Yargıtay Kararı 15. Ceza Dairesi 2013/5967 E. 2014/21913 K. 23.12.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 15. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2013/5967
KARAR NO : 2014/21913
KARAR TARİHİ : 23.12.2014

Tebliğname No : 11 – 2011/157345
MAHKEMESİ : Gaziantep 1. Ağır Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 08/12/2010
NUMARASI : 2008/383 (E) ve 2010/486 (K)
SUÇ : Nitelikli dolandırıcılık

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp,onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.
TCK’nın 158/1-e bendinde belirtilen, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak dolandırıcılık suçunun işlenmesi, nitelikli hal kabul edilmiştir. Hangi kurum ve kuruluşların, kamusal nitelik taşıdığı, o kurumun kadro bakımından bağlı olduğu durumu düzenleyen mevzuata göre belirlenir. Bu nitelikli halin oluşması için,eylemin kamu kurum ve kuruluşlarının mal varlığına zarar vermek amacıyla işlenmesi gerekir. Zarar vermek, kamu kurum ve kuruluşlarından hakkı olmayan bir parayı almak yada bir borcu geri vermemek şeklinde olabilir. Bu suçun zarar göreni kamu kurum ve kuruluşunun tüzel kişiliğidir. Kamu kurum ve kuruluşlarının zarar görmesi söz konusu değilse bu suç oluşmayacaktır. Dolandırıcılık suçunun kamu yararına çalışan hayır kurumlarının zararına işlenmesi madde kapsamında değildir.
Sanığın gerçekte bir ürün satışı gerçekleştirmediği halde komisyon karşılığı almış olduğu fatura ile doğrudan gelir desteğinden faydalanmak amacıyla müracaatta bulunarak haksız, gerçeğe aykırı bildirimlerle katılan kurumdan doğrudan gelir desteği aldığı iddia olunan olayda;
1-Sanığın çiftçi kayıt sisteminde kayıtlı olup savunmasında elde ettiği ürünleri makbuz karşılığında babasına verdiği vekalet ile sattığını, makbuzların sahte olduğunu bilmediğini beyan etmesi karşısında; gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından; sanığın babasına vekalet verip vermediği, ürünün satılması ve doğrudan gelir destekleme işlemlerinin sanığın babası veya üçüncü bir kişi tarafından yapılıp yapılmadığının tespiti, sanığın bildirdiği arazilerde bilirkişi incelemesi ve araştırma yaptırılarak gerçekte tarimsal faaliyette bulunup bulunmadığının tespit edilmesi, sanığın taşınmazlarının bulunduğu ilçe tarım müdürlüğünden 2006 yılında dekar başına elde edilecek “azami verim” miktarlarının sorulması, bildirilen bu miktarlara göre, bilirkişi raporlarında ekim yapıldığı tespit edilen arazilerde dekar başına elde edilecek azami verim miktarlarının hesaplanması, yapılan hesaplamalarda müstahsil makbuzlarında gösterilen miktara ulaşılamaması halinde, sanığın başka yerlerde taşınmazlarının bulunup bulunmadığı, bu taşınmazlarda ekim yapıp yapmadığı, başkasına ait yerlerde tarımsal faaliyette bulunmuş ise buna dair kira sözleşmelerinin bulunup bulunmadığı, haksız prim alındığı iddia edilen yıldan önceki yılda da ürün destekleme ödemesinden yararlanıp yararlanmadığı, yararlanmış ise ne kadar yer için ödeme yapıldığı, her iki yılda da beyan ettikleri yerlerin aynı olup olmadığı araştırılarak, gerekli görüldüğü taktirde ziraat ve fen bilirkişisi refakatinde mahallinde keşif icra edilerek sanıkların belirtilen dönemde ekim yapıp yapmadıklarının kendilerinin yer göstermesi sonucunda tespit edilecek arazilere ilişkin mahalli bilirkişilerin de dinlenerek, o dönemde gerçekte belirtilen miktarda bir ekim olup olmadığının kesin olarak belirlenmesi, keşif neticesinde düzenlenecek bilirkişi raporlarının diğer deliller ile birlikte değerlendirilmesinden sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdirinin gerektiği gözetilmeden, eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması,
2-Kabule göre de;
5237 sayılı TCK’nın 158. maddesinin 1. fıkrasının (e), (f) (i) ve (k )bentlerinde sayılan hallerde adli para cezasının tayininde tespit olunacak temel gün, suçtan elde olunan haksız menfaatin iki katından az olmayacak şekilde asgari ve bu miktara yükseltilerek belirlenecek gün sayısı üzerinden arttırma ve eksiltmeler yapıldıktan sonra ortaya çıkacak sonuç gün sayısı ile bir gün karşılığı aynı kanunun 52. maddesi uyarınca, 20-100 TL arasında takdir olunacak miktarın çarpılması neticesinde sonuç adli para cezasının belirlenmesi gerektiği gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1.maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321.maddesi gereğince BOZULMASINA, 23.12.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
Karşı oy;

Tarım üretimini artırmak amacıyla Tarım Bakanlığı tarafından çiftçilere çeşitli destekleme primleri verilmektedir. Bunlardan bir kısmı ekilen arazi miktarına göre belirlenirken bir kısmı da üretilen ürün miktarı ile orantılıdır. Arazi miktarına bağlı olarak yapılan ödemeler 5488 sayılı Tarım Kanununun 19/a maddesinde düzenlenmiş olup DGD (doğrudan gelir desteği) olarak adlandırılmakta iken, ürün miktarına bağlı olarak yapılan ödemeler kaynağını aynı maddenin b fıkrasında yer alan “fark ödemesi” ile c fıkrasında düzenlenen “telafi edici ödemeler” den almaktadır.
Ürün miktarına bağlı olan ödemeler, desteği gerektiren ürün çeşidine göre farklı isimler alsa da; hepsinin ortak paydası olan ürün destek primi (ÜDP) olarak anılmasında bir yanlışlık yoktur. Doğrudan gelir desteği düzenlemesindeki amaç, çiftçiyi ekime özendirerek arazilerin atıl kalmasını önlemek olduğu halde, ürün destek primi ödenmesinin amacı DGD teşviki ile ekilmiş olan arazilerin bakımının ihmal edilmesini önlemek suretiyle ürün rekoltesini artırmaktır. Nitekim 5488 sayılı Kanunun 6. Maddesinde; tarımsal üretimde verimlilik, ürün çeşitliliği, kalite ve rekabet gücünün yükseltilmesi ile tarımsal faaliyetlerde bilgi ve uygun teknolojilerin kullanımının yaygınlaştırılması, tarım politikalarının öncelikleri arasında sayılmıştır.
Bu nedenle DGD ödemesi için ekili arazi alanının bilinmesi yeterli olmasına rağmen, ÜDP ödemesinde ekili alanın belirlenmesi yeterli olmayıp, buna ilaveten üretilen ürün miktarının da bilinmesi zorunludur.
Nitekim 2006 yılı Hububat Üreticilerine Destekleme Primi Ödenmesine Dair 16/10/2006 tarih ve 2006/11184 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının;
1. maddesinde, yurt içinde 2006 yılında üretilen buğday, arpa, çavdar, yulaf ve çeltik üreticilerine satış belgesinin ibrazı şartı ile kilogram başına destekleme primi ödeneceği;
3. maddesinde, başvuru sahibinin toplam prim ödemesinin kontrolünde ÇKS’deki (çiftçi kayıt sistemi) bilgilerin dikkate alınacağı, prim ödemelerine esas arazi büyüklüğünün, başvuru sahibinin ÇKS’de kayıtlı arazisinin büyüklüğünü aşamayacağı.
7. Maddesinde ise haksız yere yapılan ödemelerin geri alınma şekli ve sahte belge kullanan üreticilerin 5 yıl boyunca hiçbir destekleme programından yararlandırılamayacağı,
Karara bağlanmıştır.
Bu genel açıklamalardan sonra temyize konu somut olaya baktığımızda;
Sanık, Tarım Bakanlığından 2005-2006 yılına ait hububat destekleme primi almıştır.
Sanık tarafından ibraz edilen müstahsil makbuzu ve faturaların sahte oldukları tespit edilmiştir.
Sanığın kullandığı makbuz veya faturaların sahte olduğu konusunda hiçbir tereddüt yoktur. Zira sanığın kullandığı belgeleri temin eden kişiler hakkında sahte fatura ticareti yapma suçundan verilen mahkumiyet hükümleri, Dairemizce oybirliği ile onanmıştır.
Eğer sanığın, ÜDP ödemesine konu ettikleri ürün miktarı gerçek olsaydı, sahte belge kullanmasına gerek kalmazdı. Daha açık bir ifadeyle, gerçekten o miktarda ürün satmış olsaydı karşılığında sahte belge yerine gerçek belge alıp onları kullanırdı. Sahte müstahsil makbuzu kullanmış olması beyan ettiği kadar ürünü üretmediğini kanıtlamaktadır.
Zaten yukarıda yer alan Bakanlar Kurulu kararının birinci maddesi prim ödemesi yapılmasını, üretilen ürün miktarını gösteren satış belgesinin ibrazı şartına bağlamıştır
Prim ödemesine esas üretim miktarının, sadece ve sadece satış makbuzu ile kanıtlanabileceği hususu, ÜDP’nin dayanağını oluşturan Bakanlar Kurulu kararında çok açık zikredilmesine rağmen; sahte belgelerde yazılı miktarda ürünün, sanığa ait ÇKS’de kayıtlı tarlalarda yetiştirilmesinin mümkün olmadığı, üretim alanlarında yapılan keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporlarıyla da tespit edilmiştir.
O halde, sanığın sahte belge ile prim aldığı konusu sabit olduğuna göre, dolandırıcılık ve sahtecilik suçları da sübuta ermiş demektir.
Açıklanan nedenlerle, sanık hakkındaki mahkumiyet hükmünün onanması gerekmesine karşın, oy çokluğu ile bozulmasına karar verilmiştir.
Sayın çoğunluğun bozma gerekçesinin ana hatlarıyla iki nedene dayandığı görülmektedir.
Bunlardan birincisi: O bölgede birim alanda üretilebilen veya üretilen en yüksek hububat üretim miktarının belirlenmesinden sonra sanığın hukuki durumunun bu miktara göre yeniden değerlendirilmesidir. Yani sayın çoğunluk, birim alandan elde edilebilecek en yüksek verim miktarı ile ekili alanın çarpılması sonucu bulunacak miktarın, sanığın ürettiği ürün miktarı olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Böyle bir uygulama aynı büyüklükte araziyi eken herkesin aynı miktarda prim alması sonucunu doğuracaktır.
Bu düşüncenin neden yanlış olduğunun cevabı yukarıdaki açıklamalar içinde mevcuttur. Tekrar etmek gerekirse, ÜDP ödemesinde güdülen temel amaç, çiftçilerin ekili alanlarla ilgisini hasılat zamanına kadar sağlamak suretiyle üretimi artırmaktır. Bu nedenledir ki, ekili alanın genişliği ile yetinmek yerine kg başına prim ödemesi yapılmaktadır. Bu durumda; aynı büyüklükte yer eken farklı kimseler, emek ve ilgileri ile orantılı olarak farklı miktarda hasılat sahibi olacaklarından; alacakları ÜDP miktarı da farklı olacaktır. Eğer bölgedeki en yüksek verim durumuna göre ödeme yapılması istenmiş olsaydı, bakanlar kurulu o şekilde bir düzenleme yapardı. Daha doğrusu o zaman ÜDP ödemesinin DGD ödemesinden bir farkı kalmayacağından böyle bir düzenlemeye de ihtiyaç duyulmaz, sadece DGD miktarının artırılmasıyla yetinilirdi.
Kısaca, üreticinin ürettiği miktarın satış belgesiyle kanıtlanmak zorunda olduğu, hiçbir tereddüde yer vermeyecek biçimde bakanlar kurulu kararında yer almasına karşın, sayın çoğunluk tarafından mevzuata aykırı olarak yeni ölçütler ortaya konmak istenmiştir.
Bozma nedeni yapılan 2. gerekçe ise, sanığın başka yerlerde veya başka kişilere ait arazileri de ekip ekmediğinin araştırılmasından sonra, durumununn yeniden değerlendirilmesi gerektiğine ilişkindir. Bu gerekçenin de hukuki değerden yoksun olduğunu, yukarıda yer alan bakanlar kurulu kararı açıkça göstermektedir. Sözü edilen kararın 3. maddesi, prim ödemesinin ÇKS’de yer alan tarlalarla sınırlı olduğunu ve prim ödemesine esas arazi büyüklüğünün, başvuru sahibi adına ÇKS’de kayıtlı arazi büyüklüğünü aşamayacağını kurala bağlamıştır. Hal böyle iken sanık adına ÇKS’de kayıtlı olmayan arazilerin ekili olup olmadığının araştırılmasının istenmesi, ÜDP ödemesinin dayanağı olan 16/10/2006 tarih ve 2006/11184 sayılı bakanlar kurulu kararına açıkça aykırıdır.
Yukarıda izah edilen nedenlerle, sanık hakkındaki mahkumiyet kararının onanması yerine yazılı gerekçelerle bozulmasına dair çoğunluk kararına muhalifim.