Yargıtay Kararı 15. Ceza Dairesi 2013/8591 E. 2015/21272 K. 23.02.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 15. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2013/8591
KARAR NO : 2015/21272
KARAR TARİHİ : 23.02.2015

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Dolandırıcılık, özel belgede sahtecilik
HÜKÜM : Mahkumiyet, Ceza verilmesine yer olmadığına

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.
Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.
Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılan hilenin şekli, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90. maddesinin 5. fıkrasına göre; Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.
Buna göre, iç hukukta doğrudan hukuksal sonuçlar yaratan Uluslararası Sözleşmeler, yasalar üstü bir konumdadır ve iç hukukun bir parçası olarak yürütmeyi ve yargıyı bağlamaktadır.
İç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS), temel amacı, insan haklarının korunması ve bu haklara yönelik ihlallerin engellenmesidir. İnsan hakları, insan onurunu korumayı, insanın maddi ve manevi gelişmesini sağlamayı amaçlayan haller olup, insanın doğuştan var olan hak ve özgürlükleridir. Bu haklar, hak sahiplerini yetkili bir konuma getirirken, devleti ve diğer üçüncü kişileri o kişinin hakkına saygılı olma yükümlülüğü altına sokar.
AİHS madde 1’e göre, sözleşmeye taraf devlet, hangi yolla olursa olsun sözleşmede öngörülen haklara riayet yükümlülüğü altındadır. Madde 2’ye göre, her ferdin yaşama hakkı kanunun himayesi altındadır. Madde 3’e göre, hiç kimse aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz. Madde 8’e göre, herkes özel ve aile yaşamına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
AİHS, taraf devlete yaşamı korumak görevi vermektedir. Bu görev, sağlık konusunda tedbir almayı da içermektedir. Bu yükümlülük, devletin hastaların yaşamının korunması için uygun tedbirler alması konusunda sağlık kuruluşlarının uyması gereken kuralları öngörmesini de gerektirir.
Sağlık Bakanlığı’nın 11.05.2000 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliği’nin 37. maddesinde “Yataklı tedavi kuruluşları, acil sağlık hizmetlerinin bedelini hizmet sundukları kişinin ödeme imkanları çerçevesinde tahsil ederler” hükmü yer almaktadır.
Yine 2008/13 sayılı Başbakanlık Genelgesi’nin;
Birinci maddesinde, “Acil sağlık hizmeti vermekle yükümlü bulunan sağlık kuruluşları, acil vakaları hastanın sağlık güvencesi olup olmadığına veya ödeme gücü bulunup bulunmadığına bakmaksızın kabul edecek ve gerekli tıbbi müdahaleyi kayıtsız-şartsız ve gecikmeksizin yapacaktır. Hiçbir sağlık kuruluşu acil olarak gelen hastalara yeterli personeli veya donanımı olmadığı, ilgili birimi veya boş yatağı bulunmadığı, hastanın sağlık güvencesi olmadığı ve benzeri sebepler ile gerekli acil tıbbi müdahaleyi yapmaktan kaçınmayacaktır” denilmektedir.
Yedinci maddesi uyarınca da, acil olarak sağlık kuruluşuna müracaat eden hastaların acil tıbbi müdahale ve tedavileri yapılırken hiçbir surette tedavi masraflarının nasıl karşılanacağı sorgulanmayacak ve hizmet bedelinin tahsili ile ilgili işlemler acil müdahale sağlandıktan sonra yapılacaktır.
Dokuzuncu maddesinde ise, “Herhangi bir sağlık güvencesi olmayan vatandaşlardan ödeme gücü bulunmayanların acil sağlık hizmeti bedelleri kendilerinden talep edilmeyecektir. Bunlardan kamuya ait sağlık kuruluşlarından ve ayakta teşhis ve tedavi yapan özel sağlık kuruluşlarından acil sağlık hizmeti alanların hizmet bedelleri 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu hükümleri çerçevesinde sağlık kuruluşunun bulunduğu yer sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfından talep edilecektir. Bu konuda gerekli tedbirler ilgili vakıf başkanlıklarınca alınacaktır. Özel hastanelerden acil sağlık hizmeti alanların hizmet bedelleri ise talep edilmesi halinde 2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanununun 32’nci, 5393 sayılı Belediye Kanununun 38’inci ve 60’ıncı, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 18’inci maddeleri gereğince sağlık kuruluşunun bulunduğu yerin belediyesince ödenecektir. Bu amaçla belediyelerce bütçelerine yeterli ödenek konulacaktır.” hükmü yer almaktadır
Sanığın 21.06.2010 tarihinde rahatsızlanması üzerine Keçiören Etlik Araştırma Hastanesi’ne şiddetli göğüs ağrısı ile başvurduğu, sanığın 112 acil servisiyle katılan şirkete ait … Hastanesi’ne sevk edildiği, sanığın sosyal güvencesi bulunmaması nedeniyle her iki hastaneye de sosyal güvencesi bulunan kardeşi …’in adıyla kaydının yapıldığı ve kardeşi …’in ismiyle kalp krizi nedeniyle anjiyo ve bypass ameliyatı olarak tedavisinin tamamlandığı, taburcu edilmesinden sonra 22.07.2010 tarihinde dilekçe ile … Hastanesi Başhekimliği ‘ne müracaat ederek, hastanedeki kayıtlarda kardeşinin adı ile tedavisini yaptırdığını beyan ettiğini ve tedavi ücreti olarak talep edilen ve tahakkuku yapılan 10.650 TL ‘yi hastaneye ödemeye hazır olduğunu beyan ettiği, bunun üzerine hastanenin SGK tarafından kullanılan Medula yazılımı üzerinde sanığın kardeşi adına yapılan tedavi kayıtlarına ilişkin girişlerin iptal edildiği olayda;
1-Özel belgede sahtecilik suçundan verilen hükme yönelik incelemede;
Sanığın eylemin başlangıcından bitişine kadar herhangi bir özel belge düzenlemediği, üzerinde taşıdığı kardeşine ait herhangi bir tahrifat yapılmamış kimlik belgesini özel hastaneye ibraz ederek tedavisini yaptırdığı, bu nedenle sahtecilik suçunun iğfal kabiliyetinin gerçekleşmediği gerekçesiyle verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün ONANMASINA,
2-Dolandırıcılık suçundan verilen hükme yönelik incelemede;
Kalbinden rahatsız olan ve olay günü ağrısı başlayan sanığın, sosyal güvencesinin bulunmaması nedeniyle kardeşinin kimlik bilgileriyle hastaneye giriş yapıldığı ve kalp ameliyatı olduğu, bu durumun dosya içerisindeki doktor raporları ile sabit olduğu; hastanın tedavisi ile ilgili olarak acil sağlık hizmet bedellerinin alınamayacağından herhangi bir zararın söz konusu olmayacağı anlaşılmakla, dolandırıcılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığının anlaşılması karşısında sanığın atılı suçtan beraatına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden delillerin takdir ve değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, katılan vekili ve sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA,23/02/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.