Yargıtay Kararı 16. Ceza Dairesi 2016/450 E. 2016/367 K. 01.02.2016 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2016/450
KARAR NO : 2016/367
KARAR TARİHİ : 01.02.2016

İtiraz yazısı ile dava dosyası incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
I. GENEL OLARAK
Ceza Muhakemesi Kanunu 308. maddesi gereğince; Yargıtay Ceza Dairelerinin kararlarına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, ilamın kendisine verildiği tarihten itibaren 30 gün içinde aleyhe, süre koşulu olmaksızın lehe itiraz edebilir. İtirazı, kararı veren daire inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir, görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderir.
İtirazı incelemekle görevli daire, sanığın üzerine atılı “suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama” suçundan temyiz inceleme tarihi itibari ile 6545 sayılı Kanunun 35. maddesi ile değişik Yargıtay Kanununun 14. maddesi hükmü, 20.07.2014 gün ve 29066 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 17.07.2014 tarih ve 2014/2 sayılı kararına göre Yargıtay 9. Ceza Dairesidir.
Ancak, 2797 sayılı Yargıtay Kanununa 6572 sayılı Kanunun 27. maddesi ile eklenen geçici 14. madde hükmü doğrultusunda Yargıtay Birinci Başkanlar Kurulunun 19.01.2015 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 2015/8 sayılı kararı ile itiraza konu suçların kanun yolu incelemesi yapmakla Yargıtay 16. Ceza Dairesi görevlendirilmiştir.
Yasal düzenleme ve Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun kararı doğrultusunda itirazın incelemesinde Dairemizin görevli olduğu kabul edilmiştir.

II. İTİRAZ EDİLEN KARAR:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 11.01.2016 tarih 2015/….sayılı yazısı ile Yargıtay Ceza Dairesine 14.06.2013 tarih ve 2012/… esas, 2013… karar sayılı onama kararına aşağıdaki nedenlerden dolayı itiraz edilmiştir.
Konunun Takdimi:
“Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama” suçundan sanık … …’in mahkumiyetine ilişkin Asliye Ceza Mahkemesinin 03.03.2011 gün ve 2007/… – 2011/… Esas-Karar sayılı kararının sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 30.05.2012 gün ve 2011/…. sayılı tebliğnamesiyle hükmün onanması talep edilmiştir.
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 14.06.2013 gün ve 2012/…-2013/… Esas – Karar sayılı kararında; Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
1- Sanığa atılı suçla korunan hukuki yarar da nazara alındığında suçtan doğrudan doğruya zarar görmeyen ve bu nedenle de davaya katılma hakkı bulunmayan Hazinenin davaya katılmasına ilişkin verilen karar hukuki değerden yoksun olup hükmü temyiz yetkisi vermeyeceğinden, Hazine vekilinin temyiz talebinin anılan Kanunun 317. maddesi gereğince REDDİNE,
2- Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçunun sübutu kabul, olay niteliğine ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, 14.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildiği anlaşılmıştır.
Bu karara karşı, aşağıda arz ve izah olunan nedenlerle itiraz edilmesi gerektiği düşünülmüştür.
İTİRAZ NEDENLERİ :
Yargıtay 9. Ceza Dairesi ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığımız arasında suçun sübutuna ilişkin herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Söz konusu suçun suç tarihinin tespiti ve bu kapsamda zamanaşımı süresinin oluşup oluşmadığı,
2- Sanık hakkında bu suç bakımından gerek mülga 1412 sayılı CMUK’nın 255. maddesi gerek halen yürürlükte olan CMK’nın 218. maddesi gereğince … Ağır Ceza Mahkemesinin 2004/… Esas sayılı dosyasının bekletici sorun (mesele) yapılıp yapılamayacağı, bu kararın savcılık makamı tarafından alınıp alınamayacağı ve buna bağlı olarak zamanaşımı süresinin durup durmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Uyuşmazlık konusuna ilişkin yasal düzenlemeler incelendiğinde;
Kara paranın tanımı ve kara para aklama fiillerinin suç olarak düzenlenmesi hukukumuza ilk olarak 19 Kasım 1996 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4208 sayılı Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine dair Kanun ile ./..

girmiş, anılan Kanunun 2. maddesinde kara para ve kara para aklama suçunun tanımı yapılarak, 7. maddesinde yaptırım öngörülmüştür.
18.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkındaki Kanunun 26. maddesi ile 4208 sayılı Kanunun 2 ve 7. maddeleri de dahil olmak üzere bir çok maddesi yürürlükten kaldırılmış, kanunun adından da anlaşılacağı üzere kara para terimi yerine suçtan kaynaklanan mal varlığı değerini ifade eden “suç geliri” terimi kullanılmış, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerinin aklanması anlamına gelen “aklama suçunun” 5237 sayılı TCY’nın 282. maddesinde düzenlenmiş olan suçu ifade ettiği belirtilmiş, 5549 sayılı Kanunun 26. maddesinin üçüncü fıkrasında “Diğer mevzuatta yer alan ‘kara para’ ibaresinden ‘suçtan kaynaklanan mal varlığı değeri’, ‘kara para aklama suçu’ ibaresinden ‘aklama suçu’ anlaşılır’”düzenlemesine yer verilmiştir.
5549 sayılı Kanunun yollamada bulunduğu 5237 sayılı TCY’nın “Suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama” başlıklı 282. maddesinde, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerinin, yurt dışına transfer edilmesi veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla çeşitli işlemlere tabi tutulması ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi bakımından işlendiği iddia olunan suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 4208 sayılı Kanunun konuyla ilgili bölümlerinin incelenmesi gereklidir.
4208 sayılı Kanunun tanımlar başlıklı 2. maddesinin (a) bendinde kara para;
“1. 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanundaki,
2. 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Kanundaki,
3. 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli hakkında Kanundaki,
4. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması Hakkında Kanundaki,
5. 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 344’üncü maddesinin 2 ve 3 numaralı bentlerindeki,
6. 765 sayılı Türk Ceza Kanunundaki Devletin Şahsiyetine Karşı İşlenen Cürümler ve aynı Kanunun 179, 192, 264, 316, 317, 318, 319, 322, 325, 332, 333, 335, 339, 341, 342, 345, 350, 403, 404, 406, 435, 436, 495, 496, 497, 498, 499, 500, 504 ve 506’ncı maddelerindeki, fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen para veya para yerine geçen her türlü kıymetli evrakla, mal veya gelirleri veya bir para biriminden diğer bir para birimine çevrilmesi de dahil, sözü edilen para, evrak, mal veya gelirlerin birbirine dönüştürülmesinden elde edilen her türlü maddi menfaat ve değeri”, (b) bendinde ise kara para aklama suçu;
“Türk Ceza Kanununun 296’ncı maddesinde belirtilen haller haricinde, bu maddenin (a) bendinde sayılan fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen kara paranın elde edenlerce meşruiyet kazandırılması amacıyla değerlendirilmesi, bu yolla elde edildiği bilinen kara paranın başkalarınca iktisap edilmesi, bulundurulması; elde edenlerce veya başkaları tarafından kullanılması, kaynak veya niteliğinin veya zilyet ./..

ya da malikinin değiştirilmesi, gizlenmesi veya sınır ötesi harekete tabi tutulması veya bu hareketin gizlenmesi, yukarıda belirtilen suçların hukuki sonuçlarından failin kaçmasına yardım etmek amacıyla kaynağının veya yerinin değiştirilmesi veya transfer yoluyla aklanması veya kara paranın tespitini engellemeye yönelik fiilleri” ifade eder şeklinde tanımlanmıştır.
Kara para aklama suçu kendisine kaynaklık eden “öncü suçtan” bağımsız ve ayrı bir suç tipidir. Kara para aklama suçunun varlığı için, “öncü suç” olarak adlandırılan ve 4208 sayılı Kanunun 2. maddesinde sayılan suçlardan birinin işlenmesi, aklamaya konu değerlerin de “öncü suç” olarak adlandırılan bu suçlardan elde edilmiş olması ve belirtilen öncü suçların işlenmesi suretiyle elde edilen parada dahil olmak üzere her türlü maddi menfaat ve değerin, elde edenlerce meşruiyet kazandırılması amacıyla değerlendirilmesi, bu yolla elde edildiği bilinen kara paranın başkalarınca iktisap edilmesi, bulundurulması, elde edenlerce veya başkaları tarafından kullanılması, kaynak veya niteliğinin veya zilyet ya da malikinin değiştirilmesi, gizlenmesi veya sınır ötesi harekete tabi tutulması veya bu hareketin gizlenmesi, öncü suçların hukuki sonuçlarından failin kaçmasına yardım etmek amacıyla kaynağının veya yerinin değiştirilmesi ya da transfer yoluyla aklanması veya kara paranın tespitini engellemeye yönelik fiillerin yapılması gerekmektedir.
Kara para aklama suçu açısından varlığı gerekli olan öncü suçun işlenme tarihi, kara para aklama suçunu hukukumuza sokan 4208 sayılı Kanunun yürürlük tarihi olan 19.11.1996 tarihinden önceki bir tarihe tekabül etmekte ise, artık kara para sayılan bir değerden ve kara para aklama suçunun konusunu oluşturan “kara para”, ancak anılan Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra işlenen öncü suçlardan dolayı bu niteliği taşıyacaktır. Başka bir anlatımla, kanunda belirtilen öncü suçların işlenmesi sonucu suçun konusu olarak ortaya çıkan “kara para” ya bu niteliğini veren 4208 sayılı Kanun olmuştur.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Masak raporları, 15.03.2010 tarihli ek bilirkişi ve 26.06.2008 tarihli bilirkişi raporları, Ağır Ceza Mahkemesinin 29.11.2005 tarih ve 2005/…-…. Esas-Karar sayılı kararı, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 19.10.2006 tarih ve 2006/…-….. Esas-Karar sayılı ilamı, dekontlar, belgeler ve tüm dosya kapsamına göre;
Sanığın banka sermayesine hakim gruba kaynak aktarmak maksadıyla çeşitli işlemler kullanarak ….. …… AŞ merkez şubesinde bulunan hesabına paraların aktarılması ile kara para elde edildiği, bununla grup şirketlerine krediler açılması ve bu şirketlerden de diğer bir takım şirketlere alacağı temliki işlemleri ve müteakip işlemlerin ise paranın izini engellemeye yönelik olduğu, bu yolla dolandırıcılıkla elde edilen kara paranın izini kaybettirerek söz konusu paraların rahatça sanık tarafından kullanılmasının amaçlandığı, aklanan miktarın 1998-1999 yılları arasında 171 farklı günde 374 farklı işlemle toplam 24.488 TL, 5.082.245 USD ve 4.947.520 DEM’in nakit olarak çekilip banka kayıtlarından çıkartılarak izlenmesi imkansız hale getirilen miktar olduğu, suç tarihinin en son ./..

alınan 15.03.2010 tarihli ek bilirkişi raporuna göre aklama işlemine ilişkin olarak en son işlemin yapıldığı 17.12.1999 tarihi olduğu anlaşılmıştır.
Suç tarihinin tespitinden sonra söz konusu suça ilişkin olarak zaman aşımı müddetine yönelik olarak yasal mevzuatın incelenmesi önem taşımaktadır.
Buna göre;
A- 4208 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca asli zaman aşımı süresi 10 yıl, olağanüstü zaman aşımı süresi ise 15 yıldır. Anılan maddede yer alan “on” ibaresi 12.12.2003 kabul tarihli, 26.12.2003 tarih ve 25328 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5020 sayılı Kanunun 16. maddesine ile “onbeş” şeklinde değiştirilmiş olup, olağanüstü zaman aşımı süresi 22,5 yıla çıkmaktadır. Anılan tarihten önce işlenen suçlar bakımından asli zaman aşımı süresi yine 10 yıl olarak uygulanacaktır.
B- 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK 282/1. maddesindeki cezanın türü ve üst sınırı nazara alındığında ise 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e maddesi gereğince ise asli zaman aşımı süresi 8 yıl, olağanüstü zaman aşımı süresi ise 12 yıldır.
C- 26.06.2009 tarih 5918/5. maddesi ile değişik 5237 sayılı TCK’nın 282/1. maddesi gereğince ise asli zaman aşımı süresi bu kez 5237 sayılı TCK’nın 66/1-d maddesi gereğince yeniden 15 yıl olarak belirlenmiş, buna göre olağanüstü zaman aşımı süresi ise 22,5 yıl olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu durumda kara para aklama suçu açısından varlığı gerekli olan öncü suçun (Dolandırıcılık) işlenme tarihi, kara para aklama suçunu hukukumuza sokan 4208 sayılı Kanunun yürürlük tarihi olan 19.11.1996 tarihinden sonraki bir tarihe tekabül etmekte ve lehe kanun gereği zaman aşımı müddetinin yukarıda bahsi geçen kanun hükümleri incelenerek bir neticeye ulaşılmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu durumda suç tarihi ve zaman aşımı süreleri nazara alındığında;
Sanığa atılı suçun, dava zaman aşımı süresinin suç tarihi itibariyle 10 yıl olduğuna dair 4208 sayılı Kanunun 8. maddesindeki düzenlemenin 5549 sayılı Kanunun 26. maddesi uyarınca yürürlükten kaldırıldığı ve 01.06.2005 günü yürürlüğe giren 5252 sayılı Kanunun 12/b maddesi ile de 765 sayılı TCK’nın yürürlükten kaldırılıp yerine 01.06.2005 tarihinden itibaren 5237 sayılı TCK’nın yürürlüğe girdiği cihetle; incelemeye konu kamu davasının sanık yararına olan 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e maddesinde öngörülen 8 yıllık asli, 12 yıllık olağanüstü dava zaman aşımına tabi olduğu anlaşılmaktadır.
Dosya kapsamından, iddianame düzenleme tarihinin 29.12.2006, iddianame kabul tarihinin ise 16.01.2007 olduğu, suç tarihi olan 17.12.1999 tarihinden iddianame tarihine kadar 8 yıllık asli zaman aşımı süresinin dolmadığı, bu tarih itibariyle zaman aşımı süresinin kesildiği, sanığın savunmasının alındığı 01.10.2007 tarihi itibariyle de zaman aşımı süresinin dolmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda olağanüstü zaman aşımı süresi mahkemenin kabulünde olduğu gibi 17.12.2011 tarihi olmaktadır. Dosyada zaman aşımını kesen başkaca bir işlem bulunmamaktadır.
Ancak dosya içeriğinden Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 2002/3425 hazırlık no ve 19.04.2005 tarihli kararıyla İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2004/102 Esas ./..

sayılı dosyasının bu suç bakımından bekletici sorun yapılmasına karar verildiği anlaşılmakta, söz konusu mahkeme kararında yer alan ve bu suç bakımından öncü suç kabul edilen “Dolandırıcılık” suçundan verilen hükmün Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 19.10.2006 tarihinde onanması üzerine 29.12.2006 tarihinde düzenlenen iddianamede bekletici sorun atıf yapılarak 19.04.2005 (Sehven 19.05.2005 yazıldığı) ile 19.10.2006 tarihleri arasında zaman aşımı süresinin durduğu belirtilmiştir.
Bu durumda ise çözümlenmesi gereken şu hususlar ortaya çıkmaktadır.
1- Savcılık makamının gerek 1412 sayılı CMUK’nın 255. maddesi, gerek 5271 sayılı CMK’nın 218. maddesi gereğince bekletici sorun yapma kararı verip veremeyeceği,
2- Savcılık makamının bekletici sorun kararı verme yetkisinin olduğunun kabul edilmesi halinde ise; bu kararın somut olay bakımından alınması gerekli kararlardan olup olmadığı ve zaman aşımını durduran kararlardan olup olmadığına ilişkin sorunlardır.
1- Savcılık makamının bekletici sorun (mesele) kararı verme yetkisinin bulunup bulunmadığı;
Gerek 1412 sayılı CMUK’nın 255. maddesi, gerek 5271 sayılı CMK’nın 218. maddelerinin metinleri, gerekçeleri, konuluş amaçları karşılaştırıldığında; burada bekletici meseleye karar verme yetkisinin mahkemelerde olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü madde metinlerinde “mahkeme” tanımı geçmektedir. Suçta kullanıldığı iddia edilen basit bir sopaya el konulması kararını bile hakimin onayına bağlayan bir ceza adaleti sisteminde suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama gibi hürriyeti bağlayıcı ve adli para cezaları bakımından ağır neticeler doğuran suçlarda bu yetkinin Cumhuriyet Savcılığı makamına bırakılması düşünülemez. Aksi durumda Savcılık kararlarının bu gibi önemli durumlarda, denetimsiz bırakılması ve ileride telafisi mümkün olmayacak zararlara sebebiyet vermesine yol açacaktır. Dosya kapsamından Savcılığın bu kararını herhangi bir hakim ya da mahkeme onayına da sunmadığı anlaşılmaktadır.
2- Savcılık makamının bir an için bu kararı verme yetkisinin olduğunun kabul edilmesi halinde bile söz konusu karar zaman aşımını durduran kararlardan olmayacaktır. Çünkü bekletici mesele kararı ancak ceza muhakemesi sırasında, kendi uzmanlığı dışında bir mesele ile karşılaşması ve yargılanmakta olduğu uyuşmazlık hakkında karar verebilmek için, o mesele hakkında yetkili uzman mahkemenin kararının beklenmesi durumunda ortada “bekletici mesele” olduğu kabul edilecektir. 1412 sayılı CMUK’nın 255. maddesinde “bir fiilin suç oluşturup oluşturmaması” bir ön sorun olarak düzenlenmiş iken, 5271 sayılı CMK’nın 218/1. maddesinde “yüklenen suçun isbatı” biçiminde düzenlenmiştir. Bu değişiklik bir bakıma bir fiilin suç olup olmayacağı bakımından ceza muhakemesi dışındaki yargılama makamlarının kararlarıyla bağlı olmayacağı sonucunu da ortaya çıkarmaktadır. Yani burada mahkemenin bir takdir hakkı bulunmakta bir meseleyi bekletici mesele yapıp yapmama konusunda serbest hareket etmektedir. Gerektiğinde bekletici mesele ./..

yapmadan nispi muhakeme yoluyla da bu sorunu kendisi de çözebilecektir.
Burada dikkat edilmesi gereken husus uyuşmazlığın hangi hususlarda ve hangi mahkemelerin yetkisi dahilinde olacağıdır. Kanun metinleri ve gerekçeleri incelendiğinde ceza mahkemesinin idari ya da hukuki bir uyuşmazlığı ön sorun olarak kabul edebileceği sonucu ortaya çıkmaktadır. Çünkü gerek mülga gerek yeni usul kanunlarındaki madde metinlerinde “ceza muhakemesi” ” ceza mahkemesi” tabirlerine yer vererek kanun koyucu muradını açıkça ortaya koymuştur. Bu durumda ise somut olayda olduğu gibi ceza soruşturmasında başka bir ceza mahkemesinde görülmekte olan dava bekletici sorun yapılamayacaktır.
Yine bekletici mesele yapılabilmesi hususunda mahkemeler mutlak sınırsız değildir. Kanun koyucu bazı durumlarda bekletici mesele yapılmasını mutlak zorunlu hal olarak düzenlemiştir. (Kanun hükmünün Anayasaya aykırılık iddiası, HUMK’nın 314. maddesi) Ancak bu zorunlu haller sınırlıdır. Zorunlu haller dışında mahkemenin takdir hakkı bulunmaktadır. Ancak bu hakkın kullanılabilmesi ise yukarıda izah edildiği üzere sınırsız değildir. Bu nedenle ceza mahkemesinin bir sorunu bekletici (ön) mesele yapması ancak çok zorunlu ve uzmanlığa ilişkin bir husus söz konusu olduğunda karar vermesi gerekir. Aksi halde davanın uzaması, makul sürede bitirilememesi, adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi, davanın uzaması nedeniyle davadan uzaklaşılması nedeniyle delillerin takdirinde hataya düşülmesi gibi sorunlar ortaya çıkacaktır. Dosya kapsamından Savcılık tarafından bekletici sorun kararının verildiği tarih itibariyle üç adet MASAK raporu mevcut olup, raporlar kara para aklama suçunun oluştuğuna ilişkindir. Bu durumda ise ortada dava açılması için yeterli ve ciddi şüphe uyandıran deliller bulunmaktadır. Bu ise Cumhuriyet savcısının dava açma mecburiyeti ortaya çıkarmaktadır. 5271 sayılı CYY’nin 170/2. maddesi uyarınca; “soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler.” Bu hüküm dolayısıyla kanun tarafından Cumhuriyet savcısına, toplanan delilleri değerlendirme yetkisi verilmiş ve yapılacak değerlendirme sonucunda yeterli şüphe oluşturduğu kanısına ulaşılması durumunda kamu davasının açılması zorunlu görülmüştür.
Görüldüğü üzere Ceza Yargılama Yasamız, kovuşturma mecburiyeti ilkesini benimsemiş ise de, bu ilke Cumhuriyet savcısının delilleri değerlendirme yetkisini ortadan kaldırmamaktadır. Somut olayda dava açılması için yeterli hatta ciddi şüphelere ilişkin deliller bulunmaktadır.
Tüm bunların ışığında somut olay incelendiğinde;
Savcılık makamı tarafından verilen 19.04.2005 tarihli “bekletici sorun yapma kararı” hukuki dayanaktan yoksun olup hukuken geçerli kararlardan olmadığından 5237 sayılı TCK’nın 67. maddesi kapsamında “zaman aşımını durduran” kararlardan değildir.
Sanığa atılı suçun, dava zaman aşımı süresinin suç tarihi itibariyle 10 yıl olduğuna dair 4208 sayılı Kanunun 8. maddesindeki düzenleme 5549 sayılı Kanunun 26. maddesi uyarınca yürürlükten kaldırılmış, 01.06.2005 günü yürürlüğe giren 5252 sayılı Kanunun 12/b maddesi ile de 765 sayılı TCK’nın yürürlükten kaldırılıp yerine ./..

01.06.2005 tarihinden itibaren 5237 sayılı TCK’nın yürürlüğe girdiği cihetle; itiraza konu kamu davası, sanık yararına olan 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e maddesinde öngörülen 8 yıllık asli dava zamanaşımına tabi olmuştur. 4208 sayılı Kanunda yer alan kara paranın aklanması suçlarında zamanaşımı süresi karar tarihi itibariyle 765 sayılı TCK’nın 102/4. maddesine göre değil, 4208 sayılı Kanunun 8’inci maddesi ile 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e maddelerine göre hesaplanması gerekmektedir. Bu durumda ise, sanığa yüklenen suçun kanunda gerektirdiği cezasının türü ve üst sınırı itibariyle tabi olduğu 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e ve 67/4 maddelerinde öngörülen 12 yıllık olağanüstü dava zaman aşımının, suç tarihinden temyiz inceleme tarihine kadar gerçekleştiği anlaşıldığından hükmün bu nedenden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASI, sanık hakkındaki kamu davasının gerçekleşen zaman aşımı nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e ve 67/4 maddeleri uyarınca DÜŞÜRÜLMESİNE karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hükmün onanmasına karar verilmesi usul ve kanuna uygun bulunmamıştır.
Sonuç ve İstem:
Yukarıda açıklanan nedenlerle itirazımın kabulü ile Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 14.06.2013 gün ve 2012/… Esas, 2013/… Karar sayılı ONAMA kararının kaldırılarak, sanığa yüklenen suçun kanunda gerektirdiği cezasının türü ve üst sınırı itibariyle tabi olduğu 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e ve 67/4 maddelerinde öngörülen 12 yıllık olağanüstü dava zaman aşımının, suç tarihinden temyiz inceleme tarihine kadar gerçekleştiği anlaşıldığından hükmün bu nedenden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASI, sanık hakkındaki kamu davasının gerçekleşen zaman aşımı nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e ve 67/4 maddeleri uyarınca DÜŞÜRÜLMESİNE karar karar verilmesi,
İtirazımızın kabul edilmemesi halinde ise itirazımız hakkında karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi itirazen talep edilmiştir.
III-İTİRAZIN KONUSU:
Hükümlü …. …. hakkında suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçundan soruşturma aşamasında Cumhuriyet Başsavcılığının bekletici mesele kararı verip veremeyeceği, bekletici sorun yapılamaması halinde davanın zaman aşımı süresinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespitine ilişkindir.
IV- HUKUKİ NİTELENDİRME:
Sanık …. ….. hakkında … Ağır Ceza Mahkemesinin 2005/102 esas sayılı dosyasında bankayı aracı kılmak suretiyle nitelikli dolandırıcılık ve banka zimmeti suçlarından açılan kamu davası 29.11.2005 tarih 2005/100 sayılı kararla neticelenerek nitelikli dolandırıcılık suçundan verilen 7 yıl 3 ay 15 gün hapis ve 520.800 YTL ağır para cezasına ilişkin hüküm Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 19.10.2006 tarih ve 2006/… – …. sayılı kararıyla, bozma sonrası nitelikli banka zimmeti suçundan verilen 16 yıl 8 ay hapis ve 66.666 TL adli para cezası aynı dairenin 02.06.2010 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir.
./..

Sanık …. ….. hakkında 1998 – 22.12.1999 tarihleri arasında 171 farklı günde 374 farklı işlemle toplam 24.448 milyar lira, 5.082.545 USD ve 4.947.520 DEM miktarındaki döviz ve Türk lirasının aklandığı iddiası ile 29.12.2006 tarihinde … Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/21 esas sayılı dosyasında açılan kamu davası 5237 sayılı TCK’nın 282/1. maddesi uyarınca mahkumiyetle sonuçlanmıştır. Suç tarihi dosya kapsamına uygun olarak yerel mahkeme, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin onama ilamı ile son işlemin yapıldığı gün olan 17.12.1999 tarihi kabul edilmiştir.
Suç tarihinde 13.11.1996 tarih ve 4208 sayılı Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanunun yürürlükte bulunduğu, kanunun 2. maddesinde kara para aklama suçunun tanımlandığı 7. maddesinde yaptırıma bağlandığı suçun temel şeklinin iki seneden beş seneye kadar hapis ve aklanan paranın bir katı kadar ağır para cezasını öngördüğü, zaman aşımı yönünden özel düzenleme yapılarak 8. maddede 10 yıllık sürenin belirlendiği anlaşılmaktadır.
11.10.2006 tarih ve 5549 sayılı Kanun ile 4208 sayılı Kanunda değişiklik yapılarak 2 ve 7. maddede dahil olmak üzere cezai hükümlerinin yürürlükten kaldırıldığı, aynı Kanunun 26/3. madesinde “diğer mevzuatta yer alan kara para” ibaresinden “suçtan kaynaklanan mal varlığı değeri”, “kara para aklama suçu” ibaresinden “aklama suçu” anlaşılır. Şeklinde düzenleme yapılarak bu suç yönünden 5237 sayılı TCK’nın 282. maddeye atıf yapılmıştır.
Yerel Mahkeme 5237 sayılı TCK’nın 7/2. maddesi gereğince zaman bakımından lehe kanun uygulamasını tartışarak isabetli şekilde 5237 sayılı TCK’nın 282/1. maddesinin 26.06.2009 tarih ve 5918 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki hali uygulamıştır. Zaman aşımı konusunda özel düzenleme bulunmadığından genel hükümlere göre zaman aşımı süresi TCK’nın 66/1-e maddesi gereğince 8 yıldır. Olağanüstü zaman aşımı ise 12 yıl olmaktadır.
Soruşturma sırasında … Cumhuriyet Başsavcılığınca 19.04.2005 tarih ve 2002/… sayılı kararla; sanıkların atılı eylemlerinin suç oluşturup oluşturmadığının … Ağır Ceza Mahkemesinin 2004/… esas sayılı yargılama sonucunda mahkumiyet alma şartına bağlı olduğundan zaman aşımı süresinin kesilmesi için bekletici mesele yapılmasına karar verilmiştir.
Suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçundan … Cumhuriyet Başsavcılığınca 29.12.2006 tarihinde kamu davası açılmıştır.
Yargıtay Yüksek 9. Ceza Dairesi sanık hakkındaki mahkumiyet hükmünü 14.06.2013 tarih 2012/… esas 2013/… karar sayılı ilamı ile onamıştır.
5237 sayılı TCK’nın 67/1. maddesi gereğince; soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, izin veya karar alınmasını veya diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hallerde; izin veya karar alınmasına veya meselenin çözülmesine veya kanun gereğince hakkında kaçak olduğu hususunda karar verilmiş olan suç faili hakkında bu karar kaldırılıncaya kadar zaman aşımı durur. Yasal düzenleme karşısında yetkili mercii tarafından kanuna uygun şekilde bir meselenin çözümü bekletici sorun yapıldığında zaman aşımının duracağına kuşku ./..

yoktur. Somut olayda çözümlenmesi gereken husus soruşturma aşamasında Cumhuriyet Başsavcılığınca bir sorunun çözümünün “bekletici mesele” yapılıp yapılamayacağı, öncül davanın soruşturma aşamasında bekletici sorun kabul edilip edilemeyeceği, kararın bekletici meseleye ilişkin olup olmadığına dairdir.
TCK’nın 67/1. maddesinde bekletici mesele konusunda karar vermeye savcılık makamının yetkili olup olmadığı hususunda yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak CMK’nın 218/1. maddesinde, “yüklenen suçun ispatı ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise; Ceza Mahkemesi bu sorunla ilgili olarak bu kanun hükümlerine göre karar verebilir ancak bu sorunla ilgili olarak görevli mahkemede dava açılması veya açılmış davanın sonuçlanması ile ilgili olarak bekletici sorun kararı verebilir.” şeklindeki düzenlemeden bekletici mesele kararını mahkemelerin verebileceği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan bekletici mesele zaman aşımını kesici değil durdurucu nedenlerdendir. Zaman aşımını kesmek için bekletici mesele kararı verilemeyeceği gibi Cumhuriyet Başsavcılığının “Suçtan Kaynaklanan Mal Varlığı Değerlerini Aklama” suçundan dava açması için öncü suçun kesinleşmesine gerek yoktur. CMK’nın 170/2. maddesi kapsamında suç işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşuyorsa iddianame düzenleyerek dava açacaktır. Görüldüğü üzere soruşturma mercii olan Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının bekletici mesele kararı vermesi hususunda yetkili olmadığı gibi, zorunlu da değildir.
Suçun niteliği gereği son aklama işleminin suç tarihi olarak kabul edilmesi gerektiğinden bu işlemin 17.12.1999 tarihinde yapıldığı, suçun TCK’nın 282/1. maddesi kapsamında kaldığından bu maddenin 5918 sayılı Kanunda yapılan değişiklik öncesi üst sınır itibariyle 5 yıllık ceza öngördüğünden aynı Kanunun 66/1-e maddesi doğrultusunda asli zaman aşımı süresinin 8 yıl, zaman aşımını kesici işlemlerin yapılmış olması nedeniyle uzatılmış zaman aşımı süresinin 12 yıl olduğu 17.12.2011 tarihinde dava zaman aşımı süresinin dolmuş bulunması nedeniyle TCK’nın 66/1. maddesi gereğince davanın düşmesine karar verilmesi gerektiğinden itirazın kabulüne karar vermek gerekmiştir.
V-HÜKÜM:
1- Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumuhuriyet Başsavcılığının 11.01.2016 tarih ve 2015/…… sayılı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 14.06.2013 tarih ve 2012/… esas – 2013/… sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- … Asliye Ceza Mahkemesinin 03.03.2011 tarih ve 2007/21 esas – 2011/106 sayılı kararının 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, aynı yasanın 322. maddesi doğrultusunda bozma nedenine göre yeniden yargılama yapılması gerekmediğinden sanık …. …. hakkında TCK’nın 282/1. maddesi gereğince cezalandırılma istemiyle açılan kamu davasının TCK’nın 66/1 ve 67. maddeleri gereğince zaman aşımı nedeniyle DÜŞÜRÜLMESİNE,
4- Hükümlünün 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında ./..

Kanunun 98 ve müteakip maddeleri gereğince; bu suçtan verilen mahkumiyet hükmününün cezasının infazının DURDURULMASINA, kararın infazın yapıldığı yer Başsavcılığına bildirilmesine, 01.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.