YARGITAY KARARI
DAİRE : 15. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/2071
KARAR NO : 2015/829
KARAR TARİHİ : 18.02.2015
Mahkemesi :Asliye Hukuk Hakimliği
Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen tetkiki davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:
– K A R A R –
Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili istemine ilişkin olup, davanın dava şartı yokluğuna dair verilen karar davacı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı davasında, ………… Kız Öğrenci Yurdu İnşaatı ile ilgili olarak taraflar arasında düzenlenen 13.03.2008 tarihli taşeronluk sözleşmesi uyarınca yüklendiği edimleri yerine getirdiğini, ayrıca sözleşme dışı işler de yaptığını, ancak; hakettiği iş bedelinden bakiye kısmın ödenmediğini, alacaklarının yaklaşık olarak 100.000,00 TL olduğunu belirterek, alacak miktarını tam olarak tespit edemediklerinden şimdilik 20.000,00 TL’nin ticari reeskont faiziyle tahsilini istemiştir. Davalı ise savunmasında; işin bir kısmının yapılmadığını, yapılan işin bedelinin ise tamamen ödendiğini, borçlarının kalmadığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir. Mahkemece, davacının dava dilekçesinde alacağını 100.000,00 TL olarak açıklamış olduğu da dikkate alınarak, dava miktarını belirlemesinin mümkün bulunduğu bu durumda 6100 sayılı HMK’nın 107. maddesi uyarınca belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle HMK’nın 114/1-h ve 115/1-2. maddeleri uyarınca davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın 107/1. maddesinde davanın açıldığı tarihte alacağın miktarı yahut değerinin tam ve kesin olarak belirlenememesi halinde belirsiz alacak davası açılabileceği düzenlenmiştir. Somut olayda ise, davacının işin uzmanı olması, yaptığı işin bedelini belirleme imkanına sahip olması, kaldı ki, dava dilekçesindeki açıklamalarına göre de alacak miktarını belirlemiş olduğu anlaşıldığından belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararının bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Tarafların iddia ve savunmaları ayrı ayrı ele alınıp değerlendirildiğinde somut olaya ilişkin temel sorun, davacının alacağını tam ve kesin olarak belirleyebilecek bir durumda olması halinde alacağının tahsili için kısmî dava açmasının mümkün olup olmadığı konusunda toplanmaktadır.
Davacının aynı hukuki ilişkinden kaynaklanan alacağının veya hakkının tümünü değil belirli bir kısmını talep ederek açtığı davaya kısmî dava denir. Diğer bir ifadeyle bir alacak hakkında daha fazla miktar için tam dava açma imkanı bulunmasına rağmen alacağın bir kesimi için açılan davaya kısmî dava denir. Bir davanın kısmî dava olarak nitelendirilebilmesi için alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve bu alacağın şimdilik bir kısmının dava edilmesi gerekir.
Kısmî dava 6100 sayılı HMK’nın 109. maddesinde düzenlenmiş olup maddenin 1. fıkrasında talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı dava yoluyla ileri sürülebilir hükmüne, 2. fıkrasında ise talep konusunun miktarı taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmî dava açılamaz hükmüne yer verilmiştir. Bu
düzenlemelere göre kısmî dava açılabilmesi için; talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olması, talep konusunun miktarının yanlar arasında tartışmalı bulunması veya açıkça belirli olmaması gerekir. Eğer talep konusu taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirlenebilir ise kısmî dava açılamayacaktır. Diğer bir anlatımla; talep konusunun miktarı taraflar arasında tartışmasız ise veya taraflar arasında miktar veya parasal değer bakımından bir tartışma olmakla beraber tarafların anlaşmasına gerek kalmaksızın talep konusunun miktarı herkesce anlaşılabilecek şekilde belirli ise o talep sonucunun sadece bir kısmı dava edilemez. Bu gibi hallerde kısmî davanın yasaklanmasının sebebi, davacının kısmî dava açmakta hukuki yararının bulunmadığının kabul edilmesidir. Davacının alacağını küçük parçalara bölüp her biri için ayrı ayrı dava açmasında hukuki yarar değil; aksine dava hakkının kötüye kullanılması söz konusu olur.
Talep konusu taraflar arasında tartışmalı ise ya da açıkça belirli değilse açılan bir kısmî davada davacının hukuki yararının bulunduğunun kabulü gerekir. Açılmış olan bir kısmî davada alacağın taraflar arasında tartışmalı olup olmadığı ya da açıkça belirli olup olmadığı davalının davaya vereceği yanıtla anlaşılabilir. Eğer davalı yanıtında alacağı tartışmalı hale getirmişse artık açılmış olan kısmî davanın hukuki yarar yokluğu nedeni ile reddedilmeyip işin esası hakkında hüküm kurulması gerekir.
Dava konusu somut olayda davacı taşeron kendi edimini ifa ettiğini, sözleşme dışı işler de yaptığını, bu sebeple 100.000,00 TL’ye yakın alacağının bulunduğunu belirterek şimdilik 20.000,00 TL’sinin tahsili istemiş, davalı yüklenici ise savunmasında; bir kısım işlerin yapılmadığını, iş bedelinin tamamının ödendiğini, borçlarının kalmadığını belirtmiştir. Bu hali ile davaya konu edilen alacak taraflar arasında tartışmalı hale gelmiş olup davacı taşeronun eldeki davada talep ettiği bedel 6100 sayılı HMK’nın 109. maddesinde sözü edilen kısmî dava niteliğini arz etmektedir. Bu durumda davacı taşeronun kısmî dava açmasında usul yasaya ve yönteme dair herhangi bir aykırılık bulunmamaktadır. İşin esasının incelenip sonucu dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, davacının belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararının olmadığı düşüncesiyle ve dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddi doğru olmamıştır.
Kabule göre de; dava, dava şartı yokluğu nedeniyle esasa girilmeden reddedilmiştir. Bu durum karşısında karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 7/2. maddesi uyarınca davalı yararına maktu tarife üzerinden vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken nispi tarife üzerinden vekalet ücretine hükmedilmesi de usul ve yasaya aykırı olmuştur.
Belirtilen nedenlerle kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 18.02.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.