Yargıtay Kararı 16. Ceza Dairesi 2017/4266 E. 2018/1066 K. 02.04.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2017/4266
KARAR NO : 2018/1066
KARAR TARİHİ : 02.04.2018

Mahkemesi :Ceza Dairesi
Suç : Silahlı terör örgütüne üye olma
Hüküm : TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanunun 5, TCK’nın 53. 58/9, 63. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddi

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;
Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyizin sebebine göre dosya incelendi gereği düşünüldü;
Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Yargılama sürecindeki usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, yaptırımların kanuni bağlamda şahsileştirilmek suretiyle uygulandığı anlaşılmakla; sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmediğinden CMK’nın 302/1. maddesi gereğince temyiz davasının esastan reddiyle hükmün ONANMASINA, 02.04.2018 tarihinde üye …’in temel cezanın fazla tayin edildiğine, TCK’nın 62. maddesinin uygulanmamasının dosya kapsamı ile uyumlu bulunmadığına dair karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY:

Sanık … hakkında, silahlı terör örgütü üyesi olmak suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün onanmasına ilişkin sayın çoğunluğun kararına aşağıda belirttiğim yazılı hususlar kapsamında katılmak mümkün olmamıştır.
İncelenen dosya kapsamından;
“Ordu Cumhuriyet Başsavcılığının 06/12/2016 tarih ve 2016/2636 esas sayılı iddianamesiyle sanık hakkında “FETÖ/PDY silahlı terör örgütünü yönetmek” suçunu işlediğinden bahisle 3713 sayılı Yasanın 7/1 maddesi yollamasıyla 5237 sayılı TCK’nın 314/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı, kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda Ordu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.08.2017 tarih ve 2016/27 E – 2017/66 K. sayılı ilamıyla sanık hakkında “silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 5237 sayılı TCK’nın 314/2, 53, 58/9, 63 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasanın 5/1 maddeleri uyarınca (temel ceza belirlenirken alt sınırdan da uzaklaşılarak) neticede 10 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına” yönelik hüküm kurulduğu, bu karara karşı sanık müdafinin istinaf talebinde bulunması üzerine Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 03/11/2017 tarih ve 2017/1563 E. – 2017/1471 K. sayılı ilamıyla istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği, kararında sanık müdafi tarafından süresinde temyiz edilmesi üzerine sayın çoğunluğun kararıyla “temyiz isteminin esastan reddiyle hükmün onandığı”,
Anlaşılmaktadır.
Sanığın silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediğine dair sayın çoğunluk ile aramızda herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlığın konusunu;
a) Yasal süresi içinde nedenlerini de göstermek suretiyle hükmü temyiz eden sanık veya müdafinin daha sonradan ek temyiz dilekçesi verip veremeyeceği, ek temyiz dilekçesi verebileceğinin kabulü halinde, bu dilekçede daha önceden belirtilmeyen temyiz nedenlerine yer verilip verilemeyeceği,
b) Sanık hakkında “silahlı terör örgüt üyesi olmak” suçundan TCK’nın 314/2 maddesi uyarınca alt sınırdan uzaklaşılarak verilen cezanın sanık yönünden fazla olup olmadığı, yine takdiri indirim maddesi olan TCK’nın 62. maddesinin somut olayda sanık hakkında uygulanmamasının dosya kapsamıyla uyumlu bulunup bulunmadığı,
Hususlarından kaynaklanmaktadır.
a) Yasal süresi içinde nedenlerini de göstermek suretiyle hükmü temyiz eden sanık veya müdafinin daha sonradan ek temyiz dilekçesi verip veremeyeceği, ek temyiz dilekçesi verebileceğinin kabulü halinde, bu dilekçede daha önceden belirtilmeyen temyiz nedenlerine yer verilip verilemeyeceği hususlarına ilişkin itirazlarım;
Dosya içeriğine bakıldığında;
Sanık müdafiinin yasal süresi içerisinde nedenlerini de göstermek suretiyle hükmü temyiz ettiği, temyiz dilekçesinde genel olarak; “hukuka aykırı elde edilen delillere dayanılarak hüküm kurulduğu, sanığın silahlı terör örgütü üyesi olduğuna dair dosya kapsamında mahkumiyetine yeterli delil olmadığı, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesine aykırı olarak karar verildiği” şeklinde hem maddi hukuk kurallarına hem de usul hukuk kurallarına aykırılık gerekçelerine dayandığı, daha sonradan 06.03.2018 tarihinde tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan ek temyiz dilekçesi gönderen sanığın da daha önce müdafiisi tarafından dile getirilmeyen “TCK’nın 3 ve 61. maddelerine aykırı bir şekilde hakkında fazla cezaya hükmedildiği, yine TCK 62. maddesinde düzenlenen takdiri indirim hükümlerinin hakkında uygulanmamasının dosya kapsamıyla uyumlu olmayıp hukuka aykırı olduğu” gerekçelerini temyiz nedeni olarak ileri sürdüğü”,
Görülmüştür.
İnsan Haklarına dayanan hukuk devletinde, hukukun üstünlüğü ilkesini hakim kılmak için gereken her türlü yapısal ve kurumsal hukuki reformların hayata geçirilmesi önem arz etmektedir. Hukukun üstünlüğünü sağlamanın önemli unsurlarından birisi, adil yargılanma ve adalete erişim hakkının tüm güvenceleriyle yaşama geçirilmesidir. Adil yargılanma hakkı, bağımsız ve tarafsız yargı mercileri önünde hakkını aramak, davacı veya davalı olabilmek, yargılama sırasında usuli güvencelere sahip olmak, yargılamanın makul sürede yapılması, mahkeme kararlarına karşı etkin hukuki denetim mekanizmalarının sağlanması gibi temel güvenceleri bünyesinde barındırmaktadır.
Anayasanın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan her alanda bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, konulan kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerini göz önünde tutan, hakların elde edilmesini kolaylaştıran, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık ve hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran devlettir.
Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmüne yer verilmiştir. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir.
Ceza yargılamasının amacı maddi gerçeğin insan onuruna yaraşır biçimde araştırılıp bulunmasıdır. Nitekim, Ceza Genel Kurulunun 23.02.2016 tarih ve 2014/5.MD-98 esas 2016/83 sayılı ve 10.12.2013 tarih ve 2013/359 sayılı kararlarında; “…Ceza Muhakemesinin amacı usul ve kuralların ön gördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak bir biçimde kesin olarak belirlenmesidir.
Medeni Muhakeme Hukukunda hakim, tarafların ileri sürdükleri olaylar, normlar, deliller ve isteklerle bağlı olmasına ve bunların ortaya koyduğu gerçekle yetinmek zorunda bulunmasına karşılık Ceza Muhakemesi Hukukunda, tarafların ileri sürdükleri delillerle yetinmeksizin maddi gerçeği araştırır. Ceza muhakemesinde kanuni delil sistemi çok istisnaidir (mesela duruşma tutanağı; duruşmada olup bitenler ancak onunla kanıtlanabilir), onun dışında hukuka aykırı olmaması dışında her şey delil olarak ileri sürülebilir.
Adil yargılanma hakkının içerisinde barındırdığı mahkeme kararlarına karşı etkin hukuki denetim mekanizmaları sağlanması güvencelerinden biri olan Temyiz; kural olarak bölge adliye mahkemesi ceza daireleri tarafından verilen hükümlerle, bu dairelerin hükme esas teşkil eden ara kararlarına ve 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanununun 18. maddesi uyarınca iade taleplerine ilişkin ağır ceza mahkemeleri tarafından verilen kararlara karşı başvurulan olağan bir kanun yoludur.
Temyiz CMK sistematiği içinde olağan kanun yolları arasında düzenlenmiştir. Bir yargılama organı tarafından verilen kararların başka bir merci tarafından denetlenmesi son derece önemlidir. Temyiz yoluyla bir ülkedeki hukuk kurallarının istikrarlı, aynı bir biçimde yorumlanması ve uygulanması sağlanmaktadır. Temyiz yoluyla daha önce bir yargı merci tarafından verilmiş olan kararların hukuka uygunluğu kontrol edilmektedir.
Temyiz incelemesinde, uyuşmazlığın sadece hukuki yönü, yani ilk derece veya bölge adliye mahkemesi tarafından tespit edilen maddi olayın hukuk normları karşısındaki durumu ele alınarak, hukuk normunun maddi olaya doğru bir şekilde uygulanıp uygulanmadığını denetlenmektedir.
5271 sayılı CMK’nın “Temyiz Başvurusunun İçeriği” başlıklı 294/1. maddesi;
“Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır”,
Aynı yasanın “Temyiz Gerekçesi” başlıklı 295. maddesi ise,
“Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir.”,
Şeklinde düzenlenmiştir.
Anılan yasal düzenlemelere bakıldığında, öncelikle temyiz başvurusu (dilekçesi, istidası) ile gerekçeli temyiz dilekçesi (temyiz layihası, ek dilekçe) arasındaki fark üzerinde durulması gereklidir. Bu dilekçelerin, tek bir dilekçe olarak birlikte verilmesi de mümkündür. Ancak uygulamada çoğunlukla kısa kararın tefhimiyle birlikte on beş günlük temyiz süresi başladığından, öncelikle süreyi kaçırmamak için temyiz başvurusunda bulunulması (temyiz başvuru dilekçesinin verilmesi) gerekmektedir. Uygulamacılar bu dilekçeye “süre tutum dilekçesi” adını vermektedirler. Son derece yaygın olan bu yanlış tabir, verilen dilekçeyle temyiz süresinin durduğu gibi bir yanılgıyı da beslemektedir. Oysa bu dilekçe verilmekle temyiz gerçekleşmekte ve artık süre sorunu ortadan kalkmaktadır.
Gerekçeli temyiz dilekçesi (ek dilekçe, temyiz layihası) ise, temyiz nedenlerinin gösterildiği dilekçedir. 5271 sayılı CMK’nın temyiz kanun yoluna ilişkin hükümlerinin yürürlüğe girmesinden önce, bu dilekçenin verilmesi zorunlu değildi. Zira CMUK’nın 314/2. maddesinde yer alan “temyiz nedenlerinin gösterilmemesinin temyiz incelemesine engel olmayacağına yönelik” hükme dayanarak Yargıtay temyiz nedenlerini re’sen gözetebilmekteydi. 5271 sayılı CMK’nın kanun yollarına ilişkin hükümlerinin bir bütün olarak yürürlüğe girmesinin ardından, bu dilekçenin hangi aşamaya kadar verilmesi gerektiği konusu önem kazanmıştır.
Bir anlamda yasa koyucunun, hem muhakemeyi hızlandırmak, hem de asıl amacı ülkedeki hukuk kurallarının istikrarlı, aynı bir biçimde yorumlanması ve uygulanmasını sağlanmak olan Yargıtay’ın gereksiz iş yüküyle karşı karşıya kalmasını önlemek amacıyla “sırf temyiz nedeni gösterilmemesi” gerekçesiyle de olsa hukuka aykırı bir kararın kesinleşmesini göze aldığını söyleyebiliriz.
Ancak adil yargılanma hakkı açısından söz konusu hükümler irdelendiğinde, “hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığını somut bir şekilde göstermeyen” temyiz dilekçesinin ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçelerinin, anılan yasal düzenlemeler karşısında reddedilmesi gerektiğinin kabulü, hem Anayasa’nın 2 ve 36. maddeleriyle hem AİHM’nin içtihatlarında yer alan ölçütler ile hem de ceza yargılamasının maddi gerçeğin insan onuruna yaraşır biçimde araştırılıp bulunması amacıyla uyumlu olduğunu söylemek güçtür.
Bu kapsamda yapılan açıklamalar ve yasal düzenlemeler karşısında;
CMK’nın 298. maddesi uyarınca, “Yargıtay temyiz dilekçesini temyiz sebeplerini içermediğini saptarsa, temyiz istemini” reddetmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, istinaf mahkemesinin yapacağı kabul edilebilirlik denetiminde aranmayan bu şartın (zira çoğunlukla gerekçeli karar daha sonra tebliğ edilmektedir), Yargıtay tarafından denetlenmesidir.
Kanunda her ne kadar “yedi gün içinde ek dilekçe verilir” yazmaktaysa da, bu sürenin geçmesinden sonra fakat Yargıtay’ın incelemesinden önce Yargıtay’a ulaşan dilekçenin de kabul edilmesi gerekir. Bir kere süresinde temyiz isteminde bulunulduktan sonra, Yargıtay’da incelemeye başlayıncaya kadar dilekçe veya dilekçeler verilmesine, bu dilekçelerde önceden belirtilmeyen yeni temyiz nedenleri belirtilmesinde herhangi bir engel yoktur. Aksine bir kabul, medeni muhakeme yargılamasında olduğu gibi ceza yargılamasını da tamamen şekli bir yargılama vasfına getirir.
Sonuç olarak temyiz istemi bölge adliye mahkemesine (veya suçluların iadesine ilişkin kararlar bakımından ilk derece mahkemesine) yapıldığında, gerekçe içermesi zorunlu değildir. Gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde nedenleri gösterilmiş bir temyiz dilekçesi verilmesi durumunda, daha sonradan Yargıtay’ın incelemesine kadar sanık veya müdafinin ek temyiz dilekçesi vermesi, önceki temyiz nedenlerinden başka yeni temyiz sebepleri ileri sürmesi de mümkündür. Yargıtay’ın incelemesine kadar verilen ek dilekçe ve gösterilen temyiz nedenleri de, Yargıtay tarafından incelenmeli ve denetlenmelidir. Elbette söz konusu dilekçenin zamanında, tüm temyiz nedenlerini de gösterir şekilde hükmü veren mahkemeye verilmesi, olması gerekendir. Yargıtay’ın incelemesi sırasında, temyiz dilekçesinde herhangi bir temyiz sebebinin yer almadığı anlaşılırsa, ancak o zaman temyiz isteminin reddedilmesi gerekir.
b) Sanık hakkında “silahlı terör örgüt üyesi olmak” suçundan TCK’nın 314/2 maddesi uyarınca alt sınırdan uzaklaşılarak verilen cezanın sanık yönünden fazla olup olmadığı, yine takdiri indirim maddesi olan TCK’nın 62. maddesinin somut olayda sanık hakkında uygulanmamasının dosya kapsamıyla uyumlu bulunup bulunmadığına yönelik itirazlarım;
Sanığın, Yargıtay’ın incelemesinden önce gönderdiği 06.03.2018 tarihli ek temyiz dilekçesinde “TCK’nın 3 ve 61. maddesine aykırı bir şekilde hakkında fazla cezaya hükmedildiği, yine TCK 62. maddesinde düzenlenen takdiri indirim hükümlerinin hakkında uygulanmamasının dosya kapsamıyla uyumlu olmadığı” yönündeki temyiz nedenlerini ileri sürmesi karşısında, bu hususların Yargıtay tarafından temyizen incelenmesinde yukarıda (a) başlık altında yapılan açıklamalar karşısında herhangi bir engel bulunmamaktadır.
Somut olaya bakıldığında;
Ordu Cumhuriyet Başsavcılığının 06.12.2016 tarih ve 2016/2636 Esas sayılı iddianamesiyle sanık hakkında “FETÖ/PDY silahlı terör örgütünü yönetmek” suçunu işlediğinden bahisle 3713 sayılı Yasanın 7/1 maddesi yollamasıyla 5237 sayılı TCK’nın 314/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı, kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda Ordu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.08.2017 tarih ve 2016/27 E – 2017/66 K. sayılı ilamıyla sanık hakkında “silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 5237 sayılı TCK’nın 314/2, 53, 58/9, 63 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasanın 5/1 maddeleri uyarınca (temel ceza belirlenirken alt sınırdan da uzaklaşılarak) neticede 10 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına” yönelik hüküm kurulduğu, bu karara karşı sanık müdafiinin istinaf talebinde bulunması üzerine Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 03.11.2017 tarih ve 2017/1563 E. – 2017/1471 K. sayılı ilamıyla istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Samsun Bölge Adliye Ceza Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, “istinaf isteminin esastan reddine” dair karar vererek yeni bir duruşma açmamış, yeni bir delil toplamamış ve yeni bir hüküm kurmamıştır. Samsun Bölge Adliye Ceza Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, ilk derece mahkemesinin kabul ettiği maddi vakıalar ile hukuki değerlendirmeleri doğru kabul etmiş, usul ve esas yönünden bir eksiklik bulmamıştır. Bu durumda Yargıtay’ın temyiz incelemesi, ilk derece mahkemesinin kararının kabul ettiği hukuki değerlendirmeler üzerinde yapılacaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2012/15-1280 E. 2012/1864 K. sayılı ve 25.12.2012 tarihli, 2013/15-714 E. 2014/300 K. sayılı ve 03.06.2014 tarihli kararlarında da açıklandığı gibi Kanun koyucu, cezaların şahsileştirilmesinin temini bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçenin, 5237 sayılı TCK’nın 61/1. maddesine uygun olarak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili, dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde kanuni ve yeterli olması gerekir.
Öte yandan, temel cezanın tayininde göz önünde bulundurulacak hususlar suçun unsurunu veya nitelikli hallerini oluşturmakta ise, iki ayrı hükmün uygulanmasında aynı sebebe dayanılamayacağı için bu hususlar cezanın belirlenmesinde nazara alınmayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Her ne kadar ilk derece mahkemesi temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesiyle ilgili olarak “sanığın örgütsel faaliyetlerinin niteliği ve yoğunluğu, örgütün sanığın sorumluları olarak atadığı şahıslar değerlendirdiğinde” şeklinde gerekçeye dayanmışsa da, bu gerekçe 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesi anlamında kanuni ve yeterli değildir. Çünkü mahkemenin alt sınırdan uzaklaşılmasına gerekçe gösterdiği faaliyetler zaten örgüt üyeliği suçunun unsurunu oluşturmaktadır. Mahkeme, TCK’nın 61/3 maddesine aykırı olacak şekilde silahlı terör örgütü üyeliği suçunun unsurunu oluşturan faaliyetleri ayrıca teşdit sebebi olarak kabul etmiştir. Hüküm fıkrasında gösterilen “suçun işleniş şekli ve kastının yoğunluğu” biçimindeki gerekçe ise kanuni olmakla birlikte dosyaya yansıyan bilgi ve belgeler (özellikle sanığın Ünye ilçesinde ilçe imamına bağlı olarak, hakim, savcı, mülki idare, asker, polis, akademisyen gibi örgütün mahrem yapıları olarak da değerlendirilmeyen adliye zabıt katibi gibi kamu görevlilerinden sorumlu olduğunun kabulü) karşısında, hüküm kurulurken sadece bu nedenlere dayanılarak cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi, TCK’nın 3/1. maddesinde düzenlenen “orantılılık” ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Ceza hukukunun temel ilkelerinden olan cezanın şahsileştirilmesi kuralının amacı ceza ve sanık arasında uygun dengeyi sağlamaktır. İki sınır arasında cezayı belirleme yetkisi hakime ait ise de, bu yetkinin kullanılmasında adalet ve nesafet kurallarına bağlı kalınması, bu bağlamda suçun işleniş şekli, suçun işlendiği zaman ve yer, suçun konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, kastın yoğunluğu gibi hususların göz önünde tutulması, bunun yanında gösterilen gerekçelerin de dosya ile uyumlu olması gerekmektedir.
Yine, geçmişte sabıkası bulunmayan sanık hakkında, duruşma tutanaklarına yansıyan olumsuz bir davranışının da tespit edilememesi karşısında, dosya kapsamıyla uyuşmayacak şekilde “yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nazara alınarak” demek suretiyle yasal ve yeterli olmayan gerekçe ile TCK’nın 62. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi de hukuka aykırılık teşkil etmektedir.
Bu cihetlerle, sanık hakkında “silahlı terör örgüt üyesi olmak” suçundan TCK’nın 314/2 maddesi uyarınca alt sınırdan uzaklaşılarak verilen cezanın fazla olması, takdiri indirim maddesi olan TCK’nın 62. maddesinin somut olayda sanık hakkında uygulanmamasının hukuka aykırı olması karşısında “hükmün bozulması” gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun hükmün onanmasına ilişkin kararına katılmıyorum.