Yargıtay Kararı 16. Ceza Dairesi 2015/839 E. 2016/1141 K. 24.02.2016 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 16. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2015/839
KARAR NO : 2016/1141
KARAR TARİHİ : 24.02.2016

Mahkemesi :Sulh Ceza Mahkemesi
Suç : Askeri yasak bölgelere girme
Hüküm : 2565 sayılı Kanunun 26, 5237 sayılı TCK’nın 52/son, 51, 51/3-8. maddeleri gereğince mahkumiyet

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Olayda sanığın hukuki durumunun, konuyla ilgili 5237 sayılı TCK’nın 332. maddesi ile 2565 sayılı Kanunun 26. maddesi bakımından tartışılması gerekmektedir.
“Askeri yasak bölgelere girme” başlığıyla düzenlenen 5237 sayılı TCK’nın 332/1 maddesinde; “Devletin askeri yararı gereği girilmesi yasaklanmış olan yerlere, gizlice veya hile ile girenlere 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası verilir.” denilerek temelde devletin güvenliği ve askeri yararları korunmak istenmiştir.
Madde gerekçesinde, gizlice girmek; denetim ve korumaya ilişkin her türlü tedbirler giderilerek yasaklanan yere girilmesi, hile ile girmek ise; girmek için aldatıcı vasıtalar kullanmak şeklinde tanımlanmıştır.
Askeri yarar gereği yasaklanan yerlere gizlice veya hile ile girilmesi suçun oluşması için yeterli olduğundan suç, soyut tehlike suçudur. Somut bir zararın gerçekleşmesi aranmaz.
Suç yasaklanan yerlerle ilgili güvenlik ve gizliliği ihlal etme genel kastı ile işlenebilir.
TCK’nın 332. maddesi kenar başlığıyla birlikte değerlendirildiğinde, suç konusunun askeri yasak bölgeler olduğu anlaşılmakta ise de bu yerlerin nereler olduğu 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununda belirlenmiştir. Zikredilen kanunun 2. maddesinde askeri yasak bölgeler, birinci ve ikinci derece ./..

askeri yasak bölge olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Aynı maddede askeri yasak bölgelerin Genelkurmay Başkanlığının göstereceği lüzum üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile kurulup kaldırılabileceği hükmü yer almaktadır.
Güvenlik bölgeleri 2565 sayılı Kanunun 19. maddesine göre; özel güvenlik bölgeleri ve askeri güvenlik bölgeleri olmak üzere ikiye ayrılır. Askeri güvenlik bölgelerinin, Genelkurmay Başkanlığınca, kamu ve özel kuruluşların çevresindeki özel güvenlik bölgelerinin ise Genelkurmay Başkanlığının lüzum göstermesi veya Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin ya da İçişleri Bakanlığının göstereceği lüzum üzerine Genelkurmay Başkanlığının uygun görmesi kaydıyla Bakanlar Kurulunca kurulup kaldırılabileceği aynı Kanunun 3. maddesinde düzenlenmektedir.
Birinci derece askeri yasak bölgelerin esasları anılan Kanunun 7, 11 ve 14. maddelerinde, ikinci derece askeri yasak bölgelerin esasları, 9, 13 ve 17. maddelerinde, güvenlik bölgelerinin esasları da 21. maddesinde tespit edilmiş, bu esaslara muhalefet edilmesi durumunda uygulanacak cezai hükümler ise kanunun 24, 25 ve 26. maddeleri ile TCK’nın 332. maddesinde yer almıştır.
Buna göre;
Askeri yasak bölgelerin sınır alametlerini bozmak, yıkmak, yok etmek ve değiştirmek kanunun 24. maddesinde,
Birinci derece kara ve deniz askeri yasak bölgelerinde yetkili komutanlıkça geçiş için tespit edilen yolların dışına çıkmak, bu bölgelerin fotoğraf ve filmini çekmek, harita ve krokisini yapmak gibi eylemler 25. maddesinde,
İkinci derece kara, deniz ve hava askeri bölgelerine ait esaslara, güvenlik bölgelerinde uygulanacak esaslara uymamak, zorunlu hallerde sığınma şartları ve ihbar yükümlülüklerine riayet etmemek eylemleri aynı Kanunun 26. maddesinde suç olarak düzenlenmiş ve yaptırıma bağlanmıştır.
Ancak birinci derece askeri yasak bölgelere girmek, diğer eylemlere nazaran daha ağır olmasına rağmen 2565 sayılı Kanunda cezalandırılmayarak doğrudan TCK’nın 332. maddesinin konusu haline getirilmiştir.
Şu hale göre; TCK’nın 332. maddesinde düzenlenen suçun konusunun öncelikle birinci derece askeri yasak bölgeler oluşturmaktadır. İkinci derece askeri yasak bölgeler bakımından ise, 2565 sayılı Kanunun 9, 13 ve 17. maddelerinde T.C. vatandaşlarının bu bölgelere girmeleri yasaklanmamış ve fakat yabancıların girmeleri men edilmiştir. Bu nedenle T.C. vatandaşlarının ikinci derece askeri yasak bölgelere girmesi suç oluşturmazken yabancılar için diğer şartları var ise suç oluşturabilecektir. 2565 sayılı Kanunun 26. maddesinde “fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmediği …” denilmek suretiyle ikinci derece askeri yasak bölgelere yabancıların girmesi suç olarak düzenlenip yaptırıma bağlandığından, bu özel içtima hükmü nedeniyle yabancıların bu bölgelere gizlice ya da hile ile girmeleri halinde TCK’nın 332. maddesinde düzenlenen suçun, hile veya gizlilik olmaksızın girmeleri durumunda ise 2565 sayılı Kanunun 26. maddesindeki suçun oluşacağı görülmektedir.
./..

Suç konusunun idari işlemle belirlenmesinin, TCK’nın 5. maddesi bağlamında “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi bakımından değerlendirilmesine gelince:
Anayasanın 38, İnsan Hakları Sözleşmesinin 7 ve 5237 sayılı TCK’nın 2. maddelerinde düzenlenen suçta ve cezada kanunilik ilkesi, hangi eylemlerin suç sayıldığının ve suç sayılan bu eylemlere ne tür ve miktarda ceza uygulanacağının hiçbir şüphe ve belirsizliğe yer bırakmayacak biçimde kanunla belirlenmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu ilkenin sonuçlarından biri olan “belirlilik” kuralına göre, fertlerin suç teşkil eden davranışları ile bunların cezalarını önceden bilmeleri sağlanmaktadır. Suç ve ceza içeren kanunların sınırlarının belirli olması, açık ve anlaşılır biçimde vazedilmesi gerekir. Kanun koyucunun belirlilik ilkesi gereğince suçun unsurlarının bütün ayrıntılarıyla düzenlemesi temel kural olmakla birlikte, suç konusunun tespitinin teknik bilgi ve uzmanlık gerektirmesi coğrafi şartlara ve günlük toplumsal ihtiyaçlara göre değişiklik göstermesi gibi hallerde konunun aciliyet ve hassasiyetine binaen, yasama organının ağır işlemesinden kaynaklanan mahsurların önüne geçilmesi amacıyla, suç konusunun sınırları çizilip, temel ilkeleri belirlendikten sonra ayrıntılarının saptanmasında ilgili idari birimleri yetkili kılmasında hukuka aykırı bir durumun olmadığının kabulü gerekmektedir. Esasen idareye verilen bu yetki, tamamen kanun koyucunun takdir ve tasarrufu ile verilmiş olup, suçun tanımını doğrudan belirleyen bir yetki de değildir.
Bu itibarla suç tanımının kanunla yapılmasından sonra suç konusu olan askeri yasak bölgeler ile güvenlik bölgelerinin kurulması sınırlarının genişletilmesi ve kaldırılmasının esas ve yöntemlerinin kanunla belirlenmesi, yasak bölge sınırlarının bilinebilir ve öngörülebilir biçimde oluşturulması ile “belirliliğin” sağlanması karşısında, işin mahiyet ve aciliyeti ile şartlara göre değişkenlik göstermesi gibi olgular da dikkate alındığında TCK’nın 332. maddesi ile 2565 sayılı Kanunun 24, 25, ve 26. maddelerinde düzenlenen suçların konusu olan askeri yasak bölgelerin ve güvenlik bölgelerinin yetkili idare tarafından belirlenmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin istikrar kazanmış uygulamaları da bu yöndedir. (Mahkeme 12.05.2004 tarih ve 25465 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 10.02.2004 tarih, 2001/143 esas ve 2004/11 karar sayılı kararında, aynı gerekçelerle 4533 sayılı Kanunun 6. maddesi gereğince suç konusunun Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenmesinde Anayasaya aykırılık bulmamıştır.)
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında;
Birinci derecede askeri yasak bölgeye giren sanığın eyleminin TCK’nın 332. maddesinde düzenlenen suçu oluşturup oluşturmayacağının, suç mahallinin birinci derece yasak bölge ilan edildiğine dair belgeler ile bölge sınırlamasının ne suretle işaretlendiğine ilişkin belgelerin ilgili kurumdan getirilmesi suretiyle tartışılmasında zorunluluk bulunması,
Kabul ve uygulamaya göre de,
Sanığın adli sicil kaydında geçen 05.03.2008 tarihinde kesinleşen 2003/… esas 2004/… sayılı ilamında 765 sayılı TCK’nın 492/2. maddesi gereğince verilen ./..

1 yıl 11 ay hapis cezasının da bulunduğunun anlaşılması karşısında, anılan ilamın aslı veya onaylı sureti getirilip sonuca göre TCK’nın 51. maddesinin uygulanmasına engel halin bulunup bulunmadığı ve hakkında mükerirlere özgü infaz rejiminin uygulanması koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması,
Kanuna aykırı, Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 24.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.