YARGITAY KARARI
DAİRE : 15. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2014/1256
KARAR NO : 2014/5827
KARAR TARİHİ : 31.03.2014
Tebliğname No : 15 – 2012/218488
MAHKEMESİ : Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 14/06/2012
NUMARASI : 2010/204 (E) ve 2012/261 (K)
SUÇ : Dolandırıcılık
Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.
TCK’nın 158/1-e bendinde belirtilen, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak dolandırıcılık suçunun işlenmesi nitelikli hal kabul edilmiştir. Hangi kurum ve kuruluşların, kamusal nitelik taşıdığı, o kurumun kadro bakımından bağlı olduğu durumu düzenleyen mevzuata göre belirlenir. Bu nitelikli halin oluşması için, eylemin kamu kurum ve kuruluşlarının mal varlığına zarar vermek amacıyla işlenmesi gerekir.
Zarar vermek, kamu kurum ve kuruluşlarından hakkı olmayan bir parayı almak ya da bir borcu geri vermemek şeklinde olabilir. Bu suçun zarar göreni kamu kurum ve kuruluşunun tüzel kişiliğidir. Kamu kurum ve kuruluşlarının zarar görmesi söz konusu değilse bu suç oluşmayacaktır.
Dolandırıcılık suçunun kamu yararına çalışan hayır kurumlarının zararına işlenmesi madde kapsamında değildir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin 5. fıkrasına göre; usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md). Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.
Buna göre iç hukukta doğrudan hukuksal sonuçlar yaratan uluslararası sözleşmeler; yasalar üstü bir konumda olduğundan iç hukukun bir parçası olarak yürütmeyi ve yargıyı bağlamaktadır.
İç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) temel amacı; insan haklarının korunması ve bu haklara yönelik ihlallerin engellenmesidir. İnsan hakları, insan onurunu korumayı, insanın maddi ve manevi gelişmesini sağlamayı amaçlayan haller olup, insanın doğuştan var olan hak ve özğürlükleridir. Bu haklar, hak sahiplerini yetkili bir konuma getirirken, devleti ve diğer üçüncü kişileri o kişinin hakkına saygılı olma yükümlülüğü altına sokar.
AİHS’nin 1. maddesine göre, sözleşmeye taraf devlet, hangi yolla olursa olsun sözleşmede öngörülen haklara riayet yükümlülüğü altında altındadır. Sözleşmenin 2. maddesi uyarınca da, her ferdin yaşama hakkı kanunun himayesi altındadır. Anılan sözleşmenin 3. maddesine göre, hiç kimse … aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz. Aynı sözleşmenin 8. maddesine göre de, herkes özel ve aile yaşamına … saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
AİHS, özel ve aile yaşamına, haksız ve keyfi müdahalelere karşı, bireyi korumaktadır. Özel yaşam, bireyin içinde kişiliğini oluşturabileceği ve geliştirebileceği bir alanın garanti edilmesidir. Geniş manada tanımlanan aile, anne-baba ister meşru isterse gayrı meşru olsun bunların çocukları ile olan ilişkilerini içermektedir. Aile yaşamına saygı hakkı ise, anne-baba arasındaki ilişkinin sona ermesinden sonra birlikte yaşamamaları ile boşanmış olsalar bile, eşler arasında birlikte yaşama ve çocukla kişisel ilişki kurma hakkını içerir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin pek çok kararlarında tanımladığı gibi, bir davranış eğer kişilerde aşağılık duygusu yaratıyorsa ve onları küçük düşürecek veya alçaltacak nitelikte ise aşağılayıcı muameledir. Bu muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı nitelikte olup olmamasında rol oynamakla beraber kişinin kendi gözünde küçük düşmesi yeterli sayılmaktadır.
Somut olayda; sanıklar resmi nikahlı evli iken, sanık Cevriye’nin vefat eden babasından yetim maaşını alabilmek için 25/10/2001 tarihinde muvazaalı olarak eşi diğer sanıktan boşandığı, ancak aynı evde birlikte yaşamaya devam ettikleri, SGK’dan maaş almak suretiyle haksız menfaat temin ederek kamu kurumunu dolandırdıklarının iddia edildiği olayda,
Hukuken geçerli olan bir kararla boşandıktan sonra, eşlerin bir arada yaşamasını engelleyecek şekilde birlikte yaşamanın suç olduğuna dair kanuni bir düzenlemenin bulunmaması karşısında, eşlerin bir arada yaşamasının boşanmanın maaş almak amacıyla yapıldığının ve hileli davranışın kanıtı olamayacağı, nitekim 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinde bu durumu tespit edilen kimselerin gelir ve aylığının kesileceği ve ödenmiş tutarların geri alınacağının belirtildiği, bu hususta cezai düzenlemenin bulunmaması nedeniyle eylemlerinin hukuki ihtilaf mahiyetinde olduğu, bu nedenlerle dolandırıcılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, beraatları yerine, yazılı şekilde mahkûmiyetlerine karar verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanıklar müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu nedenlerle, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesine istinaden uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 31/03/2014 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.