılı Anayasayı İhlal suçunu işlediklerine dair mahkumiyetleri için yeterli delil elde edilemediğinden kurulan beraat hükmü isabetli görülmüştür.
2. Olay: İstihkam Alayından darbe sabahı saat 08.00 sıralarında zırhlı personel… ile…Ordu karargahına gitmek üzere hareket ettikten sonra yol üzerindeki vatandaşlara ait araçlara çarpmak suretiyle hasar veren yarbay rütbeli …’ın, kışlada, güvenlik görevlileri ile çatışmaya giren sanık Yarbay …’ın, Kara Havacılık Alay Komutanlığı’nı gün içinde tanık …’e devrettiği halde 2. ordu karargahında darbeci subaylarla görüştükten sonra alaya geri gelen, geri gelişini makul bir şeklide açıklayamadığı gibi, Ankara’da kalkışmaya katılan helikopterler için mühimmat gönderen, darbeye katılan subaylarca darbe devam ederken yeniden alay komutanlığına getirilen ve Bylock programını kullandığı anlaşılan eski kara havacılık alay komutanı sanık …’ın, keza muhabere alay komutanlığı görevini devredip, birlikten ayrıldığı halde saat 21:45 de tekrar özel aracı ile birliğine geri dönen, görevli nöbetçi subaya Genelkurmaydan gizli bir mesajın gelip gelmediğini soran, akabinde…’da müdahele edilmesi gereken bir durum olabileceğini, bir terör faaliyetinin gerçekleşebileceğini belirterek, birlikteki askerlerin yoklamasının alınmasını ve koktod düzeninde beklemeleri için emir veren ayrıca darbeci tuğgeneral …’ın emrini gerekçe göstererek nöbetçi subay …dan birliği dışarı çıkarmasını isteyen …’ün suça iştirak ettiklerine dair kabulde de bir isabetsizlik görülmemiştir.
3. Olay: …’da konuşlu… Ana Jet Üssü komutanı tuğgeneral …’ın,… Üssünden 20:53 ve 20:56 saatlerinde aranıp darbenin planyacıları ile görüştükten sonra harekat komutanı sanık Albay …’yı da yanına alarak 21:30 sıralarında havaüssüne geldiği, Genelkurmay Başkanlığı tarafından uçuşlar yasaklandığı halde 4 adet silahlı…’nın uçuşa hazırlanma emrinin verildiği, henüz darbe girişimine ilişkin mesajın gelmemesine rağmen üstte güvenlik tedbirlerini aldırdığı, sanık …’nın ise hazırlanan uçakları uçuşa hazırlayarak gelecek emri beklediği, ancak sivil görevlilerin üssü kapatması nedeniyle uçuşun yapılamadığı, gece saat 03.00’den sonra…’de konuşlu bulunan birleşik hava harekat merkezinin isteğiyle 7 adet kargo uçağının üsse iniş için hazırlıkların başlanmasına müteakip, 4 adet silahsız…. uçağının kalkışının emredildiği, 171. flo komutanı sanık Binbaşı … kontrolündeki uçakların kulenin tüm uyarılarına rağmen kalkmak için rule yaptığı ve pilotların kule çağrılarına cevap vermediği, uçaklarda eski filo komutanı ve… Ordu karargahında görevli bulunan acil uçuşlarda görev alması mümkün olmayan binbaşı …’ünde bulunduğu, sanık …’ın pistlerin açılması için sivil görevlilerle tartıştığı olayda, suçun icrai davranışlarını gerçekleştiren sanıkların Anayasal düzene karşı fiile müşterek fail sıfatıyla katıldıklarına dair kabul yerinde görülmüştür.
Hava üssünün dış güvenliğinden sorumlu sanıklar Yarbay … ve Yüzbaşı … ile uçak bakım komutanlığında görev yapan Yüzbaşı …’ın ise darbe girişimine katıldıkları yönünde herhangi bir eylemleri tespit edilemediğinden haklarında Anayasayı İhlal suçundan kurulan beraat hükmü isabetli bulunmuştur.
Sanık … hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan kurulan hüküm kararın VI. maddesinde değerlendirilmiştir.
Bu açıklamalar kapsamında yapılan incelemede;
IV-Sanıklar …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında ki beraat hükümlerin, sanıklar … ve … hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçu dışında diğer suçlardan kurulan hükümlerin, sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında kurulan mahkumiyet hükümleri ile ilgili olarak;
Yargılama sürecindeki usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, yaptırımın kanuni bağlamda şahsileştirilmek suretiyle uygulandığı, beraat eden sanıklar bakımından ise atılı suçun sabit olmadığının gerekçeleri gösterilerek açıklandığı anlaşılmakla; Cumhuriyet savcısı, katılan …, Cumhurbaşkanlığı ve TBMM vekilleri ile sanıklar ve müdafiilerinin temyiz dilekçelerinde ileri sürdükleri nedenler aşağıda belirtilen husus dışında yerinde görülmediğinden CMK’nın 302/1. maddesi gereğince temyiz davalarının esastan reddine ancak;
Müsnet suçlardan davaya katılma hakkı bulunmayan …, …, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni temsilen… İl Başkanlığı, …, …, … lehine vekalet ücretine hükmedilmesi,
Kanuna aykırı olup, Cumhuriyet savcısı, katılan …, Cumhurbaşkanlığı ve TBMM vekilleri ile sanıklar ve müdafilerinin temyiz dilekçelerinde ileri sürdükleri nedenler yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu nedenle BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmeden CMK’nın 303/1-c maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hükmün katılanlar lehine vekalet ücretine hükmolunan bölümünden ‘’…, …, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni temsilen… İl Başkanlığı, …, …, …’’ ibarelerinin çıkarılması suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
V-Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında kurulan beraat hükümleri ile ilgili olarak;
Suç tarihinde … Ordu Komutanlığı karargahında zorunlu askerlik hizmetlerini yapmakta olan erlerin, darbeye iştirak eden üstleri tarafından gece vakti uyandırılıp silahlandırıldıktan sonra, kışlaya yönelik terör saldırısı olduğu gerekçesi ile kışlaya girmek isteyenlere yönelik ateş edilmesi emrinin verildiği, yaşları, mesleki bilgileri, olayın gerçekleştiği yer ve zaman itibariyle, verilen emirleri hizmete mütalik olmadığını ve bir suç işleme amacıyla verildiğini bilebilecek durumda olmadıklarına ilişkin savunmalarının aksinin ispat edilmemesi, özellikle erlerin güvenlik güçlerini hedef almaksızın havaya doğru ateş etmeleri nedeniyle halk ve güvenlik güçlerinden yaralanan kimsenin olmaması, kışla dışındaki güvenlik görevlilerinin de bu bilinçle erlere zarar gelmemesi yönündeki yoğun çabaları ve operasyonu geciktirmeleri gözetildiğinde, darbenin icrai hareketlerinden sayılacak fiilleri gerçekleştiren sanıkların, TCK 24/1. maddesinde tanımlanan görevin ifası (emrin yerine getirilmesi) bilinci ile hareket ettiklerini tasavvur etmelerine rağmen, dış alemde oluşan olay ile gerçek iradelerinin birbiri ile uyumlu olmadığı, bu şekilde hukuka uygunluk nedeninin maddi şartlarında hata yaptıklarının kabulü ile TCK 30/3 maddesi yollamasıyla 30/1. maddesi hükmü gereğince, sanıkların kasten hareket etmediklerine dair yerel mahkemenin kabulü doğrultusunda, beraatlerine ilişkin hüküm kurulmasında isabetsizlik görülmemiştir.
Yargılama sürecindeki usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı anlaşılmakla katılanlar TBMM ve Cumhurbaşkanlığı vekillerinin ve Cumhuriyet savcısının temyiz dilekçesinde ileri sürdükleri nedenler yukarıda açıklanan hususlar dışında yerinde görülmediğinden CMK’nın 302/1. maddesi gereğince temyiz davasının esastan reddine ancak;
Müsnet suçlardan davaya katılma hakkı bulunmayan …, …, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni temsilen … İl Başkanlığı, …, …, … lehine vekalet ücretine hükmedilmesi,
Kanuna aykırı olup, Cumhuriyet savcısı, katılan Cumhurbaşkanlığı vekili ve katılan TBMM vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu nedenle BOZULMASINA, ancak bu hususlar yeniden yargılamayı gerektirmediğinden ve CMK’nın 303/1 maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hükmün katılanlar lehine vekalet ücretine hükmolunan bölümünden ‘’…, …, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni temsilen … İl Başkanlığı, …, …, …’’ ibarelerinin çıkarılması suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
VI-Sanıklar …, … hakkında kurulan hükümler ve sanıklar … ve … hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan kurulan hükümlere gelince;
1-Sanıklar … ve … hakkında kurulan hükümlerin incelenmesinde;
Sanıklardan … iki yıldır …’nin emir astsubaylığını yapmaktadır. Sanık … ise henüz üç gündür bu görevi yürütmekte olup 15.07.2016 günü karargahtaki ilk mesai günüdür. Her iki sanık da emir subayı …’nın emriyle sürece dahil olmuşlar, … komutanın evinin önüne gelmiş, … ise başlangıçta karargaha alınmamış, müteakip denemesinde kurmay başkanıyla birlikte ancak 00.10’dan sonra komuta katına gelebilmiştir. Bu sırada … kendilerine bir darbe girişimi olduğunu ancak komutanın içinde bulunmadığını söyleyerek kendisinin emirleri dışında hareket etmemelerini emretmiştir. Sanıkların silahlı şekilde komutanın kapısı önünde nöbet tutmaya başladıkları ve kalkışmaya doğrudan katılan subayları silahlı şekilde içeri sokmamaya dikkat ettikleri anlaşılmaktadır. …, …’ın silahını …’nın emri üzerine onunla boğuşarak almıştır. …, …’nin komutanın odasına silahla girmesini engellemiştir. Her iki emir astsubayı görev yerlerini terk etmeden darbe girişiminin son anına kadar karargahta göreve devam etmişlerdir. Bu süre içinde darbecileri derdest etmeye dönük bir davranış içinde olmadıkları, bu durumu sanık …’nin bu yönde bir emir vermemesiyle açıkladıkları anlaşılmaktadır. Bunun dışında emir astsubayları erlerin uyandırılarak güvenlik güçlerine ateş açılmaya zorlanması gibi doğrudan darbe girişiminin içinde bulunan eylemlere katılmadıkları anlaşılmakta ise de;
Sanık …’ın sanık …, …’a silah çektiği anda …’un koluna girerek onu ordu komutanının odasına götürmesi eyleminin kurmay başkanının o sırada birliğin kontrolünü almaya çalıştığı dikkate alındığında darbecilerin tutumunu destekler mahiyette olduğu, yine sanığın valinin aramalarını toplantı bahanesiyle ordu komutanına bağlamaması, kurmay başkanı, ordu komutanının odasından çıkarıldıktan sonra ona şeref salonuna kadar refakat etmesi, darbeci sanık …’ın silahının geri verilmesi eylemleri yanında, evinde yapılan aramada FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle bağlantısını gösteren bir kısım dökümanların bulunduğu tespit edilmiştir.
Sanık …’ın ise izinde bulunan karargah destek grup komutanı …’e komutanı …’ya kaçıracaklar şeklinde mesaj gönderen …’ya bu mesajlar sana zarar verebilir şeklindeki ifadesinin sanık … tarafından bir tehdit olarak anlaşıldığı ve mesajların silindiği, yine sanığın 04.00’den sonra sanıklar … ve …’ın kelepçelenmesine yardımcı olduğu, ihtiyaçlarına göre kelepçelerini açıp tekrar taktığı, darbeciler tarafından hain olarak nitelenen Astsubay … ve kurmay başkanının emriyle karargahta bulunan personelin listesini çıkaran Astsubay …’nu da kelepçelediği, her ne kadar bu kişileri ordu komutanını korumak için kelepçelediğini savunmuş ise de, olayın yukarıda açıklanan gelişimine göre bu kişilerin darbecilerin emriyle kelepçelendiğinin açık olduğu, …’yla ilgili gelişen durum üzerine …’nin kurmay başkanını silah zoruyla komutan odasından çıkardığı anlaşılmaktadır.
Sanıklar … ve …’ın, gerçekleştirdikleri bu eylemlerle ilgili olarak öncelikle sanık …’ın savunmasında evinde yapılan arama usulsüz bulunduğundan elde edilen delillerin hukuka aykırı olduğu ve hükme esas alınmayacağı yönündeki itirazları, ele geçirilen eşya ile incelenen eşya arasında farklılıklar bulunduğuna yönelik iddiaları da irdelenip değerlendirilerek ve kamera kayıtlarına göre sanık …’ın silahının bu sanık tarafından geri verilip verilmediği araştırlarak, sanığın eylemleri kuşkuya yer bırakmayacak şekilde saptanarak ve yine sanık …’ın darbecilerin kontrol altında tutmak istedikleri kişileri kelepçelemesi ve onlara refakat etmesi şeklindeki eylemlerinin yukarıda suça iştirak ve yardımla ilgili yapılan açıklamalar ve özellikle suç üzerinde fiili hakimiyet ve bağlılık kuralı çerçevesinde irdelenerek, Anayasayı İhlal suçuna yardım suçunun oluşup oluşmayacağı, yardım eyleminin sabit olmaması halinde, devam eden soruşturmalar çerçevesinde sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle hiyerarşik bağlantıları bulunup bulunmadığı araştırılarak, sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekirken yetersiz gerekçelerle sanıklar hakkında atılı suçlardan beraat kararı verilmesi,
2-Sanıklar … ve … hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan kurulan hükümlerin incelenmesinde;
Gerekçeli karardan dosyaya gönderildiği anlaşılan sanık … hakkında ardışık aramaya dair HTS analiz raporunun ve sanık … hakkındaki tanık ifade tutanağının silahlı terör örgütüne üye olmak suçu bakımından mahkemesince değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
3-Kabul ve uygulamaya göre de;
Müsnet suçlardan davaya katılma hakkı bulunmayan …, …, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni temsilen … İl Başkanlığı, …, …, … lehine vekalet ücretine hükmedilmesi,
Kanuna aykırı, Cumhuriyet savcısı, sanıklar ve müdafileri ile katılan Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi vekillerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, bozma nedeni, tutuklulukta geçirilen süre ve mevcut delil durumu dikkate alınarak sanık …’ün ve müdafiinin tahliye talebinin reddine, 28.02.2019 tarihinde yürürlüğe giren 20.02.2019 tarih ve 7165 sayılı Kanunun 8. maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanunun 304/1. maddesi uyarınca dosyanın Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin bilgi için Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 19.07.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.