Yargıtay Kararı 15. Hukuk Dairesi 2015/3960 E. 2015/5634 K. 09.11.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 15. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/3960
KARAR NO : 2015/5634
KARAR TARİHİ : 09.11.2015

Mahkemesi :Gölbaşı 2. Asliye Hukuk Hakimliği
Tarihi :10.09.2014
Numarası :2013/23-2014/359

Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen tetkiki taraf vekillerince tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış eksiklik nedeniyle mahalline iade edilen dosya ikmâl edilerek gelmiş
olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:
– K A R A R –

Dava, faiz alacağının ve davalı tarafından temin edilmesi gerekirken davacı tarafından temin edildiği iddia edilen demirin bedelinin tahsili istemine ilişkin olup, mahkemenin; davanın kısmen kabulüne dair kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiş reddi gerekmiştir.
2-Davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince;
Taraflar arasında davalı iş sahibi kooperatife ait A1 ve B1 parsellerde bulunan villalardaki bir kısım imalâtların yapılması konusunda 01.04.2008 tarihli sözleşme ve 01.07.2008 tarihli ek sözleşmeler imzalanmıştır. Davacı bu sözleşmelerin yüklenicisi, davalı ise iş sahibidir. Davacı yüklenici davasında, sözleşmede belirtilen iş bedellerinin belirtilen vadelerinde ödenmemesi nedeniyle 1.000,00 TL faiz alacağının ve sözleşme hükümleri uyarınca demirlerin davalı tarafından temin edilmesi gerektiği halde kendisi tarafından temin edilmesi nedeniyle yine 1.000,00 TL alacağının tahsini istemiştir. Yargılama sırasında istemini ıslah ederek, faiz alacağını 71.405,00 TL’ye, demirden kaynaklanan alacağını ise 18.573,00 TL’ye çıkarmıştır.
Sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 113/2. maddesinde; evvelce işleyen faizleri talep hakkının mahfuz bulunduğu beyan edilmiş veya hal icabından neş’et eylemiş olmadıkça bu faizlerin talep edilemeyeceği düzenlemesine yer verilmiştir. Aynı düzenlemeye 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 131/2. maddesinde de yer verilmiştir. Şu halde, alacaklı asıl alacağı tahsil ederken faiz hakkını saklı tutmamışsa ya da halin icabından saklı tuttuğu anlaşılamıyorsa faiz isteme hakkı düşmüş olmaktadır. Ödemelerin banka yoluyla yapılmış olması ihtirazi kayıt zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Dosya kapsamından, davalının ödemeleri banka kanalıyla yaptığı anlaşılmaktadır. Davacının ise bankadan bu alacağını tahsil ederken faiz hakkını saklı tuttuğu iddia ve ispat edilememiştir. Öte yandan, davacı tarafından davalıya gönderilen 25.12.2009 ve 21.05.2010 tarihli ihtarnamelerde de faiz hakkının saklı tutulmadığı anlaşılmaktadır. Halin icabından da faiz hakkının saklı tutulduğuna dair dosyaya herhangi bir delil ibraz edilememiştir. Bu durum karşısında davacının yukarıda sözü edilen yasa maddeleri karşısında faiz isteme hakkı düştüğünden bu yöndeki istemin reddine karar vermek gerekirken kabulü yolunda hüküm kurulması doğru olmamıştır.
Davacının demir bedeli talebine yönelik incelemeye gelince: Taraflar arasında akdedilen sözleşmelerin eki keşif özetinin 2. maddesinde demirin iş sahibi tarafından temin edileceği düzenlemesine yer verilmiştir. Şu halde, inşaatta kullanılacak demir iş sahibi tarafından temin edileceğinden, davacı yüklenici demirin kendisi tarafından temin edildiğini ileri sürmekle sözleşmenin aksine olan bu iddiasını ispatlamak zorundadır. Dosya kapsamından davacının bu iddiasını ispata yarar delil ileri süremediği anlaşılmakta ise de, davalı iş sahibi yargılama aşamasındaki savunmalarında sadece 34 adet villanın bodrum katında kullanılan hasır demirin davacı tarafından temin edildiğini beyan etmiştir. Bu beyan davalıyı bağlayıcı niteliktedir ve davacı yüklenici davalı tarafından kabul edilen 34 adet villanın bodrum katında kullanılan hasır demirin bedeline hak kazanır. Bu itibarla sadece davalının kabulünde olan ve 34 adet villanın bodrum katında kullanılan hasır demirin fiyatının bilirkişiye hesap ettirilip kanıtlanan ödemeler düşüldükten sonra varsa davacının bu kalem alacaktan dolayı alacağının hüküm altına alınması gerekirken, davacı tarafından yasal delillerle ispatlanamadığı halde tüm inşaatda kullanılan demirin hesap ettirilerek hüküm altına alınması da doğru değildir. Öte yandan, demir alacağı ile ilgili olarak taraflar arasında akdedilen sözleşmelerde kesin vade olmadığı gibi, davacı gönderdiği bir ihtarla da davalıyı temerrüde düşürmemiştir. Şu halde, belirlenen demir alacağının dava tarihinden itibaren faiziyle birlikte tahsiline karar vermek gerekirken 01.04.2008 tarihinden dava tarihine kadar işlemiş faiz alacağının da hüküm altına alınması doğru olmamıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle mahkeme kararının bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1.bentte açıklanan nedenlerle davacının tüm, davalının sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca davalının diğer temyiz itirazlarının kabulüyle kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, fazla alınan temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 09.11.2015 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

-KARŞI OY YAZISI-

Dava dosyasında davacı şirket ve davalı kooperatif taraf olup Asliye Hukuk Mahkemesince esastan inceleme yapılıp karar verilmiştir. Görev kuralları yönünden önem taşıdığından öncelikle yapı kooperitifi olan davalının tacir sayılıp sayılmayacağının incelenmesi gerekir.

6102 Sayılı TTK hükümlerine göre: Ticaret şirketleri tacirdir (16. md.). Bir tacirin borçlarının ticari olması asıldır (19. md.). Her tacir, ticari işletmenin açıldığı günden itibaren onbeş gün içinde, ticari işletmesini ve seçtiği ticaret unvanını, işletme merkezinin bulunduğu yer ticaret siciline tescil ve ilan ettirir (40. md.). Anonim, limited ve kooperatif şirketler, işletme konusu gösterilmek ve 46’ncı madde hükmü saklı kalmak şartıyla, ticaret unvanlarını serbestçe seçebilirler. Ticaret unvanlarında, “anonim şirket”, “limited şirket” ve “kooperatif” kelimelerinin bulunması şarttır (43. md.). Ticaret şirketleri; kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerden ibarettir (124. md.). Bu kanuna göre Kooperatif ortaklık kooperatif şirkete eş anlamlı terimdir (1531. md.). 128. maddeye göre taşınmaz mülkiyeti dahi sermaye olarak konulabilir. Ticaret şirketlerinin birleşmelerine, bölünmelerine ve tür değiştirmelerine ilişkin olarak TTK 134 ilâ 194’üncü maddeler uygulanır. Bu maddelerin kapsamına ve özellikle 135. maddede açıklanan kavramlara göre kooperatifler açıkça ticaret şirketi olarak kabul edilip düzenlemeler yapılmıştır.
1163 sayılı Kooperatifler Kanunu hükümlerine göre: Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara kooperatif denir (1. md.). Kooperatif ve şubeleri ticaret siciline tescil olunur (3. md.). Kooperatif ticaret siciline tescil ile tüzel kişilik kazanır (7. md.). Bu Kanun’da aksine açıklama olmayan hususlarda Türk Ticaret Kanunu’ndaki Anonim Şirketlere ait hükümler uygulanır (98. md.).
Belirtilen 1. madde 2004 yılında değişmiş olup değişiklik yapan 5146 Sayılı Kanun’un gerekçesi de şöyledir: “Kooperatifler Kanunu’nun mevcut l’inci maddesinde kooperatifler “teşekkül” olarak tanımlanmıştır. Bilindiği gibi teşekkül, organizasyon anlamına gelmekte olup, literatürde genellikle kamu iktisadî teşebbüsleri için kullanılan bir kavramdır. Bu nedenle kooperatiflerin nitelikleri hukukî bakımdan tartışma konusu olmaktadır. Tasarı ile yapılan düzenlemede “teşekkül” kavramı yerine “ortaklık” kavramı kullanılarak kooperatiflerin gerçek kimliklerini kazanmaları sağlanmıştır.” Bu yasa değişikliğinin gerekçesi 1163 sayılı Kanun hükümlerine göre dahi kooperatiflerin ticaret şirketi ve tacir sayılması yanında kooperatifin tacir sayılıp sayılmadığı yönündeki tartışmalara son vermeyi amaçlayan yasa koyucunun iradesini de ortaya koymaktadır.
Bu kanun hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden kooperatiflerin ticaret şirketi ve tacir olduğu açıkça görülmektedir. Bu açık kanun hükümleri karşısında ticaret siciline tescili zorunlu olan, ancak bu şekilde tüzel kişilik kazanabilen ticari defterler tutan, ortaklarının sermaye koyma borcu olan, şirketler ile birlikte düzenleme yapılıp birleşme bölünme ve tür değiştirme şartları düzenlenen kooperatifin ticaret şirketi ve tacir sayılmaması mümkün değildir.
Yürürlükten kalkan 6762 sayılı TTK hükümlerine göre de kooperatifler ticaret şirketi sayılmakta ve kooperatiflere ilişkin ayrıntılı hükümler 485 ila 502. maddelerde yer almış iken daha sonra 1969 yılında yürürlüğe giren 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 100. maddesi ile 485 ile 502. maddeler yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece kooperatifler ayrıntılı olarak TTK’nda düzenlenmiş olmaktan çıktığından ayrıca 2004 yılında yapılan değişikliğe kadar 1. maddede yer alan kooperatif tanımında teşekkül ibaresine yer verilmiş olup şirket veya ortaklık ibaresi de yer almadığından kooperatiflerin şirket olup olmadığı tartışması çıkmış ve bazı Yargıtay kararlarında yapı kooperatiflerinin tacir olmadığı kabul edilmiştir. Bu görüş kooperatiflere ilişkin hükümlerin TTK’ndan çıkarılarak kooperatiflerin ayrı kanunla düzenlenmesine ilişkin yasal düzenlemelerin ortaya çıkış şekli ile anlamlı olabilir ise de önceki TTK yürürlükten kaldırılarak yeni yürürlüğe giren 6102 sayılı TTK hükümleri ile birlikte yeniden değerlendirme yapılmalıdır. Yeni yasada da kooperatifler ayrıca ayrıntılı olarak düzenlenmemiş ve Kooperatifler Kanunu yürürlükte olmasına rağmen kooperatiflerin ticaret şirketi olduğu açıkça düzenlenmiş olması, ayrıca 124. maddeye ilişkin yasa gerekçesinde de açıkça kooperatifin ticaret şirketi olduğu açıklanarak vurgulanmış olması karşısında yasa koyucunun iradesinin de bu yönde olduğu ve kooperatiflerin ticari şirket ve tacir sayılması gerektiği açıktır.
Yapı kooperatiflerinin tacir olup olmadığı halen yürürlükten kalkmış olan 6762 sayılı TTK’nın yürürlüğe girmesinden önce yürürlükte olan daha önceki Ticaret Kanunu döneminde de tartışılmıştır. Bu yasada kooperatifler ticaret şirketleri arasında sayılmasına rağmen üyelerini konut sahibi yapmak amacıyla kurulan yapı kooperatiflerinin tacir sayılıp sayılmayacağı konusunda farklı yargı kararları ortaya çıktığından içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilmiştir. Bu konuda Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 07.11.1945 tarih 1944/8 esas, 1945/14 karar sayılı kararı ile “Ticaret Kanunu’nda, mutlak surette tacir addolunacağı ve ticaret şirketleri nevinden olduğu tasrih olunan ve ticaret şirketlerinin bütün mümeyyiz vasıflarını haiz bulunan kooperatif şirketlerini, muameleleri bakımından medeni veya ticari diye ayırt etmeğe kanun hükümleri müsait olmadığından bu şirketleri ortaklarının sıfatı ve muamelelerinin vasfı ne olursa olsun sadece ortaklığın hukuki şekline göre ticari şirketlerden madut olduğuna ve şirket azası arasında çıkan davanın Ticaret mahkemelerinde görülmesi gerekli bulunduğuna” karar verilmiştir. Bu karar iki önceki Ticaret Kanunu zamanında verilmiş olsa da şu anda yasada mevcut hükümlere benzer şekilde yer alan bazı kurallar da tartışılarak bu sonuca varıldığından bu karara dayalı olarak dahi yapı kooperatiflerinin ticari şirket ve tacir olduğunun kabulü gerekir.
Görev kuralları yönünden önemli olduğundan kooperatifin ticari işletme sahibi olup olmadığı da değerlendirilmelidir. Ticari işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir (11. md.). Bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa, kendi adına işleten kişiye tacir denir (12. md.). Bu hükümler yukarıda açıklanan hükümlerle birlikte değerlendirildiğinde sermayesi olan ve üyelerinin ekonomik menfaatlerini koruyup bazı ihtiyaçlarını korumak maksadıyla kurulan, bu kapsamda diğer kişilerle bina yapımı gibi önemli bir sonucu elde etme amaçlı olarak faaliyette bulunan, sözleşmeler yapan yasal sınırlar çerçevesinde gelir ve giderleri olan, ticaret siciline kaydedilip ticari defterler tutan ve tacir sayılan kooperatifin bu faaliyetini ticari işletme olarak yürüttüğünün kabulü gerekir.
Yapı kooperatifinin tacir olduğunu ve faaliyeti bakımından ticari işletme sahibi olduğunu bu şekilde belirledikten sonra göreve ilişkin düzenlemelere bakmak gerekir.
6102 sayılı TTK 4/1. maddesine göre her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın; Türk Ticaret Kanunu’nda öngörülen hususlardan doğan davalar ile maddede ayrıca sayılan hususlara ilişkin hukuk davaları ticari dava sayılır. Bir yerde asliye ticaret mahkemesi varsa, asliye hukuk mahkemesinin görevi içinde bulunan ve 4’üncü madde hükmünce ticari sayılan davalarla özel hükümler uyarınca ticaret mahkemesinde görülecek diğer işlere asliye ticaret mahkemesinde bakılır (6102 sayılı TTK 5/2. md.). Asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki görev ilişkisi olup, bu durumda göreve ilişkin usul hükümleri uygulanır (6102 sayılı TTK 5/3. md.).
Taraflar tacir olup açılan dava da her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili olduğundan açılan davaya bakmaya ticaret mahkemesi görevlidir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 24.03.2005 tarih ve 188 sayılı kararı ile 26.03.2014 tarih 141 sayılı kararlarında belirtildiği üzere Ankara Ticaret mahkemesinin yargı çevresi Gölbaşı ilçesi sınırlarını da kapsadığından davanın Ankara Ticaret mahkemesinde görülmesi gerekir. Bu durumda davanın göreve ilişkin dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddi gerekirken esastan inceleme yapılması doğru olmadığından hükmün sair hususlar incelenmeksin bu gerekçe ile bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan çoğunluk görüşüne karşıyım.